- Güvendiğimiz Dağlara Kar Yağarsa

Adsense kodları


Güvendiğimiz Dağlara Kar Yağarsa

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
reyyan
Thu 3 November 2011, 07:42 pm GMT +0200
Güvendiğimiz Dağlara Kar Yağarsa


Haziran 2005 - 78.sayı

Ahmet SAFA
kaleme aldı, KAPAKTAKİLER bölümünde yayınlandı.


Münafıklık alameti taşıyan, kötü niyetli, aldatıcı kişilerden zarar gören kimseler, dürüst müslümanlara karşı da itimadını kaybetmektedirler. Nefs ve şeytan onların bu durumlarını işletmekte, dindar insanları, hatta bazen onların yollarını ve yollarının büyüklerini inkâr ettirebilmektedir.

Ticaret, emanet ve borç gibi günlük işlerimizde çevremizdeki müminlere karşı tavrımız nasıl olmalıdır? Dindar görünen insanlara ne derece itimat edebiliriz? Mesela aynı sohbet halkasında bulunduğumuz arkadaşımız bizden borç isterse hemen vermeli miyiz?

Yukarıdaki sorular, bu gibi durumların muhatabı olanları bir hayli meşgul etmekte, konuyla ilgili bazı ölçülere riayet edilmediği için de yığınla zararlara sebebiyet vermektedir. Sonuçta Allah'ın dinini yaşamaya çalışan iyi niyetli müslümanların hayalleri yıkılmakta, bu yüzden maddi zararların yanı sıra büyük manevi zararlar da görmektedirler.

Ancak her şeye rağmen, bazı ölçülere riayet edilmediği için zarara sebebiyet verse de, fazilet yine fazilettir. Onu hakir görüp ondan pişmanlık duymak her zaman haksızlıktır. Fazilet yüzünden gelen zararlar yine faziletle giderilmeye çalışılmalıdır.

Zararı sadece kendine mi?

Diğer taraftan insanların iyi niyetini kötüye kullanmak, ferdî bir cinayet olmanın çok daha ötesindedir. Zararları sadece kişinin kendisini alakadar etmekle kalmayıp, bütün topluma sirayet etmektedir. İnsanların haklarını ihlâl etmekte, cemaati ve cemaatin önündeki mübarek zatları rencide etmektedir. Bu ise nifak alameti olup, Allah Tealâ'nın hakkını ihlâl etmek demektir. Oysa Allah'ın hakkına riayet etmek “ şeâir”dendir . Yani bütün müslümanları alakadar eden alametlerdendir. Şeâir terk edildiği zaman umum cemaat mes'ul olur. O yüzden Allah'ın kullarını aldatıp dalâletlerine sebep olan kişilerin vebalini düşünmek bile insanı dehşete dü ş ürmektedir .

Hz. Peygamber s.a.v. sayıca çok olan münafıklık alametlerini şu üç noktada özetlemiştir:

1. Yalan söylemek,

2. Sözünde durmamak,

3. Emanete hıyanet etmek.

Bunların üçü de topluma yansıyan ve topluma mal olduğu zaman da onu derinden sarsan cürümlerdir. Nifak alameti taşıyan kimseler, dindar bir camianın içinde mütemadiyen karşısındaki insanların güven ve itimadını sarsarlar. Dürüst göründüğü halde başkalarını aldatırlar, iffetli göründükleri halde çirkinliklere açıktırlar. İbadet ehli görünürler fakat ibadete tembeldirler. Takva sahibi görünürler, ancak rahatlıkla yalan söyleyebilir ve ticaretlerine gayr-i meşru kazanç katarlar. Haliyle böyle insanların fena tavırları toplumda infial meydana getirmekte ve müslümanlar hakkında yanlış intibalara sebebiyet vermektedir. İşte bu yüzden münafıklıkla ilgili hükümler gayet ağırdır.

