ecenur
Mon 3 May 2010, 11:33 pm GMT +0200
Hidaye Tercümesi / Hac Kurbanları
(Hac kurbanlarının en aşağısı bir koyun veya keçidir.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hac kurbanlarının hangi hayvanlardan verildiği sorulmuş ve Peygamber Efendimiz; «En aşağısı bir koyun veya keçidir- ([1]) diye cevap vermiştir.
tHac kurbanları deve, sığır ve koyun ile keçi olmak üzere üç çeşit hayvandan verilebilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) en aşağısının bulunduğunu bildirince, en üstününün de bulunması lâzım gelir. O da deve ile sığırdır. Hem de hac kurbanı Harem´e hediye edilen kurban demek olduğuna göre bu vasıf bu her üç çeşit hayvanda da bulunur. (Hac kurbanları, kurban olarak kesilmesi caiz olan hayvanlar dışında olamaz.) Çünkü hac kurbanları da kurbanların bîr çeşidi olduğu için diğer kurbanlarda aranan vasıflar onda da aranır.
(Cünüp olarak ziyaret tavafını yapan kimse ile Arafat vukufundan sonra cinsel ilişkide bulunan kimse dışında, herkes koyun veya keçiyi kurban edebilir. Bu iki kimse ise) yukanda anlattığımız sebebe binaen (deve veya sığırdan başkasını kurban edemezler.)
(Haccın nafile kurbanı ile Temettü´ ve Kıran hacci kurbanlarından yemek caizdir.) Çünkü bu kurbanlar ihramda bir kusur işlemekten ötürü lâzım gelen kefaret kurbanları olmayıp birer ibadet oldukları için, diğer kurbanlar gibi onlardan yemek caizdir, hatta müstahaptır. Nitekim rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verdiği bu kurbanlarının etinden yemiştir. Bayram kurbanı gibi bu kurbanların da fakirlere dağıtılması müstahaptır.
(Geri kalan diğer hac kurbanlarından ise yemek caiz değildir.) Zira geri kalan kurbanların hepsi kefaret kurbanlarıdır. Sabittir ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybi-y e ´ de umre yapmak üzere Me kke´ye girmekten ahkonun-ca, Naciye el-Eslemi adındaki sahabi ile kurbanlaraıı göndermiş ve ona;
«Ne sen, ne de arkadaşlarından herhangi biri bu kurbanlardan bir şey yemeyin» ([2]) buyurmuştur.
(Haccın nafile kurbanı İle Temettü´ ve Kıran hacci kurbanlai bayramdan önce kesilemezler. Fakat İmam Muhammed Mebsut*ta «Haccın nafile kurbanı bayramdan önce kesilebiliyorsa da, bayram; bırakmak daha iyidir» diye kaydetmektedir ve sahih olan görüş d< budur.) Zira haccın nafile olan kurbanı Harem´in hediyesi olduğı için sevaphdır. Harem´e hediye olması da Harem´e ulaştırılması il< gerçekleşmiş olur. Bu olunca, ne zaman kesilse caizdir. Fakat bay ram günlerinde kurban kesmenin ibadet olması daha zahir olduğı için bayrama bırakmak daha iyidir. Temettü´ ve Kıran haccı kur banlarının bayramdan önce kesilmesinin caiz olmayışı ise, çünkü Ce nâb-ı Hak; «Kurbanlarınızdan yeyin ve sıkıntıda olan yoksula yedirin. Ondai sonra tıraş olun, tırnaklarını kesip temizlensinler- ([3]) buyurmuş tur. Tıraş olup temizlenme zamanı ise bayram günüdür. Bunun içii Temettü´ ile Kıran haccı kurbanları, bayram kurbanı giib bayran günleri dışında kesilemezler.[4]
(Diğer kurbanları İse kişi istediği zaman kesebilir.) İmam-, Şafii haccın bütün kurbanlarını Temettü´ ve Kıran Haccı kur banlarına kıyas ederek «Hiç bir kurban, bayramdan önce kesilemez-demiştir. Çünkü ona göre Temettü1 ile Kıran haccı kurbanları da ke faret kurbanlarıdırlar.
Biz diyoruz ki i Diğer kurbanlar kefaret kurbanları oldukları için bayram ile ilgileri yoktur. Zira bu kurbanlar hacda işlenen herhan gi bir kusurun yerine geçsin diye kesilirler. Bunun için denilebiliı ki: ne kadar erken kesilseler o kadar iyidir. Temettü´ ile Kıran hac cı kurbanları ise, vakitli birer nüsük oldukları için bayram kurba nı gibi bayram günlerine mahsusturlar. (Hac kurbanları Harem´den başka bir yerde kesilemezler.) Zira Cehâb-ı Hak, ihramda av öldüren kimseye lâzım gelen cezayı; -Kabe´ye ulaşacak bir kurban([5]) diye vasıfIandırmıştır. Bunun için bu vasıf haccın bütün kurbanlarında şart olmuştur. Hem de hac kurbanına Hediy denilir. Hediy ise hediye olarak bir yere gönderilen kurban demek olduğu için onun mefhumunda Harem vardır. Zira hedyin yeri Harem´dir. Peygamber Efendimiz (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) de; -Minanın her tarafı kurban kesme yeridir. Mekke´nin de bütün yol ve dereleri kurban kesme yeridir» ([6]) buyurmuştur.
