ecenur
Mon 10 May 2010, 03:43 pm GMT +0200
Hidaye Tercümesi / Gusül
Abdest Ve Gusülde Kullanilmasi Caiz Olan Ve Olmayan Sular
Kuyular Hakkında.
Artıklarla Diğer Bazı Şeylerin Hükmü Hakkında Bir Fasıl
GUSÜL BABI
(Gusülde ağız ve burnun içleri ile vücudun hepisîni yıkamak farzdır.) İmam-ı Şafiî´ye göre ağız ile burnun içini yıkamak sünnettirler. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); On şey fıtrat (yani sünneUtendir» ([1]) diye buyururken ağız ile burnun içini yıkamayı o on şeyden saymıştır. Bunun içindir ki bunlar abdestte de sünnet olmuşlardır. Biz ise; «Eğer cünüp iseniz temizlenin- ([2]) diye buyurulmuştur. Temizlenmek ise, suyun ulaşabildiği vücudun her yerini yıkamakla olur. Fakat abdest öyle değildir. Çünkü onda yüzün yıkanması emredilmiştir. Ağız ve burnun içleriyle yüzleşme olmadığı için bunlar yüzden sayılmazlar. Yukarıda geçen hadis de kişinin abdestsiz olduğu zamana mahmuldür. Zira Peygamber Efendimiz bir hadiste. «Bunlar cünüplükten yıkanmada farz, abdestte sünnettirler.» ([3]) buyurmuştur.
(Gusletmek istiyen kimsenin, önce ellerini, sonra avret yerlerini yıkaması, sonra -eğer vücudu üzerinde bir necaset varsa- o necaseti gidermesi, sonra -ayakları dışında- namaz için abdest alır gibi bir abdest alması sonra suyu başına ve vücudunun diğer yerlerine -üç defa- dökmesi, sonra durduğu yerden ayrılıp ayaklarını yıkaması sünnettir.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in eşi Hz. Meymûne (Radıyallâhü anhâ) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in bu şekilde guslettiğini rivayet etmiştir. Kişinin yıkandığı yerden ayrılıp ondan sonra ayaklarını yıkamasının sebebi: Çünkü yıkandığı yerde biriken suyun içinde ayaklarını yıkamasının bir faydası yoktur. Şayet yıkandığı yer yüksek olduğu için orada su birikmiyorsa, o zaman ayaklarını yıkamayı sonraya bırakmaz. Üstüne su dökmeden önce vücudu üzerindeki necaseti gidermesinin sebebi de, necasetin suyun değmesiyle yu-muşayıp vücudun diğer yerlerine dağılmasını önlemektir.
(Kadının, guslederken saç örgülerini açması gerekmez.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), eşi Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ)´ya; «Suyun, saçının diplerine ulaşması sana yetmez mi?- ([4]) buyurmuştur. Sahih olan kavle göre kadına, saç örgülerinin içini ıslatması da gerekli değildir. Fakat sakalın içini ıslatmak -bir zorunluk bulunmadıkça- gerekir.[5]
Guslü Gerektiren Şeyler De Şunlardır.
1- İster erkek, ister kadın, ister uyanıkken, ister uykuda olsun, kişiden meninin atarak ve şehvetle çıkması.) İ m a m -ı Ş â-f i î´ ye göre meninin çıkması ne şekilde olursa olsun gusîü gerektirir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);Su ancak sudan (yani gusül ancak meniden) lâzımgelir.- ([6]) buyurmuştur.
Biz diyoruz ki: Cenâb-ı Hak. cünüp olan kimseye yıkanmayı emir buyurmuştur. Cünüplüğün de sözlük anlamı meninin şehvetle çıkmasıdır. Nitekim Araplar »Falanca adam cünüp oldu- dedikleri zaman -Kadınla cinsel ilişkide bulundu- demek isterler. î m a m-ı Şafii´ nin dayandığı hadis de meninin şehvetle çıkması haline mahmuldür. Zira hadisteki ikinci «su- kelimesi amm olup mezi, ve-di ve şehvetle çıkan ve çıkmayan menilerin ikisine şâmil bulunduğundan, bu mânâda kalması mümkün değildir. O halde ondan murat, en has mânâsı olan şehvetle çıkan menidir.
Sonra, imam Ebû Hanife ile İmam Muham-m e d´ e göre muteber olan, meninin şehvetle yerinden aynlması- dır. İmam Ebû Yûsuf´a göre ise, şehvetle çıkması da şarttır. Zira gusül lâzımgeimek -hem şehvet ve hem de meninin çıkması olmak üzere- iki şarta bağlıdır. O halde bu iki şart bir arada olmayınca hüküm terettüp etmez. İmam Ebü Hanife ile İmam Muhammed ihtiyatlı davranarak ekseriyeti nazara almışlardır. Zira meni şehvetle yerinden ayrılınca ekseriyetle şehvetle çıkar da, şehvetle yerinden ayrılıp da, şehvetsiz olarak çıkması çok ender vâki olur. Bunun için ihtiyatın gereği, her iki durumda da gusül lâzım gelmesidir.
2 –(Erkek ile kadının tenasül uzuvlarının birbirine rastlaması.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «İki sünnet yeri birbirine rastlayıp kertik kaybolunca -meni insin inmesin- gusül lâzım gelir- ([7]) buyurmuştur. Ayrıca, iki tenasül uzvu birbirine rastlarken –ekseriyetle- meni çıktığı için olabilir ki çıkar da, kişi farkında olamaz. Bunun için, meni çıkmasa bile, guslü gerektirmede iki tenasül uzvunun birbirine rastlaması, meninin çıkması yerine kâim olmuştur. Erkek zekerinin bir başkasının makadına da girmesi guslü gerektirir. Çünkü bu da meninin çıkmasına kuvvetli bir sebeptir. Bu durumda yapana gusül lâzım geldiği gibi, ihtiyatan yapılana da lâzım gelir. Fakat hayvanlarla veya hut insanın iki avreti dışında kalan diğer yerleriyle cima eden kimseye -eğer menisi çıkmazsa- gusül lâzım gelmez. Çünkü bu hallerde meninin çıkmasına yolaçan sebep zaiftir.
3- (Kadının aybaşı hali.) Zira Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) :i «Kadınlara, temizlenmedikçe yaklaşmayınız» ([8]) buyurmuştur.
4-( Loğusalık.) Çünkü loğusalığın guslü gerektirdiğinde icma vardır. (Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma, iki bayram ve Arefe günlerinde ve ayrıca ihrama girerken gusletmeyi sünnet kılmıştır.) K u d u r i´ nin sünnet dediği bu gusüllere kimisi müstahap demiştir, imam Muhammed de Cuma gus-!ü hakkında -İyidir- tabirini kullanmıştır, t m a m Mâlik de;«Cuma namazına gitmek istiyen kimse gusletsin ([9]) hadisine dayanarak Cuma guslünün vâcib olduğuna kail olmuştur. Biz ise; «Kim ki Cuma günü abdest alırsa, çok güzel bir şey yapmış olur ve kim ki guslederse, onun yaptığı, daha üstün sevaphdır- ([10]) hadisine dayanıyoruz. Zira bu hadis ile taarruz eder gibi görünen imam Mâlik´in hadisi ya nedbe mahmuldür, ya da mensuh-tur.
imam Ebû Yûsuf´a göre Cuma gusiünün sünnet olması Cuma namazı içindir ve sahih olan görüş budur. Çünkü namazın fazileti vaktin faziletinden daha üstündür. Hem de temizlik namazın şartıdır. Hasan İbn-i Ziyad ise: -Cuma gus-lünün sünnet olması Cuma gününün fazileti içindir- ([11]) demiştir.