‘Hüsnü zan adem-i itimat'


Bir insana kâfir veya münafık demenin ağır mesuliyeti vardır. Çünkü bir hadis-i şerifte buyrulduğu üzere, şayet bu sözün muhatabı Allah indinde öyle değilse, bu sefer söz sahibine döner. Yani -Allah korusun- söyleyen kâfir veya münafık olur. O bakımdan Ebu Cehil, Ebu Leheb gibi, haklarında ayet veya hadis olan şahısların dışındaki kişilere böyle sözler sarf etmek her zaman için tehlikelidir, gayet temkinli olmak gerekir.

İkinci husus, böyle insanlar hakkında hüküm verirken mümine düşen vazife iyi zanda bulunmaktır. Zira kötü zan günahtır. Ayet-i Kerime'de: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlananınız var mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat, 12) buyurulmaktadır .

Bir kimsede on nifak belirtisi, bir tane de iman belirtisi olsa, o şahıs hakkında mümkün olduğunca iyi zan beslemek mecburiyeti vardır. Hem birkaç nifak alametinden dolayı o adamı bütünüyle münafık saymak da insafsızlık olur. Kişi kendi sıfatlarını kontrol edip Allah'tan korkmalı, fakat başkası için kötü zanda bulunmamaya gayret etmelidir. Müminliğin şiarı budur. Şayet şeytan vesvese verirse kişi kendisinin bozuk sıfatlarını düşünmeli, bu haliyle başkasının halini kendi halinden daha ümitli görmelidir.

Tedbiri elden bırakmadan

Fakat iş o şahısla ticarî bir iş yapmaya, borç vermeye, bir şey emanet etmeye ya da hizmette ona bir sorumluluk vermeye gelince; çok dikkatli olmalı, sorup soruşturmadan itimat etmemelidir. Bediüzzaman Hazretleri bu problemin çözümünü “Hüsnü zan, adem-i itimat: Hakkında iyi zan beslemek, fakat itimat etmemek” sözüyle vecizeleştirmiştir. Yani herkese karşı elden geldiğince hüsnü zan etmeli fakat iyice araştırmadan itimat etmemelidir.

O bakımdan sadece şahsın namazına abdestine bakarak veya cemaatin içinde bulunuşunu dikkate alarak bu gibi konularda itimat etmek büyük zararlara sebebiyet verebilir. Çünkü her müslümanın bütün sıfatları müslüman olmayabilir. Bütün sıfatların müslüman olması ancak kâmil müminlere mahsustur. Özellikle bozuk bir hayatın içinden gelen insanların birdenbire bütün sıfatlarının düzelip mükemmel bir mümin haline gelmesini beklemek çok gerçekçi olmaz.

Aslında nifak alameti taşıyanlara da hizmette bazı sorumluluklar verilebilir. Fakat mahrem meselelerde veya zarar vereceği noktalarda kesinlikle sorumluluk verilmemelidir.

Bir mürşid-i kâmilin terbiyesinde olan insanların çoğu, bir ressamın elinde henüz tamamlanmamış resme benzerler. İleride kabiliyetlerinin sınırına kadar yükselecek ve muhtemelen kâmil bir mümin olacaklardır. Diğer bir kısmı da himmeti nispetinde istifade edecek, fakat kemale eremeden ömrünü tamamlayacaktır. Burada şu noktayı da gözden uzak tutmamak gerekir: Kişinin Allah dostlarından istifadesi kendi talebi nisbetin­dedir . Eğer kuvvetle talep eder, manevi hastalıkları için verilen ilaçları düzenli olarak kullanırsa, o zaman tam istifade eder. Aksi halde büyüklerin feyz ve nisbetinden tam olarak faydalanamaz. O bakımdan büyüklerin yolunda terbiye görenlerin halleri farklı farklıdır. Bu farklılıkları dikkate alarak hüsnü zan etmekle birlikte, herkese itimat edilmemelidir.