(Hac kurbanlarının eti ise her yerin fakirlerine verilebilir.) Çünkü fakirlere yardım gayesini amaçladığı için hangi fakirlere verilse gayesi gerçekleşmiş olur. îmam-ı Şafii: «Harem´in fakirleri dışında kimseye verilemez- demiştir.
(Hac kurbanlarını nişanlamak ve beraberce Arafat´a götürmek vacip değildir.) Çünkü HEDÎY kelimesi kurban etmek için bir yere götürülen hayvan demek olduğuna göre onda nişanlanmış olma şartı yoktur. Fakat Temettü´ ve Kıran haccı kurbanlarını nişanlamak iyidir. Çünkü bu kurbanların bayramdan önce kesilmesi caiz olmadığı için bayrama kadar onları tutacak kimse bulunmayabilir. Hem de Temettü´ ve Kıran hacet kurbanlan kefaret kurbanlan olmayıp birer nüsük oldukları için onlarda aşikârlık esastır. Kefaret kurbanlan ise -yukarıda da söylediğimiz gibi- bayramdan önce kesile-bildikleri için öyle değildirler. Kaldı ki, kefaret kurbanları ihramda kusur işlemenin cezası oldukları için gizli kalmaları daha uygundur. (Deveyi ayakta, sığır, koyun ve keçiyi ise yatırarak kesmek daha iyidir.) Zira Cenâb-ı Hak; -Rabbin için namaz kıl ve kurban nahreyle- ([7]) buyurmuştur. NAHR ise ayakta boğazlamak demek olduğu için, müfessirler: «Bu âyet ile deve kurban edilmesi emir buyurulmuştur- demişlerdir. Cenâb-ı Hak; -Allah bir sığır zebhetmenizi bu yurur» ([8]) âyeti ile-Ona fidye olarak zebhedilecek büyük bir kurbanlık verdik- ([9]) âyetinde ise ZEBİfc kelimesini kullanmıştır. ZEBÎH ise yatırarak boğazlanmaktır. Hen: de sabittir ki Peygamber Efendimizle (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabı deve kurbanlarını ayakta ve öndeki sol ayaklan bağlı olarak keserlerdi. ([10]) Ssğır ile davarlar ise ayakta kesilmezler. Çünkü ya-tınlarak kesildikleri zaman boğazlarını tutmak mümkün olduğu için onları yatırarak kesmek daha kolaydır. Bunun için sığır ve davarlarda sünnet, onları yatırarak kesmektir.
(Herkesin kendi kurbanını –yapabiliyorsa- kendi eliyle kesmesi daha iyidir.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) Hacer-ül Veda´da beraberinde götürdüğü yüz deveden altmış küsur tanesini kendi eliyle kesmiş ve geri kalanlannı da kestirmek için H z . A I i´ yi görevlendirmiştir. ([11]) Hem de kurban kesmek bir ibadet olduğuna göre herkesin kendi ibadetini bizzat kendisinin yapması daha iyidir. Zira kişinin kendi ibadetini bizzat kendisinin yapmasında daha fazla huşu vardır. Ancak şu var ki. kimisi hayvan kesmesini beceremiyor veyahut rahatlıkla yapamıyor. Bunun için bu kimselere kurbanlarını başkalarına kestirmek caizdir. (Kurbanın çul ve yuları da fakirlere verilmelidir. Kurbanı kesen kassaba kurbandan ücret verilemez.) Zira Peygamber Efendimiz (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) H z . A 1 i´ ye; -Çullan ile yulannı da ver. Kassabın ücretini onlardan verme- ([12]) buyurmuştur.
(Kurbanlığını beraberinde süren kimse eğer yolda ona binmek zorunda kalırsa binebilir. Binmek ihtiyacında olmayan kimseye ise, binmemek daha iyidir.) Çünkü onu Allah yolunda vermek üzere mahndan ayırdığı için, yerine varıncaya kada ondan yararlanması doğru değildir. Ancak eğer ona binmek ihtiyacında ise o zaman binmesinde bir sakınca yoktur. Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamın bir deveyi önüne katıp sürdüğünü görmüş ve adamı; «Binsene. Ne diye yaya yürüyorsun?» ([13]) diye kınamıştır. Derler ki: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın deve arkasında yorgun yorgun yürüdüğünü görünce ona böyle söylemiştir. Eğer deveye binmesi yüzünden devede bir eksiklik meydana gelirse, meydana gelen eksiklik mikdarma zamin olur.
(Eğer kurbanlığının sütü bulunursa sağamaz ve kuruması için memelerine soğuk su serper,) Zira süt, kurbanlığın vücudundan oluştuğu için kendisi ondan yararlanamaz. Bu da eğer onu kesme zamanı yakınsa, böyledir. Eğer kesilmesi daha uzak ise, hayvanm zarar görmemesi için onu sağıp sütünü fakirlere verir. Şayet sütü kendisi harcarsa, zamin olup ya da o kadar süt, ya da sütün değerini fakirlere vermesi lâzım gelir.
