hafiza aise
Tue 26 April 2011, 01:40 pm GMT +0200
Hal Dili Adına Yen Biri Üslup
Zihinler iyice karışmış ve Kureyş arasında tam bir belirsizlik hüküm sürmeye başlamıştı. Her giden, aynı duygularla geri dönüyordu ve bunu gören Ahabiş kabilelerinin reisi Huleys İbn Alkame: - Bana müsaade edin; bir de ben gidip bakayım, diyerek Ku-
reyş'ten müsaade istedi.
- Olur, bir de sen git, diyorlardı. O da kalktı ve Resülullah'ın bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladı.
Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellern), muhataplarını çok iyi tanıyordu ve ufkuna Huleys'in doğduğunu görünce ashabına dönerek: - Şu gelen, filan kavimden falandır ve o, Allah'a saygılı ve kurbanlık develeri de önemseyen biridir; onun için kurbanlıkları öne çıkarın, buyurdu.
Yine denilenler yapılmış ve anında kurbanlık develer, telbiye ve tekbirlerle Huleys'in geldiği tarafa doğru sürülmüştü.
Yanlarına yaklaşıp da boyunlarında kurbanlık olduklarını gösteren işaretleri ve on beş gün gibi uzun bir süredir bağlanıp da hapsedilmekten dolayı tüylerinin döküldüğünü, inleyerek perişan ve dağınık halde develerin kendilerine doğru geldiğini gören Huleys, farkına bile varmadan:
-- Sübhanallah, diye çığlık kopardı. Bu insanların Beytullah'a gitmelerine engelolmak hiç de doğru değil; Lahm, Cüzam, Kinde ve Hımyer halkı gelip de haccedebildikleri halde Abdulmuttalib'in oğluna engelolmaya Allah razı olmaz! Bu insanların, Beytullah'a girmelerine engelolunamaz! Kabe'nin Rabbi'ne yemin olsun ki Kureyş helak olmuştur; baksanıza, adamlar sadece umre için geliyorlar!
Gördükleri karşısında kendini tutamayıp da heyecanlarını böyle dile getiren Huleys'i uzaktan takip eden Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
- Evet, aynen dediğin gibi ey Kinaneoğullarının kardeşi, diye mukabelede bulunuyordu.
Huleys, ilerleyip Resfılullah ile konuşmaya bile gerek duymadan geri dönüyordu. Kureyş'in yanına gelir gelmez de:
- Ey Kureyş, diye seslendi onlara. Sesinin tonunda, "Bu kadarı da olmaz" dereesine bir tını vardı. İnsaflı ve kadirşinas bir tutumla şöyle devam etti:
- Ben öyle şeyler gördüm ki, onları yolundan alıkoymanın imkanı yoktur; kurbanlık develer, uzun zamandır bağlanıp hapsedildiği için tüylerini yemişler ve uzun zamandır Beytullah'ı tavaf için ihrama girmiş oldukları için de insanlara haşerat musallat olmuş! Vallahi de sizinle biz, ne hakkını verip de ona olan hürmetlerini sunmak için Kabe'ye gelenleri Beytullah'ı tavaftan alıkoymak ne de kurbanlıkların yerine ulaştırılıp da orada salınmasına engel çıkarmak maksadıyla anlaşma yapmıştık!
Allah'a yemin olsun ki, ya O'nunla geliş gayesi arasına girmekten vazgeçersiniz ya da ben Ahabiş kabilelerinin tamamını da yanıma alarak dağıtır ve geri dönerim!
Huleys'in söyledikleri de Kureyş1ilerin hoşlarına gitmemişti:
- Hele bir dur, diyorlardı. Kendi aramızda, bizim de hoşumuza gidecek bir konuda ittifak edeceğimiz ana kadar biraz bekle! Hem sen, badiyede yaşayan bir adamsın; bu türlü şeylerden anlamazsın! Muhammed tarafından gördüklerinin hepsi de bir tuzaktır!
Küfür aynı küfürdü; onun zemininde mantık ve muhakeme olmadığı gibi muhatabını mesnetsiz karalama da, onun için her zaman başvurulan bir yoldu ve Kureyş bugün onu yapıyordu. Ancak, ardı ardına yaşanan bu gelişmeler de, adım adım takip ediliyordu. Bu sefer, insanların anlatılanlardan etkilendiğini gören ve daha farklı bir sonuç bekleyen Mikrez İbn Hafs ileri atıldı ve:
- Bırakın, bir de ben gideyim, dedi. Ona da 'olur' demişlerdi.
Bu sefer de Mikrez'in gelişini gören Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern):
- Bu adam hain ve facir birisidir, diyerek ashabını uyaracak ve benzeri konumda bulunanların muhataplarını ne kadar yakından tanımaları gerektiği hususunda fiilen ashabına ders verecekti. Zira Mikrez, Bedir Savaşı'nın devam ettiği sıralarda Beni Bekir kabilesinin efendisi Amir İbn Yezid'in üzerine ani bir baskın yapıp onu öldürmüş ve ondan sonra da hep bu türlü hıyanetleriyle tanınır olmuştu.