- Hakkın Sesleri

Adsense kodları


Hakkın Sesleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
SonDamLa
Sat 26 December 2009, 11:19 pm GMT +0200
Hakkın Sesleri

"Yâ Muhammed, de ki: Ey mülkün sâhibi olan Allah´ım,

sen mülkü dilediğine verirsin; sen ınülkü dilediğinin elinden

alırsın; sen dilediğini azîz edersin; sen dilediğini zelîl edersin;

hayır yalnız senin elindedir; sen, hiç şüphe yok ki, her şeye

kâdirsin."

İlâhî, emrinin âvâre bir mahkûmudur âlem;

Meşiyyet sende, herşey sende... Hiçbir şey değil âdem!

Fakat, hâlâ vücûd isbât eder, kendince, hey sersem!

Bugün, üç beş karış toprakta varlıktan vururken dem;

Yann toprak kesilmiş varlığından fışkırır mâtem!



İlâhî, "Mâlike´l-mülk´üm" diyorsun... Doğru, âmennâ.

Hakîkî bir tasarruf var mıdır insân için?Aslâ!

Eğer almışsa bir millet, edip bir mülkü istîlâ;

Eğer vermişse bir millet bütün bir mülkü bî pervâ;

Alan sensin, veren sensin, senin hükmündedir dünyâ.



İlâhî, en asîl akvâmı alçaltırsın istersen;

Dilersen en zelîl eşhâsa izzetler verirsin sen!

Bu haybetler, bu hüsranlar bütün senden, bütün senden!

Nasıl tâ Arş´a yükselmez ki me´yûsâne bin şîven?

Ne yerler dinliyor yâ Rab, ne gökler, rûhum inlerken!



Şu sessiz kubbenin altında insandan eser yokmuş!

Diyorduk: "Bir buçuk milyar!" Meğer tek bir nefer yokmuş!

Bu hissiz toprağın üstünde mazlûmîne yer yokmuş!

Adâlet şöyle dursun, böyle birşeyden haber yokmuş!

Bütün boşlukmuş insanlık; Ne istersen, meğer yokmuş!



İlâhî, altı yüz bin müslüman birden boğazlandı...

Yanan can, yırtılan ismet, akan seller bütün kandı!

Ne ma´sûm ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı!

Ne bîkes hânümanlar işte, yangın verdiler, yandı!

Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan, birer candı!



Sabâhü´l-hayr-ı hürriyyet, İlâhî, leyl-gûn oldu �

Karanlık bir hezîmet her taraftan rû-nümûn oldu!

Şehâmet gitti; gayret söndü; kudretler zebûn oldu.

O mevcâ-mevc sancaklar ne müdhiş ser-nigûn oldu!

Sukûtun dehşetinden kalb-i rahmet, belki, hûn oldu:



Ezanlar sustu... Çanlar inletip durmakta âfâkı.

Yazık: Şark´ın semâsından Hilâl´in geçti işrâkı!

Zaman artık Salîb´in devr-i istîlâsı, ilhâkı.

Fakat, yerlerde kalmış hakların ferdâ-yı ihkâkı,

Ne doğmaz günmüş ey âcizlerin kudretli Hallâk´ı!



İlâhî, şer´-i ma´sûmun şu topraklardı son yurdu...

Nasıl te?yîd-i kahrın en rezîl akvâma vurdurdu?

Evet, milletlerin en kahbesinden, üç leîm ordu,

Gelip tâ sînemizden vurdu, seyret hem, nasıl vurdu:

Ki istikbâl için çarpan yürekler ansızın durdu!



Tecellî etmedin bir kerre, Allâh´ım, cemâlinle!

Şu üç yüz elli milyon rûhu öldürdün celâlinle!

Oturmuş eğlenirlerken senin - hâşâ - zevâlinle,

Nedir ilhâdı imhâlin o sâmit infiâlinle?