Cuma gününde olduğu gibi bayram günlerinde de biraraya gelen insanların birbirlerinin kir kokusundan rahatsız olmamaları için gusletmek müstahaptır. Arefe günü ile ihrama girerken gusletmenin niçin sünnet olduğunu -Allah izin verirse- Hacc menâsiki bahsinde anlatacağız.
(Mezi ile vedinin çıkmasından dolayı gusül lâzım gelmez. Bunların çıkması ile sadece abdest bozulur.l Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-Erkeklik gücüne sahip olan herkes mezilenir. Me-ziden sadece abdest almak gerekir» ([12]) buyurmuştur. Vedi, bevil den sonra çıkan kalın bir vebildir. Bunun için o da bevil hükmündedir. Meni, beyaz, kalın ve çıkması ile şehvet kırılan bir sudur. Mezi de beyazımsı ve ince olup erkek, kadınla öpüşüp oynaşırken çıkan bir sudur. Bu tarifler H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ´dan gelmiştir.[13]
Abdest Ve Gusülde Kullanilmasi Caiz Olan Ve Olmayan Sular
{Dere, çeşme, kuyu, deniz ve yağmur sulan ile abdest alınabilir ve gusül edilebilir.) Zira Cenâb-ı Hak;
-Biz göklerden temizleyici bir su indirmiş bulunuyoruz- ([14]) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de; -Su temizleyicidir ve onun rengini, ya da tad veya kokusunu değiştirmedikçe hiç bir şey onu necis kılmaz» ([15]) ve deniz hakkında da; «O, suyu temizleyici ve murdarı helâl olan şeydir- ([16]) diye buyurmuştur. -Su- da denildiği zaman ondan yukanda geçen sular anlaşılmış olur.
(Ağaç ve meyvalardan sıkılıp çıkarılan sular ise abdest ve gusül-de kullanılamaz,) Çünkü bu tür sulara yalnız -su- denilemez ve su bulunmadığı zaman teyemmüm etmekle emrolunmuşuzdur. Bu tür sular, hakiki ve hükmi necasetleri gidermede suyun gördüğü işi gördükleri için suya her ne kadar kıyas edilebiliyorsa da, abdestsizli-ğin ne hakikî ve ne de hükmi bir necaset olmayıp abdest uzuvlarını yıkama vücubunun taabbüdi olduğundan onda nassm dışına çıkılamaz. Fakat budanmış üzüm ağacından damlayan su ile-1 m a m Ebû Yûsuf´un «Cevami-inde söylediğine göre — abdest alınabilir. Çünkü bu, sıkma ile elde edilen bir su değildir. Kuduri, sıkmayı şart koşmakla buna işaret etmiştir,
(Sirke, çorba, etsuyu, gülsuyu, sulu sebze yemekleri ve diğer içecekler gibi, başka şeylerin karışması ile su özelliğini yitiren sularla abdest alınamaz.) Çünkü bunlara su denilemez. Sulu sebze yemeklerinden maksat, sebzenin, içinde pişmesiyle suyu kalınlaşmış olan yemeklerdir. Zira ateşe koymaksızm içindeki sebzenin rengini alan su ile abdest alınabilir.
(Sel suları gibi, bulanık veyahut, içine süt, safran, sabun gibi yabancı ve fakat necis olmayan bir maddenin karışması ile vasıflarından biri değişen bir su ile abdest ve gusül alınabilir.) 1 m a m -1 Şâfiİ (Allah rahmet eylesin) :
«Safran suyu ve benzeri gibi, toprak cinsinden olmayan bir şeyin, içine karışması ile rengi değişen su ile abdest alınamaz. Zira bu suya «su- denilemez. Nitekim ona -su» değil, «Safran suyu- denilir. Fakat toprak cinsinden olan herhangi bir şey öyle değildir. Çünkü su hiç bir zaman topraktan an olamaz» demiştir. Biz diyoruz ki :
Safran ve benzerinin karışması ile su, suluktan çıkmadığı gibi onun -ayran, sirke ve çorba gibi- «Su»dan başka bir adı da yoktur. Ona «Safran suyu- dememiz, «Kuyu» veya -Çeşme suyu» dememiz kabilindendir. Suyun kuyu veya çeşmeye izafesi suya nasıl suluktan başka bir vasıf kazandırmıyorsa,, bu da Öyledir. Bir de, suyu topraktan korumak mümkün olmadığı için, ona az miktarda kansan toprağın nasıl önemi yoksa, suya az miktarda kansan safranın da önemi yoktur. Çünkü suyun suluktan çıkması -sahih olan görüşe göre- renginin değişmesi ile değil, ona kansan şeyin çokluğu iledir. Ancak eğer suyun rengi, içinde yabancı bir şeyi kaynatmak suretiyle değişirse, o zaman, gökten yağdığı zamanki tabii durumunu koruyamadığı için onunla abdest alınmaz. Çünkü ateş onun tabii vasfını değiştirmiş olur. Meğer içinde -sabun ve benzeri gibi- temizleyici gücünü arttıran bir yabancı madde kaynatılmış olsun. Nitekim ölüyü, içinde hatmi kaynatılmış su ile yıkamanın sünnet olduğuna dair hadis vardır. Ancak eğer içinde kaynatılan şey -sulu kavut gibi- ona su denemiyecek kadar onu kalınlaştırırsa -içinde kaynatılan şey- sabun gibi -suyun temizleyici gücünü arttıran bir şey bile olsa- onunla abdest alınamaz. Çünkü bu durumda olan bir suya artık su denmez. (İçine necaset giren herhangi bir su ile -necaset ister az ister çok olsun- abdest alınamaz.) imam Mâlik (Allah rahmet eylesin) yukarıda metni geçen;
«Su temizleyicidir. -Rengini, ya da tad veya kokusunu bozmadıkça- hiç bir şey onu necis etmez» hadisine dayanarak, içine giren necasetin, herhangi bir vasiun bozmadığı su ile abdest alınabildiğine kail olmuştur.