(Eğer kurbanlığını beraberinde sürerken kurbanlığı yolda ölürse, eğer kurbanı nafile ise yerine koymak zorunda değildir.) Zira onu kurban yapmak istiyordu. O da elden çıkmıştır. (Eğer boynuna borç olmuş bir kurbanı ödemek için onu götürüyor idiyse, bir başkasını onun yerine koyması gerekir.) Çünkü boynuna borç olmuş olan kurban bunun ölümü ile ödenmiş olmaz.
(Eğer beraberinde sürdüğü kurbanlıkta) kulağından üçtebir gitmesi gibi (büyük sayılan bir eksiklik meydana gelirse) artık kurbanlığa yaramadığı için (yerine başkasını koyar. Onu da nasıl isterse öyle yapar.) Zira diğer mallarının arasına girmiş olur.(Eğer kurbanlık deve yolda yorulup, yahut hastalanıp yürüyemez olursa, nafile ise onu kaldığı yerde keser, kanı ile boynundaki nah boyayarak hörgücünün yanlarına sürer ve etinden ne kendisi ve ne de zenginlerden herhangi biri yiyemez.) Zira -yukarıda da geçtiği üzere- Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Naciye el-Eslemi´ye böyle emretmiştir. Devenin boynundaki naldan maksat, kurbanlık olduğunu bildirmek için boynuna takılan nişandır. Böyle yapmanın faydası şudur ki kurbanlık olduğu bilinsin de zenginler yemeyip fakirlere kalsın. Çünkü zengin. fakir herkesin ondan yiyebilmesi için yerine varması şarttır. Bu ise yerine varamadığı için hiç kimseye helâl olmaması gerekirdi. Fakat onu canavarlara yem yapmaktansa fakirlere vermek daha iyidir. Zira ne de olsa. fakirlere vermek sevaptan hali değildir. Kurbandan da gaye sevaptır. (Eğer yolda hastalanıp yürüyemiyen deve vacip bir kurbanlık ise. onun yerine bir başkasını koyar ve onda) hem malı olduğu ve hem de artık kurbanlığa yaramadığı için (istediği tasa-rufu yapar.)
(Nafile. Temettü´ ve Kıran kurbanlarına nişan takılır.) Çünkü bu kurbanlar kefaret kurbanları olmayıp nüsük oldukları için kurbanlık olduklarını bildirmek daha uygundur.
(İhsar kurbanı ile kefaret kurbanlarına ise nişan takılmaz.) Zira bu kurbanların vücubuna sebep, ihramda kusur işlemek olduğu için gizli kalmaları daha uygundur. İhsar kurbanı da kefaret olduğu için kusur işleme kurbanları hükmündedir. Sonra, metinde «nafile, Temettü" ve Kıran kurbanları- diye kurban mutlak olarak geçiyorsa da, ondan murat deve ve sığırdır. Çünkü koyun ve keçileri nişanlamak âdet değildir ve nişanlamalarında yarar bulunmadığı için biz Hanefilere göre -yukarıda da geçtiği üzere- nişanlamaları sünnet değildir.[14]
Çeşitli Meseleler
(Eğer halk Arafat vukufunu yaptıktan sonra veyahut yaparken, birtakım kimseler halkın bayram günü vukuf yaptığına dair şahitlik ederlerse yapılan vukuf kâfi gelir.) Kıyas ise kâfi gelmemesini gerektirir. Zira vukuf belli bir gün ve yeri bulunan bir ibadet olduğu için, başka bir gün veya yerde yapıldığı zaman sahih olmaması lâzım gelir. Nitekim Z i I h i c c e ´ nin sekizinci gününde yapıldığı sabit olduğu zaman sahih değildir. Bununla beraber kâfi gelmesi istihsan edilmiştir. Çünkü bu şahitlik hüküm altına girmeyen bir şeyi nefye dairdir. Zira bu şahitlikten maksat yapılan haccm sahih olmadığını isbat etmektir. Hac ise hüküm altına girmeyen bir şeydir. Bunun için bu şahitlik kabul olunmaz. Hem de bu öyle bir şeydir ki her zaman ve herkesin başına geldiği için sakınılması mümkün değildir. Bir daha yapmayı söylemek de büyük bir zorluk tîoğu-rur. Bunun için, yapılmış olan, şüpheli dahi olsa onunla yetinmek gerekir. Zilhicce´ nin sekizinci günü yapılan vukuf ise öyle değildir. Çünkü bir gün sonra bir daha yapmak mümkündür. Kaldı ki ibadetlerde, vakti geçtikten sonra yapılan vukufun benzeri var da, vakti gelmeden yapılan vukufun benzeri yoktur. Derler ki: Hakim şu şahitlere: Defolun gidin. Halkın hacet tamamdır» diyerek şahitliklerini reddetmelidir. Çünkü bu şahitlikte bozgun yaratmaktan başka bir yarar yoktur. Eğer Arefe gününün akşamında da Zilhicce hilâlini gördüklerine dair şahitlik ederler ve gecenin kalan kısmında Arafat´a yetişilemiyorsa yine şahitlikleriyle amel edilmez.
(Eğer bayramın ikinci günü birinci cemrenin taşlarını atmadan, ikinci ve üçüncü cemrelerin taşlarını atan kimse, birinci cemrenin taşlarını attıktan sonra bir daha diğer cemrelerin taşlarını atarsa) sünnet olan sıralamayı gözettiği için iyi etmiş olur. Şayet birinci cemrenin taşlarını atmakla yetinip diğer cemrelerin taşlarını bir daha atmasa da, olur.) Zira bu durumda her ne kadar sünnet olan sıralamayı gözetmiş olmuyorsa da hiç değilse yapmamış olduğu vacibi yerine getirmiş olur.
