- Gündemden

Adsense kodları


Gündemden

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Mon 16 July 2012, 01:33 pm GMT +0200
Gündemden
Zeynep ÖCAL • 75. Sayı / GÜNDEMDEN


LİBYA’DA SULAR DURULMUYOR
NATO, Libya’da etkili olamıyor


Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında etkili olan ve Libya’da uluslararası bir krize dönüşen isyan dalgası NATO müdahalesiyle sonuçlandı. Kaddafi hükümetinin sivil muhalefeti bastırmak için kullandığı yöntemler hakkında açıklama yapmamasıyla başlayan krizin ardından “müdahale” kararı veren NATO’ya karşı Kaddafi güçleri “direniş” çağrısı yaptı. Libya’da başlayan protestoların ardından etkinliğini kaybetse de, göstericilere “böcek” diyen Kaddafi hükümeti uluslararası müdahaleyi de “direniş” çağrısıyla karşıladı. Libya hükümet sözcülerinden Musa İbrahim, “Misrata ya da herhangi bir Libya kentine gelen NATO için burayı cehenneme çevireceğiz” dedi. Batılı müttefiklerin 19 Mart’ta başlayan operasyonuna rağmen Kaddafi güçlerinin isyancıların kontrolündeki Misrata kentine ağır silahlarla yaptığı saldırı sürüyor. Libya’da yaşanan gelişmelere dair konuşan Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, “NATO'nun Libya müdahalesinin yetersiz kaldığını” söyleyerek, NATO'yu Kaddafi'ye bağlı birliklerin kullandığı ağır silahları yok etmek için adım atmaya davet etti. Öte yandan müdahale NATO içindeki ülkeler arasında da tartışılmaya devam ediyor. İngiliz politikacı William Hague, “Kaddafi’ye karşı belirgin bir ilerleme sağlamanın tek yolu isyancıların kara birlikleriyle desteklenmesi” olduğunu savunurken, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika herhangi bir askeri müdahaleye karşı olduklarını dillendirdiler. Türkiye ise Libya’da yaşananlar konusunda uluslararası arenada ‘arabulucu’ rolüyle ön plana çıkıyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Sivillere yönelik saldırılar durmalıdır. Barışçıl süreç, bir anlamda siyasi süreç devreye sokulmalı. Bu konudaki yoğun çabalarımız sürüyor” açıklaması yaparak, muhalefet temsilcileriyle görüştü. Libya’daki belirsizliğin bir süre daha süreceği yapılan genel yorumlar arasında.

SURİYE AYAKLANMALARI
Esad’a muhalefet yükseliyor


Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Ocak ayından itibaren başlayan “Arap Baharı”nın etkilediği ülkeler kervanına Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Bahreyn’in ardından Suriye de katıldı. “Özgürlük” talebiyle başkent Şam’da başlayan eylemler, hızla ülkenin her yanına yayıldı. Suriye lideri Beşşar Esad yönetimini (Baas partisi) hedef alan protestolar başkent Şam, Dera, Hama ve Humus’un yanı sıra kuzeydoğudaki Kürt bölgelerini de etkiledi. Hükümetin muhalifleri bastırmak için aldığı önemler çatışmaların yükselmesine neden olurken, birçok kentte güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu yüzlerce gösterici hayatını kaybetti. Birçok yaralanma, gözaltı ve tutuklanmaların da gerçekleştiği müdahalelere rağmen muhalifler geri adım atmadı. Muhalif liderlerden Haytam Maleh “siyasi ve ekonomik reform” çağrısı yaparken, Suriye’deki olağanüstü halin kaldırılmasını, Baas Partisi yönetiminin sona erdirilmesini, demokratik siyasi bir sistem oluşturulmasını ve siyasi mahkûmların serbest bırakılmasını talep etti. Muhalifler ayrıca bazı kentlerde Hafız Esad heykellerini yıktı. Sivillere yönelik şiddet kullanılması Suriye muhalefeti ve çok sayıda ülkenin tepkisini çekerken, Suriye lideri Beşşar Esad gelen tepkilere kayıtsız kalamayarak ülkede 1963 yılından bu yana uygulanan olağanüstü halin kaldırılması için yeşil ışık yaktı. Esad’ın açıklamasına rağmen dinmeyen protesto dalgası halen sürüyor. Suriye İçişleri Bakanlığı’nın devam eden protestolar üzerine “Suriye'nin güvenliğini tehlikeye sokan 'silahlı ayaklanma' bastırılmalıdır” açıklaması ise ülkede yaşanan can kayıplarına yenilerinin ekleneceğini gösteriyor. Ülke içi güçlü bir polis ve istihbarat yapılanmasına sahip olan Suriye’de yönetimin kısa vadede değişmesi zor bir ihtimal olsa da, Ortadoğu’nun siyaseten yeniden şekillenmesine Suriye yönetiminin kayıtsız kalamayacağını ve kısa ve orta vadede ülke içi birçok reformun uygulamaya konulacağını öngörebiliriz.

