- Haberi Vâhidle Kuran a Yapılan Ziyade

Adsense kodları


Haberi Vâhidle Kuran a Yapılan Ziyade

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sumeyye
Wed 14 September 2011, 11:39 am GMT +0200
c) Haber-i Vâhidle Kur'an'a Yapılan Ziyade


Hanefilere göre, Kur'an nassının hâs olsun, âmm olsun, delâleti katîdir. Bunları ancak kendi kuvvetinde bir nass neshedebilir. Zann-ı galib ifade eden haber-i vâhid, katiyyet ve yakîn ifade eden Kur'an nassının hükmünü değiştiremez. Pezdevî, bu konuda şu örneği veriyor:

"Kur'an'da, 've'rkeû mea'r-râkiîn' [790] buyrularak, rükû' emredilmiştir. Rükû, malum eğilmedir ve ayetle sabit olduğu için farzdır. Buna, sünnetle sabit olan ta'dil-i erkânı da ekleyip bunun da farz olduğu, terkedince nama­zın bozulacağı söylenirse, haber-i vâhidle ayetin hükmü kaldırılmış olur. Zira, ta'dilin rükûa ilâvesi, fer'in asla ilavesidir. Farza ilâve olan şey ise va­cip olur" [791]

Hanefi usulcüleri bu konuda, "nass (Kur'an) üzerine yapılan ziyade neshtir" şeklinde bir kaide geliştirmişlerdir. Serahsî şöyle der: "Nass üzeri­ne ziyade, bize göre, şeklî olarak beyan, manevî olarak neshtir. Bu ziyade, ister illetle ilgili olsun, ister hükümle ilgili olsun aynıdır".[792]  Şafiî'ye göre ise bu, fazlalık umumi olan hükmü tahsisten ibarettir ve bunda nesh manası yoktur.[793]

Hanefi usulcülerin çok önem verdikleri bu kaidenin ilk olarak ne za­man konulduğunu bilmiyoruz. İlk Hanefi usulcülerinden Ebu'l-Hasan el-Kerhî (ö.340) ve talebesi Cassas (ö.370)'ın konuyla ilgili görüşleri bilinmek­tedir.

Kerhfye göre, zina haddine sürgün cezası ilâvesi gibi, Kur'ân-ı Ke-rim'in hükmünü değiştiren her fazlalık neshtir.[794]

Cassas, Ahkâmül-Kur'an'ının birçok yerinde, "Kur'an nassma yapılan zi­yade neshtir" kaidesini zikrederek [795] Kur'an nassını ancak kendi kuvvetin­de bir nassın neshedebileceğini [796] haber-i vâhidle Kur'an'a ziyade yapılamıyacağını ve bununla Kur'an hükmünün neshedilemiyeceğini belirtir.[797]

Serahsî bu hususla ilgili Hanefi mezhebinin delillerini sıralarken, mese­leyi önce aklî olarak izah etmeye çalışır ve şöyle der:

"Hukukullaha giren ibadât, ukubât ve keffaretler, bölünme kabul etmeyen hükümlerdir. Mesela, sabah namazından kılınan bir rekata, sabah namazı denemiyeceği gibi, mu­kim kimsenin öğle namazı olarak kıldığı iki rekat ta öğle namazı olmaz. Zıhar keffareü olarak oruç tutan kimse, bir ay oruç tuttuktan sonra aciz düşse ve geri kalan bir aylık oruç için de 60 fakiri doyursa, keffaretini yerine getir­miş olmaz. Aynı şekilde kazf suçu işleyen kimseye 79 sopa vurulsa, şehâdeti sakıt olmaz. Çünkü kazf haddi 80 sopadır ve onun bir kısmı had yerine geçmez.[798]

Serahsî, bu aklî değerlendirmeleri zikrettikten sonra esas konuya geçe­rek, haber-i vahidin nassa (ayete) nasıl fazlalık oluşturduğunu şöyle açık­lar:

"Zina ayetiyle sabit olan had, celdedir. Şayet buna sürgün cezası ilâve edilirse, celde, had olmaktan çıkar. Çünkü bu durumda celde, haddin tama­mı değil bir kısmı olmuş olur. Haddin bir kısmı ise had sayılmaz. Nasıl ki sebebin bir kısmı, sebeple sabit olan hükmü gerektirmiyorsa, bu da öyledir ve bu yönden bir nesih söz konusudur". [799]

Serahsî, "nassa yapılan ziyadenin nesh olduğu anlaşılınca, nassla sabit olmuş bir hüküm de haber-i vâhid ve kıyasla neshedilemez" diyerek, bununla ilgili şu örnekleri verir:

"Biz, namazda fatihanın okunmasını, namazın bir rüknü saymıyoruz. Çünkü bu nassla sabit olan şeye bir fazlalıktır. Bunun gibi, hadesten taharet (abdest), tavafın rüknü değildir, çünkü bu, nassa ziyadedir... Abdesti bozulan kimse, abdesti için veya cünüp olan kimse guslü için yeterli olmayacak miktarda su bulsa, bu suyu kullanmaz ve teyemmüm yaparlar. Çünkü vacip (farz) olan, temizleyici suyun kullanılmasıdır. Burada az miktar­daki su, taharet hükmündeki sebebin bir kısmı menzilesindedir ve temizleyici değildir. Dolayısıyla onun varlığı teyemmüme mani olmaz".[800]

Serahsî'nin bu aklî açıklamalarının, nassa (Kur'an'a), haberle getirilen ilâve bir hükmün veya tafsilatın, o nassı niçin neshettiğini tam olarak anla­mamıza yardımcı olduğunu söyleyemeyiz. O yüzden böyle bir ziyadenin neshedici olabilmesi için, nassın mefhumuna muanz olması gerektiği belir­tilmiştir. Nassa olumlu veya olumsuz şekilde (İsbaten veya nefyen) muarız olmayan fazlalık nâsih olamaz.[801]

Mesela, Cenab-ı Hak:

"Erkeklerinizden iki şahit tutun, eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden razı olacağınız bir erkek, biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatacak iki kadın olabilir" [802] buyurmaktadır. Burada ikiden daha az şahitle iktifa etmenin caiz olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu yüzden hanefıler şöyle demişlerdir:

"Bir şahit ve yeminle davanın görüleceğini be­yan eden haberlerle Kur'an nassına itiraz caiz değildir".[803]

Bunun izahı şöyle yapılmaktadır: "Bu konuda gelen haberin delil ola­rak kullanılması, ayetin terkini ve Allah'ın bu ayetle emrettiği şahit sayısı­nın düşürülmesini gerektirir. Bir adamın şehadetini kabul eden kimse, Al­lah'ın iki şahitle şehadet hususundaki emrine muhalefet etmiş olur. Bu, başka bir yönden de ayetin manasına aykırıdır. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, aynı ayette şahitlere işaretle, bu şehadetten maksadın ne olduğunu şöyle açıkla­mıştır: "Bu, Allah katında en adil, şahitlik için en sağlam ve şüphelenme­nizden en uzak olandır".[804] Ayrıca, "razı olduğunuz şahitlerden, bir er­kek, biri unuttuğunda diğeri hatırlatacak iki kadın" buyurarak bundan maksadın, ihtiyat, hak sahibine güven telkin etme, şahitlerden şüphe ve töh­meti kaldırmak için yazı ve diğer şahitlerle destekleme olduğunu bildirmiş­tir. Bir şahit ve yeminle hüküm vermede bu manaların tamamı ortadan kalk­makta ve önemi azalmaktadır. Dolayısıyla bu şekilde hüküm verme ayete muhalefet etmek demektir".[805]

Bu konuyla ilgili olarak verilen diğer bir örnek de abdest ve gusülde ni­yetin farz olup olmaması meselesidir. Ebu Hanife, abdest ve gusülde niyeti şart koşmazken, Şafiî bu ikisinin niyetsiz caiz olmayacağım belirtir.

