sidretül münteha
Mon 13 June 2011, 02:18 pm GMT +0200
1- HADİS TARİHİ
1- HADÎS, SÜNNET VE DİĞER ISTILAHLAR
Hadîs Ve Sünnet :
1- HADÎS, SÜNNET VE DİĞER ISTILAHLAR
Hadîs Ve Sünnet :
Muhaddislerce - bilhassa müteahhirîn muhaddislerince - hadîs ve sünnetin, biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu kabul edilmiştir. Hadîs ve sünnet ifâdelerinden, bir sözün,, bir hareketin, bir takririn veya bir sıfatın Rasûl-i Ekrem'e fzâfrsi anlaşılmaktadır. Yalnız bu iki lâfzın tarihî asıllarına inilince, lügat ve ıstılah bakımlarından aralarında birtakım ince farkların bulunduğu göze çarpar.
Hadîsi, Ebu'l Bekâ'[2] şöyle tarif eder: "Hadîs, talıdîs mastarındın bir isimdir, haber vermek manasınadır; sonraları Rasûlullah (s.a.v.] nisbet edilen bir söze veya fiile yahut bir takrire hadîs denmiştir) [3] Hadîsin tarifinde geçen haber verme" nin ne mânâv geldiği, câhiliye devrinde meşhur günlerini diye adlandırdıkları zamandan beri Araplarca biliniyordu. [4] Ferra' in müfredi dir, bilâhare hadîsin cenı'ilarak[5] kullanılmıştır" [6] derken bu mânâya işaret etmiş olmalıdır. Bundan dolayı kendisinden darb-ı mesel yapılan kelime hakkında
[7]yahut [8]denmeye başlanmıştır. Şâir Ebû Kelede ""kelimelerinin eş manâlı olduğuna işaret etmek istermiş gibi ikisini de-bir beytte kullanmıştır: darb-ı mesel söylemek isteyen herkesin ağzına düşen bir söz olmayınız[9]
Hadîs lafzı hangi şekilde kullanılırsa kullanılsın, yine de "haber vermek mânâsına gelir; netekim şu âyetlerde bu mânâ açıkça görülü O halde onun gibi bir söz yor getirsinler"[10]
Allah Taâlâ sözün en güzelim her tarafı birbirini tutan bir kitab halinde vahy etmiştir".[11] Bazı âlimler hadîs kelimesinde "yenilik" mânâsı sezerek, onun kadîm kelimesinin mukabili olduğunu söylemişlerdir. Bunlar kadîm sözüyle Kur'ân-ı Kerîm'i, hadîs sözü ile de Rasûl-i Ekrem'e izafe edilen şeyleri kasdetmişlerdir. Şeyhu'l-isiâm İbnu Hacer 'Askalânî, "Fethu'l-Bârî'de şöyle söylemektedir: "Şeriat örfünde hadisten maksat Rasûl-i Ekrem'e izafe edilen şeylerdir. Hadîs sözüyle, kadîm olan Kur'ân-ı Kerîm'in mukabili kasd edilmiş gibidir. [12] Bu izah bize birçok âlimin Kur'ân-ı Kcrîm'e hadîs ismini takmaktan ve "kelâmullah" yerine "hadîsullah" demekten ne derece kaçındıklarını açık birşekilde göstermektedir. "Sunenu İbn-i Mâce" de bulunan bir hadîs-i şerifin rivayeti esnasında gösterilen îtinâ, ifadedeki bu titizlik ve saygının âdeta zarurî olduğunu göstermektedir: Abdullah b. Mes{ud, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu söylemektedir:
Onlar da biri kelâm, diğeri hidâyet olmak üzere iki tanedir, kelâmın en güzeli Allah'ın kelâmı, hidâyetin en güzeli de Muhammcd (s.a.v.) in hidâyetidir. [13]Sünen kitaplarının bir çoğunda " Sözün en güzeli Allah'ın kitabıdır." İfadesi bulunurken, sadece İbn-i Mâce'nin şeklinde rivayet etmesini dikkate aldığımızda, onu
bu tâbiri tercih etmeye sevk eden âmilin titizlik olduğunu anlamakta güçlük çekmeyiz. Bundan çıkaracağımız bir mânâ da,âlirrüer arasında kadîm olan Kitâbullah hakkında hadîs ismin kullanmaktan sakınanların bulunduğudur.