Nedir İslâm´ı tenkîlin bu müsta´cel nekâlinle?



Sus ey dîvâne! Durnaz kâinâtın seyr-i mu´tâdı.

Ne sandın? Fıtratın ahkâmı hiç dinler mi feryâdı?

Bugün, sen kendi kendinden ümîd et ancak imdâdı;

Evet, sen kendi ikdâmınla kaldır git de bîdâdı.

Cihan kanûn-i sa´yin, bak, nasıl bir hisle münkadı!

Ne yaptın? "Leyse li´l-insâni illâ mâ-se´â" vardı!..



"İşte sana onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan

yurdları!.. "

Geçenler varsa İslâm´ın şu çiğnenmiş diyârından;

,Şu yüz binlerce yurdun kanlı, zâirsiz mezârından;

Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzârından.

Bu mâtem, kim bilir, kaç münkesir kalbin gubârından

Hurûş etmekte, son ümmîdinin son inkisârından?



Evet, son inkisârından ki yoktur cebrin imkânı:

Batıp gitmiş nazarlar beklemekten fecr-i nâzanı!

Nasıl, ey yolcu, bin lâ´net gelip ezmez ki vicdânı;

Dudaklar, çâk çâk olmuş, içerken zehr-i hüsrânı,

Uzaktan baktı - koşmak nerde! - milyonlarca yârânı!



Bu ıssız âşiyanlar bir zaman candan muazzezdi;

Bu damlar böyle baykuş seslerinden çın çın ötmezdi;

Şu kurbağlar seken vâdîde, ceylânlar koşup gezdi;

Şu coşmuş, ağlayan ırmak ne handân gölgeler sezdi;

Bütün mâzîyi bir tûfan, fakat, hep boğdu, hep ezdi!



Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu?

Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu?

İlâhî, kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu?

Vatansız, hânümansız bir garîbim... Mültecâ yok mu?

Bütün yokluk mu her yer? Bâri bir "Yok!" der sadâ yok mu?

***

Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:

Elemim bir yüreğin kân değil, paylaşalım:

Ne yapıp ye´simi kahreyliyeyim, bilmem ki?

Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki!..

Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan

Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?

Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu,

Nereden başladı yükselmeye, bak nerde ucu!

Bu ne hicrân-ı müebbed bu ne hüsrân-ı mübin...

Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin!

Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:

Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!

Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!

Kim bilir hangi çenâatle oyulmuş gözler!

"Medeniyyet" denilen vahşete lâ´netler eder,

Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!

Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden!

Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden!

Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat;

Sonra, nâmûsuna kurbân edilen bunca hayat!

Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler

Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!

Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler.

Saç, kulak, el, çene, parmak...Bütün enkâz-ı beşer!

Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,

Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!

İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün,

Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!

Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük

Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük!



Ey, bu toprakta birer na´ş-ı perî,san bırakıp,

Yükselen mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp;

Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var...

Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var...

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza!

Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza!

Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark´ın, tükürün!

Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!

Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!

Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!

Tükürün Ehl-i Salîb´in o hayâsız yüzüne!

Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne!

Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!



Hele i´lânı zamanında şu mel´un harbin,

"Bize efkâr-ı umûmiyesi lâzım Garb´in;

O da Allah´ı bırakmakla olur" herzesini

Halka îman gibi telkîn ile, dînin sesini

Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!..



Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün...

Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lâzım!

Artık ey yolcu bırak... Ben, yalınız ağlıyayım!



"Nizâr evlâdı: Yetişin ey Nizâr oğullan! Yemenliler de: Yetişin
ey Kahtan oğulları! dedi mi, hemen tepelerine felâket iner;

hemen Allah´ın nusreti üzerlerinden kalkar; hepsine birden

de kılıç musallat olur. "

Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk

Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk!

Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş...

Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer pek müdhiş!

Tek kıvılcım kabarıp öyle cehennem kustu:

Ki hemen kol kol olup sardı bütün bir yurdu.

O ne yangın ki: Ocak kalmadı söndürmediği!