İmam-ı Şafii de (Allah rahmet eylesin) : «İçine necaset giren su -herhangi bir vasfı bozulmamış olmak şartı ile- eğer kul-leteyin miktarı olursa onunla abdest alınabilir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Su kulleteyin miktarına ulaşınca necaset taşımaz» ([17]) buyurmuştur» demiştir. Bizim dayanağımız ise, metni abdestin sünnetleri bahsinde geçen; «Herhangi biriniz uykudan uyandığı zaman, elini üç kez yıkamadan kaba daldırmasın. Zira elinin nerelerde dolaştığını bilemez» ve; «Herhangi biriniz durgun suya bevletmesin ve onda cünüplükten gusletmesin» ([18]) hadisleridir. Zira t m a m M â 1 i k´ in hadisi B u d a a kuyusu hakkında «Necaset taşıyamaz, necis olur» demektir. (içine necaset giren akar su ile -eğer ona giren necasetten birz görülmezse- abdest alınabilir.) Necasetin izi, necasetin rengi, kokusu veya tadıdır. Akar su da, kullanılırken yerinde durmayıp giden ve yerine bir başka su gelen su demektir. Kimisi de Bir saman çöpünü sürükleyebilecek kadar olan su, akar sudur» demiştir. (Bir tarafına dokunulurken diğer tarafı çalkalanmayan bir büyük göle necaset girerse, necasetin girmediği taraftan abdest alınabilir. Zira durum, necasetin o tarafa varamadığını göstermektedir.)
Çünkü böyle büyük bir suyun bir tarafında bulunan necasetin, suyun her tarafına dağılmış olması pek akla gelmez. Rivayete göre İmam Ebû Hanife (Allah rahmet eylesin) :
-Eğer gölün bir kenarında yıkanma ile diğer kenarı kıpırdamazsa, göl büyüktür^ demiştir, ki İmam Ebû Yûsuf da (Allah rahmet eylesin) bu görüştedir. Hattâ -rivayete göre- İmam Ebû Yûsuf.-Eğer gölün bir kenarı içinde bir tek eî hareketiyle, diğer kenarı kıpırdamazsa, göl büyüktür» diye söylemiştir. İmam Muham-m e d ´ e göre ise, gölün bir yanından kişinin abdest alması, eğer gölün öbür yanını kıpırdatmazsa göl büyüktür. Birinci görüş, havuzlarda abdestten çok, yıkanmaya ihtiyaç bulunduğu düşüncesine dayanır. Kimisi de -kolaylık olsun diye- havuzun büyüklük ve küçüklüğünü yüzölçümü itibariyle takdir ederek :
-Eğer havuzun eni ile uzunluğu onar arşm olursa, havuz büyüktür» demiştir, ki bu gün fetva buna göredir. Bir arşın yedi kabzadır. Derinlikte de ölçü, -sahih olan görüşe göre- havuzdan su avuçlandığı zaman, elin havuzun dibine değmemesidir. K u d u r i -Necasetin girmediği taraftan abdest alınabilir- sözü ile, necasetin girdiği tarafın necis olduğuna işaret etmiştir. İmam Ebü Yûsuf tan ise :Akar suda olduğu gibi, gölde de eğer necaset izi görülmezse, necasetin düştüğü yer necis değildir, diye söylediği rivayet olunmaktadır.
(Arı, pire, sinek, akrep ve benzerî gibi kanı akmayan canlıların suda ölmesi suyu necis etmez.) îmam-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Necis eder. Çünkü etlerinin haram olması necis olduklarını gösterir. Fakat sirke veyahut meyvalar içinde ölen kurtlar öyle değildir. Çünkü onda zaruret vardır» demiştir. ([19]) Bizim dayanağımız, Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s selâm)´in; -Ey Selman, her yiyecek ve içecek ki, içine kanı bulunmayan bir canlı düşüp ölürse, yiyilmesi, içilmesi ve ondan abdest alınması helâldir» ([20]) hadisidir. Kaldı ki sıvı, içinde Ölen canlının vücudunda bulunan akar kanın ona karışması ile necis olur. Çünkü necis olan, akar kandır. Bunun içindir ki kesilen hayvan temizdir de. kesilmeden ölen hayvan murdardır. Zira hayvanın akar kanı kesilmekle gider. Kesilmeden ölen hayvanın kanı ise, damarlarında pıhtılaşıp kalır. Bu tür canlılarda ise, sıvıya karışacak kadar akar kanın bulunmadığını farz ediyoruz. Herhangi bir şeyi yemenin haram olması da, o şeyin necis olduğunu gerektirmez. Nitekim çamur, yiyilmesi haram u´duğu halde necis değildir.
(Balık, kurbağa ve yengeç gibi, suda yaşıyan canlıların suda ölmeleri suyu necis etmez.) îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) yukarıdaki yargıyı yaparak :•Balıktan başka, her canlının ölmesi, necis kılar» demiştir. Biz diyoruz ki: Bu canlılar, sudan oluştukları için, suda öldükleri zaman onlara necis hükmü verilmez. Nitekim, bozulup kana dönüşen yumurta da, bu nedenle necis değildir. Kaldı ki bu saydığımız canlılarda akar kan da yoktur. Zira akar kanı olan canlılar, suda barınmazlar.
Saydığımız bu canlılar, sudan başka bir sıvıda ölmeleri halinde ise, kimisi ı -Kaynaklan olmayan sıvıda öldükleri için sıvıyı necis ederler», kimisi de: -Akar kanları olmadığı için necis etmezler» demiştir, ki en sıhhatli olan görüş budur. Bu hükümde kara ile su kurbağalan arasında fark yoktur. Kimisi de : -Kara kurbağası, hem akar kanı bulunduğu ve hem de kaynağında ölmediği için, necis eder» demiştir.
Suda yaşıyan canlılar, suda doğup büyüyen ve suyun içinde kalan canlılardır. Karada doğup suda geçimlerini sağlayan canlılar ise, necis ederler. (Müsta´mel) yani daha önce abdest veya gusülde kullanılmış olan fsu bir daha abdest veya gusülde kullanılamaz.) İmam Mâlik ile İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) :«Kesici olan .bir âlet herhangi bir şeyi nsisıl bir kaç kez kesiyorsa, necaseti giderici olan su da, necaseti bir kaç kez giderir» diyerek bu görüşe katılmamışlardır. İmam Züfer de: «Eğer daha Önce onunla abdest alan kimse abdestli idiyse, onunla bir daha abdest alınabilir, değil idiyse, necis değil, fakat bir daha onunla abdest alınamaz. Çünkü abdestsiz olan kimsenin uzuvları hakikaten necis olmadığı için, o uzuvlarda kullanılmış otan suyun necis olmaması, hükmen necis olduğu için de necis olması lazım gelir. îşte bu iki ihtimali göz önünde bulundurarak bu suya necis diyemeyiz. Ancak necaseti giderici değildir- demiştir, ki I m a m -1 Şafii´ nin bir görüşü de bu yoldadır. ([21]) İmam Muham-m e d de (Allah rahmet eylesin) : «Müsta´mel su-onu kullanmış olan kimse ister abdestli, ister abdestsiz olsun- necis değildir. Fakat onunla bir daha abdest alınamaz- demiştir, ki îmam Ebû Hanif e´ den de (Allah rahmet eylesin) bu yolda bir rivayet vardır. Çünkü necis olmayan bir şey, necis olmayan bir başka şeye değmesiyle necis olmaz. Ne-varki, bu su ile bir dini görev ifa edildiği için -zekât malı gibi- kirli sayılıp temizleyicilik vasfını yitirmiştir. İmam Ebû H a -nife ile İmam Ebû Yûsuf ise: «Müsta´mel su necistir. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-sa-lâtü ve´s-selâm) yukarıda metni geçen hadiste; -Herhangi biriniz durgun suya bevletmesin ve durgun suda cü-nüplükten gusletmesin- buyurarak hakimi ile hükmi necaseti eşit tutmuştur. Kaldı ki hakiki necaseti gideren su necis olunca, hükmi necaseti gideren su niçin necis olmasın- demişlerdir. Hatta Hasan İbn-i Ziyad´ın rivayetine göre îmam Ebû Hani f e (Allah rahmet eylesin) bu suya, hakiki necaseti yıkamada kullanılmış suya kıyas ederek -ağır necis- demiştir. İmam E b ü Y u s u f ´ un rivayetine göre ise, îmam Ebû Ha n i f e bu suyun hafif necis olduğuna kaildir.
