- Hac Ve Umre Bölümü

Adsense kodları


Hac Ve Umre Bölümü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
saniyenur
Mon 3 October 2011, 07:41 pm GMT +0200
HACC VE UMRE BÖLÜMÜ
كِتَابُ الْحَجِّ وَالْعُمْرَةِ

-131 ﴿ أَنَّه عَلَيْهِ السَّلاَمُ عَام حَجَّةِ الْوَدَاعِ أَحْرَم بِالْحَجِّ قَارِنًا
“Peygamber (s.a.v), Veda Haccı yılında ihrama, Kırân Haccı ile girmesi” ile ilgili hadisler

(Kastallânî) “Mevâhib”te Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447)’den naklen derki: “Kırân (Haccı ile ilgili) rivayet, 10 küsur sahabeden gelmiştir.”

(Yalnız Kastallânî,) bu hadislerin, ceyyid senedlerle geldiğini de -İbn Hacer’den naklen- ilave etmiştir.

Daha sonra Kastallânî, “Mevâhib”de derki: “İbn Kayyim, bu hadisi rivayet eden sahabilerden 17 kişinin ismini saymıştır:

1.      Hz. Aişe

2.      Abdullah ibn Abbâs

3.      Hz. Ömer

4.      Hz. Ali

5.      Hz. Osmân

6.      İmrân b. Husayn

7.      Berâ’ b. Âzib

* * *

-132 ﴿ أَمْره أَصْحَابِهِ عَام حَجَّةِ الْوَدَاعِ بِفَسْخِ الْحَجِّ إِلَى الْعُمْرَةِ ﴾

“Resulullah (s.a.v)’in, sahabilerine; Veda Haccı yılında, haccı, umreye çevirmelerini emretmesi”[1] ile ilgili hadisler

(Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de anlattığına göre; (konu ile ilgili) bu hadisleri, 21 sahabi rivayet etmiştir.

Fakat İmâm Mâlik (ö. 179/795), İmâm Şâfiî (ö. 204/819), Ebu Hanîfe (ö. 150/767) ve Cumhur’un görüşüne göre; Resulullah (s.a.v)’in sahabile-rinin, haccı, umreye çevirmeleri, (Veda Haccı) senesine özgüdür. Bu seneden sonra caiz değildir.[2]

Merfu’ olarak gelen Bilâl b. Hâris el-Müzenî[3] hadisi ile mevkuf olarak gelen Ebu Zerr[4] hadisinde, konu ile ilgili açıklayıcı bilgiler yer almaktadır.

Veli el-Irâkî (ö. 826/1422)’de derki: “Bu hadisin, ancak mevkuf olduğu söylenebilir.”

* * *

-133 ﴿ أَنَّه عَلَيْهِ السَّلاَمُ حَجّ عَامَ حَجَّةِ الْوَدَاعِ رَاكِباً ﴾

“Resulullah (s.a.v)’in, Veda Haccı yılında binekli olarak hac etmesi”[5] ile ilgili hadisler

Şeyh Ali el-Adevî, Allame Halil el-Huraşî (ö. 1117/1705)’nin “Şerhu Muhtasarı Halil” adlı kitabına yaptığı haşiyede[6] -Müellif Halil’in sözünün yanında-, Resulullah (s.a.v)’in, binekli olarak yaptığı ilk haccı ile ilgili Şeyh Ali el-Echurî’den naklen bu konuda gelen hadislerin, mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *

-134 ﴿ أَنَّ وُقُوفَهُ عَلَيْهِ السَّلاَمُ بِعَرَفَةََ فِي حَجَّةِ الْوَدَاعِ كَانَ يَوْمَ الْجُمُعَةِ ﴾

“Resulullah (s.a.v)’in, Veda Haccı sırasında Arafat’ta Cuma günü vakfetmesi”[7] ile ilgili hadisler.”

(Kastallânî) “İrşâdu’s-Sârî”de ‘Kitâbu’l-Hacc’ (=Hac Bölümü’n)ün “Bâbu mâ yelbisu’l-muhrimu mine’s-siyab” (İhramlının giydiği elbise bâbın) da konu ile ilgili bu hadislerin mütevatir olduğunu aynen şöyle anlatmaktadır:

“(Bu hadisler,) sabittir. Fakat Resulullah (s.a.v)’in, (Veda Haccı sırasında) Cuma günü Arafat’ta vakfetmesi ile ilgili hadisler, mütevatirdir.”