O ne tûfan ki: Yakıp yıktı bütün vâdîyi!

Âşinâ çehre arandım... O, meğer, hiç yokmuş...

Yalınız bir kuru çöl var ki, ne sorsan: Hâmûş!

Âşinâ çehre de yok hiçbirinin yâdı da yok;

Yakılan bunca hayâtın, hani, ecsâdı da yok!

Yoklasan külleri, altından, emînim, ancak

Kömür olmuş iki üç parça kemiktir çıkacak!

Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın

Olacak mıydı fedâ hırsına üç kaltabanın?

Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti...

Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedî!

Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba?

"Meşhed"in beynine haç saplanacak mıydı baba!

Ne felâket: Dönüversin de mesâcid ahıra,

Hırvat´ın askeri tepsin çıkıp üstünde hora!

Bâri bir hâtıra kalsaydı şu toprakta diri...

Yer yarılmış, yere geçmiş, şühedâ türbeleri!



Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova...

Sen misin, yoksa hayâlin mi? Vefâsız Kosova!

Hani binlerce mefâhirdi senin her adımın?

Hani sînende yarıp geçtiği yol "Yıldırım "ın?

Hani asker? Hani kalbinde yatan Şâh-ı Şehîd?

Ah o kurbân-ı zafer nerde bugün? Nerde o iyd?

Söyle, Meşhed, öpeyim secde edip toprağını;

Yok mudur sende Murâd´ın iki üç damla kanı?

Âh Meşhed! O ne? Sâhandaki meyhâne midir?

Kandilin, görmüyorum, nerde? Şu peymâne midir?

Ya harîminde yatan ,şapkalı sarhoşlar kim?

Yoksa yanlış mı? Hayır, söyleme, bildim... Bildim!

Basacak mıydı, fakat, göğsüne Sırb´ın çarığı?

Serilip yerlere binlerce şehîdin sarığı,

Silecek miydi en alçak neferin çizmesini?

Dürtecek miydi geçen, leş gibi her lîmesini?

Ya şu üç parçalı bayrak dikilirken tepene,

Niye indirmedi, kim çıktı bu halkın önüne?



Hani, milletlere meydan okuyan kavm-i necîb?

Görmedim bir kişi, tek bir kişi meydanda... Garîb!

Hani, haysiyyetinin gölgesi çiğnense eğer;

-Olmadan üç kişinin, beş kişinin, hûnu heder-

Kahraman gayzı yatışmaz, kanı coşkun efrâd?

İşte haysiyyet-i kavmiyye muhakkar, berbâd!

Hani "Nâ-mahreme ben söyliyemem kızlarımın,

Karımın ismini... Hem öldürürüm, sorma sakın!"

Diye, tahrîr-i nüfûs istemiyen er kişiler!

Hani, göstermediler eski celâdetten eser;

Fuhşu i´lâya koşan bir sürü nâ-merd öteden,

Ne selâmlık ne harem dinlemeyip çiğnerken!



Hani, ey kavm-i esâret-zede, muhtâriyyet?

Korkarım, ,simdi nasîbin mütemâdî haybet!

Hani, ey unsur-i bî-râbıta, istiklâlin?

Ebediyyen, sanırım, söndü bütün âmâlin!



Hani "Başkım"cıların kurduğu yüksek hülyâ?

Seni yıllarca avutmuş da o mel´un rü´yâ,

Uyumuştun... Ya uyansaydın eder miydi tebâh,

Mülkü, birdenbire âfâka çöken kanlı sabah?

....................................................................

....................................................................

Üç sefil ordu çevirsin o metîn ordumuzu,

Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu...

Kimsesiz âilelerden kimi gitsin bıçağa;

Kimi bin türlü fecâ´atle çekilsin kucağa...

Birinin ırzı heder, dîgerinin hûnu helâl...

....................................................................