(Müsta´mel su : abdestsizlik veya cünüplüğü gidermiş veya sevap kastı ile insan bedeninde kullanılmış olan su demektir.) Bu tarif İmam Ebü Yûsuf´a göredir. Kimisi: «İmam Ebû H a n i f e de buna kaildir- demiştir. İmam Munammed ise: -Su, sevap kastı üe insan bedeninde kullanılmadıkça müsta´mel olmaz. Çünkü insandaki günah kirinin suya geçmesiyle su kirlenir. Günah kiri de ancak, suyun sevap kastı ile kullanıldığı takdirde suya geçer- demiştir. İmam Ebû Yûsuf ise: «Kişi üzerinden abdestsizlik veya cünüplük hükmünün kalkması ile de su müsta´mel olur» demiştir, ki buna göre su -sevap kastı ile kullanılması ve onunla abdestsizlik veya cünüplüğün kalkması olmak üzere- iki halde müsta´mel olur. Su müsta´mel olunca da -sahih kavle göre- bedenden ayrıldıktan sonra müsta´mel sayılır. Çünkü su daha beden üzerinde iken onu müsta´mel saymamak mecburiyeti vardır. Suyun bedenden ayrılması ile bu mecburiyet kalkar. Buna göre, eğer cünüp olan bir kimse, kuyunun dibine düşen herhangi bir şeyi çıkarmak için suya dalarsa, îmam Ebû Yûsuf´a göre bu kimsenin ne cünüplüğü kalkar ve ne de kuyunun suyu necis olur. Kişinin cünüplüğü kalkmaz. Çünkü îmam Ebû Yûsuf´a göre cünüplüğün kalkması için kişinin, suyu üstüne dökmesi şarttır. Kuyunun suyu da necis olmaz. Çünkü bu su ne sevap kastı ile kullanılmış ve ne de onunla kişinin üzerinden cünüplük kalkmıştır. îmam Muhammed´e göre adamın cünüplüğü kalkar. Çünkü ona göre suyu üstüne dökmesi şart değildir. Fakat kuyunun suyu müsta´mel olmaz. Çünkü adam sevap kastı ile suya girmemiştir. İmam Ebû Hanife´ye göre ise, adamın cünüplüğü kalkmaz ve su da necis olur. Çünkü adamın bedeninden ilk uzvun suya girmesiyle o uzuv üzerindeki cünüplük kalktığı için su necis olur ve necis olan bu su ile adamın bedeninden geri kalan kısmının cünüplüğü kalkmadığı için adam cünüp kalır. îmam Ebü Hanif e´ den: -Adamın cünüplüğü kalkar. Çünkü su bedenden ayrılmadıkça ona müsta´mel hükmü verilmez- diye söylediği de rivayet olunmuştur, ki rivayetlerin en uygunu budur.
(Domuz ve insan derilerinden başka, bütün canlıların derisi tabaklanmakla teiniz olur ve dolayısiyle hem üzerinde namaz kılına-bilir ve hem de -eğer tulum olarak kullanılırsa- onun suyundan abdest alınabilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :-Ham olan herhangi bir deri, tabaklanınca temizlenmiş olur- ([22]) buyurmuştur. Hadisteki umum «Murdar hayvanın derisi tabaklanmakla temiz olmaz- diyen î m a m M a -1 i k´ in görüşüne karşıdır. İmam Malik, murdar hayvanın derisini kullanmaktan nehyeden; -Murdann derisini kullanmayınız.- ([23]) hadisine dayanmıştır. Halbuki bu iki hadis arasında taaruz yoktur. Zira bu hadiste İhab tabiri kullanılmıştır, ki ham deri demektir. Buna göre hadisin mânâsı «Murdarın derisini ham olarak kullanmayınız» demek olur.
Hadis, köpeğin necisül´ayn olup derisinin tabaklanmakla temiz olmadığına kail olan İmam-ı Şafii´ nin görüşüne de karşıdır. Zira köpek necisül´ayn değildir. Nitekim avcılık ve koruyuculukta köpekten yararlanılır. Necisül´ayn olsaydı ondan yararlanmak caiz olmazdı. Fakat domuz köpek gibi değil, necisül´ayndır. Zira Kur´-ân-ı Kerim´de domuzun pis olduğu, nassan ifâde buyurulmuştur. İnsan da şerefli bir varlık olduğu için onun vücut parçalanndan yararlanmak caiz değildir. Bunun için domuz ile insan derileri hadisin şümulü dışında kalırlar.
Güneşte kurutmak veyahut üstüne toprak sermek gibi basit bir ameliye bile olsa, derinin kokuşup çürümesini önliyen her çeşit İşlem tabaklanmaktır. Çünkü gaye, derinin çürümemesi olduğuna göre herhangi bir şeyi şart koşmada bir mana yoktur.
Şunu da bilelim ki: Derisi tabaklanmakla temizlenen her hayvan -eti yiyilen cinsten olsun olmasın- eğer kesilirse hem derisi ve- sahih olan kavle göre- hem eti necis değildir. Çünkü vücuttaki necis olan rutubetler kesilme ile gider.
(Murdar hayvanın kılları ile kemikleri necis değildir.) 1 m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) kıl ve kemiklerin de murdar vücudun birer parçası olduğunu ileri sürerek necis olduklarını söylemiştir. Biz diyoruz ki:
Murdar, kesilmeden ölen demektir, ölüm ise, can taşıyan varlıktan canının çıkmasıdır. Kıl ve kemikte ise can yoktur. Olsaydı, kesilince acı duyulacaktı. Însan ölüsünün de kılları ve kemikleri necis değildir.) 1 m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) insan ölüsünün kıl ve kemiklerini kullanmanın ve satışını yapmanın caiz olmadığına dayanarak necis oldukları görüşünde bulunmuştur. ([24]) Biz diyoruz ki: İnsan ölüsünün kıl ve kemiklerini kullanmanın ve satışını yapmanın caiz olmamasından, necis oldukları anlaşılmaz. Şerefli kılman insana saygısızlık olur diye cesedinden yararlanmaya izin verilmemiştir.[25]
Abdest Ve Gusülde Kullanilmasi Caiz Olan Ve Olmayan Sular
Kuyular Hakkında.