* * *

-135 ﴿ وُقُوفه عَلَيْهِ السَّلامُ فِي حَجَّةِ الْوَدَاعِ عَلَى بَعِيرِهِ بِعَرَفَةَ وَقَوْله “أَيُّ يَوْمٍ هَذَا وَفِيهِ أَنَّ دِمَاءَكُمْ وَأَمْوَالَكُمْ” ﴾ 

“Resulullah (s.a.v)’in, Veda Haccı sırasında (Arafat’ta) Arafe günü devesinin üzerinde vakfetmesi ve “bu gün (ay ve belde) de kanlarınız, mallarınız (ve ırzlarınız) birbirinize (bu ayınızda bu beldenizde ve şu gününüzde nasıl haramsa, öylece haramdır….) sözü”[8] ile ilgili hadisler

Buhârî (ö. 256/870), bu hadisi şu yollardan rivayet etmiştir:

1.      Ebu Bekre

2.      Abdullah ibn Abbâs

3.      Abdullah ibn Ömer

Aynî (ö. 855/1451)’de “Umdetu’l-Kârî”de derki: “Bu hadisin, (başka) geliş yolları vardır. Çünkü İbn Mende “Müstahrec”de, bu hadisi, 17 saha-biden nakletmiştir.” (Aynî’nin sözü burada bitmektedir.)

* * *

 

-136 ﴿ رمي الْجِمَار فِي الْحَجِّ بِسَبْعِينَ حَصَاةً ﴾

“Hac sırasında cemrelere 70 tane çakıl taşı atma”[9] ile ilgili hadisler

Râfiî (ö. 623/1226) “Şerhu’l-Kebîr”de bu hadislerin mütevatir olduğunu aynen şöyle anlatmaktadır:

“Hac sırasında cemrelere atılan 70 çakıl taşın toplamı şöyledir: Kurban kesme günü Akabe Cemresine 7 çakıl taş atılır. Teşrik günlerinin[10] her birinde 3 cemrenin her birine 7 çakıl taşı olmak üzere toplam 21 çakıl taşı atılır. Bununla ilgili sözlü ve fiili nakil, mütevatirdir.”

Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”de konu ile ilgili olarak şöyle der:

“Bu (anlatılan), musannif Râfiî’nin söylediği gibidir. Bunu (yani cemrelere bu taşların nasıl ve ne şekilde atıldığını) açıklayıcı mahiyetteki bu hadisler, ileride nakledilecektir.”

* * *

-137 ﴿ أَنَّه عَليهِ الصَّلاةُ والسَّلامُ لَمْ يَزَلْ يُلَبِّي بَعْدَ عَرَفَةَ إِلَى أَنْ رَمى جَمْرَة الْعَقَبَةِ ﴾

“Resulullah (s.a.v), Arafat’ta vakfe yaptıktan sonra Akabe Cemresini taşlayıncaya kadar telbiyeye devam etmesi”[11] ile ilgili hadisler

Bu hadisler, şu yollardan gelmiştir:

1.      Hz. Ali

2.      Fadl b. Abbâs

3.      Abdullah ibn Abbâs

4.      Üsâme b. Zeyd

5.      Abdullah ibn Mes’ud

Tahâvî (ö. 321/933) “Şerhu Meâni’l-Âsâr”da konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Resulullah (s.a.v)’in Arafat’tan sonra ‘Büyük Şeytanı’ (=Cemretu’l-Akabe’yi) taşlayıncaya kadar telbiye yaptığı ile ilgili rivayetler, mütevatir olarak gelmiştir.”

Daha sonra Tahâvî (ö. 321/933), bu hadisleri, senedleriyle birlikte nakletmiştir. Devamla da derki: “Bu rivayetlerin düzeltilmesi gerekmektedir. Çünkü ‘Büyük Şeytanı’ (=Cemretu’l-Akabe’yi) tamamlayıncaya kadar ki telbiye vakti, Nahr (=Kurban bayramının birinci) günüdür.”