12 HAZİRAN YAKLAŞIYOR
Türkiye, büyüme ve istikrarın peşinde


Türkiye’nin 90’lı yıllarına dair yapılan tartışmalarda, o yılların ülkemizin kayıp hanesine yazıldığı sıklıkla ifade edilir. Bunun en temel sebepleri arasında ise o yıllarda kötü ve istikrarsız yönetim sergileyen koalisyon hükümetleri, sorun çözmekten çok problem üreten siyasi anlayışlar, kısır politik tartışmalar, terör olayları, binlerce faili meçhul siyasi cinayet işlenmesi ve faillerinin bulunamaması sonucu halkın devlete güveninin azalması gibi faktörler var. Tüm bu olumsuz tablonun ülke ekonomisine ciddi zararlar verdiği de bir gerçek. Son yıllarda ise bu tablonun değiştiğini ve ülke ekonomisinin toparlanarak büyümeye geçtiğini görüyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu’nun geçtiğimiz ay yayımladığı çeşitli verilere göre, Türkiye ekonomisi Avrupa'da 2010'un büyüme rekorunu ve düşük enflasyonda son 41 yılın yeni rekorunu kırdı. Türkiye ekonomisinin daha da büyümesini sağlayacak dinamiklere sahip olduğu herkesin kabulü. Türkiye’ye ekonomide yeni sıçramalar yaşatacak potansiyellerin ortaya konulması ise ülke olarak en temel beklentimiz. Bunun gerçekleşmesi ise ülkemizde hali hazırda bütün problemlerin temel kaynağı olan 1982 darbe anayasasının tümüyle değişmesinden geçiyor. Son günlerde bu amaçla birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütünün çeşitli anayasa taslakları hazırladığına şahit oluyoruz. Görünen o ki 12 Haziran’da gerçekleşen genel seçimler sonrası ülke olarak ilk sivil anayasanın yapılması sürecine tanıklık edeceğiz. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınacağı, devlet odaklı değil vatandaş ve hizmet odaklı, ülkenin Kürt sorunu da dâhil en temel sorunlarını çözecek ve hukuk devletine işlerlik kazandıracak bir anayasanın yapılması ise hepimizin en büyük kazancı olacak.

İHRACATTA YÜKSELİŞ
Son 32 ayın rekoru kırıldı


Türkiye İhracatçılar Meclisi’nden (TİM) Nisan ayında yapılan açıklamaya göre, ihracat 2011’in Mart ayında 2010’un aynı ayına oranla yüzde 22.81 artarak 11 milyar 722 milyon dolara ulaştı. Böylece 2008’de başlayan küresel ekonomik krizin ardından son 32 ayın ihracat rekoru kırılmış oldu. İhracat rakamının yükselmesi ise “krizin aşıldığına dair veri” olarak kabul edildi. TİM’in rakamlarına göre en yüksek ihracat otomotiv sektöründe gerçekleşti. 1 milyar 955 milyon dolarla birinci sırada yer alan otomotiv sektörünü, 1 milyar 429 milyon 689 bin dolarlık hacmiyle hazır giyim ve konfeksiyon izledi. Ekonomistlerin “krizden kurtulma belirtisi olarak” nitelediği rakamlar hakkında TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi, “Mart ayı ihracat rakamları kriz sonrası son 32 ayın en yüksek rakamı. Sadece mart ayları göz önüne alındığında Cumhuriyet tarihinin en yüksek Mart ayı rakamları” diye konuştu. Konuşmasında son günlerde Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmelere de değinen Büyükekşi, ilk üç aylık ihracat rakamlarına bakıldığında Ortadoğu ülkelerine yapılan ihracatın genel olarak yükseldiğini kaydederken, ilk çeyrekte bu ülkelere yapılan ihracatın yüzde 33 artarak 5.7 milyar dolara ulaştığını belirtti. Büyükekşi'nin verdiği bilgiye göre, ilk çeyrekte Birleşik Arap Emirlikleri'ne yapılan ihracat yüzde 72 ile ilk sırada yer alırken, bunu yüzde 48’lik oran ile İran, yüzde 40 ile Irak, yüzde 16 ile Suudi Arabistan izledi. Diğer taraftan siyasi karışıklık yaşayan bazı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine yapılan ihracat ise geriledi. Libya'ya yapılan ihracat ilk çeyrekte yüzde 43, Mısır'a ve Yemen'e yüzde 24, Tunus'a yüzde 20, Suriye'ye yüzde 5 azaldı. Mart rakamlarına bakıldığında ise aylık ihracatın Libya'ya yüzde 87, Yemen'e yüzde 63, Ürdün'e yüzde 28, Mısır'a yüzde 27, Bahreyn'e yüzde 22, Suudi Arabistan'a yüzde 11, Cezayir'e yüzde 11 ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne de yüzde 5 azaldı. Bölge ülkelerindeki siyasi karışıklıklardan ülke ekonomisinin etkilendiği aşikâr. Bölgede yaşanan karmaşanın inşaat, ulaştırma, turizm gibi çeşitli sektörleri etkilemesi de kaçınılmaz. Petrol fiyatlarının da aşırı yükselmesini beraberinde getiren siyasi gelişmelerin yaşandığı bölgenin bir an önce özlediği barış, huzur ve istikrar ortamına kavuşması gerekiyor.