Artıklarla Diğer Bazı Şeylerin Hükmü Hakkında Bir Fasıl
GUSÜL BABI
(Gusülde ağız ve burnun içleri ile vücudun hepisîni yıkamak farzdır.) İmam-ı Şafiî´ye göre ağız ile burnun içini yıkamak sünnettirler. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); On şey fıtrat (yani sünneUtendir» ([1]) diye buyururken ağız ile burnun içini yıkamayı o on şeyden saymıştır. Bunun içindir ki bunlar abdestte de sünnet olmuşlardır. Biz ise; «Eğer cünüp iseniz temizlenin- ([2]) diye buyurulmuştur. Temizlenmek ise, suyun ulaşabildiği vücudun her yerini yıkamakla olur. Fakat abdest öyle değildir. Çünkü onda yüzün yıkanması emredilmiştir. Ağız ve burnun içleriyle yüzleşme olmadığı için bunlar yüzden sayılmazlar. Yukarıda geçen hadis de kişinin abdestsiz olduğu zamana mahmuldür. Zira Peygamber Efendimiz bir hadiste. «Bunlar cünüplükten yıkanmada farz, abdestte sünnettirler.» ([3]) buyurmuştur.
(Gusletmek istiyen kimsenin, önce ellerini, sonra avret yerlerini yıkaması, sonra -eğer vücudu üzerinde bir necaset varsa- o necaseti gidermesi, sonra -ayakları dışında- namaz için abdest alır gibi bir abdest alması sonra suyu başına ve vücudunun diğer yerlerine -üç defa- dökmesi, sonra durduğu yerden ayrılıp ayaklarını yıkaması sünnettir.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in eşi Hz. Meymûne (Radıyallâhü anhâ) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in bu şekilde guslettiğini rivayet etmiştir. Kişinin yıkandığı yerden ayrılıp ondan sonra ayaklarını yıkamasının sebebi: Çünkü yıkandığı yerde biriken suyun içinde ayaklarını yıkamasının bir faydası yoktur. Şayet yıkandığı yer yüksek olduğu için orada su birikmiyorsa, o zaman ayaklarını yıkamayı sonraya bırakmaz. Üstüne su dökmeden önce vücudu üzerindeki necaseti gidermesinin sebebi de, necasetin suyun değmesiyle yu-muşayıp vücudun diğer yerlerine dağılmasını önlemektir.
(Kadının, guslederken saç örgülerini açması gerekmez.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), eşi Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ)´ya; «Suyun, saçının diplerine ulaşması sana yetmez mi?- ([4]) buyurmuştur. Sahih olan kavle göre kadına, saç örgülerinin içini ıslatması da gerekli değildir. Fakat sakalın içini ıslatmak -bir zorunluk bulunmadıkça- gerekir.[5]
Guslü Gerektiren Şeyler De Şunlardır.
1- İster erkek, ister kadın, ister uyanıkken, ister uykuda olsun, kişiden meninin atarak ve şehvetle çıkması.) İ m a m -ı Ş â-f i î´ ye göre meninin çıkması ne şekilde olursa olsun gusîü gerektirir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);Su ancak sudan (yani gusül ancak meniden) lâzımgelir.- ([6]) buyurmuştur.
Biz diyoruz ki: Cenâb-ı Hak. cünüp olan kimseye yıkanmayı emir buyurmuştur. Cünüplüğün de sözlük anlamı meninin şehvetle çıkmasıdır. Nitekim Araplar »Falanca adam cünüp oldu- dedikleri zaman -Kadınla cinsel ilişkide bulundu- demek isterler. î m a m-ı Şafii´ nin dayandığı hadis de meninin şehvetle çıkması haline mahmuldür. Zira hadisteki ikinci «su- kelimesi amm olup mezi, ve-di ve şehvetle çıkan ve çıkmayan menilerin ikisine şâmil bulunduğundan, bu mânâda kalması mümkün değildir. O halde ondan murat, en has mânâsı olan şehvetle çıkan menidir.
Sonra, imam Ebû Hanife ile İmam Muham-m e d´ e göre muteber olan, meninin şehvetle yerinden aynlması- dır. İmam Ebû Yûsuf´a göre ise, şehvetle çıkması da şarttır. Zira gusül lâzımgeimek -hem şehvet ve hem de meninin çıkması olmak üzere- iki şarta bağlıdır. O halde bu iki şart bir arada olmayınca hüküm terettüp etmez. İmam Ebü Hanife ile İmam Muhammed ihtiyatlı davranarak ekseriyeti nazara almışlardır. Zira meni şehvetle yerinden ayrılınca ekseriyetle şehvetle çıkar da, şehvetle yerinden ayrılıp da, şehvetsiz olarak çıkması çok ender vâki olur. Bunun için ihtiyatın gereği, her iki durumda da gusül lâzım gelmesidir.
2 –(Erkek ile kadının tenasül uzuvlarının birbirine rastlaması.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «İki sünnet yeri birbirine rastlayıp kertik kaybolunca -meni insin inmesin- gusül lâzım gelir- ([7]) buyurmuştur. Ayrıca, iki tenasül uzvu birbirine rastlarken –ekseriyetle- meni çıktığı için olabilir ki çıkar da, kişi farkında olamaz. Bunun için, meni çıkmasa bile, guslü gerektirmede iki tenasül uzvunun birbirine rastlaması, meninin çıkması yerine kâim olmuştur. Erkek zekerinin bir başkasının makadına da girmesi guslü gerektirir. Çünkü bu da meninin çıkmasına kuvvetli bir sebeptir. Bu durumda yapana gusül lâzım geldiği gibi, ihtiyatan yapılana da lâzım gelir. Fakat hayvanlarla veya hut insanın iki avreti dışında kalan diğer yerleriyle cima eden kimseye -eğer menisi çıkmazsa- gusül lâzım gelmez. Çünkü bu hallerde meninin çıkmasına yolaçan sebep zaiftir.
3- (Kadının aybaşı hali.) Zira Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) :i «Kadınlara, temizlenmedikçe yaklaşmayınız» ([8]) buyurmuştur.
4-( Loğusalık.) Çünkü loğusalığın guslü gerektirdiğinde icma vardır. (Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma, iki bayram ve Arefe günlerinde ve ayrıca ihrama girerken gusletmeyi sünnet kılmıştır.) K u d u r i´ nin sünnet dediği bu gusüllere kimisi müstahap demiştir, imam Muhammed de Cuma gus-!ü hakkında -İyidir- tabirini kullanmıştır, t m a m Mâlik de;«Cuma namazına gitmek istiyen kimse gusletsin ([9]) hadisine dayanarak Cuma guslünün vâcib olduğuna kail olmuştur. Biz ise; «Kim ki Cuma günü abdest alırsa, çok güzel bir şey yapmış olur ve kim ki guslederse, onun yaptığı, daha üstün sevaphdır- ([10]) hadisine dayanıyoruz. Zira bu hadis ile taarruz eder gibi görünen imam Mâlik´in hadisi ya nedbe mahmuldür, ya da mensuh-tur.
imam Ebû Yûsuf´a göre Cuma gusiünün sünnet olması Cuma namazı içindir ve sahih olan görüş budur. Çünkü namazın fazileti vaktin faziletinden daha üstündür. Hem de temizlik namazın şartıdır. Hasan İbn-i Ziyad ise: -Cuma gus-lünün sünnet olması Cuma gününün fazileti içindir- ([11]) demiştir.