* * *

-138 ﴿ أَمْره عَلَيْهِ السَّلاَمُ لِأَصْحَابِهِ حِينَ أَهْلِ هِلاَل ذِي الْقَعْدَةِ مِنْ سَنَة سَبْعِ أَنْ يَعْتَمِرُوا قَضَاءً لِعُمْرَتِهِمْ الَّتِي صَدَّهُمُ الْمُشْرِكُونَ عَنْهَا بِالْحُدَيْبِيَةِ وَأَنْ لاَ يَتَخَلَّف أَحَدٌ مِمَّنْ شَهِدَ الْحُدَيْبِيَةَ ﴾

“Hicretin yedinci yılı Zilkade ayının hilalinin doğuşuna yakın müşriklerin, Hudeybiye’de, Müslümanların (yapmak istedikleri umreden alıkoymaları üzerine) Peygamber (s.a.v)’in, sahabilerine; umrelerini kaza olarak yapmalarını emretmesi ve Hudeybiye’ye gelen sahabilerin hiç birinin bu umreyi yapmaya yanaşmaması”[12] ile ilgili hadisler

(Kastallânî) “Mevâhibu’l-Ledûniyye”de, Hâkim (ö. 405/1014)’in “İklîl” adlı kitabından naklen anlattığına göre; bu konu ile ilgili haberler, tevatürdür. Fakat Hafız (İbn Hacer), “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”de, bunu, sadece Vâkidî (ö. 206/821 - 209/824)’nin “Meğâzi” adlı kitabında bir topluluğun bir meşayih’ten naklettiği rivayeti aktarmıştır.

Vâkidî (ö. 206/821 - 209/824) dedi ki: “Bu husus, sahih haberlere ve meğazi alanında söz sahibi bir çok musannifin görüşlerine ters düşmemektedir.”

* * *

-139 ﴿ عُمْرَةٌ فِي رَمَضَانَ تَعْدِلُ حَجَّةً ﴾

“Ramazan ayında yapılan umre, bir hacca bedeldir”[13]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Câbir b. Abdullah

2.     Yusuf b. Abdullah ibn Selâm

3.     Ümmü Ma’kil

4.     Abdullah ibn Abbâs

5.     Vehb b. Hanbeş

6.     Ebu Ma’kil

7.     Hz. Ali

8.     Enes

9.     Abdullah ibnu’z-Zubeyr

10.     Urve el-Bârikî

11.     Ebu Tuleyk

12.     el-Ahmerî

13.     Bekr b. Abdullah el-Müzenî (mürsel olarak)

14.     İkrime (mürsel olarak)

15.     Mücâhid (mürsel olarak)

16.     Fadl b. Abbâs

Toplam, 16 kişi.

* * *

-140 ﴿ أَنَّه عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ تَزَوُّجُ مَيْمُونَةَ وَهُوَ حَلاَلٌ ﴾                   

“Hz Peygamber (s.a.v)’in ihramsız iken Meymûne ile evlenmesi”[14] ile ilgili hadisler

Zürkânî (ö. 1122/1710) “Şerhu’l-Muvatta”da ‘Kitabu’l-Hacc’ (=Hac Bölümü’n)ün ‘Nikâhu’l-muhrim’ (=İhramlının evlenmesi) bahsinde derki:

“İbn Abdilberr dedi ki: ‘Hz. Peygamber (s.a.v)’in ihramlı iken Meymûne ile evlenmesi ile ilgili rivayet, şu yollardan mütevatir olarak gelmiştir:

1.      Meymûne (nin kendisi)

2.      Ebu Râfi’

3.      Süleymân b. Yesâr

4.      Yezîd el-Esamm. (Bu, Meymûne’nin kız kardeşinin oğludur. Sahabeden biri olduğunu bilmiyorum.)

Rivayet edildiğine göre; Resulullah (s.a.v)’in Meymûne ile evlenmesi, Abdullah ibn Abbâs rivayeti[15] ile yine Yezîd el-Esamm’ın bizzat kendisinin rivayetine çelişik olarak nakledilen rivayet hariç,[16] ihramlı ikendir. Bir topluluğun naklettiği rivayete dayanma, (insanı) daha ümitli yapmaktadır. Çünkü bir kimsenin yanılgıya düşme olasılığı daha kolaydır.”

a.  Meymûne Hadisi.[17]

Bu hadis; Müslim ile bir çok hadis kitabında geçmektedir.

b.  Ebu Râfi’ Hadisi.[18]

Bu hadis; İmam Ahmed, Tirmizî, Nesâî, İbn Huzeyme ile İbn Hibbân’da geçmektedir.

c.  Süleymân b. Yesâr Hadisi.[19]

Bu hadis; İmam Mâlik’in “Muvatta” adlı kitabı ile İmam Şâfiî’nin kitabında geçmektedir.

d.  Yezîd el-Esamm Hadisi.[20]

Bu hadis; Yûnus b. Bükeyr’in “Ziyâdâtu’l-Meğâzi” adlı kitabı ile bir çok kitapta geçmektedir.

Yine bu hadis, şu yoldan da gelmiştir:

5.   Safiye bint. Şeybe

Bu hadisi de, İbn Sa’d (ö. 234/848) rivayet etmiştir.

