hafiza aise
Tue 21 December 2010, 03:35 pm GMT +0200
2. Hadîsçilerin Tartışması
Muhaddislerce hadîsle amel etmenin gerekliliği ve sahih hadîsin her yedi çeşidi ile istidlal edilmesi üzere ittifak sağlanmıştır. Muhaddislein çoğu hasen hadîsin delil olarak ahnmasmı ve faziletli işlerde zayıf hadîsle amel edilmesini kabul etmişlerdir.
Er-Ravzu'l-Hasim fı'z-Zabbi an sünneti Ebi'l-Kasım kitabı sahibi, hadîs kitaplarına işaret ederek şöyle demiştir: "Bu kitaplarda bulunan hadîsler üç çeşide ayrılır.
a- Sıhhati üzere ittifakın sağlandığı sahih hadîsler. Bu vasfı taşıyan hadîslerle amel etmek âlimlerin ittifakı ile vaciptir. Fakat âlimler bu vasıftaki hadîsin kat'î veya racih, zannî bilgiden hangisini ifade ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Sıhhati üzere ittifakın sağlandığı hadîs, sahih hadîsin yedi kısmı içinde en üstün derecede olduğu da kesindir.
b- Sıhhatinde ihtilaf edilmiş olan hadîsler: Bu nitelikte olan hadîslerin delil olarak alınması için cerh ve tadil ilmine bakılır, sonra taaruz durumunda tercih kaideleriyle ölçülmelidir.
c- Hadîs âlîmlerince zafi kararlaştırılmış olan hadîs: Sözkonusu hadîsin sıhhatini belirten herhangi bir hadîsçi olmadığı takdirde ahkâm konularında delil olarak alınmaz. Ancak faziletli ameller hususunda delil olarak alınır. Seleften İbn Hanbel, en-Numan ve başkaları gibi 'Zayıf hadîs, bizim için şahsî görüşlerden daha sevimlidir' diyen nice âlimler olmuştur."
Hadîsin delil olarak alınması için âlimlerce iki şart koşulmuştur.
1- Şu iki nitelikde delil olarak almak isteyeni ilgilendirir,
a- Hadîsi anlama kabiliyetinde olması: Yani fıkıh usulünce belirlenen delalet mertebelerine göre hadîsin içerdiği hükümleri ve hadîsin muhtevasını ve tazammunlannı bilmesi gereklidir. Şüphesiz bu ancak Arapça'yı güzelce bilmesi ile gerçekleşir.
b- Hadîsi yerinde kullanabilecek güçte olması: Yani nasih mensuh ilmini, mütevatir ve âhad hadîsleri geniş bir şekilde maksatları ile birlikte kavramış olması gereklidir; ki önceliği mensuha değil; nasihe, âhada değil mütevatire versin. Ravilerin bibliyografyalarını, cerh ve tadil ilimlerini de bilmesi lazımdır; ki, hadîs âlimlerinden muteber bir âlimin sahih veya hasen olduğunu belirtmediği hadîslerin bu ilimlerin kaidelerine göre tashih ve tahsisini yapabilsin.
Asrımızda hadîslerin kritiğini yaparak herhangi bir hadîse sahih veya hasen lâkabını vermenin mümkün olduğunu İmam Nevevî, el-Kettanî, el-Münzirî ve başka âlimler de ileri sürmüşlerdir. Bunun mercii ancak hadîs imamlarıdır. Şüphesiz ictihad kapısı ancak fıkıh usulü ve hadîs usulünü kullanabilmekle çalınır.
Şeyhu'l-İslâm bu şartla ilgili şunları demiştir: "Müsned kitaplarında gördüğü bir hadîsi delil olarak almak isteyen kişi delil alınan ve alınmayan hadîsleri birbirinden ayırt edecek konumda ise hadîsin kritiğini yapmadan evvel onu delil alamaz. Bu konumda olmayan kişi ise, hadîs imamlarından birisi o hadîsin sahih veya hasen olduğunu belirtmiş ise, ona uyarak hadîsi delil alır.