Cuma gününde olduğu gibi bayram günlerinde de biraraya gelen insanların birbirlerinin kir kokusundan rahatsız olmamaları için gusletmek müstahaptır. Arefe günü ile ihrama girerken gusletmenin niçin sünnet olduğunu -Allah izin verirse- Hacc menâsiki bahsinde anlatacağız.
(Mezi ile vedinin çıkmasından dolayı gusül lâzım gelmez. Bunların çıkması ile sadece abdest bozulur.l Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)-Erkeklik gücüne sahip olan herkes mezilenir. Me-ziden sadece abdest almak gerekir» ([12]) buyurmuştur. Vedi, bevil den sonra çıkan kalın bir vebildir. Bunun için o da bevil hükmündedir. Meni, beyaz, kalın ve çıkması ile şehvet kırılan bir sudur. Mezi de beyazımsı ve ince olup erkek, kadınla öpüşüp oynaşırken çıkan bir sudur. Bu tarifler H z. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ´dan gelmiştir.[13]
Abdest Ve Gusülde Kullanilmasi Caiz Olan Ve Olmayan Sular
{Dere, çeşme, kuyu, deniz ve yağmur sulan ile abdest alınabilir ve gusül edilebilir.) Zira Cenâb-ı Hak;
-Biz göklerden temizleyici bir su indirmiş bulunuyoruz- ([14]) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de; -Su temizleyicidir ve onun rengini, ya da tad veya kokusunu değiştirmedikçe hiç bir şey onu necis kılmaz» ([15]) ve deniz hakkında da; «O, suyu temizleyici ve murdarı helâl olan şeydir- ([16]) diye buyurmuştur. -Su- da denildiği zaman ondan yukanda geçen sular anlaşılmış olur.
(Ağaç ve meyvalardan sıkılıp çıkarılan sular ise abdest ve gusül-de kullanılamaz,) Çünkü bu tür sulara yalnız -su- denilemez ve su bulunmadığı zaman teyemmüm etmekle emrolunmuşuzdur. Bu tür sular, hakiki ve hükmi necasetleri gidermede suyun gördüğü işi gördükleri için suya her ne kadar kıyas edilebiliyorsa da, abdestsizli-ğin ne hakikî ve ne de hükmi bir necaset olmayıp abdest uzuvlarını yıkama vücubunun taabbüdi olduğundan onda nassm dışına çıkılamaz. Fakat budanmış üzüm ağacından damlayan su ile-1 m a m Ebû Yûsuf´un «Cevami-inde söylediğine göre — abdest alınabilir. Çünkü bu, sıkma ile elde edilen bir su değildir. Kuduri, sıkmayı şart koşmakla buna işaret etmiştir,
(Sirke, çorba, etsuyu, gülsuyu, sulu sebze yemekleri ve diğer içecekler gibi, başka şeylerin karışması ile su özelliğini yitiren sularla abdest alınamaz.) Çünkü bunlara su denilemez. Sulu sebze yemeklerinden maksat, sebzenin, içinde pişmesiyle suyu kalınlaşmış olan yemeklerdir. Zira ateşe koymaksızm içindeki sebzenin rengini alan su ile abdest alınabilir.
(Sel suları gibi, bulanık veyahut, içine süt, safran, sabun gibi yabancı ve fakat necis olmayan bir maddenin karışması ile vasıflarından biri değişen bir su ile abdest ve gusül alınabilir.) 1 m a m -1 Şâfiİ (Allah rahmet eylesin) :
«Safran suyu ve benzeri gibi, toprak cinsinden olmayan bir şeyin, içine karışması ile rengi değişen su ile abdest alınamaz. Zira bu suya «su- denilemez. Nitekim ona -su» değil, «Safran suyu- denilir. Fakat toprak cinsinden olan herhangi bir şey öyle değildir. Çünkü su hiç bir zaman topraktan an olamaz» demiştir. Biz diyoruz ki :
Safran ve benzerinin karışması ile su, suluktan çıkmadığı gibi onun -ayran, sirke ve çorba gibi- «Su»dan başka bir adı da yoktur. Ona «Safran suyu- dememiz, «Kuyu» veya -Çeşme suyu» dememiz kabilindendir. Suyun kuyu veya çeşmeye izafesi suya nasıl suluktan başka bir vasıf kazandırmıyorsa,, bu da Öyledir. Bir de, suyu topraktan korumak mümkün olmadığı için, ona az miktarda kansan toprağın nasıl önemi yoksa, suya az miktarda kansan safranın da önemi yoktur. Çünkü suyun suluktan çıkması -sahih olan görüşe göre- renginin değişmesi ile değil, ona kansan şeyin çokluğu iledir. Ancak eğer suyun rengi, içinde yabancı bir şeyi kaynatmak suretiyle değişirse, o zaman, gökten yağdığı zamanki tabii durumunu koruyamadığı için onunla abdest alınmaz. Çünkü ateş onun tabii vasfını değiştirmiş olur. Meğer içinde -sabun ve benzeri gibi- temizleyici gücünü arttıran bir yabancı madde kaynatılmış olsun. Nitekim ölüyü, içinde hatmi kaynatılmış su ile yıkamanın sünnet olduğuna dair hadis vardır. Ancak eğer içinde kaynatılan şey -sulu kavut gibi- ona su denemiyecek kadar onu kalınlaştırırsa -içinde kaynatılan şey- sabun gibi -suyun temizleyici gücünü arttıran bir şey bile olsa- onunla abdest alınamaz. Çünkü bu durumda olan bir suya artık su denmez. (İçine necaset giren herhangi bir su ile -necaset ister az ister çok olsun- abdest alınamaz.) imam Mâlik (Allah rahmet eylesin) yukarıda metni geçen;
«Su temizleyicidir. -Rengini, ya da tad veya kokusunu bozmadıkça- hiç bir şey onu necis etmez» hadisine dayanarak, içine giren necasetin, herhangi bir vasiun bozmadığı su ile abdest alınabildiğine kail olmuştur.