Yine de doğruyu en iyi bilen Cenab-ı Allah’tır.

 
[1]      Resulullah (s.a.v) hicretin 10. yılında halka haccedeceğini duyurdu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) Zilkade ayının sonlarına doğru sahabileriyle birlikte Medine'den Mekke'ye doğru yola çktı. "Serif" denilen yere geldiklerinde Resulullah (s.a.v), sahabilerine; beraberinde kurbanı bulunmayanların, haclarını umreye çevirebileceklerini, kurbanı bulunanın ise haccını umreye çeviremeyeceğini bildirdi. Mekke'ye varınca kesinlikle kurbanı beraberinde olmayanların, haclarını, umreye çevirmelerini ve ihramdan çıkmalarını, kurbanı beraberinde olanlarınise ihramda kalmalarını emretti. Haccın fesh edilerek umreye çevrilmesini Resulullah (s.a.v)'den 14 sahabe rivayet etmiştir. Bunlar; 1. Hz. Aişe, 2. Hafsa, 3. Hz. Ali, 4. Hz. Fatıma, 5. Esma bint. Ebi Bekr, 6. Câbir b. Abdullah, 7. Ebu Saîd el-Hudrî, 8. Berâ b. Âzib, 9. Abdullah ibn Ömer, 10. Enes, 11. Ebu Musa el-Eş'arî, 12. Abdullah ibn Abbâs, 13. Sebra b. Ma'bed el-Cühenî, 14. Sürâka b. Mâlik el-Müdlicî.

        Hz. Peygamber  (s.a.v)'in, sahabilerine; haccı, umreye çevirmelerini emretmesi şöyle açıklanmaktadır: Araplar cahiliye döneminde hac ayları içinde umre yapmanın yeryüzünde en büyük günahlardan sayıldığına inanıyorlardı. Sahabilerde, bunu bu şekilde biliyorlardı. İşte Resulullah (s.a.v) bu inancı üç mertebeyle yok etti: 1. Önce ihramlanırken dileyen umre, dileyen de hacca ihramlansın diye serbest bıraktı. 2. "Serif" denilen yerde bunu "kurbanı olmayan kimse istiyorsa haccını umreye çevirsin" diye bir derece artırdı. 3. Mekke'deki Safa ve Merve'den kurbanı olmayan herkese bunu vacip yaptı.

[2]      Resulullah (s.a.v) sahabileriyle birlikte Mekke'ye doğru hac için yola çıktıklarında ilk önce sadece hacca niyet edildiği halde, sonradan hac umreye çevrilmiş, umreden sonra tekrar hacca geçilmişti. Alimler, haccı feshederek umre yapma keyfiyetinin sadece Resulullah (s.a.v)'in sahabilerine özgü bir durum olduğunu ifade etmişlerdir. Bakara: 2/196'da hacca niyet edenlerin haccı tamamlamaları emredilmiş olması, hactan umreye geçmek mümkün değildir. Bugün hacılar, mikat yerinde ne çeşit hac yapacaklarsa niyetlerini belirtmeleri gerekir. Haccın umreye çevrilmesi sadece o yıla aittir. Abdullah ibn Abbâs ise, bu görüşün aksini savunmuştur.             

[3]      Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 2/194

[4]      Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, 2/194

[5]      Haccın farz oluşunu bildiren emir inince, Resulullah (s.a.v), hiç gecikmeden hacca hareket etti. Çünkü haccın farz edilmesi ta dokuzuncu ve onuncu yıla kadar gecikmişti. Her ne kadar “Hac ve umreyi Allah için tamamlayın” (Bakara: 2/196) ayeti hicri 6. Hudeybiye anlaşması ylı inmiş ise de onda haccın farz edilişi yoktu. Bu ayetteki emir; haccın, hac ve umrenin ikisini de başladıktan sonra tamamlamaya aittir. Haccın farz kılınması ile ilgili değildir.

        Haccın farz olduğunu belirten ayet, Âl-i İmrân: 3/97’dir. Resulullah (s.a.v), hicretin 6. yılında hac için değil, umre için Mekke’ye gitmişti. O yıl yapılamayan umre, ertesi yıl kaza edildi. Hicretin 9. yılında haccı farz kılan Âl-i İmrân: 3/97 ayeti inince, Resulullah (s.a.v), Hz. Ebu Bekr’i hac emiri tayin ederek onu sahabileriyle birlikte hacca gönderdi. Ertesi yılda kendisi gidip hac yaptı ki, bu hacca, “Veda Haccı” denir.