2- Bu şart delil olarak alınacak olan hadîsin kendisini ilgilendirir.
Hadisin metninin Resulullah'ın ağzından çıktığı şekilde düzgünce yazılmış olması, tahrif veya hataya uğrama olasılığın sözkonusu olmaması. Bu da ancak elindeki hadîs kitabını mutemed birkaç sahih nüshayla karşılaştırma neticesinde gerçekleşir. İmam Nevevî şöyle diyor: "Sünnet kitaplarındaki bir hadîsi delil almak isteyen kişinin hadîsi güvenilir bir âlim tarafından sahih kaynaklarla karşılaştırılan birkaç nüshadan alması gereklidir. Karşılaştırmanın bir kişi tarafından yapılması yeterlidir. Karşılaştırılan aslın çok sayıda nüshaları olmasını İbnu's-Salah da şart koşmayarak şöyle demiştir: "Sahih-i Müslim ve benzeri sünnet kitaplarından bir hadîsi delil alırken hadîsin güvenilir sahih kaynaklarla adaletli iki kişi tarafından karşılaştırılması uygun görülür. Böylece kitabın şöhretli ve güvenilir olmasıyla birlikte, birkaç asıl nüshanın üzerinde ittifak ettiği hadîsin sıhhatine güven hasıl olur. Bu inceleme neticesinde karşılaştırılan asıl nüshalar, ravilerinin çoğalmasıyla tevatür ve istifâza lakabını hakeder.
İmam Nevevî, İbn Salah'ın bu sözlerini istihbaba hamletmiştir. Yoksa asıl nüshalar ve ravilerinin belli bir sayıda olması gerekmez. Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim gibi bir hadîs kitabının mutemed sahih bir asıl nüshası ile ve bir kişi tarafından karşılaştırılması yeterli görülmüştür.
El-Karafî, İmam Nevevî'nin bu tesbitini destekleyerek şöyle demiştir: "İbn Salah'ın 'Hadîsin güvenilir sahih kaynaklarla adaletli iki kişi tarafından karşılaştırılması uygun görülür' sözleri bunun şart olduğunu değil, ancak müstehab olduğunu gösteriyor ki doğrusu da budur."
Karşılaştırmada en güzel yöntem, Nevevî, Karafî ve başkalarının da belirttikleri gibi, şöyledir: Kişi hocasıyla birlikte kitaplarını açarak her ders esnasında nüshalarını karşılaştırarak hiçbir hata kalmaymcaya kadar düzeltir. Ebu'l-Fazl el-Carudî ise şöyle demiştir: "Karşılaştırmayı sadece kendin yap'. Çünkü iki kitabın birbirlerine uyup uymadığını ancak yakînî olarak sen farkedersin." Kadı İyaz da bazı araştırmacıların "Karşılaştırmayı nüsha sahibinin tek başına yaptığı zaman ancak doğru olabilir. Ve bu hususta başkasına uyulmaz" dediklerini nakletmiştir.
Neticede gaye hadîs metninde herhangi bir tahrifin olmadığına dair güvence hasıl olmasıdır. Hadîs ve kaynaklarını incelemiş kişilerin bu güvenceyi elde etmeleri gayet kolaydır. Şüphesiz rivayetler çoğalmış ve çoğu İslâm bölgelerinde şöhret bulmuştur. Hadîslerin çoğu senet ve metin açısından en güzel ve en açık bir şekilde toplatılmış ve düzeltilmiştir. Böylece hadîslerin cümle ve ibarelerindeki kelimelerin doğruluğuna son derece güvenmekle birlikte hadîsi alıp öğrenmek bir hayli kolaylaşmıştır.