İşte, ey unsur-i isyan, bu elîm izmihlâl,

Seni tahrîk eden üç beş alığın ma´rifeti!

Ya neden beklemiyordun bu rezîl âkıbeti?

Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne!

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine.

"Arnavutluk" ne demek? Var mı şerîatte yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde;

Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde!

Müslümanlık´ta "anâsır"mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel´în ediyor Peygamber.

En büyük düşmanıdır rûh-i Nebî tefrikanın;

Adı batsın onu İslâm´a sokan kaltabanın!

Şu senin âkıbetin bin bu kadar yıl evvel,

Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel?

Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan!

Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan?

Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü!

Dinle Peygamber-i Zîşân´ın İlâhî sözünü.

....................................................................

....................................................................

Veriniz başbaşa; zîrâ sonu hüsrân-ı mübin:

Ne hükûmet kalıyor ortada billâhi, ne din!

"Medeniyyet!" size çoktan beridir diş biliyor;

Evvela parçalamak sonra da yutmak diliyor:

Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,

Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid da´vâ?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz...

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!

Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum...

Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum!..



"Oğullarım! Gidiniz de Yûsufla kardeşini araştırınız; hem

sakın Allah´ın inâyetinden ümîdinizi kesmeyiniz. Zîrâ,

kâfırlerden başkası Alah´ın inâyetinden ümîdini kesmez."

Âtîyi karanlık görerek azmi bırakmak...

Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.

Dünyâda inanmam, hani, görsem de gözümle:

Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle.

Ey dipdiri meyyit! "İki el bir baş içindir"

Davransana... Eller de senin, baş da senindir!

His yok hareket yok, acı yok... Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana... Sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki, süreksiz?

Kendin mi senin, yoksa, ümîdin mi yüreksiz?

Âtîyi karanlık görüvermekle apıştın?

Esbâbı elinden atarak ye´se yapıştın!

Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan,

Tek bir ışık olsun buluver... Kalma yolundan.

Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

Herkes gibi dünyâda henüz hakk-ı hayâtın,

Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?

Ye´s öyle bataktır ki: Düşersen boğulursun.

Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Azmiyle, ümîdiyle yaşar hep yaşayanlar;

Me?yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar,

Lâ´netleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez...

En korkulu cânî gibi ye´sin yüzü gülmez!

Mâdâm ki alçaklığı bir, ye´s ile çirkin;

Mâdâm ki ondan daha mel´un, daha çirkin

Bir seyyie yoktur sana; ey unsur-i îman,

Nevmîd olarak rahmet-i mev´ûd-i Hudâ´dan

Hüsrâna rızâ verme... Çalış... Azmi bırakma;

Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!



Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş...

Sesler de: "Vatan tehlikedeymiş... Batıyormuş!"

Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,

Tek kol da "Yapışsam... " demiyor bir tarafından!

Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sâhip olursan bu vatan batmıyacaktır.

Feıyâdı bırak kendine gel, çünkü zaman dar...

Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.

Feryâd ile kurtulması me´mûl ise haykır!

Yok yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!

"İş bitti... Sebâtın sonu yoktur!" deme; yılma.

Ey millet-i merhûme, sakın ye´se kapılma.



"İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helak

eder misin, Allah´ım?.."

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?

Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!

" Yandık!" diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!

Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında,

Yâ Rab, o cehennemle bu tûfân arasında,

Toprak kesilip, kum kesilip âlem-i İslâm;

Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!

Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn´i.

En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn´i!..

Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicâz´ın

Âteşli muhîtindeki sûzişli niyâzın,

Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta;,

Çan sesleri boğsun da, gömülsün mü sükûta?

Sönsün de, İlâhî, şu yanan me,s´al-i vahdet,

Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?

Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman

Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?

Enfâs-ı habîsiyle beş on rûh-i leîmin,

Solsun mu o parlak yüzü Kur´ân-ı Hakîm´in?

İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?

Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhî, bu ne zillet?

Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede ma´nâ?

Zâlimleri adlin, hani, öldürmedi hâlâ!