        Resulullah (s.a.v)’in, Medine’ye hicretinden sonra bir defa hac ettiği hususunda ittifak vardır. Bunun, hicri 10. yılda olduğu da tartışışmasızdır. Ama hicret öncesi hac edip etmediği meselesi ihtilaflıdır. Bir rivayette; Resulullah (s.a.v), hicretten önce üç defa hac etmiştir (Tirmizî, İbn Mâce, Dârekutnî, Hâkim).

        İşte Resulullah (s.a.v), hicretin 10. yılında sahabileriyle birlikte yaptığı Veda Haccını, binekli olarak yapmıştı. Resulullah (s.a.v)’in Veda Haccını binekli olarak yapmasıyla ilgili rivayetler, Resulullah (s.a.v)’in hac yapışını anlatan hadisler de geçmektedir. Bu da, Resulullah (s.a.v)’in binekli olarak hac yapmasının manevi mütevatir olduğunu göstermektedir.

[6]      Şeyh Ali el-Adevî, Allame Halil el-Huraşî’nin “Garamiye” kasidesini nazmen ihtisar edip sonra da şerhe ettiği kitabına bir haşiye yazmıştır. Aslında Garamiye kasidesini, İbn Fereh yazmıştır. Halil el-Kureşî ise, bu şerh ettiği esere, “Zübdetü’l-fikr fi mustalahi’l-haber” adını vermiştir. 

[7]      “Vakfe” kelimesi, sözlükte; durmak demektir. Hacc terimi olarak ise; haccın farzlarında birini ifade eder.

        Hacc ibadetinin iki vakfesi vardır:

            1. Arafat Vakfesi: Bu rükündur. Vakfe deyince, ilk akla gelen  budur. Bu, herhangi bir sebeple eksik oluyorsa, hacc sahih olmaz. Daha sonraki yılda yenilenmesi gerekir.

            2. Müzdelife Vakfesi: Bu, rükun değildir, vaciptir. Herhangi bir sebeple eksik olduğu takdirde kurban keserek  hactaki eksiklik giderilebilir. Haccın daha sonraki yılda iadesi gerekmez.

        Arafat Vakfesinin sahih olması için üç şart vardır:

            a. İhramlı olmak

            b. Arafat sınırları içinde vakfeyi yapmak

            c. Zilhicce’nin 9. günü güneşin öğleden tepe noktasına ulaşma anından Zilhicce’nin 10. günü tan yerinin ağarmasına kadar olan vakittir. Bu vakit içinde Arafat’ta bulunmak esastır. Şuur, niyet, bilgi aranmaz. Bu vakit içinde Arafat’ta bir an olsun durmak yeter.

        Resulullah (s.a.v), Arafat’ta  Cuma günü bineğinin üzerinde insanlara bir hutbe okuyup konuşmasında İslam’ın temel  esaslarını açıkladı. Şirk ve cahiliye adetlerini, o konuşmasıyla çökertti. O hutbede; dinlerin haramlığında ittifak ettiği kan, mal ve ırz gibi hakların çiğnenmesinin haram oluşunu ilan etti. Cahiliye dönemi fazinin hepsini kaldırdı. Kadınlara iyi davranılmasını tavsiye etti. O hutbede Muhammed ümmetine, Allah’ın kitabına sımsıkı sarılamalrını haber verdi. Sonra onlara kendi yaptığı tebliğden kıyamet günü sorulduğunda ne diyeceklerini sordu.  Onlarda, tebliğ yaptığını, Allah’ın  emanetini yerine getirdiğini söylediler. O zaman şahadet parmağını göğe doğru kaldırıp onları üç kere şahit tuttu. Sonunda ise; orada bulunanların, bulunmayanlara bunu tebliğ etmelerini onlara emretti.

        Hutbe bitince, Bilâl’e ezan okumasını emretti. O da ilk önce ezan okudu. Ardından da namaz için kamet getirdi. İlk önce öğleyi, kıraati gizliyerek iki rekat kıldı. Sonra tekrar kamet getirdi. İkindiyi de aynen iki rekat kıldı. Beraberinde bulunanlarda cem ederek namazlarını kıldılar. O gün, Cuma idi.

