hafiza aise
Mon 20 December 2010, 03:15 pm GMT +0200
Hakkında Nassın Bulunduğu Meselede İctıhad Edilmez
Cenab-ı Allah, sadece Rabbimizden bize inen vahye uymamızı emretmiş, başkasına uymaktan ve onun hakkında bilmediğimiz şeyleri söylemekten menetmiştir. Rabbimizden bize vahiy olarak inen sadece Kur'an ve onu açıklayan Resulullah'ın sünnetidir. "O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak bildirilen bir vahiyledir."[88] "Ben ancak bana vahyolunana uymaktayım"[89] Bilmediğimiz şeyler Allah ve Resulünün hakkında bilgi vermediği şeylerdir. Çünkü bir hadîste "ilim üç şeyden ibarettir: muhkemâ âyet, kat'î sünnet ve lâedrî yani bilmiyorum" deniîmiştir.
Şüphesiz Kitab, sünnet veya mefhumlarına dayanmayan görüşü savunmak ve hiçbir asla dayanmayan kıyas yapmak haramdır. Hatta "Muhakkak o (şeytan) size kötülüğü hayasızlığı, Allah'a karşı da bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder" [90] âyetinden anlaşıldığı gibi büyük günahların en büyüğüdür.
Hadis "lâedrî" (bilmiyorum)'u bir ilim saymıştır. Çünkü o, sükutu gerektiren bilmemenin farkında olup bilmiştir. Bilmediği mesele hakkında kendi görüşü veya başkasının görüşü ile hüküm veren her kim olursa olsun Allah'tan başkasının hükmüyle hükmetmiş olur. Allah, indirdiği hükümle hükmetmeyenin hükmü "tağutun hükmü" ile adlandırmıştır. "Tağutun önünde mahkeme olunmalarını isterler. Oysa onu inkâr etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister" [91] âyet-i kerîmede açıklandığı gibi, şeytan da bir tağuttur.
Şeytanın bir alime hiç Kur'an ve sünnete dayanmadan kendi görüşünü söylemeyi vesvesesi verir ve alim onu güzel görüp görüşüne göre hüküm verirse, şeytan olan tağut hükmüyle hüküm etmiş olur. Şeytanın hükmü şeytanın alime Allah'a karşı bilmediği şeyi söylemesi emretmesidir. Alîm ve cahil arasında tağutun hükmüyle hükmetmekte hiçbir fark yoktur. Çünkü alim masum delildir. Ne zaman kî Resulullah'ın sözünün dışına çıktı, hata ve sapıklığa düşer. Hatta bu durumda cahil bile ondan daha iyi olur. Çünkü cahil öyle doğmuştur. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Alimin hatasından korunun. Şüphesiz onun hatası insanları ateşe sürükler." Çünkü alime başkası uyar ve onlar da saparlar. Dolayısıyla alim sapıtma imamı olur ve "Onları ateşe çağıran önderler kıldık" âyet-i kerimesinin kapsamına girer. Cahil ise böyle değildir. Çünkü insanlar onun nereye gideceğini bilmeyen bir şaşkın olduğunu biliyorlar. Ona uymazlar, fakat alime karşı böyle yapmazlar. Hatta sözünü tevil edip onun muhakkak Kitab ve sünnetten bir bildiği vardır, derler.
Bu yüzden selef ve özellikle mezhep imamları taraftarlarını Kitab ve sünnete çağırıp onların çizgisinden çıkmaktan sakındırmışlardır. Dört mezhep imamlarının bu çağrılarını geçen konularda size aktarmıştık.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Şer'î bir delile dayanmadan fetva veren, fetvasının günahını kendisi taşır" ve Resulullah "Onlar hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek Tanrıdan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı" [92] âyet-i kerimesini açıklarken, "Allah'ın indirmediği bir hükümle hükmeden rabliğini ilan etmiş, o hükmü kabul eden hüküm vereni kendine rab kabul etmiş olur" buyurmuştur.
Tabiî kî bu, içtihadın tarifi ve kıyasın sıhhati için nassın bulunmaması şartından anlaşıldığı gibi, bir nassla çelişmeyen görüş hakkındadır. Çünkü görüş nassın bulunduğu bir mesele hakkında ise nassı reddetmiş olur. Mesele hakkında nass bulunmuyorsa, yani "meskut-u anh" durumundaysa Allah'ın bağışını ve Resulullah'ın "Allah onu affetmiş, bağışlamış, bağışını kabul edin" sözlerini reddetmiş olur. Bu böyleyse ya bir nassla çelişen görüşü savunup kabul etmek ne durumdadır?
Bu yüzden insanların kendilerini taklit ettiklerini sandıkları ilk devir alimleri görüşleriyle çelişen bir nassı bulduklarında hemen o görüşten vazgeçer ve taraftarlarını o görüşü terketmeye çağırır.
İnsanlardan öylesi var ki hidayet üzeredir. Hüküm, ancak Allah ve Resulü'nündür. "Hüküm ancak Allah'ındır" [93]diyerek hakk'ı ehline bırakır. Selefin tavsiyelerini yerine getirir, onların yollarını izleyerek nassa muhalif düşen görüşlerinden vazgeçer.
Ve insanlardan kimi vardır ki kibirlenerek mezhep imamının sözlerini; tâbi olsunlar diye değil, ancak tevazu babından söylemiştir, diyerek yorumlar. Şüphesiz böylesi bir insanın aklından kuşku duyulur. Çünkü bu mezhep imamının, "Resulullah da bizim gibi bir insandır, sözleri alınır ve reddedilir. Bu yüzden onun sözüne ters düşen görüşlerimizden vazgeçemeyiz," dedikleri ve bu inançta oldukları mânâsına gelir. Bu ise hiçbir Müslümanın söyleyemeyeceği bir sözdür. Ve imamlara çok büyük bir hakarettir. Halbuki hiçbir Müslüman ilk devir alimlerinin "Biz değil sahabe alimleri ve sürekli Resulullah ile beraber olanları, bir kere bile Resulullah'ı gören sahabenin derecesine ulaşamayız" dediklerinden kuşku duymaz ve Sahabe görüşü varken bu alimlerin görüşüyle değil sahabe görüşüyle amel edilir", inancının dışında olamaz.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Rabbime sahabemin benden sonra düşecekleri ihtilafı sordum. Bana 'Ey Muhammed, sahabilerin yıldızlar gibidirler, her birisi diğerinden daha parlaktır. Onların söyledikleriyie amel eden hak üzere olur." dedi." Bu yüzden Resulullah (s.a.v.): "Sahabilerim yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz" demiştir.
Bu da, Kitab ve sünnetten nass bulunmayan meselede başkalarının değil, ancak sahabenin görüşünün hüccet olduğunu göstermektedir. Şüphesiz bu, sahabenin Resulullah'ı görmüş olmasından kaynaklanıyor.
Sahibini saçma sapan sözler söylemeye götüren cehaletten Allah'a sığınırız.
Bu konunun geniş açıklaması taklit konusunda gelecektir. [94]
[88] Necm: 53/3-4.
[89] Ahkâf: 46/9.
[90] Bakara: 2/169.
[91] Nisa: 4/60.
[92] Tevbe: 9/31.
[93] En'am: 6/57.
[94] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 93-96.