El-Musaylî El’A'lamu'ş-Şamİh kitabında şöyle demiştir: "Şüphesiz sünnet, mütevatir bir şekilde bize ulaşan hadîs kitaplarında toplatılmıştır. Hadîsler ve konuları fevkalâde muntazam bir sanatla düzeltilmiştir. Sahih ve hasen gibi çeşitlere harika bir şekilde ayrılmıştır. Sonra bu kitaplara mustahrec hadîsler, kitaplar şeklinde eklenmiştir. Rivayet şartları harika bir yöntemle belirlenip metodolojisinin zirvesine yetişilmiştir. Hadîslerden sahih olanı, hadîs kitaplarında açıklandığı gibi bütün illetlerden salim, en üstün olandır. Ondan bir derece aşağı hasen hadîs gelir. Hasen hadîs şevâhit ve mutabaatlarla sahih hadîsin derecesine ulaşır. Ondan sonra zayıf hadîs gelir, farklı çeşitlere ayrılan zayıf hadîs şevâİt ve mutabaatlarla hasen hadîsin derecesine ulaşır. Bazı âlimler çok zayıf olmadığı takdirde zayıf hadîs mutabaat ve şevahitlerle sahih hadîsin derecesine de ulaşabilir demişlerdir. Hadîs üzere bu harika çalışmalarda bulunan âlimler mevzu olarak adlandırılan yalan, uydurma hadîsleri de ezberleyip yazarak kitaplar karalamışlar dır. Hadîs İlmini çok sayıda dallara ayırıp her dalda eser yazmışlardır. Fıkıh usulü ilmiyle eş dereceye getirilen hadîs ilmi öylesine sistemleştiritmiştir ki artık kişi ne konuda olursa olsun, aradığı hadîsi ravilerin hadîsteki konumlarıyla birlikte kolayca bulur. Makbul ve geçerli ve geçersiz hadîsleri birbirinden ayırt eder."
Sonra el-Musaylî hadîs talebelerine hitap ederek şöyle demiştir: "Muhaddisler hadîsleri sizlere ulaştırmışlardır. Geçerli ve geçersiz olanı artık senin ayırdetmen lazım. Şüphesiz Allah bu kitapları sîzlere emanet bırakmıştır. Bu kitaplarda kaydedilmeyen bir hadîs varsa, yazarları hiç yılmadan arayıp hadîsleri topladıkları gibi sizler de hiç yılmadan onu arayın ve bulun.
Neticede şu şart iki meselenin gerçekleşmesiyle gerçekleşir:
1- Hadîs kaynaklarına müracaat ederek aranan hadîsin Resulullah (s.a.v.)'a dayanıp dayanmadığını tespit etmek,
2- Öğrenmek istenen hükme delalet eden hadîsin kelime ve ibarelerinin tahrife uğramadığı güvencesinin hasıl olması ve tahrif ve hatanın olamayacağı bir şekilde asıl ve sahih nüshalarla karşılaştırarak güvenilir bir kitaptan nakledilip sıhhatine yakının hasıl olması gereklidir. Kritiğin uzmanı ve hikmetin bilginleri olan hadîsleri şerheden âlimlerin şerhlerine müracaat edilerek, bu neticeye daha kolay bir şekilde ulaşılır. Aslında konu ile ilgili olarak sadece hadîslerin şerhlerine müracaat etmek kâfidir. Çünkü bu şerhlerde hadîs senetlerinin kritiği yapılarak hadîsin tashihine büyük önem verilmiştir ve garib kelimeler açıklanmış, i'rablar yapılmış ve metinler düzeltilmiştir.
Mutemed hadîs kaynaklarının her birisi için nice şerhler yazılmıştır. Bu şerhlerden birine müracaat eden biri, hiç kimseye soru sormaya veya hadîsin senedini isbat etmek için çaba sarfetmeye ihtiyaç göremeyeceği bir şekilde, bu şerhlerde yeterli bir açıklamayla hadîsin maksadını en güzel şekilde açıklanmış ve senedinin kritiğinin harika bir yöntemle yapılmış olduğunu görür.