        İslam Tarihi’nde bu hutbe; “Veda Hutbesi” olarak bilinir. Arafat’ta vakfenin hikmeti şudur: Müslümanların aynı zaman ve mekanda, Allah’ın rahmetini arzulayarak samimiyetle dua ve niyaz ederek yalvarıp yakararak bir araya gelip toplanmalarını, bereketlerin inmesi hususunda büyük etkisi olur. Bu sebeple şeytan, o gün, son derece hakir ve perişan olur. Ayrıca Müslümanların bir tek vücut halinde bu kutsal mekanda toplanmaları bir tür gövde gösterisi mahiyetindedir. 

[8]      Resulullah (s.a.v), hicretin 10 yılında Veda haccı sırasında Arafat’ta devesinin üzerinde vakfetmişti. Zaten Resulullah (s.a.v), Veda haccı sırasında devesinin üzerinde hep binekli olarak hac etmişti.

        Resulullah (s.a.v)’in hutbe okuduğu yer, vakfe yaptığı yer değildi. Nemire’de konaklamış, Arafat’taki Arafe’de hutbe okumuştur. Hutbeyi, devesi “Kusva”nın üzerinde okumuştur.

        Arafat, geniş vadinin tüm adıdır. Arafe, oradaki Rahmet tepesi ile diğer tepeciklerin adıdır. Resulullah (s.a.v), işte bu Arafe’de hutbeyi okumuştur. Genelde Arafat ile Arafe birbirine karıştırılır. Fakat Arafe’nin, Arafat’ın bir parçası oldupu da unutulmamalıdır.

        Resulullah (s.a.v), Arafe’de, öğle ile ikindi namazını cem ederek kıldı. Daha sonra devesi Kusva’ya binip vakfegaha geldi. Rahmet dağının eteğinde, kayaların  yanında durup kıbleye döndü. O sırada devesinin üzerinde idi. Duaya ve yalvarmaya başlayıp bunu gün batana kadar sürdürdü. İnsanlara, Urane vadisinin ortasından yukarı çıkmalarını emredip Arafat’ın, kendi vakfe yaptığı yere mahsus olmadığını, aksine Arafat’ın her tarafının vakfegah olduğunu belirtti.

        Resulullah (s.a.v)’in Arafat’taki Arafe’de verdiği hutbe, İslam Tarihi’nde “Veda Hutbesi” olarak bilinir. Bu hutbe, bir çok sahabe tarafından rivayet edilmiştir. Hutbe, içerik olarak önemli bir yapıya sahiptir. Çünkü hutbe, ciddi meselelere temas etmekte ve o güne kadar ele alınmamış olan bir çok cahili uygulamaya son verilmiştir. Veda Hutbesi, İslam’ın, “İnsan Hakları” veya “Kadın Hakları” beyannamesi olarak değerlendirilmektedir.

                Araplar, Hz. İbarhim ile oğlu Hz. İsmail’den beri yılın dört ayında kan akıtma, yol kesme, savaş gibi şeylerin haram olduğu hususunda riayet gösterirlerdi. Bu aylar; Recep, Zilkade, Zilhicce, Muharrem’dir.

                Zilhicce’nin 9-13 günleri, teşrik günleridir. Bu nedenle de bu günlerde kan akıtmak, savaş, baskın, yol kesme, gibi hususlar haram kabul edilmekteydi.

                İşte Resulullah (s.a.v), insanların; kan, mal ve ırzlarının da bu gün, ay ve beldede haram olması gibi ebediyen haram olduğunu belirtmiştir.   

[9]      “Cemre” kelimesi, sözlükte; ateş koru, közü, küçük çakıl taşı gibi anlamlara gelir. Burada ise  haccın şartlarından olan cemre ve cemrelerin atıldığı yer anlamındadır.

        Akabe, ilk ve orta diye üç cemre vardır. Cemrelerin üçü de, Mina’dadır. Akabe (=Büyük) cemre, kurban kesme günü taşlanır. Bu, Müzdelife’den Mina’ya gelindiğinde yapılır.

        İlk ve orta cemreler, Hayf mescidinin yukarısındadır.

        Cemrelere taş atılırken, Allah’a hamd ve sena edilir, tekbir ve tahlil getirilir. Hz. Peygamber (s.a.v)’e salat ve selam okunur. Ayrıca arzu edilen başka dualarda okunur. Dua edilirken, eller havaya kaldırılır.

        Cemrelere taş atma, bayramın birinci günü başlanır. İlk önce Akabe cemresinden 7 taş atılır. İkinci, üçüncü ve dördüncü günü, her üç cemreye birden 21 tane taş atılır. Böylece toplam sayı, 70’e ulaşır.   