îmam-ı Şafiî: -Eğer bütün cemrelerin taşlarını bir daha atmazsa yalnız birinci cemrenin taşlarını atması kâfi gelmez. Çünkü cemrelerin taşlarını sıra ile atmak gerekir. Sıra ile atılmadığı zaman, tavaftan önce sa´y yapmak, yahut Safa1 dan. önce M e r v e ile sa´ya başlamak gibi olur* demiştir.
Biz diyoruz ki: her bir cemrenin taşlarım atmak başlı başına maksut bir ibadet olduğu için, caiz olması, diğerlerinden önce veya sonra yapmaya bağlı değildir. Sa´y ise, önem bakımından tavaf kadar olmadığı için tavafa tabidir. Bunun için sa´yın tavaftan sonra yapılması gerekir. M e r v e ile sa´ya başlamanın caiz olmaması da, Kur´an-ı Kerim´de Safa ile başlandığı içindir.
(Eğer bir kimse yaya olarak hac yapmayı adarsa, ziyaret tavafını yapmadığı sürece binemez.) el-Mebsut´ta -bu kimse muhayyer olup isterse yaya, isterse binerek hac yapar- diye yazılı ise de el-Ca-mi-üs Sağiyr´deki bu ifadeye göre bu kimseye yaya olarak hac yapmak vâcib olur. Zira asıl şudur ki: bu kimse ibadetini kamil bir şekilde yerine getirmeyi üzerine aldığı için ona, ibadeti o şekilde yerine getirmek vâcib olur. Nasıl ki peşpeşe oruç tutmayı adayan kimse de adadığı orucu peşpeşe tutmak zorundadır. Haccın rükünleri de ziyaret tavafı ile bittiği için bu kimsenin ziyaret tavafını yapıncaya kadar yaya yürümesi gerekir. Sonra, kimisi: «Bu kimse ihrama gırdıgI andan,, kimisi de «evinden yolculuğa çıktığı andan» itiba ren yaya yürümeye başlar. Zira zahir şudur ki. kişi yaya olarak hac ca gitmeyi adarken bu mânâyı kast etmiş olur. Şayet yolculuğu es nasında herhangi bir yerde binerse, haccında bir eksiklik biraktıfrı için ona kurban lâzım gelir- demiştir.
Derler ki: bu kimse ancak, yol uzak olup yaya yürümek ona zor geldiği zaman binebilir. Yol yakın olup yaya yürümek de ona zor gelmemesi halinde ise binmemesi gerekir.[15]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu hadis gariptir. Ancak Beyhakî onu el-Ma´rife´de İmam-ı Şâfil yoluyla îbn-i Cüreyc´den «Hacda akitlan kanlann en aşağısı bir koyun veya keçidir» şeklinde rivayet etmiştir. {Nasb-urraye c. 3 sn. 160)
[2] Bu hadis yukarıda el-Muvatta ahi 142´de geçtiğini söylediğimiz Câbir (R.A.)´in uzun olan hadisinde geçtiği gibi tmam Ahmed de Müsned´inde c. 1 sh. 26û´da bunu teyid eden bir hadis kaydetmiştir. (Nasb-urraye c. 3 sh. 160)
[3] Sünen-i Arbaalıın kaydettikleri bu hadiste; «Ne sen, ne arkadaşların dan herhangi biri bu kurbanlardan bir şey yemeyin» kısmı yoktur. Onun yerine «Eğer bu kurbanlıklardan Mri güçsüz duruma düşüp yürüyemez olarsa onu kes nalını kanına boya ve onu olduğu gibi halka bırak» şeklinde bir emir vardır. An cak Vakıdfnin Naciye b. Cündüp´ten naklettiği bu hadiste; «Bir tanesi yolda ta kattan düşüp artık yürüyemez oldu. Bunun üzerine EBVA´da Peygamber Efendi miz (S-A.V.)´e gidip durumu anlattım. Peygamber Efendimiz (S.A.V.): «Onu kea nişanlarını kam ile boya ve ne sen, ne de arkadaşlarından herhangi biri ondan yemeyip onu olduğu gibi halka bırak» diye «mretti» şeklinde bir ziyade vardır.
(Fetfc-ûl Kedİr Cilt 3 Sı. 80]
[4] Hac sûresi âyet 28-29
[5] Mâide sûresi âyet 95
[6] Ebû Davud cilt 1 sh. 268, İbn-İ Mâce cilt I sh. 225
[7] Kevser süresi âyet 2
[8] Bakara sûresi âyet 67
[9] Saffat sûresi âyet 107
[10] Buhari c. I sh. 231. Müslim c. 1 sh. 424
[11] îmam Ahmed´in Müsned´i c. 1 sh. 314
[12] Buhar) c. I sh. 232, Müslim c. 2 sh. 423 ve 424, Nesai, Îbn-İ M&ce ve Ebû Davud
[13] Buhart c. 1 sh. 229 ve 230, Müslim c. 1 sh. 426
[14] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/395-401.