Yalnız Hafız Ebubekir Muhammed bin Hayr el-İşbilî konuyla ilgili ilginç bir görüşü iddia ederek şöyle demişlerdir: "Alimlerin ittifakıyla hiçbir Müslümanın kendine kadar senedi uzamadığı halde bir söz için Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu demesi asla caiz olmaz. Resulullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: 'Kasıtlı olarak yalan söyleyerek bana söz uyduran kişi yerinin ateş olduğunu bilsin.’ Kasıtlı, kaydın bulunmadığı bazı rivayetlerde sabittir."
El-İşbili’nin bu iddiası iki açıdan eleştirilerek çürütülür:
a- Şeyhülislâm ve başkalarının da dedikleri gibi İşbilî'nin dayandığı delil iddiasına mutabık değildir. Çünkü Sahih-i Buharı gibi bir hadîs kitabından bir hadîsi nakledene Resulullah'a hadîs uydurdu denilmez.
b- İşbilî'nin iddia ettiği ittifak ve icma doğru değildir. Ez-Zerkeşî bu iddiayı eleştirerek şöyle demiştir: "İşbilî'nin naklettiği ittifak, hayli ilginçtir. Bu görüşün ancak birkaç muhaddisten hikaye edildiği söylenmektedir. Ayrıca iddia edilen bu ittifak İbn Burhan ve Ebu İshak el-İsferâyinî'nin "güvenilir hadîs kitaplarından hadîsleri nakletmenin caiz oldulğuna dair açıkladıkları icma ile çelişiyor. Hiç kimse hadîsi nakledenin senedi naklettiği kitabın yazarına kadar uzatmasını şart koşmamıştır. Ayrıca el-İşbili'nin bunun caiz olmadığına dair gösterdiği delil daha ilginçtir. Çünkü gösterdiği hadîs Resulullah'a bir sözü nisbet ederken senet silsilesinin rivayet edilmesini asla ifade etmiyor ve şart koşmuyor. Hadîs sadece Resulullah'ın bir sözü söylediğini gerçek olarak bilmediği zaman kişinin onu Resulullah'a nisbet etmesinin haram olduğunu ifade ediyor. Dolayısıyla hadîsin mutemed bir kitapta bulunması yeterlidir.
Ayrıca el-İşbilî'nin bu davası bir hadîsi yazılı olarak bulma anlamında olan "vicade"nin delil olarak alınmasının caiz olmadığı hususu üzere de ittifak sağlanmasını gerektiriyor. Oysa âlimler bu meselede farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. El-Lekkanî, vicade hadislerinin delil olarak alınmasıyla ilgili üç görüşü şu şekilde özetlemiştir.
a- Bazı Şâfiî âlimleri kesin olarak vicade delil olarak alınmalıdır görüşünü kabul etmişlerdir.
b- Senedi muttasıl olmayan vicade mürsel hadîse kıyas edilerek delil alınmaz.
c- Kadı İyaz ve Cüveynî'nin savunduğu ve başkalarının da tercih ettikleri, İmam Şafiî'ye nisbet edilen vicadenin delil olarak alınması caizdir, görüşü de ileri sürülmüştür.
El-Irakî ise vicadenin delil olarak alınmasının gerekliliği görüşünün daha doğru olduğunu savunarak şöyle demiştir: "Son asırlarda insanlar, hadîsleri, senetleriyle rivayet etme azimlerini yitirmişlerdir. Ancak vicadeye yönelmişlerdir. Ve asrımızda hadîslerin naklinin ancak vicade ile gerçekleştiğini görüyoruz." İmam Nevevî de Takrib kitabında bu görüşü savunmuştur. Muhaddisler de hadîsin nakledildiği kitaba güvenin hasıl olduğu durumda vicadenin delil olarak alınmasının vücubiyetini kaydetmişlerdir. Ve zamanımızda hiç kimsenin vicadenin dışında başka hiçbir şekille yönelmedikleri, görülüyor. Doğrusu, zamanımızda uyulması gereken görüşün de zaten bu olması gerekiyor. [72]
[72] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 59-65.