Serahsî'ye göre bunun izahı şöyledir: "Bu konuda delilimiz abdest aye­tidir. Nass da zikredilen, gasl (yıkama) ve mesh tabirleridir. Bunlar niyetsiz gerçekleşen şeylerdir. Niyeti şart koşmak, nassa ziyade yapmak olur. Hal­buki nassın lafzında, niyete delalet eden bir şey yoktur. Ziyade, haber-i vâ­hid ve kıyasla sabit olmaz". [806]

Bununla beraber Ebu Hanife aynı ayetin devamında yeralan feyemmüm için niyeti şart koşmuştur. Çünkü Serahsî'nin izahına göre, teyem­müm lafzı kasttan ibarettir ve ayetin lafzında niyetin şart olduğuna delalet vardır. Çünkü toprak, aslen hadesi giderici bir şey değildir. Teyemmümde sırf taabbüd manası vardır, bu da niyetsiz hasıl olmaz.[807]

Hanelilerin birçok meselede bu kaideye riayet etmedikleri iddia edil­miştir. Konuyla ilgili bir rivayete göre Şafiî, bir şahid ve yeminle muhake­me ettikleri için Medine fukahasım tenkid eden İmam Muhammed'in yanına girer. O, şöyle demektedir:

"Bu, 'erkeklerinizden iki şahid getirin' [808] buyu­ran Allah'ın Kitabına bir fazlalıktır". Şafiî şöyle karşılık verir: "Allah'ın Ki­tabına ziyade olduğunda, haber-i vahidi kabul etmiyorsun. Peki İbn Abbas'ın Resulullah (s.a.v.)'tan rivayet eltiği "varis için vasiyet yoktur" [809] hadisini, Allah'ın, "birinize ölüm geldiği zaman eğer mal birakacaksa, anaya, babaya, yakın akrabaya, güzel bir biçimde vasiyet etmek müttakiler üzerine bir hak­tır" [810]ayetiyle birlikte nasıl kabul ediyorsun". Şafiî daha sonra, abdest ayetiyle beraber mest üzerine meshetme gibi, hanefilerin haber-i vâhidle Kur'an'a ziyade yaptıkları buna benzer meseleleri serdeder.[811]

Hanefileri bu konuda tenkit edenlere göre, bir şahid ve yeminle hüküm venne konusundaki haberler yirmiyi aşkın sahabi tarafından rivayet edildiği ve böylece şöhrete ulaştığı için bunlarla amel terk edilemez.[812]




[790] Bakara: 43.

[791] Pezdevî, Usul, I. 81

[792] Serahsi, Usul. II. 82.

[793] Age-. II, 82.

[794] İbn Kayyım, İ’lâmül-Muvakkıîn.

[795] Ahkâmü'l-Kur'an, I, 35, 139; II. 227, 242, 356.

[796] Age., I, 139, 208; II, 242, 333. 334, 335, 358.

[797] Age., II, 337, 338, 339, 364.

[798] Serahsî, Usul, II, 83.

[799] Age., n, 83,

[800] Age., II, 84.

[801] Keyrânevî, Kavâid fi Ulûmil-Fiklı, 234; Tehânevî. Î'lâü's-Sünen, XV, 370.

[802] Bakara: 282.

[803] Keyrânevî, Kavâıd 234.

[804] Bakara: 282.

[805] Keyrânevî, Kavâid, 234.

[806] Serahsî, Mebsut,I,72.

[807] Serahsi, Mebsut, I, 72-73.

[808] Bakara: 282.

[809] Buhari, Vesaya, 6

[810] Bakara: 180.

[811] Muhadarât, 69.

[812] Muhadarât, 69. Hanefilerin benimsediği bu usulün tenkidi ve bıı kaideye aykırı olarak kabul ettikleri haber-i vâhidler için bkz. İlâmü'l-Muvakkıîn, II, 307. vd, Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 143-146