- Gündemden

Adsense kodları


Gündemden

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 1 August 2012, 12:02 pm GMT +0200
Gündemden
Handan ÖZ • 83. Sayı / GÜNDEMDEN


Dersimiz “Dersim Özrü”
Yaşadığımız ilklere bir yenisi daha eklendi. Devlet ilk kez Dersimlilerin acısını paylaştı. Cumhuriyet’in “emekleme” devresinde işlenen cinayetler için Başbakan Erdoğan “devlet adına” özür diledi. İyi de oldu. Zira geçmişle barışmadan geleceğe sağlıklı bir şekilde yol almak mümkün değil. Ama insan sormadan edemiyor: Bu çerçevede acaba İstiklal Mahkemesi yargılamaları, 1934 Trakya olayları, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, başörtülülere yapılan zulümler, Kürt sorunu vb. sebebiyle toplumla devlet arasındaki buzların eritilerek homojen bir sulh ortamı oluşturulması için de benzer bir hamle beklenebilir mi? Ne de olsa “parçalı bulutlu bir dağarcık” ile “geleceğe güvenle yürümek” birbiriyle bağdaşan kavramlar değil. Bugünün ve geleceğin geçmişle barışması, devlet-millet kucaklaşması ve toplumsal barış için iletişim kanallarındaki pürüzler ancak benzer yüzleşmelerle giderilebilir. Haliyle, “Tek Parti Dönemi”ne ışık tutan “Dersim Özrü”, büyük bir pürüz olan “resmî ideolojinin kusursuzluğu yanılgısını” düzeltmesi nedeniyle önemli bir başlangıç oluşturuyor.

Katsayı ayrımcılığına son
Nihayet! On üç yıl aradan sonra, YÖK üniversite giriş sınavlarında uygulanan katsayı ayrımcılığına son verdi. Zararın neresinden dönülse kârdır. Gençlerin gözü aydın. Bu işin kârlı kısmı. Zararına gelince… Uygulamanın genç zihinleri ruhsal bunalıma sürüklediği açık ama bununla bitmiyor. Şöyle ki, resmî rakamlara göre işsizlik oranlarında yüzde 17,3 ile son yedi yılın en iyi değerine ulaşılmış olsa da gençler arasında işsizlik hâlâ yüksek seviyede. Nedeni ise meslek lisesi mezunlarına uygulanan katsayı ayrımcılığının sonucunda ülke sanayisinin ihtiyacı olan “vasıflı ara eleman” sayısında yıllar içinde gözlenen azalma. Yani işverenin nitelikli ara eleman bulamaması! Neyse ki üniversite adayları bu karabasanı geride bıraktı. Artık kendi içlerindeki en iyiyi ortaya çıkarmak için diledikleri liseye giderek birbirleriyle rekabet etme imkânı bulabilecekler ve umulur ki eğitim kalitesinde çıtayı yükseltecekler.

Şike Soruşturması sonuçlanıyor!
Şike Yasası TBMM’de jet hızıyla yeniden gözden geçirildi ve Cumhurbaşkanı Gül tarafından da onaylandı. Ancak, konu ile ilgili düzenlemelerin bugün kamuoyunda soru işaretine sebep olduğu bir gerçek. Şüpheler ise aynı noktada toplanıyor: Birtakım para, güç veya şiddet odaklarının beklentisi ikincil bir gölge iktidarı olabilir. Ve başlı başına bir spor endüstrisine dönüşen futbolun sosyal ve ekonomik alana dolaylı yoldan mafyavari nüfuzunun kontrol altına alınması zorlaşabilir. Çünkü bu şüpheleri haklı kılan bir olgu söz konusu: Mevcut etkileşimle mücadele ve rekabet hırsı; sporla taçlaşan dostluk, barış, beraberlik gibi değerleri kirletiyor. Yasanın bu kirliliği ortadan kaldırıp kaldırmadığını, eşitlik ilkesini çiğneyip çiğnemediğini, adam kayırmacılığın söz konusu olup olmadığını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama asıl soru şu: Futbol merkezli şike soruşturması kimi çıkar odaklarını rahatsız etmese, ilgili yasa yeniden düzenlenir miydi? Sermaye imparatorluğuna dönüşen futbolun yasal merciler üzerindeki etkisinin bu noktaya varması endişe verici. Spor spordan ibaret kalsa keşke!

