- Gündemden

Adsense kodları


Gündemden

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sun 5 August 2012, 04:46 pm GMT +0200
Gündemden
Handan ÖZ • 85. Sayı / GÜNDEMDEN


MİT Krizi “çatlak mı”?
MİT Krizi’nin daha doğrusu “kıran kırana çekişme”nin bir kitaplık tercümesi Kürt Sorunu’nu zinhar çözdürmemek ise bir cümlelik özeti bürokrasi üzerinden AK Parti’yi zayıflatmak olabilir. Şu var ki iktidar, gücüne kimseyi ortak etmek istemez hâliyle. Hatırlatmakta fayda var: Bizdeki Emniyet ve MİT ve dahi Yargı arasındaki bu “çekiştirmeler” dünyanın başka ülkelerinde de yaşanıyor. Örneğin, ABD’de FBI ve CIA arasında benzeri “atlatmalar” filmlere konu olacak düzeyde gelişir çoğu zaman. Ve hiçbiri “amanın ülke elden gidiyor” anlamına gelmiyor. Farkımız nedir peki? Fark, daha önce bahsettiğimiz o çok kollu ahtapotun yaşadığı ülke olmamızda. Kolları kesildikçe can havliyle zarar vermeye çalışıyor kendisi. Ama karar verildiyse bir kez ve ahtapot yenecekse, bütün bunların olması beklenmeli. Nitekim salvolar bu kez MİT Krizi’yle göründü. Müsteşar Hakan Fidan’ın “sözde” hedef seçilmesi Kürt Sorunu’nun diyalogla çözülmesi taraftarlarının önünü kesmek ve mesaj vermek içindi. Olmadı. Öyle ki, iktidar partisi 27 Nisan e-muhtırasında olduğu gibi anında tepkisini ortaya koydu, çok seri hareket etti. O zaman hükümetin kazanımları ne ise bugün de bu olay hükümetin hanesine artı olarak yazıldı. Bakmayın “çatlaktı, patlaktı” denmesine. Hem çatlaklar her zaman o kadar da fena değildir. Gerçeği sızdırırlar en azından.

Kamu İhale’de yolsuzluk ve evrensel insan
İhalelerde “şeffaflık” aramak üzere kurulmuş Kamu İhale Kurumu’nun ihaleye fesat karıştırmak suçundan yargıyla yüzleşmesi ironik doğrusu! Avrupa Birliği’ne uyum hesabıyla bazı kan ve yapı değişikliklerine gidildi ama görünen köy kılavuz istemez. Demek ki onların kurallarını, standartlarını, tekniklerini alıp aynen getirmekle bitmiyor iş. Merkezinde “insan” olan her süreçte mekanizmalar çok bilinmeyenli denkleme dönüşür. Sosyo-kültürel yapıdan tutun da ahlak disiplinine hatta din anlayışına kadar bir dolu etken giriyor işin içine. Kamu ihalelerinde AB ne istiyor? İşin kalitesi iyi olsun, fiyatı makul olsun, tekniği üstün olsun; e, biraz da estetiği olsun, ekonomik açıdan avantajlı olsun… Bizdeki hedef ise, ihale sistemini merkezîleştirerek AB’ye benzetmek. Ama saydığımız kıstaslar dikkate alınmıyor. Tek derdimiz fiyat araştırması. Kim en ucuz fiyatı verirse ihale onun. Parsayı toplayan bey oluyor. Şeffaflık ve hesap verilebilirlik onlarda, bizde kıpırtılar çok yeni. Yüreğimize su serpen tek şey, savcılığa gelen şikâyet telefonları, toplumun uyanan bilinci ve hesap sorma gücünü kendinde bulması. Düzeltmelerin ideale yaklaşması zaman ister, yol tecrübesi ister ve çokça eğitim ister. Kim demiş “evrensel insan” olmak kolay diye?

Güle güle Wulff, hoşçakal “Türkiye sempatisi”
Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff yolsuzluk olayına adı karıştı diye istifa etti, gitti. “Minareyi kılıfına uydurabilseydi farklı bir sonuç olurdu” diye mırıldanıyoruz. Zira benzer iddialar veya yolsuzluk eylemleri ne Almanya’da ne de dünyanın başka bir yerinde sona ermez kolay kolay. Hafızayı yokladığımızda görüyoruz ki: Wulff, Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiştir, “Dönerci Cinayetleri” kurbanlarının ailelerine taziyede bulunmak istemiştir, Yunanistan’daki borç krizi için yeni kredi açılmasına karşı çıkmıştır ve dahi “İslam dini Federal Almanya’nın ayrılmaz parçasıdır” diyen kişidir. Alt alta toplayınca Wulff’un gidişi hazırlanmış gibi. Üstelik kendisi böylesine cesur çıkışlar yapan ilk Alman cumhurbaşkanı olmuştur. Ne yazık ki kendisine “Güle güle” dedirtilmiştir. Almanya’da yaşanan gelişmelere bakarsak, Wulff’u yargıya taşıyan savcı kahraman ilân edilmiş, Almanya’nın şerefi korunmuş! Peki, ama asıl amaç bu muydu cidden?