[10]     Teşrik günleri; Zilhicce ayının 9, 10, 11, 12, 13 günleridir. Bu günlerde, beş vakit farz namazların ardından teşrik tekbirleri getirilir. Bu, Arafe günü sabahından, bayramın dördüncü günü akşamına kadar olan 5 gün ve 23 vakittir.

[11]     “Telbiye” kelimesi, “Lebba”dan gelir. Üstten gelen bir emre yada davete karşı aralıksız icabet anlamını taşır. Telbiye şu şekilde yapılır:

        “Lebbeyk! Allahüme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk. Lâ şerîke lek”

                Anlamı: “Buyur’ Allahım buyur. Senin emrine koştum. Senin ortağın yoktur buyur. Hamd, sana mahsustur. Nimet ve mülk, Senindir. Senin ortağın yoktur.”

        Bu telbiye şekli, İslamî’dir. Cahiliye Araplarınkinden farklıdır. Bu telbiye şeklini, Hz. Peygamber (s.a.v)’e, Cebaril öğretmişti.

        Telbiyeyi, erkekler yüksek sesle söylerler. Kadınlar da alçak sesle söylerler.

        Telbiye, ihrama büründükten sonra inişlerde, yokuşlarda, başkalarıyla konuşmalarda, gecenin veya gündüzün gelmesinde, oturmalarda, kalkamlarda, namazların ardından, bi şeye  binerken, mescid gibi her değişiklikte tekrar edilir. Her tekrar, peşpeşe üç kere yapılır. Telbiyeden sonra dua edilir.

        Telbiyeye, hacılar, Akabe Cemresindeki şeytan  taşlama  anına yani bayramın birinci günü sabahına kadar devam ederler. Umre yapanlar da, tavafa başlayıncaya kadar devam ederler.

        Buraya kadar telbiye ile ilgili anlatılanlar, Hz. Peygamber (s.a.v)’in uygulamasından alınmıştır.

        Telbiyedeki hikmet şudur: Telbiye, Allah’ın nişanelerindendir. Çünkü telbiyede, Allah’ın adının yüceltilmesi vardır.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Hacc 266, Cihad  126; Müslim, Hacc 266, 267, 268 (1281-1283); Tirmizî, Hacc 78 (918); Ebu Dâvud, Menasik 27 (1815), 28 (1817); Nesâî, Hacc 216, 220, 228, 229; Müsned:  1/214; Hâkim, Müstedrek, 1/462; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 2/224, 226   

[12] Hz. Peygamber (s.a.v), hicretin 6. yılı Zilkade ayında umre yapmak amacıyla 1500 kadar sahabisiyle birlikte Mekke’ye doğru yola çıkmıştı.Zulhuleyfe denilen yere geldiklerinde Hz. Peygamber (s.a.v), kurbanını işaretleyip boynuna belleğini takar ve  umre için ihramını giymişti. Müslümanlar, Hudeybiye’ye geldiklerinde, Kureyşliler, onların, oraya gelip konmasından korkmuşlardı. Müslümanların hangi amaçla geldiklerini öğrenmek kastıyla ilk önce Urve b. Mes’ud’u göndermişlerdi. Bundan bir şey elde edememişlerdi. En sonunda Süheyl’i göndermişleri. Yapılan görüşme sonucunda, Müslümanlar ile Kureyşliler arasında  bir sulh anlaşması yapıldı.

        Bu anlaşma gereği; müslümanlar, umrelerini bu yıl değil de gelecek yıl silahsız olmak kaydıyla Mekke’ye 3 gün umre yapmalarına karar verildi. Anlaşma metninin yazılması bitince, Hz. Peygamber (s.a.v); “Kaklın! Kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun” emrini üç kez verdi. Fakat hiç bir kimse yerinden kımıldamadı. Ümmü Seleme’nin tavsiyesi üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), hiçbir kimseyle konuşmadan kurbanını kesti ve berberini çağırıp traş oldu. İnsanlar bu dudumu görünce, kalkıp  kurbanlarını kestiler ve birbirlerini traş ettiler.

        Bu umrede, tavaf ve sa’y yapılmamıştı. Ama kurban kesilmiş, traş olunmuş ve ihramdan çıkılmıştı. Yapılan bu umre, kaza umresi değildi. Gelecek yılki umre vacip de değildi. Çünkü ertesi yıl yapılan kaza umresinde sayısı daha da azdı. Ertesi yuıl yapılaması kabul edilen umre, anlaşma gereği, Kaza Umre’sidir. Yalnız bu umrenin, kaza mı olduğu, yoksa başlı başına bir umre mi olduğu konusunda alimler iiki ayrı görüşe ayrılmışlardır.