“Faili meçhuller” faili meçhul kalmasın artık
“Faili meçhul infaz” utancını temizlemek üzere sonunda devlet harekete geçti. Eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür gözaltına alınıp, yapılan sorgulama sonrası serbest bırakıldı. Eymür’ün savcılık ifadesinin basına yansıması sonrası, suçlamaların odağından yer alan isimlerden dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar düzenlediği basın toplantısında “içim dolu, çok konuşmak, çok şey paylaşmak istiyorum” deyiverdi. Fakat işlemekten olan yargı süreci nedeniyle hiçbir şey söylememeyi tercih etti. Ağar’ın konuşması istenmiyor olmalı ki, bu açıklama sonrası soruşturma kapsamında tutuklu bulunan Özel Harekâtçılar, avukatlarının tahliye talebi olmadığı halde “anlaşılmaz” bir kararla salıverildi. Yaşanan bu zincirleme girişimler pek manidar, değil mi? Yalnız daha da ilginci, olan-bitenlerin hiçbirinin kamuoyunu şaşırtmıyor olması. Peki, bu neyi gösteriyor? Halkın devlet organlarının çok ilerisinde görüşe sahip olduğunu. Yani, bugün soruşturma kapsamındaki cinayetlerle ilgili eski yetkili ağızlardan - belki de mecburiyetten - yapılan açıklamalar zaten bilinen gerçekler. Bu sebeple kamuoyu yaşanan gelişmelere şimdilik ses etmese de, nihai noktada faili meçhullerin aydınlatılmasına yönelik hükümet ve yargıdan daha samimi ve cesur adımlar bekliyor. Bu gerçekleşmezse, nihai noktada oluşacak toplumsal tepkiyi ve adalete güven duygusunun zedeleneceğini yetkili makamların hesaba katması gerekiyor.

Ekonomi gittikçe güzelleşiyor

Dünya ekonomisi geriliyor, Türk ekonomisi ilerliyor. Kasım ayında açıklanan ihracat rakamlarına bakılırsa bu gidiş iyi gidiş. Yılın son çeyreğinde Türk ekonomisi daha bir gelişti, yüzde 8,8’lik büyüme kaydedildi. Üstelik Türkiye, Çin’den sonra dünyada ekonomisi büyüyen ikinci ülke oldu. Yani, kış ortasında baharı yaşıyoruz. Uzmanlar umutlu. Ekonomik büyümenin gayrisafi yurtiçi hâsılaya olumlu katkıları bekleniyor. Sürekli büyümenin uzun vadede şerre sebep olacağını düşünenler yok değil ama durum bunun gerçeği yansıtmadığını ortaya koyuyor. Zira üreterek istihdam oluşturulduğu sürece sorun yok. Büyümenin risk teşkil etmesi için hizmet sektöründe yukarıya doğru hareketlilik ve üretimde atalet görülmesi gerekiyor. Oysa ihracatta yüzde 13,9’luk yükselme üretim artışına işaret. Yani endişeye mahal yok. Yapmamız gereken ise üretimin önünü daha da açmak, üretim odaklı yatırımlara öncelik tanımak, yeni pazarlara açılmaya devam etmek, AB’nin sıkıntılı durumunu düşünerek oradaki bazı pazar paylarını satın almak. Böylelikle, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde ekonomideki mevcut cari açığın kapanmasını sağlayacak gelişmelere tanık olabiliriz.