Aslına bakılırsa, itimada şayan dürüst kimselerle iş yaparken de tedbiri elden bırakmak yine doğru değildir. Zira bir kimseyle iş, alışveriş, borç alma-verme vs. yaparken her türlü yazışmayı yapmak bizzat Kur'an'ın emridir. Günümüzde bu gibi resmi ve gayrı resmi muamele ve yazışmaları yapmadan, mesela çek, senet, noter muameleleri gibi işlemleri tamamlamadan ortak ticaret yapanların bir çoğu Kur'an-ı Kerim'e uymamanın tokadını yemektedirler. Nefs ve şeytanın her an faaliyette olduğu göz ardı edilmekte, gayet tedbirsiz işler yapılmakta, sonucunda da ceremesi çekilmektedir.

Üç kuvvet ve güvenilir insan


Yukarıda belirttiğimiz nifak çeşidi her ne kadar itikadî olmayıp amelî nifak olsa da, Kur'an-ı Kerim'de vasıfları belirtilen itikadî nifakla da bağlantısı vardır. Zira kökeninde iman zafiyeti ve kâmil imana sahip olamama vardır. Bazı çevrelerce çokça kullanılan bir ifadeyle “eline-beline-diline sağlam” güvenilir bir insan olmanın yolu kâmil imandan geçmektedir. Bu da İslâm ahlâkının mükemmel olmasıyla gerçekleşir. Ahlâkın mükemmelleşmesi ise, insanda bulunan akıl, gazap ve şehvet kuvvetlerinin iyile ş mesi , yani mutedil hale gelmesiyle mümkün olur. Eğer bu kuvvetlerin hepsi iyi olursa, sahibi veli olur. Şayet hepsi kötü olursa, sahibi tam bir şeytana benzer. Bir iki tanesi iyi olursa, o kuvvetlere bağlı olan ahlâkı iyi, diğerleri kötü olur.

Mesela, akıl kuvvetinin aşırısı “cerbeze”dir. Yani kurnazlıkla insanları kandırıp aldatmak, kötü niyetli olmak, hile yapmak vs. dir . Haddinden azı ahmaklık, anlayışsızlık, bönlüktür. Ortası ise, hikmet yani iyi düşünce, isabetli görüş, kabul edilen fikir, tedbir ve sairedir.

Gazap kuvvetinin aşırısı “tehevvür”, yani sonunu düşünmeden işe atılmaktır. Bundan hiddet, düşmanlık, kibir, kendini beğenme böbürlenme vb. haller meydana gelir. Haddinden azı korkaklıktır. Bundan da hakkını arayamama, aşağılık duygusu, aşırı makbul olmayan utangaçlık, hakaret ve alçaklık gibi haller meydana gelir. Ortası ise şecaattir. Bundan da cesaret, hiddeti yenme, iyilik, ihsan, tahammül, yumuşaklık, sebat, metanet, ağırbaşlılık, sevgi ve benzeri iyilikler meydana gelir.

Şehvet kuvvetinin aşırısı “fücur”, yani helal-haram gözetmemektir. Haddinden azı ise, “ humud”dur . Yani helale de harama da pek iştahı olmamaktır. Bu ikisinden zina, harama nazar, oburluk, hırs, yüzsüzlük, israf, haset, cimrilik, riya, boş işler, yaltaklanma, başkasının felaketine sevinme, fakirleri horlama ve benzeri durumlar meydana gelir. Ortası iffettir. Bundan namusluluk, hayâ, sabır, müsamaha, cömertlik, kanaat, şüpheli şeylerden kaçınma, yardım gibi güzel haller meydana gelir.

Hasılı bu üç kuvvet orta halde olursa vücut ülkesinde adalet gerçekleşmiş olur. Yani o kimsenin ahlâkı, hikmet, şecaat, iffet ve adalet olur.