[15] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/401-403.
(Hac kurbanlarının en aşağısı bir koyun veya keçidir.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hac kurbanlarının hangi hayvanlardan verildiği sorulmuş ve Peygamber Efendimiz; «En aşağısı bir koyun veya keçidir- ([1]) diye cevap vermiştir.
tHac kurbanları deve, sığır ve koyun ile keçi olmak üzere üç çeşit hayvandan verilebilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) en aşağısının bulunduğunu bildirince, en üstününün de bulunması lâzım gelir. O da deve ile sığırdır. Hem de hac kurbanı Harem´e hediye edilen kurban demek olduğuna göre bu vasıf bu her üç çeşit hayvanda da bulunur. (Hac kurbanları, kurban olarak kesilmesi caiz olan hayvanlar dışında olamaz.) Çünkü hac kurbanları da kurbanların bîr çeşidi olduğu için diğer kurbanlarda aranan vasıflar onda da aranır.
(Cünüp olarak ziyaret tavafını yapan kimse ile Arafat vukufundan sonra cinsel ilişkide bulunan kimse dışında, herkes koyun veya keçiyi kurban edebilir. Bu iki kimse ise) yukanda anlattığımız sebebe binaen (deve veya sığırdan başkasını kurban edemezler.)
(Haccın nafile kurbanı ile Temettü´ ve Kıran hacci kurbanlarından yemek caizdir.) Çünkü bu kurbanlar ihramda bir kusur işlemekten ötürü lâzım gelen kefaret kurbanları olmayıp birer ibadet oldukları için, diğer kurbanlar gibi onlardan yemek caizdir, hatta müstahaptır. Nitekim rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verdiği bu kurbanlarının etinden yemiştir. Bayram kurbanı gibi bu kurbanların da fakirlere dağıtılması müstahaptır.
(Geri kalan diğer hac kurbanlarından ise yemek caiz değildir.) Zira geri kalan kurbanların hepsi kefaret kurbanlarıdır. Sabittir ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybi-y e ´ de umre yapmak üzere Me kke´ye girmekten ahkonun-ca, Naciye el-Eslemi adındaki sahabi ile kurbanlaraıı göndermiş ve ona;
«Ne sen, ne de arkadaşlarından herhangi biri bu kurbanlardan bir şey yemeyin» ([2]) buyurmuştur.
(Haccın nafile kurbanı İle Temettü´ ve Kıran hacci kurbanlai bayramdan önce kesilemezler. Fakat İmam Muhammed Mebsut*ta «Haccın nafile kurbanı bayramdan önce kesilebiliyorsa da, bayram; bırakmak daha iyidir» diye kaydetmektedir ve sahih olan görüş d< budur.) Zira haccın nafile olan kurbanı Harem´in hediyesi olduğı için sevaphdır. Harem´e hediye olması da Harem´e ulaştırılması il< gerçekleşmiş olur. Bu olunca, ne zaman kesilse caizdir. Fakat bay ram günlerinde kurban kesmenin ibadet olması daha zahir olduğı için bayrama bırakmak daha iyidir. Temettü´ ve Kıran haccı kur banlarının bayramdan önce kesilmesinin caiz olmayışı ise, çünkü Ce nâb-ı Hak; «Kurbanlarınızdan yeyin ve sıkıntıda olan yoksula yedirin. Ondai sonra tıraş olun, tırnaklarını kesip temizlensinler- ([3]) buyurmuş tur. Tıraş olup temizlenme zamanı ise bayram günüdür. Bunun içii Temettü´ ile Kıran haccı kurbanları, bayram kurbanı giib bayran günleri dışında kesilemezler.[4]
(Diğer kurbanları İse kişi istediği zaman kesebilir.) İmam-, Şafii haccın bütün kurbanlarını Temettü´ ve Kıran Haccı kur banlarına kıyas ederek «Hiç bir kurban, bayramdan önce kesilemez-demiştir. Çünkü ona göre Temettü1 ile Kıran haccı kurbanları da ke faret kurbanlarıdırlar.
Biz diyoruz ki i Diğer kurbanlar kefaret kurbanları oldukları için bayram ile ilgileri yoktur. Zira bu kurbanlar hacda işlenen herhan gi bir kusurun yerine geçsin diye kesilirler. Bunun için denilebiliı ki: ne kadar erken kesilseler o kadar iyidir. Temettü´ ile Kıran hac cı kurbanları ise, vakitli birer nüsük oldukları için bayram kurba nı gibi bayram günlerine mahsusturlar. (Hac kurbanları Harem´den başka bir yerde kesilemezler.) Zira Cehâb-ı Hak, ihramda av öldüren kimseye lâzım gelen cezayı; -Kabe´ye ulaşacak bir kurban([5]) diye vasıfIandırmıştır. Bunun için bu vasıf haccın bütün kurbanlarında şart olmuştur. Hem de hac kurbanına Hediy denilir. Hediy ise hediye olarak bir yere gönderilen kurban demek olduğu için onun mefhumunda Harem vardır. Zira hedyin yeri Harem´dir. Peygamber Efendimiz (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) de; -Minanın her tarafı kurban kesme yeridir. Mekke´nin de bütün yol ve dereleri kurban kesme yeridir» ([6]) buyurmuştur.