TÜRKİYE’DEN ADLÎ MANZARALAR
Ergenekon’da görev değişimi, Balyoz’da muhtıra


Ergenekon soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, terfi ederek başsavcı vekilliğine atandı. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) kararıyla terfi eden Zekeriya Öz’ün yeni görevi tartışmalara neden oldu. Terfi, kimi çevrelerce “kızak ve tasfiye” olarak değerlendirildi. HSYK’nın bir diğer kararı, Şemdinli iddianamesini hazırlayan eski Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya hakkında 2006 yılında verilen meslekten ihraç hükmünü kaldırması oldu. Sarıkaya hakkında verilen karar “mesleğin şeref ve onurunu ve memuriyet nüfuz ve itibarını bozacak nitelikte eylem” maddesine dayandırılmıştı. Meslekten ihraç edilen hakim ve savcılarla, özel yetkileri kaldırılan hakim ve savcıların durumunu gündemine alan HSYK, eski Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in gözaltına alınması üzerine yetkileri kaldırılan Erzurum Başsavcıvekili Tarık Gür, Cumhuriyet savcıları Rasim Karakullukçu, Mehmet Yazıcı ve Osman Şanal’ın da özel yetkilerinin iadesine karar verdi. Öte yandan Balyoz Darbe Planı kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görevli ve emekli 163 personelin tutukluk halinin devam etmesi üzerine Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yaptı. Açıklamanın “Balyoz Muhtırası” olarak nitelenmesine şu satırlar neden oldu: “Türk Silahlı Kuvvetleri'nin görevli ve emekli 163 personelinin tutukluluk halinin devamını anlamakta güçlük çekilmektedir.” Balyoz sanıklarının tutuksuz yargılanma taleplerinin 5 Nisan’da mahkeme tarafından ikinci kez reddedilmesiyle gerçekleşen açıklamada, Genelkurmay’ın itiraz nedeni olarak, “Balyoz Darbe Planı'nın aslında emir-komuta içerisinde yapılan bir seminer planı olduğu ve kendilerince bu yönde bilginin de savcılara verildiği” gösterildi. Açıklama, yargılaması süren bir davaya müdahale olarak yorumlanarak eleştirildi.