Muhaddislerce hadîsle amel etmenin gerekliliği ve sahih hadîsin her yedi çeşidi ile istidlal edilmesi üzere ittifak sağlanmıştır. Muhaddislein çoğu hasen hadîsin delil olarak ahnmasmı ve faziletli işlerde zayıf hadîsle amel edilmesini kabul etmişlerdir.
Er-Ravzu'l-Hasim fı'z-Zabbi an sünneti Ebi'l-Kasım kitabı sahibi, hadîs kitaplarına işaret ederek şöyle demiştir: "Bu kitaplarda bulunan hadîsler üç çeşide ayrılır.
a- Sıhhati üzere ittifakın sağlandığı sahih hadîsler. Bu vasfı taşıyan hadîslerle amel etmek âlimlerin ittifakı ile vaciptir. Fakat âlimler bu vasıftaki hadîsin kat'î veya racih, zannî bilgiden hangisini ifade ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Sıhhati üzere ittifakın sağlandığı hadîs, sahih hadîsin yedi kısmı içinde en üstün derecede olduğu da kesindir.
b- Sıhhatinde ihtilaf edilmiş olan hadîsler: Bu nitelikte olan hadîslerin delil olarak alınması için cerh ve tadil ilmine bakılır, sonra taaruz durumunda tercih kaideleriyle ölçülmelidir.
c- Hadîs âlîmlerince zafi kararlaştırılmış olan hadîs: Sözkonusu hadîsin sıhhatini belirten herhangi bir hadîsçi olmadığı takdirde ahkâm konularında delil olarak alınmaz. Ancak faziletli ameller hususunda delil olarak alınır. Seleften İbn Hanbel, en-Numan ve başkaları gibi 'Zayıf hadîs, bizim için şahsî görüşlerden daha sevimlidir' diyen nice âlimler olmuştur."
Hadîsin delil olarak alınması için âlimlerce iki şart koşulmuştur.
1- Şu iki nitelikde delil olarak almak isteyeni ilgilendirir,
a- Hadîsi anlama kabiliyetinde olması: Yani fıkıh usulünce belirlenen delalet mertebelerine göre hadîsin içerdiği hükümleri ve hadîsin muhtevasını ve tazammunlannı bilmesi gereklidir. Şüphesiz bu ancak Arapça'yı güzelce bilmesi ile gerçekleşir.
b- Hadîsi yerinde kullanabilecek güçte olması: Yani nasih mensuh ilmini, mütevatir ve âhad hadîsleri geniş bir şekilde maksatları ile birlikte kavramış olması gereklidir; ki önceliği mensuha değil; nasihe, âhada değil mütevatire versin. Ravilerin bibliyografyalarını, cerh ve tadil ilimlerini de bilmesi lazımdır; ki, hadîs âlimlerinden muteber bir âlimin sahih veya hasen olduğunu belirtmediği hadîslerin bu ilimlerin kaidelerine göre tashih ve tahsisini yapabilsin.
Asrımızda hadîslerin kritiğini yaparak herhangi bir hadîse sahih veya hasen lâkabını vermenin mümkün olduğunu İmam Nevevî, el-Kettanî, el-Münzirî ve başka âlimler de ileri sürmüşlerdir. Bunun mercii ancak hadîs imamlarıdır. Şüphesiz ictihad kapısı ancak fıkıh usulü ve hadîs usulünü kullanabilmekle çalınır.
Şeyhu'l-İslâm bu şartla ilgili şunları demiştir: "Müsned kitaplarında gördüğü bir hadîsi delil olarak almak isteyen kişi delil alınan ve alınmayan hadîsleri birbirinden ayırt edecek konumda ise hadîsin kritiğini yapmadan evvel onu delil alamaz. Bu konumda olmayan kişi ise, hadîs imamlarından birisi o hadîsin sahih veya hasen olduğunu belirtmiş ise, ona uyarak hadîsi delil alır.