(Hac kurbanlarının eti ise her yerin fakirlerine verilebilir.) Çünkü fakirlere yardım gayesini amaçladığı için hangi fakirlere verilse gayesi gerçekleşmiş olur. îmam-ı Şafii: «Harem´in fakirleri dışında kimseye verilemez- demiştir.
(Hac kurbanlarını nişanlamak ve beraberce Arafat´a götürmek vacip değildir.) Çünkü HEDÎY kelimesi kurban etmek için bir yere götürülen hayvan demek olduğuna göre onda nişanlanmış olma şartı yoktur. Fakat Temettü´ ve Kıran haccı kurbanlarını nişanlamak iyidir. Çünkü bu kurbanların bayramdan önce kesilmesi caiz olmadığı için bayrama kadar onları tutacak kimse bulunmayabilir. Hem de Temettü´ ve Kıran hacet kurbanlan kefaret kurbanlan olmayıp birer nüsük oldukları için onlarda aşikârlık esastır. Kefaret kurbanlan ise -yukarıda da söylediğimiz gibi- bayramdan önce kesile-bildikleri için öyle değildirler. Kaldı ki, kefaret kurbanları ihramda kusur işlemenin cezası oldukları için gizli kalmaları daha uygundur. (Deveyi ayakta, sığır, koyun ve keçiyi ise yatırarak kesmek daha iyidir.) Zira Cenâb-ı Hak; -Rabbin için namaz kıl ve kurban nahreyle- ([7]) buyurmuştur. NAHR ise ayakta boğazlamak demek olduğu için, müfessirler: «Bu âyet ile deve kurban edilmesi emir buyurulmuştur- demişlerdir. Cenâb-ı Hak; -Allah bir sığır zebhetmenizi bu yurur» ([8]) âyeti ile-Ona fidye olarak zebhedilecek büyük bir kurbanlık verdik- ([9]) âyetinde ise ZEBİfc kelimesini kullanmıştır. ZEBÎH ise yatırarak boğazlanmaktır. Hen: de sabittir ki Peygamber Efendimizle (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabı deve kurbanlarını ayakta ve öndeki sol ayaklan bağlı olarak keserlerdi. ([10]) Ssğır ile davarlar ise ayakta kesilmezler. Çünkü ya-tınlarak kesildikleri zaman boğazlarını tutmak mümkün olduğu için onları yatırarak kesmek daha kolaydır. Bunun için sığır ve davarlarda sünnet, onları yatırarak kesmektir.
(Herkesin kendi kurbanını –yapabiliyorsa- kendi eliyle kesmesi daha iyidir.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) Hacer-ül Veda´da beraberinde götürdüğü yüz deveden altmış küsur tanesini kendi eliyle kesmiş ve geri kalanlannı da kestirmek için H z . A I i´ yi görevlendirmiştir. ([11]) Hem de kurban kesmek bir ibadet olduğuna göre herkesin kendi ibadetini bizzat kendisinin yapması daha iyidir. Zira kişinin kendi ibadetini bizzat kendisinin yapmasında daha fazla huşu vardır. Ancak şu var ki. kimisi hayvan kesmesini beceremiyor veyahut rahatlıkla yapamıyor. Bunun için bu kimselere kurbanlarını başkalarına kestirmek caizdir. (Kurbanın çul ve yuları da fakirlere verilmelidir. Kurbanı kesen kassaba kurbandan ücret verilemez.) Zira Peygamber Efendimiz (Şallallahü Aleyhi ve Sellem) H z . A 1 i´ ye; -Çullan ile yulannı da ver. Kassabın ücretini onlardan verme- ([12]) buyurmuştur.
(Kurbanlığını beraberinde süren kimse eğer yolda ona binmek zorunda kalırsa binebilir. Binmek ihtiyacında olmayan kimseye ise, binmemek daha iyidir.) Çünkü onu Allah yolunda vermek üzere mahndan ayırdığı için, yerine varıncaya kada ondan yararlanması doğru değildir. Ancak eğer ona binmek ihtiyacında ise o zaman binmesinde bir sakınca yoktur. Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir adamın bir deveyi önüne katıp sürdüğünü görmüş ve adamı; «Binsene. Ne diye yaya yürüyorsun?» ([13]) diye kınamıştır. Derler ki: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adamın deve arkasında yorgun yorgun yürüdüğünü görünce ona böyle söylemiştir. Eğer deveye binmesi yüzünden devede bir eksiklik meydana gelirse, meydana gelen eksiklik mikdarma zamin olur.
(Eğer kurbanlığının sütü bulunursa sağamaz ve kuruması için memelerine soğuk su serper,) Zira süt, kurbanlığın vücudundan oluştuğu için kendisi ondan yararlanamaz. Bu da eğer onu kesme zamanı yakınsa, böyledir. Eğer kesilmesi daha uzak ise, hayvanm zarar görmemesi için onu sağıp sütünü fakirlere verir. Şayet sütü kendisi harcarsa, zamin olup ya da o kadar süt, ya da sütün değerini fakirlere vermesi lâzım gelir.