Bizzat Peygamber Efendimiz de kendi sözü hakkında hadîs kelimesini kullanmıştır; böyle söylemekle sanki o, kendine ait olanla olmayanı birbirinden ayırmış gibidir; hatta denebilir ki, hadîs sözünün sonraları bir ıstılah olarak kullanılması hususundaki prensibi Hz. Peygamber ortaya koymuştur, Ebû Hureyre Rasûl-i Ekrem'e gelerek, layâmet günü şefaatine mazlıar olacak en mes'ut insanın kim olduğunu sorduğunda Rasûlullah, "hadîs Öğrenmedeki aşırı arzusundan dolayı bu hadîsi Ebû Hurcyre'den Önce kimsenin sormayacağını bildiğini"[14] söylemiştir.
Sünnet esasında hadîsin mukabili değildir; lügat mânâsına baVılarak Rasûl-i Ekrcn (s.a.v.)'in günlük yaşayışında takip ettiği dînî yol mânâsında kullanılmıştır; zira sünnetin lügat mânâsı, yol demektir. Hadîsin, Rasûlullah (s.a.v.)'ın hem kavlini, hem de fiilini ihtiva eden umumî mânâsına mukabil onun sadece fiilleri demek olan sünnetin daha hususi bir mânâsı vardır. Muhaddİslerİn "bu hadîs kıyasa, sünnete ve icmâa muhaliftir" veya "o. hadîste imamdır, sünnette İmamdır veya hem hadîste, hem de sünnette imamdır, [15]şeklindeki bir takım sözlerini bu iki mefhum arasındaki mânâ ayı ılığı sayesinde daha iyi anlamaktayız. Daha garibi sanki bu iki mefhum her bakımdan birbirine muhalifmiş gibi, birinin ötekini takviye etmek için kullanıldığı olmuştur. İbııu Nedim'in Fihrist'inde adlı bir kitabı zikretmesi de bunu göstermektedir.[16]
İslâm dini, yol kelimesini sünnet lâfzı ile ifade edince Araplar şaşmadılar; zira sünnetin zıddı olan bid'at kelimesini bildikleri gibi, onun yol mânâsına geldiğini de biliyorlardı. [17] Bundan başka Daha evvel geçenler hakkında da
Allah bu âdeti koymuştur[18] âyet-i kerîmesinde olduğu gibi sünnet kelimesinin lafza-i celâle izafesiyle kazandığı mânâyı da anlayabi-liyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Size benim sünnetime sarılmanızı tavsiye ederim, [19] şeklindeki hadîslerinde sünnet sözünü duyunca, artık onu, Rasûlullah (s.a.v.)'in üslûbunu, hususî ve umumî hayatındaki davranışlarını ifade etmek üzere kullanmaya başladılar.
Medine-i münevvere -ileride görüleceği gibi- halkının sünnete çok düşkün olması sebebiyle, [20]diye anılmaya başlanmıştır. Bu mübarek beldede "sünnet" tâbiri, asıl dinî mânasının yanında siyasî ve içtimaî bîr mânâ kazanmaya da başladı. Bu sebepledir ki, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), Medine'de bir bid'at (hades) çıkaran kimsenin, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetini celbedeceğini beyan etmiştir. [21] Bu hadîste cemaati rahatsız eden, itaati bırakarak baş kaldıran, bid'ati sünnete tercih eden kimseden Allah'ın ve Rasû-lünün uzak olduğunu îmâ eden bir mânâ mevcuttur. Burada hades ile bid'atin aynı mânâda olduğu görülmektedir. Hem bîd'at, hem de hades sünnete zıt mânâdadır. Şu misâller de bunu göstermektedir. Oğluna öğüt vermek isteyen baba şöyle der: "
Oğlum bid'atten sakın!"; oğul, babasının sünnet-i seniyyeye bağlılığını coşkunlukla karşılayarak; "Rasûlullah' in ashabından görüştüğüm her zâtın en ziyâde öfkelendiği şey, dinde bid'at çıkarmak idi[22]karşılığını verir. Dinî durumu sebebiyle itham edilen bir kimse de, kendini müdâfaa ederek şöyle diyebilir: îslâm dininde bir bid'at çıkarmadım ve itaatsizlik ederek baş kaldırmadım.[23]
Şu hâle göre müslümanlar, coğrafî dar mânâdan daha şümullü ve geniş bir mânaya pek çabuk intikal etmiş oluyorlar. Onlar sadece "dâru's-sünne" olan Medine'de değil, bütün islâmda, ulvî davetin ulaştığı her şehirde bir bid'at çıkarmış olmaktan korkuyorlardı; zira ortaya konan prensip umumî ve şümullü idi. Bu prensibi.