Şike Davası başladı; temiz toplum kazansın
Şu bizim ahtapotun kollarından biri olması hasebiyle Şike Davası’nda kaydedilen ilerleme büyük önem arz edecek. Suçlu olan cezalandırılır, suçsuz olan aklanır. Mahkeme süresince yaşanan tecrübeler psikolojik anlamda üzücü ve gerginlik dolu olsa da teselli şudur ki: İnsan hayatla ilgili dersleri hep başına gelen kötü olaylardan alır. Bir ülke, insan gibidir, yaşayan, cevap veren, tepki gösteren canlı organizmadır ve canı toplumdur. Dolayısıyla Türkiye de sıkıntılı, iniş-çıkışlı yolu bitirecek, badireler atlatacak. Her şey daha temiz, daha demokratik bir ülke ve dolayısıyla huzurlu bir toplum, sağlıklı bir sistem ve müreffeh bir yapı için. Kamuoyunun bu dava ile yakından ilgilenmesi futbolun önem verilen bir spor dalı olması değil de ahtapotun spora uzanan kolunun kesilip kesilemeyeceğine yönelik bir merak kanımca. İlgiyi futbol temeline oturtmak yersiz. Kaç dünya şampiyonluğumuz var ki? Dünya futbolunda yerimiz ne ki? İnsanları, toplumu ilgilendiren “rövanş” futbolun ötesinde sistemi temizlemeye çalışanlarla kirli kalmasını isteyenler arasındaki maçla ilgili. Unutulmaması gereken son bir nokta var: Evet, futbol taraf tutmak üzerine kurulu bir oyun. Hatta işin tadı öyle çıkıyor. Ama Şike Davası’nda taraf tutmaktan kaçınılmalı. Tutulacak tek taraf temiz toplum, demokratik Türkiye, müreffeh ülke olsun.

İnternet Andıcı davası ve tünelin ucu
Son birkaç yıldır ülkece hiç olmadığımız kadar iç içeyiz mahkemede görülen davalarla. Balyoz, Ergenekon, İrtica Eylem Planı, Andıç, Darbe Günlükleri vs. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un içinde bulunduğu İnternet Andıcı davası da “hukukî ve fiilî” irtibat gerekçesiyle İrtica Planı davasıyla birleştirilmiş. Şuna benziyor bu iş: Bir tünel kazıyoruz geleceğe doğru; hem kazıyor hem ilerliyoruz. Bu nedenle herhangi bir davanın muhtemel etkileri üzerine öngörüde bulunmak ya sağlıklı olmuyor ya da tatminkâr olamıyor. Zira tüneli kazarken elimizdeki fenerin ve malzemenin bizi yarı yolda bırakmayacak kadar iyi olmasından başka veri yok. Tek yapmamız gereken tünelde ilerlerken kazmayı taşa vurmamak. Tabii şu da bir gerçek ki: Ucunu göremesek de öte tarafta aydınlık bir Türkiye olduğunu biliyoruz.

Suriye’nin Miloşeviç’i!
Suriye’de “son durum” diyoruz ama iç sesim “durum mu kalmış ki sonu olsun” şeklinde fısıldıyor. Zira ülke düpedüz mezbahaya dönmüş durumda. Mezbahanın kapısı ilkin çocuklara acı çektirmekle açılmıştı. Aradan geçen onca zamanda BM bunu resmen belgeledi. Kendi çocuklarına acı çektiren bir “doktor” olsa olsa yeni bir Miloşeviç’tir. Yazık! Suriye’nin Miloşeviç’i, Beşşar Esed rejimi eninde sonunda gidecek. Tıpkı Sırp benzeri ve daha niceleri gibi. Hiçbir şey için değilse bile artık durma noktasındaki ekonomik çarklar yüzünden. Para, sermaye, mal varlığı bir ülkenin değeri, evet. Ama en büyük değer halkı, halkın en büyük değeri de inancı. Suriyelilerin bu noktada sorunu yok. Bunca zaman direnebildiler zira. Onlar direndikçe rejim karaya oturdu. E, otursun. Gemi yüzer mi? Yüzecek elbette. Ne zaman? Sular yükseldiğinde. O zamana kadar Suriyelilere destek olmaya devam…