2- Bu şart delil olarak alınacak olan hadîsin kendisini ilgilendirir.
Hadisin metninin Resulullah'ın ağzından çıktığı şekilde düzgünce yazılmış olması, tahrif veya hataya uğrama olasılığın sözkonusu olmaması. Bu da ancak elindeki hadîs kitabını mutemed birkaç sahih nüshayla karşılaştırma neticesinde gerçekleşir. İmam Nevevî şöyle diyor: "Sünnet kitaplarındaki bir hadîsi delil almak isteyen kişinin hadîsi güvenilir bir âlim tarafından sahih kaynaklarla karşılaştırılan birkaç nüshadan alması gereklidir. Karşılaştırmanın bir kişi tarafından yapılması yeterlidir. Karşılaştırılan aslın çok sayıda nüshaları olmasını İbnu's-Salah da şart koşmayarak şöyle demiştir: "Sahih-i Müslim ve benzeri sünnet kitaplarından bir hadîsi delil alırken hadîsin güvenilir sahih kaynaklarla adaletli iki kişi tarafından karşılaştırılması uygun görülür. Böylece kitabın şöhretli ve güvenilir olmasıyla birlikte, birkaç asıl nüshanın üzerinde ittifak ettiği hadîsin sıhhatine güven hasıl olur. Bu inceleme neticesinde karşılaştırılan asıl nüshalar, ravilerinin çoğalmasıyla tevatür ve istifâza lakabını hakeder.
İmam Nevevî, İbn Salah'ın bu sözlerini istihbaba hamletmiştir. Yoksa asıl nüshalar ve ravilerinin belli bir sayıda olması gerekmez. Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim gibi bir hadîs kitabının mutemed sahih bir asıl nüshası ile ve bir kişi tarafından karşılaştırılması yeterli görülmüştür.
El-Karafî, İmam Nevevî'nin bu tesbitini destekleyerek şöyle demiştir: "İbn Salah'ın 'Hadîsin güvenilir sahih kaynaklarla adaletli iki kişi tarafından karşılaştırılması uygun görülür' sözleri bunun şart olduğunu değil, ancak müstehab olduğunu gösteriyor ki doğrusu da budur."
Karşılaştırmada en güzel yöntem, Nevevî, Karafî ve başkalarının da belirttikleri gibi, şöyledir: Kişi hocasıyla birlikte kitaplarını açarak her ders esnasında nüshalarını karşılaştırarak hiçbir hata kalmaymcaya kadar düzeltir. Ebu'l-Fazl el-Carudî ise şöyle demiştir: "Karşılaştırmayı sadece kendin yap'. Çünkü iki kitabın birbirlerine uyup uymadığını ancak yakînî olarak sen farkedersin." Kadı İyaz da bazı araştırmacıların "Karşılaştırmayı nüsha sahibinin tek başına yaptığı zaman ancak doğru olabilir. Ve bu hususta başkasına uyulmaz" dediklerini nakletmiştir.
Neticede gaye hadîs metninde herhangi bir tahrifin olmadığına dair güvence hasıl olmasıdır. Hadîs ve kaynaklarını incelemiş kişilerin bu güvenceyi elde etmeleri gayet kolaydır. Şüphesiz rivayetler çoğalmış ve çoğu İslâm bölgelerinde şöhret bulmuştur. Hadîslerin çoğu senet ve metin açısından en güzel ve en açık bir şekilde toplatılmış ve düzeltilmiştir. Böylece hadîslerin cümle ve ibarelerindeki kelimelerin doğruluğuna son derece güvenmekle birlikte hadîsi alıp öğrenmek bir hayli kolaylaşmıştır.