Cânî geziyor dipdiri... Can vermede ma´sûm!

Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm´

Lâ yüs´el´e binlerce suâl olsa da kurban;

İnsan bu muammâlara dehşetle nigeh-ban!



Eyvâh! Beş on kâfirin îmânına kandık;

Bir uykuya daldık ki: Cehennemde uyandık!

Mâdâm ki, ey adl-i İlâhî, yakacaktın...

Yaksaydın a mel´unları... Tuttun bizi yaktın!

Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:

Binlerce cevâmi´ yıkılıp hâke serildi!

Kalmışsa eğer bir iki ma´bed, o da mürted:

Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!

Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,

Bir giryede bin âilenin mâtemi çağlar!

En kanlı şenâ´atle kovulmuş vatanından,

Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!

İslâm´ı elinden tutacak kaldıracak yok...

Nâ-hak yere feryâd ediyor. Âcize hak yok!

Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhî?

Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!



"Hiç, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"
Olmaz ya... Tabiî... Biri insan, biri hayvan!

Öyleyse, "cehâlet" denilen yüz karasından,

Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.

Kâfi mi değil yoksa, bu son ders-i felâket?

Son ders-i felâket neye mâl oldu? Düşünsen:

Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden!

"Son ders-i felâket" ne demektir? Şu demektir:

Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir!

Zira, yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;

Zîrâ, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!



Coşkun, koca bir sel gibi, dâim beşeriyyet,

Müstakbele koşmakta verip seyrine şiddet.

Dağlar, uçurumlar ona yol vermemek ister...

Lâkin, o, ne yüksek ne de alçak demez örter!

Akvâm o büyük nehre katılmış birer ırmak...

Elbet katılır...Hangisi ister geri kalmak!

Bizler ki bu müdhiş, bu muazzam cereyanla,

Uğraşmadayız... Bak ne kadar çılgınız, anla!

Uğraş bakalım, yoksa işin, hey gidi şaşkın!

Kurşun gibi sür´atli, denizler gibi taşkın,

Bir çağlayanın menba´ı dehhâşına doğru,

Tırmanmaya benzer, yüzerek başka değil bu!

Ey katre-i âvâre, bu cûşun, bu hurûşun,

Ahengine uymazsan, emîn ol, boğulursun!



Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık

Silkin de: Muhîtindeki zulmetleri yak yık!

Bir baksana: Gökler uyanık yer uyanıktır;

Dünyâ uyanıkken uyumak maskaralıktır!

Eyvâh! Bu zilletlere sensin yine illet...

Ey derd-i cehâlet, sana düşmekle bu millet,

Bir hâle getirdin ki: Ne din kaldın, ne nâmûs!

Ey sîne-i İslâm´a çöken kapkara kâbûs,

Ey hasm-ı hakîkî, seni öldürmeli evvel:

Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el!

Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun!

İslâm´ı da "batsın!" diye tutmuş, yediyorsun!

Allah´tan utan! Bâri bırak dini elinden...

Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!

Lâkin, ne demek bizleri Allah ile iskât?

Allah´tan utanmak da olur ilim ile... Heyhât



Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehy eder, Allah?a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış hayırlı bir milletsiniz.

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Kapkaranlıkkken bütün afakı insaniyyetin,

Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin,

Yarmışız edvar-ı fetretten kalan yeldaları;

Fikr-i ferda doğmadan yağdırmışız ferdaları!

Öyle ferdalar ki: Kaldırmış serapa alemi;

Dideler bir cavidani fecrin olmuş mahremi.

Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş!

Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala mündehiş

Yad-ı fevka?l-ı i?tiyadından onun tarihler;

Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer,

Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, irfanımız;

Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsanımız;

Yükselip akvamı almış fevc fevc ağuşuna;

Hepsi dalmış vahdetin aheng-i cuşucuşuna,

Emr-i bi?l ma?ruf imiş ihvan-ı İslam?ın işi;

Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.