İmam-ı Şafii de (Allah rahmet eylesin) : «İçine necaset giren su -herhangi bir vasfı bozulmamış olmak şartı ile- eğer kul-leteyin miktarı olursa onunla abdest alınabilir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Su kulleteyin miktarına ulaşınca necaset taşımaz» ([17]) buyurmuştur» demiştir. Bizim dayanağımız ise, metni abdestin sünnetleri bahsinde geçen; «Herhangi biriniz uykudan uyandığı zaman, elini üç kez yıkamadan kaba daldırmasın. Zira elinin nerelerde dolaştığını bilemez» ve; «Herhangi biriniz durgun suya bevletmesin ve onda cünüplükten gusletmesin» ([18]) hadisleridir. Zira t m a m M â 1 i k´ in hadisi B u d a a kuyusu hakkında «Necaset taşıyamaz, necis olur» demektir. (içine necaset giren akar su ile -eğer ona giren necasetten birz görülmezse- abdest alınabilir.) Necasetin izi, necasetin rengi, kokusu veya tadıdır. Akar su da, kullanılırken yerinde durmayıp giden ve yerine bir başka su gelen su demektir. Kimisi de Bir saman çöpünü sürükleyebilecek kadar olan su, akar sudur» demiştir. (Bir tarafına dokunulurken diğer tarafı çalkalanmayan bir büyük göle necaset girerse, necasetin girmediği taraftan abdest alınabilir. Zira durum, necasetin o tarafa varamadığını göstermektedir.)
Çünkü böyle büyük bir suyun bir tarafında bulunan necasetin, suyun her tarafına dağılmış olması pek akla gelmez. Rivayete göre İmam Ebû Hanife (Allah rahmet eylesin) :
-Eğer gölün bir kenarında yıkanma ile diğer kenarı kıpırdamazsa, göl büyüktür^ demiştir, ki İmam Ebû Yûsuf da (Allah rahmet eylesin) bu görüştedir. Hattâ -rivayete göre- İmam Ebû Yûsuf.-Eğer gölün bir kenarı içinde bir tek eî hareketiyle, diğer kenarı kıpırdamazsa, göl büyüktür» diye söylemiştir. İmam Muham-m e d ´ e göre ise, gölün bir yanından kişinin abdest alması, eğer gölün öbür yanını kıpırdatmazsa göl büyüktür. Birinci görüş, havuzlarda abdestten çok, yıkanmaya ihtiyaç bulunduğu düşüncesine dayanır. Kimisi de -kolaylık olsun diye- havuzun büyüklük ve küçüklüğünü yüzölçümü itibariyle takdir ederek :
-Eğer havuzun eni ile uzunluğu onar arşm olursa, havuz büyüktür» demiştir, ki bu gün fetva buna göredir. Bir arşın yedi kabzadır. Derinlikte de ölçü, -sahih olan görüşe göre- havuzdan su avuçlandığı zaman, elin havuzun dibine değmemesidir. K u d u r i -Necasetin girmediği taraftan abdest alınabilir- sözü ile, necasetin girdiği tarafın necis olduğuna işaret etmiştir. İmam Ebü Yûsuf tan ise :Akar suda olduğu gibi, gölde de eğer necaset izi görülmezse, necasetin düştüğü yer necis değildir, diye söylediği rivayet olunmaktadır.
(Arı, pire, sinek, akrep ve benzerî gibi kanı akmayan canlıların suda ölmesi suyu necis etmez.) îmam-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Necis eder. Çünkü etlerinin haram olması necis olduklarını gösterir. Fakat sirke veyahut meyvalar içinde ölen kurtlar öyle değildir. Çünkü onda zaruret vardır» demiştir. ([19]) Bizim dayanağımız, Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s selâm)´in; -Ey Selman, her yiyecek ve içecek ki, içine kanı bulunmayan bir canlı düşüp ölürse, yiyilmesi, içilmesi ve ondan abdest alınması helâldir» ([20]) hadisidir. Kaldı ki sıvı, içinde Ölen canlının vücudunda bulunan akar kanın ona karışması ile necis olur. Çünkü necis olan, akar kandır. Bunun içindir ki kesilen hayvan temizdir de. kesilmeden ölen hayvan murdardır. Zira hayvanın akar kanı kesilmekle gider. Kesilmeden ölen hayvanın kanı ise, damarlarında pıhtılaşıp kalır. Bu tür canlılarda ise, sıvıya karışacak kadar akar kanın bulunmadığını farz ediyoruz. Herhangi bir şeyi yemenin haram olması da, o şeyin necis olduğunu gerektirmez. Nitekim çamur, yiyilmesi haram u´duğu halde necis değildir.
(Balık, kurbağa ve yengeç gibi, suda yaşıyan canlıların suda ölmeleri suyu necis etmez.) îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) yukarıdaki yargıyı yaparak :•Balıktan başka, her canlının ölmesi, necis kılar» demiştir. Biz diyoruz ki: Bu canlılar, sudan oluştukları için, suda öldükleri zaman onlara necis hükmü verilmez. Nitekim, bozulup kana dönüşen yumurta da, bu nedenle necis değildir. Kaldı ki bu saydığımız canlılarda akar kan da yoktur. Zira akar kanı olan canlılar, suda barınmazlar.
Saydığımız bu canlılar, sudan başka bir sıvıda ölmeleri halinde ise, kimisi ı -Kaynaklan olmayan sıvıda öldükleri için sıvıyı necis ederler», kimisi de: -Akar kanları olmadığı için necis etmezler» demiştir, ki en sıhhatli olan görüş budur. Bu hükümde kara ile su kurbağalan arasında fark yoktur. Kimisi de : -Kara kurbağası, hem akar kanı bulunduğu ve hem de kaynağında ölmediği için, necis eder» demiştir.
Suda yaşıyan canlılar, suda doğup büyüyen ve suyun içinde kalan canlılardır. Karada doğup suda geçimlerini sağlayan canlılar ise, necis ederler. (Müsta´mel) yani daha önce abdest veya gusülde kullanılmış olan fsu bir daha abdest veya gusülde kullanılamaz.) İmam Mâlik ile İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) :«Kesici olan .bir âlet herhangi bir şeyi nsisıl bir kaç kez kesiyorsa, necaseti giderici olan su da, necaseti bir kaç kez giderir» diyerek bu görüşe katılmamışlardır. İmam Züfer de: «Eğer daha Önce onunla abdest alan kimse abdestli idiyse, onunla bir daha abdest alınabilir, değil idiyse, necis değil, fakat bir daha onunla abdest alınamaz. Çünkü abdestsiz olan kimsenin uzuvları hakikaten necis olmadığı için, o uzuvlarda kullanılmış otan suyun necis olmaması, hükmen necis olduğu için de necis olması lazım gelir. îşte bu iki ihtimali göz önünde bulundurarak bu suya necis diyemeyiz. Ancak necaseti giderici değildir- demiştir, ki I m a m -1 Şafii´ nin bir görüşü de bu yoldadır. ([21]) İmam Muham-m e d de (Allah rahmet eylesin) : «Müsta´mel su-onu kullanmış olan kimse ister abdestli, ister abdestsiz olsun- necis değildir. Fakat onunla bir daha abdest alınamaz- demiştir, ki îmam Ebû Hanif e´ den de (Allah rahmet eylesin) bu yolda bir rivayet vardır. Çünkü necis olmayan bir şey, necis olmayan bir başka şeye değmesiyle necis olmaz. Ne-varki, bu su ile bir dini görev ifa edildiği için -zekât malı gibi- kirli sayılıp temizleyicilik vasfını yitirmiştir. İmam Ebû H a -nife ile İmam Ebû Yûsuf ise: «Müsta´mel su necistir. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-sa-lâtü ve´s-selâm) yukarıda metni geçen hadiste; -Herhangi biriniz durgun suya bevletmesin ve durgun suda cü-nüplükten gusletmesin- buyurarak hakimi ile hükmi necaseti eşit tutmuştur. Kaldı ki hakiki necaseti gideren su necis olunca, hükmi necaseti gideren su niçin necis olmasın- demişlerdir. Hatta Hasan İbn-i Ziyad´ın rivayetine göre îmam Ebû Hani f e (Allah rahmet eylesin) bu suya, hakiki necaseti yıkamada kullanılmış suya kıyas ederek -ağır necis- demiştir. İmam E b ü Y u s u f ´ un rivayetine göre ise, îmam Ebû Ha n i f e bu suyun hafif necis olduğuna kaildir.