(Eğer kurbanlığını beraberinde sürerken kurbanlığı yolda ölürse, eğer kurbanı nafile ise yerine koymak zorunda değildir.) Zira onu kurban yapmak istiyordu. O da elden çıkmıştır. (Eğer boynuna borç olmuş bir kurbanı ödemek için onu götürüyor idiyse, bir başkasını onun yerine koyması gerekir.) Çünkü boynuna borç olmuş olan kurban bunun ölümü ile ödenmiş olmaz.
(Eğer beraberinde sürdüğü kurbanlıkta) kulağından üçtebir gitmesi gibi (büyük sayılan bir eksiklik meydana gelirse) artık kurbanlığa yaramadığı için (yerine başkasını koyar. Onu da nasıl isterse öyle yapar.) Zira diğer mallarının arasına girmiş olur.(Eğer kurbanlık deve yolda yorulup, yahut hastalanıp yürüyemez olursa, nafile ise onu kaldığı yerde keser, kanı ile boynundaki nah boyayarak hörgücünün yanlarına sürer ve etinden ne kendisi ve ne de zenginlerden herhangi biri yiyemez.) Zira -yukarıda da geçtiği üzere- Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Naciye el-Eslemi´ye böyle emretmiştir. Devenin boynundaki naldan maksat, kurbanlık olduğunu bildirmek için boynuna takılan nişandır. Böyle yapmanın faydası şudur ki kurbanlık olduğu bilinsin de zenginler yemeyip fakirlere kalsın. Çünkü zengin. fakir herkesin ondan yiyebilmesi için yerine varması şarttır. Bu ise yerine varamadığı için hiç kimseye helâl olmaması gerekirdi. Fakat onu canavarlara yem yapmaktansa fakirlere vermek daha iyidir. Zira ne de olsa. fakirlere vermek sevaptan hali değildir. Kurbandan da gaye sevaptır. (Eğer yolda hastalanıp yürüyemiyen deve vacip bir kurbanlık ise. onun yerine bir başkasını koyar ve onda) hem malı olduğu ve hem de artık kurbanlığa yaramadığı için (istediği tasa-rufu yapar.)
(Nafile. Temettü´ ve Kıran kurbanlarına nişan takılır.) Çünkü bu kurbanlar kefaret kurbanları olmayıp nüsük oldukları için kurbanlık olduklarını bildirmek daha uygundur.
(İhsar kurbanı ile kefaret kurbanlarına ise nişan takılmaz.) Zira bu kurbanların vücubuna sebep, ihramda kusur işlemek olduğu için gizli kalmaları daha uygundur. İhsar kurbanı da kefaret olduğu için kusur işleme kurbanları hükmündedir. Sonra, metinde «nafile, Temettü" ve Kıran kurbanları- diye kurban mutlak olarak geçiyorsa da, ondan murat deve ve sığırdır. Çünkü koyun ve keçileri nişanlamak âdet değildir ve nişanlamalarında yarar bulunmadığı için biz Hanefilere göre -yukarıda da geçtiği üzere- nişanlamaları sünnet değildir.[14]
Çeşitli Meseleler
(Eğer halk Arafat vukufunu yaptıktan sonra veyahut yaparken, birtakım kimseler halkın bayram günü vukuf yaptığına dair şahitlik ederlerse yapılan vukuf kâfi gelir.) Kıyas ise kâfi gelmemesini gerektirir. Zira vukuf belli bir gün ve yeri bulunan bir ibadet olduğu için, başka bir gün veya yerde yapıldığı zaman sahih olmaması lâzım gelir. Nitekim Z i I h i c c e ´ nin sekizinci gününde yapıldığı sabit olduğu zaman sahih değildir. Bununla beraber kâfi gelmesi istihsan edilmiştir. Çünkü bu şahitlik hüküm altına girmeyen bir şeyi nefye dairdir. Zira bu şahitlikten maksat yapılan haccm sahih olmadığını isbat etmektir. Hac ise hüküm altına girmeyen bir şeydir. Bunun için bu şahitlik kabul olunmaz. Hem de bu öyle bir şeydir ki her zaman ve herkesin başına geldiği için sakınılması mümkün değildir. Bir daha yapmayı söylemek de büyük bir zorluk tîoğu-rur. Bunun için, yapılmış olan, şüpheli dahi olsa onunla yetinmek gerekir. Zilhicce´ nin sekizinci günü yapılan vukuf ise öyle değildir. Çünkü bir gün sonra bir daha yapmak mümkündür. Kaldı ki ibadetlerde, vakti geçtikten sonra yapılan vukufun benzeri var da, vakti gelmeden yapılan vukufun benzeri yoktur. Derler ki: Hakim şu şahitlere: Defolun gidin. Halkın hacet tamamdır» diyerek şahitliklerini reddetmelidir. Çünkü bu şahitlikte bozgun yaratmaktan başka bir yarar yoktur. Eğer Arefe gününün akşamında da Zilhicce hilâlini gördüklerine dair şahitlik ederler ve gecenin kalan kısmında Arafat´a yetişilemiyorsa yine şahitlikleriyle amel edilmez.
(Eğer bayramın ikinci günü birinci cemrenin taşlarını atmadan, ikinci ve üçüncü cemrelerin taşlarını atan kimse, birinci cemrenin taşlarını attıktan sonra bir daha diğer cemrelerin taşlarını atarsa) sünnet olan sıralamayı gözettiği için iyi etmiş olur. Şayet birinci cemrenin taşlarını atmakla yetinip diğer cemrelerin taşlarını bir daha atmasa da, olur.) Zira bu durumda her ne kadar sünnet olan sıralamayı gözetmiş olmuyorsa da hiç değilse yapmamış olduğu vacibi yerine getirmiş olur.