İşlerin en fenası sonradan uydurulmuş olanlardır[24] buyurduğundan beri bizzat Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) koymuştu ve şöyle demişti:
Kim dinde olmayan bir şey uydurursa, o şey merdûddur" [25]
Bu açık ve nebevî prensibin tek ve kesin bir neticesi vardır: Is-lâmda bir bid'at çıkarmış olmak korkusu nisbetinde Rasûlullah (s.a.v.)'in sünnetini koruma arzusu şiddetlenmiştir, içi ve dışı Rasû-lullah'ın şahsına bağlı olmayan, nefsi ve hareketleri onun ahlâkına, davranışına[26] veya devamlı olarak işlediklerine[27] uymayan kimse, gerçek mânâsı ile îmân etmiş ve bütün gönlü ile İslama bağlanmış olamaz. Bu kimse, hadîs-İ nebevî ile meşgul olan biri ise, onun Rasûl-i Ekrem'e bağlılığı daha da artar. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yapmadığı bir şeyi yapmaz yapacağı işlere başlamadan önce, sünnet-i seniyyeye en uygun olanım Öğrenmek için araştırmalar yapar; meselâ elbisesini yukarı çekmede, [28] bir eve girmek için izin isterken kapıyı çalmada, [29] münâsip bir sesle selâm verirken müstahap olan haddi aşmamakta, [30] bir mecliste boş bulunan yere oturmada[31] ve fakat meclisin baş tarafına veya ortasına[32] yahut müsaadeleri olmadan iki kişinin arasına geçmemekte[33] velhâsıl bütün sünen kitaplarındaki edeb bölümünün ihtiva ettiği peygambere mahsus huylarda Rasûlullah'ı örnek alır.
Vahiy kesilip Rasûlullah (s.a.v.)'in vefatının üzerinden uzun zaman geçinccj selef-i sâlihîne benzemek de bir nevî sünnete ittibâ sayılmıştır. Selefe benzemeye çalışan bu zevat, onlara nisbet edilerek "selefiyyûn" adım aldılar, [34] hayatlarını da sünneti ihyaya ve bid'atı imhaya vakf ettiler. [35] Muhtelif asırlarda, gerçek dindarların onları hürmetle yâd etmiş olmalarına rağmen, bid'atçıların, bâtıl mezhep sâliklerinin, ölçüsüz mutasavvıfların ve sahte ediplerin hücumlarından kurtulamamışlardır. Selefîler, avam tabakasının İşkencesine aldırmamıştır; zira insanlar hidâyetin yollarını yitirdikleri bir zamanda, bu yolları muhafaza etme şerefi onlara yeter!
Her nekadar bir çok yerlerde sünnet, hadîsten farklı mânâda kullanılmışsa da, hadîs münekkitleri bunların delâlet bakımından müsavî olduğunu veya - en azından - birbirine yakın bulunduğunu anlamakta idiler.
Şu hâle göre acaba amelî sünnet demek, sadece Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in hikmetli sözleri, yön verip irşâd eden hadîsleri ile te'yîd ettiği nebevî yol mu demektir. Hadîsin mevzuu, sünnetin mevzûundan ayrı mıdır?. Her ikisinin de etrafında döndüğü mihver bir değil midir? netice itibariyle her ikisi de Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in amellerini te'yîd eden sözleri ile, sözlerini takviye eden amelleri demek değil midir?