TOPLUMSAL ŞİDDET
Şiddet de sürüyor, çözüm arayışı da


Son aylarda kadınlara uygulanan şiddetin artış göstermesi ve Kayseri’de kaçırılan çocukların öldürüldüğünün ortaya çıkması çeşitli toplumsal tartışmaları beraberinde getirdi. Kayseri’de yaklaşık bir buçuk yıl önce kaybolan üç çocuğun cinayetlerinin çözülmesinin ardından medyada yer alma şekli ve olay “şiddetin boyutu nereye gidiyor?” sorusuna yol açtı. Uzmanlar, televizyonlarda haberlerin veriliş şeklinin ve dizilerin toplumda şiddet eğilimini arttırdığını söylerken, sivil toplum örgütleri de kadına uygulanan şiddet konusunda hükümeti daha somut önlemler almaya davet etti. Ocak ayında 16, Şubat’ta 8 ve Mart’ta 11 kadının karşılaştığı şiddet Başbakan Erdoğan’ın da “Kadına yönelik şiddet acziyettir, alçaklıktır” açıklamasına neden oldu. Erdoğan konuya ilişkin olarak, “Kadınlarımızın evde, kamusal alanda, iş yerinde, sosyal hayatta şiddete maruz bırakılması, istismara uğraması hukuken, vicdanen, ahlaken asla kabul edilemez. Şunu özellikle ifade etmek isterim ki aile içi şiddetin, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin, töre cinayetlerinin ülkemizin gündeminden tamamen çıkması birinci önceliğimizdir” dedi. Konu hakkında açıklamada bulunan Kadınlar İçin Hukuki Destek Merkezi Avukatı Habibe Yılmaz Kayar ise, yargının korunma talebi isteyen bir kadını koruyamadığına dikkat çekerek, “Gerekli önlemler yetkililer tarafından alınmadığı için kadınlar saldırıya uğruyor. Korumanın iki yolu vardır. Birincisi Aile Mahkemeleri tarafından ‘uzak durma’ kararı çıkartılır. İkinci olarak da savcılık devreye girer. Savcılık kendisine gelen korunma talebi başvurusunda dosyayı aile mahkemesine gönderir” sözleriyle konunun çözümüne yönelik önemli bir açıklamada bulundu. Öte yandan, ebeveyn şiddetine maruz kalan çocuklar konusunda Sosyal Güvenlik Kurumu da somut adımlar atarak, şiddete uğrayan çocuklara ilişkin şikâyetleri ‘öncelikli’ olarak ele alacağını açıkladı. Kadınlar ve çocuklara yönelik şiddetin bir an önce son bulması adına gerekli düzenlemelerin bir an evvel yapılması, ülkemizde yaşanan şiddet patlamasının önüne geçilmesi bakımından büyük önem taşıyor.

EĞİTİMDE TARTIŞMALAR
YGS’de şifre depremi


Bu yıl 1 milyon 520 bin öğrencinin girdiği Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonrası gündeme gelen “şifre” iddiası gözleri Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’ne (ÖSYM) çevirdi. Artvin’de bir veli tarafından ortaya atılan “YGS soru kitapçığında şifreleme” olduğu iddiasına göre, şifreleri bilerek sınava girenler okumadan 40 matematik sorusundan 38’ini yanıtlayabiliyor. İddianın ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı inceleme başlatırken, şifreleme tartışmasına tepki gösteren öğrenciler çeşitli illerde protesto eylemi yaparak ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ali Demir’i istifaya çağırdı. Demir ise kamuoyunda yaşanan tartışmanın gerçeği yansıtmadığını” belirterek, “İddia sadece basına dağıtılan master kopyalar için doğru ancak sınavda her adayın soru kitapçığı, soruların yeri ve cevapların yeri birbirinden tamamen farklı” dedi. Açıklamanın ardından Eğitim-Sen sınavın iptalini isterken, Danıştay, iptal istemiyle açılan davayı, “düzenleyici işlem niteliğinde olmaması nedeniyle” Ankara İdare Mahkemesi'ne gönderdi. Mahkeme’nin nasıl bir karar vereceği şimdilik belirsiz. Öte yandan her yıl sınava giren öğrenci yoğunluğu, merkezi sınavda yaşanan sıkıntılar, sınav sistemiyle eğitim arasındaki ilişki, “şifreleme” tartışmalarının ardından “Sınav sistemi ne kadar doğru” sorusunun yeniden tartışılmasına neden oldu. Özel Dersaneler Birliği (ÖZDEBİR) liselerde derslerin işlenemez hale geldiğini belirterek, sınav sisteminin değişmesi gerektiğini açıkladı. Konu hakkında konuşan uzmanlar ise üniversitelerin öğrencilerini kendilerinin seçmesinin yanı sıra Yükseköğretim Kurumu’nun (YÖK) kaldırılması ve üniversitelere bilimsel ve malî özerklik tanınması gibi çeşitli önerilerde bulundular. Türkiye’nin sahip olduğu yetersiz ve çarpık eğitim modelinin bir an önce değişmesi gerektiğine dikkatlerin de çekildiği açıklamalarda, eğitimde ABD benzeri bir sistemin uygulanması gerektiği dile getirildi.