CERN Deneyi dünyanın sonu mu?
Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN)’nde bilim adamları “Higgs Bozon” adı verilen atomaltı parçacığının izini bulduklarını açıklayınca ortalık karıştı. “Acaba dünyanın sonu mu geliyor, deney başarılı olacak mı, başarılı olursa ne olacak?” kabilinden. Bilim adamları geleceğe yolculuk beklentisiyle hafif bir sarhoşluk yaşıyorlar. Deneylerin teknik ayrıntısına girecek değiliz. Ama en basitinden Einstein’ın “Rölativite Teorisi”ne göre “yeterli ağırlıkta bir kütle veya enerji, uzayda ve onu çevreleyen zamanda bir bozulmaya neden olabilir.” Bu noktadan hareketle CERN’de atomaltı parçacıklar çarpıştırılarak devasa bir enerji elde etme ve zamanda yırtık oluşturarak geleceğe (veya geçmişe) gitme arzusuyla hareket ediliyor. Merak iyi bir şey, özellikle bilimsel çalışmalarda. Dozunda şüphe yol açıcı ayrıca. Ancak böylesi bir merakın, Einstein’ın teorisine göre parçacık değil de kıyametler koparacağı kesin. Fakat “Tanrı Parçacığı”nın varlığını ispatlamaya çalışmanın doğası gereği ve Kuran’ı Kerim’de kayıt altına alındığı üzere ise bunun mümkün olamayacağını bilmeleri de gerekiyor CERN ehlinin. Ne demeli, Allah akıl fikir versin.


GÖRÜŞ
Işın Eliçin*: Arap Baharı, profesyonel devrimcisiz bir devrim modeli


Sadece Arap halklarının değil, dünya halklarının düşünüş ve davranış tarzlarında köklü bir dönüşümün eşiğinde olduğumuzu söylemek istiyorum.

2010 SONUNDA TUNUS'TA BAŞLAYIP kısa sürede Mısır, Libya, Fas, Bahreyn, Ürdün, Yemen, Umman, Suriye ve aslında tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine yayılan başkaldırı dalgası, biz bugün adını ne koyarsak koyalım, düne kadar batılı muktedirlerin ve onlarla işbirliği içindeki kendi baskıcı rejimlerinin teslimiyetçi, atıl bir varoluşa hapsettiği Arap halklarının tarih sahnesine edilgen değil etken ve özerk kimliklerle geri dönüşü olarak okunmalıdır kanımca.

Arap halklarının başkaldırısı köklü bir dönüşümün habercisi
BAHAR SÖZCÜĞÜ BİR UYANIŞ,
bir yeniden doğuş çağrıştırdığı için evet “Arap Baharı” olarak da nitelenebilir. Ya da binlerce, on binlerce insanın sokaklara döküldüğünde seslendirdiği kökten bir değişim beklentisini yansıtan “eş-şa'b yurid iskat el-nizam / halk düzeni devirmek istiyor” sloganının çağrıştırdığı “devrim” sözcüğünü de kullanabiliriz. Ama bütün bu tanımlamaların, algımızı, geçmişteki benzerlerinin zihnimizdeki izdüşümleriyle ve o dönemin koşullarından doğan kıstaslarla sınırlandıracağını, dolayısıyla şu anda yaşanmakta olanın özgün ve tarihsel boyutunu görmemize engel olabileceğini de unutmamalıyız. Devrim değil diyenlerin, gerekçe olarak örneğin öncü bir parti ve ideolojinin (Bolşevikler) ve/veya kitleleri peşinde sürükleyecek bir liderin (Humeyni) yokluğunu sıralamaları, tam da bu ögeler olmaksızın devrim yapılabileceğini görmemize engel teşkil ediyor olmasın?

ARAP HALKLARININ BAŞKALDIRISI, tam da hürriyetin-medeniyetin-demokrasinin hiyerarşik bir şekilde tepeden indirildiğine dair düşünüş tarzında köklü bir dönüşümün habercisi. Düşünüşündeki bu dönüşüm de, davranışlarında köklü bir değişimi kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor.