El-Musaylî El’A'lamu'ş-Şamİh kitabında şöyle demiştir: "Şüphesiz sünnet, mütevatir bir şekilde bize ulaşan hadîs kitaplarında toplatılmıştır. Hadîsler ve konuları fevkalâde muntazam bir sanatla düzeltilmiştir. Sahih ve hasen gibi çeşitlere harika bir şekilde ayrılmıştır. Sonra bu kitaplara mustahrec hadîsler, kitaplar şeklinde eklenmiştir. Rivayet şartları harika bir yöntemle belirlenip metodolojisinin zirvesine yetişilmiştir. Hadîslerden sahih olanı, hadîs kitaplarında açıklandığı gibi bütün illetlerden salim, en üstün olandır. Ondan bir derece aşağı hasen hadîs gelir. Hasen hadîs şevâhit ve mutabaatlarla sahih hadîsin derecesine ulaşır. Ondan sonra zayıf hadîs gelir, farklı çeşitlere ayrılan zayıf hadîs şevâİt ve mutabaatlarla hasen hadîsin derecesine ulaşır. Bazı âlimler çok zayıf olmadığı takdirde zayıf hadîs mutabaat ve şevahitlerle sahih hadîsin derecesine de ulaşabilir demişlerdir. Hadîs üzere bu harika çalışmalarda bulunan âlimler mevzu olarak adlandırılan yalan, uydurma hadîsleri de ezberleyip yazarak kitaplar karalamışlar dır. Hadîs İlmini çok sayıda dallara ayırıp her dalda eser yazmışlardır. Fıkıh usulü ilmiyle eş dereceye getirilen hadîs ilmi öylesine sistemleştiritmiştir ki artık kişi ne konuda olursa olsun, aradığı hadîsi ravilerin hadîsteki konumlarıyla birlikte kolayca bulur. Makbul ve geçerli ve geçersiz hadîsleri birbirinden ayırt eder."
Sonra el-Musaylî hadîs talebelerine hitap ederek şöyle demiştir: "Muhaddisler hadîsleri sizlere ulaştırmışlardır. Geçerli ve geçersiz olanı artık senin ayırdetmen lazım. Şüphesiz Allah bu kitapları sîzlere emanet bırakmıştır. Bu kitaplarda kaydedilmeyen bir hadîs varsa, yazarları hiç yılmadan arayıp hadîsleri topladıkları gibi sizler de hiç yılmadan onu arayın ve bulun.
Neticede şu şart iki meselenin gerçekleşmesiyle gerçekleşir:
1- Hadîs kaynaklarına müracaat ederek aranan hadîsin Resulullah (s.a.v.)'a dayanıp dayanmadığını tespit etmek,
2- Öğrenmek istenen hükme delalet eden hadîsin kelime ve ibarelerinin tahrife uğramadığı güvencesinin hasıl olması ve tahrif ve hatanın olamayacağı bir şekilde asıl ve sahih nüshalarla karşılaştırarak güvenilir bir kitaptan nakledilip sıhhatine yakının hasıl olması gereklidir. Kritiğin uzmanı ve hikmetin bilginleri olan hadîsleri şerheden âlimlerin şerhlerine müracaat edilerek, bu neticeye daha kolay bir şekilde ulaşılır. Aslında konu ile ilgili olarak sadece hadîslerin şerhlerine müracaat etmek kâfidir. Çünkü bu şerhlerde hadîs senetlerinin kritiği yapılarak hadîsin tashihine büyük önem verilmiştir ve garib kelimeler açıklanmış, i'rablar yapılmış ve metinler düzeltilmiştir.
Mutemed hadîs kaynaklarının her birisi için nice şerhler yazılmıştır. Bu şerhlerden birine müracaat eden biri, hiç kimseye soru sormaya veya hadîsin senedini isbat etmek için çaba sarfetmeye ihtiyaç göremeyeceği bir şekilde, bu şerhlerde yeterli bir açıklamayla hadîsin maksadını en güzel şekilde açıklanmış ve senedinin kritiğinin harika bir yöntemle yapılmış olduğunu görür.