(Müsta´mel su : abdestsizlik veya cünüplüğü gidermiş veya sevap kastı ile insan bedeninde kullanılmış olan su demektir.) Bu tarif İmam Ebü Yûsuf´a göredir. Kimisi: «İmam Ebû H a n i f e de buna kaildir- demiştir. İmam Munammed ise: -Su, sevap kastı üe insan bedeninde kullanılmadıkça müsta´mel olmaz. Çünkü insandaki günah kirinin suya geçmesiyle su kirlenir. Günah kiri de ancak, suyun sevap kastı ile kullanıldığı takdirde suya geçer- demiştir. İmam Ebû Yûsuf ise: «Kişi üzerinden abdestsizlik veya cünüplük hükmünün kalkması ile de su müsta´mel olur» demiştir, ki buna göre su -sevap kastı ile kullanılması ve onunla abdestsizlik veya cünüplüğün kalkması olmak üzere- iki halde müsta´mel olur. Su müsta´mel olunca da -sahih kavle göre- bedenden ayrıldıktan sonra müsta´mel sayılır. Çünkü su daha beden üzerinde iken onu müsta´mel saymamak mecburiyeti vardır. Suyun bedenden ayrılması ile bu mecburiyet kalkar. Buna göre, eğer cünüp olan bir kimse, kuyunun dibine düşen herhangi bir şeyi çıkarmak için suya dalarsa, îmam Ebû Yûsuf´a göre bu kimsenin ne cünüplüğü kalkar ve ne de kuyunun suyu necis olur. Kişinin cünüplüğü kalkmaz. Çünkü îmam Ebû Yûsuf´a göre cünüplüğün kalkması için kişinin, suyu üstüne dökmesi şarttır. Kuyunun suyu da necis olmaz. Çünkü bu su ne sevap kastı ile kullanılmış ve ne de onunla kişinin üzerinden cünüplük kalkmıştır. îmam Muhammed´e göre adamın cünüplüğü kalkar. Çünkü ona göre suyu üstüne dökmesi şart değildir. Fakat kuyunun suyu müsta´mel olmaz. Çünkü adam sevap kastı ile suya girmemiştir. İmam Ebû Hanife´ye göre ise, adamın cünüplüğü kalkmaz ve su da necis olur. Çünkü adamın bedeninden ilk uzvun suya girmesiyle o uzuv üzerindeki cünüplük kalktığı için su necis olur ve necis olan bu su ile adamın bedeninden geri kalan kısmının cünüplüğü kalkmadığı için adam cünüp kalır. îmam Ebü Hanif e´ den: -Adamın cünüplüğü kalkar. Çünkü su bedenden ayrılmadıkça ona müsta´mel hükmü verilmez- diye söylediği de rivayet olunmuştur, ki rivayetlerin en uygunu budur.
(Domuz ve insan derilerinden başka, bütün canlıların derisi tabaklanmakla teiniz olur ve dolayısiyle hem üzerinde namaz kılına-bilir ve hem de -eğer tulum olarak kullanılırsa- onun suyundan abdest alınabilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :-Ham olan herhangi bir deri, tabaklanınca temizlenmiş olur- ([22]) buyurmuştur. Hadisteki umum «Murdar hayvanın derisi tabaklanmakla temiz olmaz- diyen î m a m M a -1 i k´ in görüşüne karşıdır. İmam Malik, murdar hayvanın derisini kullanmaktan nehyeden; -Murdann derisini kullanmayınız.- ([23]) hadisine dayanmıştır. Halbuki bu iki hadis arasında taaruz yoktur. Zira bu hadiste İhab tabiri kullanılmıştır, ki ham deri demektir. Buna göre hadisin mânâsı «Murdarın derisini ham olarak kullanmayınız» demek olur.
Hadis, köpeğin necisül´ayn olup derisinin tabaklanmakla temiz olmadığına kail olan İmam-ı Şafii´ nin görüşüne de karşıdır. Zira köpek necisül´ayn değildir. Nitekim avcılık ve koruyuculukta köpekten yararlanılır. Necisül´ayn olsaydı ondan yararlanmak caiz olmazdı. Fakat domuz köpek gibi değil, necisül´ayndır. Zira Kur´-ân-ı Kerim´de domuzun pis olduğu, nassan ifâde buyurulmuştur. İnsan da şerefli bir varlık olduğu için onun vücut parçalanndan yararlanmak caiz değildir. Bunun için domuz ile insan derileri hadisin şümulü dışında kalırlar.
Güneşte kurutmak veyahut üstüne toprak sermek gibi basit bir ameliye bile olsa, derinin kokuşup çürümesini önliyen her çeşit İşlem tabaklanmaktır. Çünkü gaye, derinin çürümemesi olduğuna göre herhangi bir şeyi şart koşmada bir mana yoktur.
Şunu da bilelim ki: Derisi tabaklanmakla temizlenen her hayvan -eti yiyilen cinsten olsun olmasın- eğer kesilirse hem derisi ve- sahih olan kavle göre- hem eti necis değildir. Çünkü vücuttaki necis olan rutubetler kesilme ile gider.
(Murdar hayvanın kılları ile kemikleri necis değildir.) 1 m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) kıl ve kemiklerin de murdar vücudun birer parçası olduğunu ileri sürerek necis olduklarını söylemiştir. Biz diyoruz ki:
Murdar, kesilmeden ölen demektir, ölüm ise, can taşıyan varlıktan canının çıkmasıdır. Kıl ve kemikte ise can yoktur. Olsaydı, kesilince acı duyulacaktı. Însan ölüsünün de kılları ve kemikleri necis değildir.) 1 m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) insan ölüsünün kıl ve kemiklerini kullanmanın ve satışını yapmanın caiz olmadığına dayanarak necis oldukları görüşünde bulunmuştur. ([24]) Biz diyoruz ki: İnsan ölüsünün kıl ve kemiklerini kullanmanın ve satışını yapmanın caiz olmamasından, necis oldukları anlaşılmaz. Şerefli kılman insana saygısızlık olur diye cesedinden yararlanmaya izin verilmemiştir.[25]