ÜSTELİK ARAP HALKLARININ AYAKLANMASI dünyanın dört bir yanındaki başka isyan/başkaldırı hareketleriyle ortak, küresel özellikler de barındırıyor içinde. Zaten birbirlerini tetikleyip beslediklerini de görüyoruz. Değil mi ki Wall Street İşgalcileri ilham kaynağı olarak Tahrir Meydanı’nı gösteriyor...

“Başka bir dünya mümkün” önermesinin temsili
BU NOKTADAN İTİBAREN
henüz sezgisel bir çıkışla, -sadece Arap halklarının değil- dünya halklarının düşünüş ve davranış tarzlarında köklü bir dönüşümün eşiğinde olduğumuzu söylemek istiyorum: Özü sosyal, toplumsal adalet arayışı ve insan haysiyetine saygı olan bir dönüşüm. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye, yukarıdan aşağıya doğru küreselleştirilmekte olan mevcut dünya düzenine yönelik bir sorgulama sürecinde, Arap halklarının başkaldırısı da “başka bir dünya mümkün” önermesinin kanlı canlı temsili olarak öne çıkıyor.

HAYLİ İDDİALI BİR BAŞKA SEZGİM DAHA VAR: Arap halklarının başkaldırısı minyatür modelini Tahrir Meydanı’nda gördüğümüz, devrimin tanımına dair de bir devrimci girişim içeriyor: Meydana arkalarına tanıdık bildik hiçbir örgüt almadan, bağımsız ve kendiliğinden bir şekilde, dünya görüşü, din, sosyal konum vs. ayrımı yapmaksızın, kimseyi dışlamadan, evrensel “özgürlük, haysiyet ve adalet” talepleriyle çıktılar.

O MEYDANDAKİ LİDERSİZ, dayanışmacı, katılımcı, yatay örgütlenme örnekleriyle güçlendiler; herkesin dilediği anda devrimcilerden biri haline geldiği, profesyonel devrimcisiz bir devrim modeliyle hem birbirlerini hem toplumlarını dönüştürmeye devam ediyorlar. Meydanı da asla boş bırakmıyorlar. Bir yıldır izledik; dönüşüme direnenlere ihtar için yeniden ve yeniden Tahrir’e dönüyorlar. Devrim devam ediyor.

* Gazeteci (www.gazetecigozuyle.com - http://twitter.com/IsinElicin)


ÇEVİRİ:
Türk-Amerikan İlişkileri: Tevazu ve Yeniden Canlandırma
Joshua W. Walker


Türk dış politikasının geçirdiği evrim “komşularla sıfır sorun”un çok ötesinde. Dolayısıyla Washington tarafından gerçekçi bir şekilde anlaşılması ve değerlendirilmesi gerekiyor.

2011’de Türkiye ilgi merkezi hâline gelirken ABD ile ilişkilerinde dikkate değer bir iyileşme görüldü. 2010’da Mavi Marmara ve BM’nin İran yaptırımı konularında ortaya çıkan Türk-Amerikan ilişkilerindeki oynaklık, kurumsal ve yapısal ittifakta zayıflamanın işareti; yoksa Ankara ve Washington’ın belirlediği bir proaktif strateji değil.

Yorumcular Türkiye’nin Arap Baharı ve Avrupa Sonbaharı’nın kesin galibi olduğunda hemfikir. Ve Türkiye modern bir cumhuriyete özgü kendine güven sergiliyor. Müslüman nüfus çoğunluğuna sahip seküler demokrasi ile yumuşak güç ve ekonomik pragmatizmin bir kombinasyonu olarak Türkiye son yıllarda küresel ilişkilerde ABD ve Avrupa’dan çok daha iyi durumda. Ankara kendi bölgesinde son on yılda asıl oyuncu ve aktif bir katılımcı hâline gelmiş bulunuyor. Bunun sonucu olarak, Türkiye ve Erdoğan’ın bizzat kendisi bölgesel ve küresel bir oyuncuya dönüşüyor. Ancak Batı başkentlerinde Ankara’nın uluslararası arenada yükselişiyle ilgili giderek taraftar toplayan bir alt metin söz konusu. Ortalıkta Türkiye’nin liderliği üzerine dolaşan kanaat artık kendine güven çizgisinin aşıldığı doğrultusunda. Türkiye’nin kendine özgü ve göz ardı edilemeyecek yetenekleri gelişirken, bu yeteneklerin vazgeçilemez olduğu dillendiriliyor.