Kimse haksızlıktan etmezmiş tegafül ihtiyar;

Ferde raci? sadmeden efrad olurmuş lerzedar.



Biz, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?

Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz!

Nehy-i ma´rûf emr-i münkerdir gezen meydanda bak!

En metîn ahlâkımız, yâhud, görüp aldırmamak!

Yıktı bin mel´un kalem nâmûsu, bizler uymadık:

"Susmak evlâdır´" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

Kustu bin murdar ağız şer´in bütün ahkâmına;

Âh, bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına!

Altı yüz bin can gider; milyonla îmân eksilir;

Kimseler görmez! Gören sersem de Allah´tan bilir!

Sonra, şâyet,sahsının incinse, hattâ, bir tüyü:

Yer yıkılmış zanneder seyr eyleyen gümbürtüyü!

Kırkın aylıktan biraz, yâhud geciksin vermeyin;

Fodla çiy kalsın, ´pilâv bitmiş" deyin, göstermeyin,

Fes, külâh, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

Mi´delerden fışkırır tâ Arş´a aç bir velvele!

Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani,

Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni!

Göster, Allah?ım, bu millet kurtulur, tek mu?cize:

Bir "utanmak hissi" ver gâib hazînenden bize!

"Onlara: "Yer yüzünde fesat çıkarmayın" denildiği zaman,

"Biz ıslahtan başka birşey yapmıyorıız" derler. Gözünü aç, iyi

bil ki: Onlar yok mu, işte asıl müfsid onlardır, lâkin farkında

değiller."

Bir yığın kundakçıdan yangın görenler milleti,

Şimdi inmiş zanneder mutlak şu müdhiş ayeti!

Ey vatansız derbederler, ey denî kundakçılar!

Milletin, az çok duran bir dîni, bir nâmûsu var.

Şimdi nevbet onların... Yansın da onlar, öyle mi?

Târumâr olsun bütün bir Müslümanlık âlemi!

Ey hayâ nâmında bir hissin vücûdundan bile,

Pek haberdâr olmayan yüzsüz, hayâsız! Bak hele!

Arkasından taklak attın en denî bir şöhretin;

Düştü takken, çıktı cascavlak o kel mâhiyyetin!

Bir külâh kapmaksa şayet bunca hırsın gâyesi;

Kendi nâmûsun olur er geç onun sermâyesi.

Yoksa, nâmûsuyle, vicdaniyle halkın oynama....

Sonra kat kat nâsiyenden sarkacak birçok yama!

Bir kızarmaz çehre bulmuşsun ya, ey cânî, bürün:

Hem bütün dünyâyı ifsâd eyle, hem muslih görün!

Kendi ırzından cömert olmaksa mu`tâdın eğer;

Kendi mâlindir senin, hakkın tasarruf, kim ne der?

Milletin, lâkin henüz ma´sûm olan evlâdına,

Verme bir mel´un temâyül mübtezel mu´tâdına!



Biz ki her mevcûdu yıktık gâyesiz bir fikr ile;

Yıkmadık bir şey bıraktık... Sâde bir şey: Âile.

Hangi bir bünyânı mahvettik de ıslâh eyledik?

İşte vîran memleket! Her yer delik her yer deşik!

Bunların ta´miri kâbil... Olsa ciddiyyet, sebât:

Lâkin, Allah etmesin, bir düşse şâyet âilât,

En kavî kollarla hattâ kalkamaz imkânı yok.

Kim ki kalkar der, onun hayvan kadar iz´anı yok!

?Ailî bir inkılâb olsun!? diyen me?yûs olur;

Başka hiçbir şey kazanmaz, sâde bir ......... olur.

Çünkü "çıplak" inkılâbâtın rezâlettir sonu...

Ey denî kundakçılar, biz sizde çok gördük onu!

Bir de halkın dîni var, sık sık ta?arruzlar gören.