Bu-sualler hadîs münekkitlerinin zihinlerim kurcaladığı" zaman, reddedilmesine imkân olmayan şu hakikati açıklamakta bir beis görmediler: Bu iki türlü isimlendirmenin aslına bakmayacak olursak, hadîsle sünnet bir tek şey olmuş olur; buna göre birçok muhaddisin, hadîsle sünnet eş manâlıdır, demekte hakkı vardır. [36]
[2] Eyyûb b. Mûsâ el-Huseynî el-Karîmî cl-Kefevî, Hanefî kadılarmdandır, Ku-düs*te kadı iken 1093 yılında vefat etmiştir (bk. Hcdiyyctu'l-'ârifin, c. I, s. 229J îzâhu'I-meknûn c. î, s. 251, 380).
[3] Kulliyâtu Ebi'I-Eekâ', s. 152, Emîriyye matbaası, 1280.
[4] Belâzuri, Futûhu'l-buldân, s. 39.
[5] Yahya b. Ziyad ed-Dcylcmî, Küfe nalıivciîerinden ve meşhur lügat imâm-! Iarmdan biridir; Ma'âni'I-Kur'an hakkında bir eseri vardır; 207 yılında vefâı etmiştir (bk. Tabakatu'ss-Zeb"idî, s-; 146).
[6] Bk. Kava'idu't-tahdîsj s. 35.
[7] el-Eğânî, c. 21, s. 150.
[8] el-Eğânî, c. 14, s. 47.
[9] el-Eğânî, c. 10, s. 120.
[10] Tür: 52/34
[11] Zümer: 39/23.
[12] Tedrîbu'r-râvî, s. 4.
[13] Sünemi İbni Mâcc, c. I, s, ı?>, badis nr, 46. nşr. Muhammcd Fuâd Abdulbâkî.
[14] Sahihu'l-Bulıârî, Kitabn'r-rikâk, nr. 51.
[15] Nitekim Abdurrahman b. Mehdi (v, K)8)'ye güre, Sufyânu's-Servî hadîste imânıdır; Evzâî hadîste değil sünnette imamdır; Mâlik b, Enes de her ikisinde imamdır (bk. Zurkâni, Mu vatla* şerhi, c. 1, s. 4; krş. Trad. İslam, p. 13, 14.
[16] Bk. el-Eğânî, c. 7, s. 119; bİd'atla ilgili olarak bk. c. 7, s. 114,
[17] Suneni İbn-î Mâce, c. I, s. iöj hadîs nr. 42.
[18] Ahzâb sûresi, âyet 62.
[19] Bk. Talebu'l-hadîs için yapılan seyâhatlar faslı, s. 3g v.d.
[20] Sahîhu'I-Buhârî, el-İctisâm, nr. 6.
[21] Suoemı't-Tirmizî, c. I, s. 51.
[22] İbnu'n-Nedim, el-Fihrist, s. 230.
[23] el-Eğânî c. 21, s. 144.,
[24] Sunenu îbn-i Mâce, c. I, s. 17, hadîs nr. 45.
[25] Sunenu Ebî Dâvûd, c. 4, s. 280.
[26] Buharı, el-îctisâm, nr. 9.
[27] Sunenu Ebî Dâvûd, c. II, s. 368, nr. 2250.
[28] el-Câmi'li ahlâkı'r-râvî, c. II, s. 22.
[29] Aynı eser, c. II, s. 24.
[30] Aynı eser, c. II, s. 26.
[31] Aynı eser, c. II, s, 28.
[32] el-Câmi' li ahlâkı'r-râvî c. II, s. 28.
[33] el-Câmi' li ahlâkı'r-râvî, c. II, s, 29.
[34] Zehebî, el-Muştebah fî esmâi'r-ricâl, nşr. Jong, s. 260,.
[35] Müsteşriklerin meseleleri inceleme ve araştırmada takip ettikleri metodları gereğince Goldziher, muhtelif devirlerde müslümanlann sünneti ihya hareketleri hakkında birtakım faydalı bilgiler toplamaya çalışmıştır. Onun bu meselede yaptığı incelemeden elde ettiği neticelere itiraz edecek değiliz. O, bu araştırmada sünneti ihya etmenin, çoğu zaman onu yaymak, fertlerin ve cemiyetlerin bünyesine iyice yerleştirmeye çalışmak demek olduğunu göstermiştir. Bk. Muhammedanisches Recht, in Theorie und Wirklich Keit (Zeitschrift f. vergileich). Rechtswissenschatt, VIII, 409 sq.
[36] Dr. Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 1-