Yalnız Hafız Ebubekir Muhammed bin Hayr el-İşbilî konuyla ilgili ilginç bir görüşü iddia ederek şöyle demişlerdir: "Alimlerin ittifakıyla hiçbir Müslümanın kendine kadar senedi uzamadığı halde bir söz için Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu demesi asla caiz olmaz. Resulullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: 'Kasıtlı olarak yalan söyleyerek bana söz uyduran kişi yerinin ateş olduğunu bilsin.’ Kasıtlı, kaydın bulunmadığı bazı rivayetlerde sabittir."
El-İşbili’nin bu iddiası iki açıdan eleştirilerek çürütülür:
a- Şeyhülislâm ve başkalarının da dedikleri gibi İşbilî'nin dayandığı delil iddiasına mutabık değildir. Çünkü Sahih-i Buharı gibi bir hadîs kitabından bir hadîsi nakledene Resulullah'a hadîs uydurdu denilmez.
b- İşbilî'nin iddia ettiği ittifak ve icma doğru değildir. Ez-Zerkeşî bu iddiayı eleştirerek şöyle demiştir: "İşbilî'nin naklettiği ittifak, hayli ilginçtir. Bu görüşün ancak birkaç muhaddisten hikaye edildiği söylenmektedir. Ayrıca iddia edilen bu ittifak İbn Burhan ve Ebu İshak el-İsferâyinî'nin "güvenilir hadîs kitaplarından hadîsleri nakletmenin caiz oldulğuna dair açıkladıkları icma ile çelişiyor. Hiç kimse hadîsi nakledenin senedi naklettiği kitabın yazarına kadar uzatmasını şart koşmamıştır. Ayrıca el-İşbili'nin bunun caiz olmadığına dair gösterdiği delil daha ilginçtir. Çünkü gösterdiği hadîs Resulullah'a bir sözü nisbet ederken senet silsilesinin rivayet edilmesini asla ifade etmiyor ve şart koşmuyor. Hadîs sadece Resulullah'ın bir sözü söylediğini gerçek olarak bilmediği zaman kişinin onu Resulullah'a nisbet etmesinin haram olduğunu ifade ediyor. Dolayısıyla hadîsin mutemed bir kitapta bulunması yeterlidir.
Ayrıca el-İşbilî'nin bu davası bir hadîsi yazılı olarak bulma anlamında olan "vicade"nin delil olarak alınmasının caiz olmadığı hususu üzere de ittifak sağlanmasını gerektiriyor. Oysa âlimler bu meselede farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. El-Lekkanî, vicade hadislerinin delil olarak alınmasıyla ilgili üç görüşü şu şekilde özetlemiştir.
a- Bazı Şâfiî âlimleri kesin olarak vicade delil olarak alınmalıdır görüşünü kabul etmişlerdir.
b- Senedi muttasıl olmayan vicade mürsel hadîse kıyas edilerek delil alınmaz.
c- Kadı İyaz ve Cüveynî'nin savunduğu ve başkalarının da tercih ettikleri, İmam Şafiî'ye nisbet edilen vicadenin delil olarak alınması caizdir, görüşü de ileri sürülmüştür.
El-Irakî ise vicadenin delil olarak alınmasının gerekliliği görüşünün daha doğru olduğunu savunarak şöyle demiştir: "Son asırlarda insanlar, hadîsleri, senetleriyle rivayet etme azimlerini yitirmişlerdir. Ancak vicadeye yönelmişlerdir. Ve asrımızda hadîslerin naklinin ancak vicade ile gerçekleştiğini görüyoruz." İmam Nevevî de Takrib kitabında bu görüşü savunmuştur. Muhaddisler de hadîsin nakledildiği kitaba güvenin hasıl olduğu durumda vicadenin delil olarak alınmasının vücubiyetini kaydetmişlerdir. Ve zamanımızda hiç kimsenin vicadenin dışında başka hiçbir şekille yönelmedikleri, görülüyor. Doğrusu, zamanımızda uyulması gereken görüşün de zaten bu olması gerekiyor. [72]
[72] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 59-65.