        Hanefilere göre; bu umre, Kaza Umre’siydi.

        Alimler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in hicretten sonra dört defa umre yaptığını belirtmişlerdi. Bunlar;

            1. Hudeybiye yılı yapılan umre.

            2. Kaza Umre’si. Buradaki kaza, sulh yapıldığı yıl niyet edildiği halde yapılamayan umrenin kazası olduğunu ifade etmez. Çünkü Hudeybiye yılı yapılan umre, başlı başına bir umre idi. Buradaki kaza, anlaşma gereği yapılan umre anlamını taşır. Çünkü kaza kelimesi, burada, “anlaşma” anlamına gelen “mukâza”dan gelmektedir. Buna, “Anlaşma Umre”si demek daha uygun olur.

            3. Cirane’de yaptığı umre.

            4. Veda haccı sırasında Haccı Kıran ile yaptığı umre.   

[13]     Umre: Belli zamanda değil de yılın herhangi bir zamanında ihramlı olarak Kabe’yi tavaf etmek ve Safa ile Merve tepeleri arasında sa’y yapmak (=koşmak)tır. Yalnızca Arafe günü ile Kurban bayramının dört günü içinde umre yapmak mekruhtur.

        Hadis; Ramazan ayında yapılan umrenin sevap itibariyle hacca denk olur. Bu yönüyle hacla ortaklık eder. Fakat bu umre, hiçbir şekilde farz olan haccın yerini tutmaz. Ramazan ayının rahmet, bereket ve oruç ayı olması hasebiyle bu ayda yapılan umrenin sevabının fazla olduğu belirtilmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Umre 4, Sayd 26; Müslim, Müslim, Hacc 221, 222; Ebu Dâvud, Menasik 79; Tirmizî, Hacc 93, 94; Nesâî, Sıyam 6; İbn Mâce, Menasik  45 (2993); Dârimî, Menaik 40; Muvatta, Hacc 66; Müsned: 3/352, 361, 397, 4/35, 177, 186, 6/375, 405, 406; Taberânî, el-Kebir; Bezzâr       

[14]     Resulullah (s.a.v)’in evlendiği son eşi, Meymûne’dir. Resulullah (s.a.v), Umretu’l-Kaza’yı yaptıktan sonra Mekke’de yaptığı evlenmedir. Fakat kesin olarak ne zaman evlendiği hususunda görüş ayrılığı vardır.

        Meymûne’nin asıl adı, Berre idi. Resulullah (s.a.v), onunla evlendikten sonra onun ismini “Meymûne” diye değiştirdi.

        Resulullah (s.a.v)’in,  Meymûne ile ihramlı mı, yoksa ihramsız mı olarak evlendiği hususunda görüş ayrılığı vardır.

        Resulullah (s.a.v)’in, ihramlıyken Meymûne’yle evlendiğine dair rivayet, Abdullah ibn Abbâs’a dayanmaktadır.

        Hanefiler, ihramlının nikah akdi yapmasının caiz olduğunu belirtmişlerdir. Hanefiler, bu konuda ihramlının nikah akdini değil de cinsel ilişkiyi söz konusu etmişlerdir.

        Bazı alimler de, bu ihtilafı çözüme şöyle ulaştırmaktadır: Resulullah (s.a.v), hicir 7. yılın Zilkade ayında Umretu’l-Kaza için Mekke’ye giderken “Serîf” denilen yerde Meymûne’yle ihramlı olarak nikah akdi yapmış, dönüşte ihramdan çıkmış olarak yine “Serîf”te gerdeğe girmişti.

[15]     Buhârî, Nikah 30; Müslim, Nikah 46; Ebu Dâvud, Menasik 38 (1844); Tirmizî, Hacc 24 (844); Nesâî, Menasik 90, Nikah 37; İbn Mâce, Menasik (1965)   

[16]     Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 2/271

[17]     Müslim, Nikah 48; Ebu Dâvud, Menasik 39; Tirmizî, Hacc 24; İbn Mâce, Nikah 45; Müsned: 6/333, 335

[18]     Nesâî, Menasik 90; Tirmizî, Hacc 23; Müsned: 6/393 (Ebu Râfi’, Resulullah (s.a.v)’in azatlısıdır.)

[19]     Muvatta, Hacc 22- 69; Tahâvî, a.g.e, 2/270 (Süleymân b. Yesâr, Meymûne’nin azatlısıdır.) 

[20]     Müslim, Nikah 46; Tahâvî, a.g.e, 2/269, 270