Görünen o ki, uluslararası ilişkilerde alçakgönüllülük (tevazu) oldukça önemli - özellikle Türk-Amerikan ilişkilerinde. “Yeni” Türkiye’nin davranış ve söylemlerinde sergilediği bu kendine güvenle ilgili birtakım yanlış anlamalar ve karışık duygular söz konusu. Öyle ki bu duygular Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın İstanbul’da bu ay düzenlenen Küresel Girişimcilik Zirvesi’nde su yüzüne çıktı. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a [Babacan’ın “büyük balık değil, artık hızlı balık küçük balığı yer” sözüne atfen] Biden, Amerikan ekonomisiyle ilgili olarak “En büyük ekonomiden üç defa büyük ve sıradaki dört ekonominin toplamından daha büyük” hatırlatmasında bulundu. Biden’ın sözleri Washington’da Ankara’nın görüşmelerdeki tonlamasıyla ilgili giderek artan hayal kırıklığının bir göstergesi.

Biden’ın ziyareti, Türklere zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in 1999 yılındaki resmî ziyareti sırasında o dönem senatör olan Biden’ın Türk delegasyonuna “Sizin ABD’ye ihtiyacınız var ama ABD’nin size ihtiyacı yok. Biliyorum borç istiyorsunuz. Kıbrıs Sorunu’nu çözün, sizden istenileni yapın. Biz size o zaman yardım edeceğiz. Aksi hâlde hiçbir yere varamazsınız” şeklindeki sözlerini hatırlattı. Ne gariptir ki bugün roller ve zaman hızla değişmiş bulunuyor.

Washington Türkiye’nin kendini beğenmişliğinden söz ederken Ankara da ABD’nin düşüşte olduğundan dem vuruyor. Türkiye son on yılda geliştirdiği duruşla onur duyma hakkına elbette ki sahip ama uluslararası politikada doğru tonlama çok şey ifade ediyor.
Ne gariptir ki, Washington da bundan kısmen sorumlu ve sürekli olarak Ankara’nın halet-i ruhiyesini yanlış okuyor.

Buna rağmen, toplumsal ve kurumsal yakınlığın canlandırılması ve güçlendirilmesi gerekiyor. Batı’nın liderliğinin sorgulandığı bir dönemde Türkiye’nin yükselişi bölgesel istikrar ve uzun vadeli demokratikleşme için daha sorumlu ve ilgili bir ortak olması memnunlukla karşılanmalı. Washington Türk dış politikasını uyumlu hale getirmeyi bırakmalı, bunun yerine iki demokratik müttefikin paylaştığı uzun soluklu bir vizyona odaklanmalı.
Türk dış politikasının geçirdiği evrim “komşularla sıfır sorun”un çok ötesinde. Dolayısıyla Washington tarafından gerçekçi bir şekilde anlaşılması ve değerlendirilmesi gerekiyor.

Son on yılda büyük oranda başarılan “stratejik derinlik”ten iç ve dış sorunlara yoğunlaşan “demokratik derinliğe” geçiş Ankara için önemli olacak.

Önceleri jeo-stratejik gerçekliklere dayalı 60 yıllık Türk-Amerikan ittifakını ortak değerler, ortak vizyon paydasında küresel ve bölgesel dönüşüm sırasında tevazuya odaklı ortaklığa dönüştürmek Atlantik’in her iki yakası için de en iyi uzun vadeli sonuç olacak.

* Joshua W. Walker’ın The German Marshall Fund of the United States’te 15 Aralık 2011tarihinde yayımlanan “U.S.-Turkish Relations: Modesty and Revitalization” isimli makalesinden kısaltılarak çevrilmiştir.