îmam-ı Şafiî: -Eğer bütün cemrelerin taşlarını bir daha atmazsa yalnız birinci cemrenin taşlarını atması kâfi gelmez. Çünkü cemrelerin taşlarını sıra ile atmak gerekir. Sıra ile atılmadığı zaman, tavaftan önce sa´y yapmak, yahut Safa1 dan. önce M e r v e ile sa´ya başlamak gibi olur* demiştir.
Biz diyoruz ki: her bir cemrenin taşlarım atmak başlı başına maksut bir ibadet olduğu için, caiz olması, diğerlerinden önce veya sonra yapmaya bağlı değildir. Sa´y ise, önem bakımından tavaf kadar olmadığı için tavafa tabidir. Bunun için sa´yın tavaftan sonra yapılması gerekir. M e r v e ile sa´ya başlamanın caiz olmaması da, Kur´an-ı Kerim´de Safa ile başlandığı içindir.
(Eğer bir kimse yaya olarak hac yapmayı adarsa, ziyaret tavafını yapmadığı sürece binemez.) el-Mebsut´ta -bu kimse muhayyer olup isterse yaya, isterse binerek hac yapar- diye yazılı ise de el-Ca-mi-üs Sağiyr´deki bu ifadeye göre bu kimseye yaya olarak hac yapmak vâcib olur. Zira asıl şudur ki: bu kimse ibadetini kamil bir şekilde yerine getirmeyi üzerine aldığı için ona, ibadeti o şekilde yerine getirmek vâcib olur. Nasıl ki peşpeşe oruç tutmayı adayan kimse de adadığı orucu peşpeşe tutmak zorundadır. Haccın rükünleri de ziyaret tavafı ile bittiği için bu kimsenin ziyaret tavafını yapıncaya kadar yaya yürümesi gerekir. Sonra, kimisi: «Bu kimse ihrama gırdıgI andan,, kimisi de «evinden yolculuğa çıktığı andan» itiba ren yaya yürümeye başlar. Zira zahir şudur ki. kişi yaya olarak hac ca gitmeyi adarken bu mânâyı kast etmiş olur. Şayet yolculuğu es nasında herhangi bir yerde binerse, haccında bir eksiklik biraktıfrı için ona kurban lâzım gelir- demiştir.
Derler ki: bu kimse ancak, yol uzak olup yaya yürümek ona zor geldiği zaman binebilir. Yol yakın olup yaya yürümek de ona zor gelmemesi halinde ise binmemesi gerekir.[15]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bu hadis gariptir. Ancak Beyhakî onu el-Ma´rife´de İmam-ı Şâfil yoluyla îbn-i Cüreyc´den «Hacda akitlan kanlann en aşağısı bir koyun veya keçidir» şeklinde rivayet etmiştir. {Nasb-urraye c. 3 sn. 160)
[2] Bu hadis yukarıda el-Muvatta ahi 142´de geçtiğini söylediğimiz Câbir (R.A.)´in uzun olan hadisinde geçtiği gibi tmam Ahmed de Müsned´inde c. 1 sh. 26û´da bunu teyid eden bir hadis kaydetmiştir. (Nasb-urraye c. 3 sh. 160)
[3] Sünen-i Arbaalıın kaydettikleri bu hadiste; «Ne sen, ne arkadaşların dan herhangi biri bu kurbanlardan bir şey yemeyin» kısmı yoktur. Onun yerine «Eğer bu kurbanlıklardan Mri güçsüz duruma düşüp yürüyemez olarsa onu kes nalını kanına boya ve onu olduğu gibi halka bırak» şeklinde bir emir vardır. An cak Vakıdfnin Naciye b. Cündüp´ten naklettiği bu hadiste; «Bir tanesi yolda ta kattan düşüp artık yürüyemez oldu. Bunun üzerine EBVA´da Peygamber Efendi miz (S-A.V.)´e gidip durumu anlattım. Peygamber Efendimiz (S.A.V.): «Onu kea nişanlarını kam ile boya ve ne sen, ne de arkadaşlarından herhangi biri ondan yemeyip onu olduğu gibi halka bırak» diye «mretti» şeklinde bir ziyade vardır.
(Fetfc-ûl Kedİr Cilt 3 Sı. 80]
[4] Hac sûresi âyet 28-29
[5] Mâide sûresi âyet 95
[6] Ebû Davud cilt 1 sh. 268, İbn-İ Mâce cilt I sh. 225
[7] Kevser süresi âyet 2
[8] Bakara sûresi âyet 67
[9] Saffat sûresi âyet 107
[10] Buhari c. I sh. 231. Müslim c. 1 sh. 424
[11] îmam Ahmed´in Müsned´i c. 1 sh. 314
[12] Buhar) c. I sh. 232, Müslim c. 2 sh. 423 ve 424, Nesai, Îbn-İ M&ce ve Ebû Davud
[13] Buhart c. 1 sh. 229 ve 230, Müslim c. 1 sh. 426
[14] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/395-401.
[15] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/401-403.