Hâle bak: Millette hissiyyâtı oymuş öldüren!

Dîni kurbân etmeliymiş, mülkü kurtarmak için!..

Tut da, hey sersem, bu idrâkinle sen âlim geçin!

Her cemâatten beş on dinsiz zuhûr eyler, bu hâl

Pek tabı?îdir. Fakat ilhâdı bir kavmin muhâl.

Hangi millettir ki efrâdında yoktur hiss-i din?

En büyük akvâma bir bak: Dîni her şeyden metin.



Düşme ey avare millet, bunların hızlanına;

Vakıfız biz hepsinin pek muhtasar irfanına:

Şark?a bakmaz, Garb?ı bilmez, görgüden yok vayesi;

Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi.

"Allah´ın âsâr-ı rahmetine bir baksana! Toprağı, öldükten

sonra, tekrar nasıl diriltiyor? İşte o Allah, bütün ölüleri

muhakkak diriltecek, hem O herşeye kâdirdir. "

Çık da bir seyret bahârın cûş-i rengâ-rengini;

Nefh-i Sûr´un dinle mevcâ-mevc olan âhengini!

Bir yeşil kan, bir yeşil can yağdırıp, kudret, yere:

Yemyeşil olmuş, fezâ, gömgök kesilmiş dağ, dere.

En kısır toprak doğurmuş, emzirir birçok nebat;

Fışkırır bir damlacık ottan, tutup sıksan, hayat!

Dün, kemikten külçe hâlindeydi her çıplak fidan;

Bak: Ne sağlam kan, bugün, dolgun yüzünden damlayan!

Dün, kudurmaktaydı ormandan cahîmî bin zefir;

Âşiyan tutmuş, bugün, her dalda perran bir safir!

Dün, nigeh-bânıydı milyarlarca zî-rûhun sübât;

Silkinip çıkmış o mahbesten, bugün, bir kâinât.

Dün, ne mâtemdeydi âlem! Yer hazin, gökler hazin;

Sûr-i fıtrattır bugün: Fıtrat bugün sahrâ-güzin!

İşlemiş kırlarda yer yer kudretin feyyâz eli,

Öyle yapraklar ki sun´undan: Gidip bir görmeli!



Öyle amma, gördüğüm elvâh-ı şevkin rağmine,

Bende hâlâ zevke benzer duygu yok, hâlâ yine!

Bir değil, yüz bin bahâr indirse hattâ âsüman;

Hiç kımıldanmaz benim rûhumda kök salmış hazan!

Dem çeker bülbül... Benim beynimde baykuşlar öter!

Sonra, karşımdan geçer bir bir, yıkılmış lâneler!

Âşinâlık yok hayâlin konsa en bildik yere,

Yâd ayaklar çiğniyor: Düşmüş vatan yâd ellere!

Başka ses bilmem, muhîtimden enîn eyler huruş;

Beklerim dinsin bu mâtem, beklerim, olmaz hamûş!

Âh! Tek bir âşiyandan bin yetîmin nâlesi,

Yükselirken, dinleyen insan mıdır bülbül sesi?



Duygusuz olmak kadar dünyâda lâkin derd yok;

Öyle salgınmış ki mel´un: Kurtulan bir ferd yok!

Kendi sağlam... Hissi ölmüş, rûhu ölmüş milletin!

İşte en korkuncu hüsrânın, helâkin, haybetin!

Ey, ölüm renginde topraktan hayat i´lâ eden,

Bir yığın toprak da olsak sâde çiğnenmek neden?

Başka tıynetler mi hep şâyân ola ihsânına?

Âh, yükselsem de, bir düşsem senin dâmânına!

Bir nesî ister kımıldanmak için canlar bugün;

Bir nesîm olsun, İlâhî... Canlanır kanlar bütün.

Nev-bahârın rûhu etsin bir de bizlerden zuhûr...

Yoksa, artık Sûr-i İsrâfil´e kalmıştır nüşûr!