Borç verirken


Hiç şüphesiz, darda olan bir müminin imdadına yetişmek ve ihtiyacını gidermek büyük bir sevaptır. Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz, ahiret gününde Allah Tealâ'nın böylelerinin ihtiyacını karşılayacağını müjdelemektedir.

Borç vermekten maksat yardım etmektir. Maksat Allah rızası için yardım olunca, imkanı nispetinde borçluya mühlet tanımak ve onu sıkıştırmamak gerekir. Kur'an-ı Kerim'de bu hususta şöyle buyrulmaktadır: “Eğer borçlu darlık içindeyse, ona ödeme kolaylığına kadar süre tanıyın. Ve bu gibi borçlulara alacağınızı bağışlayıp sadaka etmeniz, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 280)

Ayet-i kerimede belirtildiği gibi, borç veren kimsenin, borçlunun darlık çekmesi halinde süreyi uzatması veya imkanı varsa bağışlamaya niyet etmesi çok faziletli olur. Ancak şurası da muhakkak ki, herkesin buna gücü yetmez. Özellikle günümüzde alacağını zamanında alamayan bir kimsenin işleri bozulabilir, ticari hayatı sekteye uğrayabilir. Şayet zarar görürse, nefs ve şeytan o kimseyi manen tehlikeli noktalara sürükleyebilir.

O bakımdan borç verilecek kişilerin de iyice araştırılması, gerekiyorsa her türlü teminatın alınması bir zaruret haline gelebilir. Ticari ahlâkı ve niyeti bozuk kişiler tarafından aldatılmamak için bu mutlaka gereklidir.

Fakat kendisi dürüst ve namuslu olduğu halde elinde olmayan sebeplerden dolayı borcunu ödeyemeyen veya geciktiren şahıslara karşı ayet-i kerimede belirtildiği şekilde olabildiğince müsamahalı davranmak gerekir. Ayrıca borç veren kişi, verdiği borcun geri dönmemesi halinde işinin bozulup ailece perişan duruma dü ş meyeceği , yani güç yetirebileceği bir miktarı vermelidir. Zira buna sabretmek ötekine nispetle daha kolaydır.

Netice olarak şunu unutmamalıyız ki, dürüst ve güvenilir olmak müslümanın vazgeçilmez özelliklerinden biridir. Hangi kayıt ve şart altında olunursa olunsun, bu sıfatı gözardı etmek kişinin kendisini çok aşan büyük bir vebaldir.

Diğer taraftan, her türlü muamelede tedbiri elden bırakmamak, muhtemel sonuçları düşünerek hareket etmek de mümin ferasetinin bir gereğidir.

 

HALACAHAN
Sat 23 April 2016, 07:09 pm GMT +0200
Selamun aleykum.. Başlık gerçekten güzel ve hepimiz bu ihanete ugramisizdir.. Aslında böyle böyle insan çevresindekileri tanıyor daha dikkatli adımlar atıyor bir taraftan hayatı öğreniyor.. Tabi ki güvenip bunu asla yapmaz dediğimiz kişilerden gelen kırıcı davranışlari bazen kabul edemiyoruz bile ama iste asıl güzellik burda başlıyor.. Çünkü insanlara nasıl yaklaşmak gerekiyor nasıl bir diyalog gerekiyor ve kısacası karşımızda ki insan hangi dilden anlıyor diye insan güzel muhasebeler yapıyor.. Tabiki uzulebiliriz .. Ancak olsun kazanan yine biz oluyoruz .. Güvenilir olmanın önemini anlayıp bu doğrultuda daha da bilinçli adımlar atarak yaşıyoruz..

HALACAHAN
Sat 23 April 2016, 07:11 pm GMT +0200
Rabbim iyilikten güzellikten hayirli muhabbetlerden yağışlardan bizleri ayirmasin ve bizleri güvenilir kullarindan eylesin karşımıza da hayirli ve güvenimizi sarsmayacak sağlam maneviyatli insanlar çıkarsın..Amin