- Gündemden

Adsense kodları


Gündemden

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 11 July 2012, 03:36 pm GMT +0200
Gündemden
Selçuk Uygur • 72. Sayı / GÜNDEMDEN


“SÜRPRİZ” TAHLİYELER
Yargıtay’dan şaşırtan karar


90’lı yıllarda Türkiye’ye hakim olan şiddet ortamına damgasını vuran örgütlerden biri de Hizbullah idi. Üyelerinin yaptığı yüzlerce eylem ve işlediği korkunç cinayetlerle gündeme gelen örgüt, güvenlik güçlerinin 2001 yılında yaptığı geniş çaplı bir operasyon sonucu etkisiz hale getirilerek, örgütün başta üst düzey sorumluları olmak üzere birçok üyesi tutuklanmıştı. Aradan geçen on yılın ardından, uzun yıllardır Yargıtay’da temyiz için bekleyen davanın sonuçlanması beklenirken, yeni yıla girmemizle birlikte Yargıtay tarafından örgüt üyelerinin tahliyelerine karar verildi. Aniden gerçekleşen bu tahliyeler kamuoyunda panik ve şaşkınlığa sebep olurken, birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Ne olmuştu da başta Hizbullah üyeleri olmak üzere birçok davada terör örgütü üyeliği, hırsızlık ve gasp gibi suçlardan yargılanan tutuklular serbest kalmıştı? Tahliyelerin sebebi çok geçmeden anlaşıldı. TBMM’de Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çerçevesinde yeniden düzenlenen tutukluluk süresi, tartışılan bu tahliyelerin önünü açmıştı. 1 Ocak 2011 itibarıyla yürürlüğe giren Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK)’nun 102. maddesine göre, karara bağlanmamış yargılamalarda10 yıl olan tutukluluk süresi 5 yıla indirilmişti. Böylece, 10 yıldır yargılamasına devam edilen ve henüz karara bağlanmamış 953 davanın tutukluları, Yargıtay’a tahliye talebinde bulunmuşlar ve yürürlüğe giren kanun maddesi gereğince de tahliye edilmişlerdi. Muhakkak ki, sonuçlanmamış davalarda tutukluluk sürelerinin Avrupa Birliği standartlarına çekilmesi için yapılan çalışmalar önemli. Bununla birlikte, kamuoyunu paniğe sevk eden tahliyelerin kamuoyu hazırlanmadan gerçekleşmesi de büyük bir hata idi. Yasama, yürütme ve yargı kurumlarının kamuoyunu paniğe sevk edecek bu tür durumlara karşı kamuoyunu bilgilendirmeleri gereklilik arz ediyor. Diğer yandan gerçekleşen tahliyelerle birlikte 90’lı yıllardaki şiddet ortamına geri dönülüp dönülmeyeceği de toplumsal bir tartışma konusu. Ülkenin yeni bir şiddet ortamına sürüklenmemesi ve toplumsal panik havasının sona erdirilmesi açısından hükümetin, yargı kurumlarının ve güvenlik güçlerinin koordinasyon içerisinde hareket ederek, topluma rahat nefes aldıracak çalışmalarda bulunmaları önemini koruyor.

YARGIDA YETKİ TARTIŞMALARI
Anayasa Mahkemesi’ne ikinci temyiz yetkisi


12 Eylül referandumunda “Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru hakkı”nın kabul edilmesi sonrası yasaya son şeklini verecek tasarının TBMM gündemine gelmesi çeşitli tartışmalara yol açtı. Tasarıya göre, temel hak ve özgürlüklerinin bir kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden her vatandaş, idari ve yargısal bütün itiraz yollarını tüketmesi durumunda AYM’ye bireysel başvuruda bulunabilecek. Tasarıya göre 2012 yılında başlayacak uygulamada başvurular, AYM Başkanı’nın belirleyeceği bir başkanvekili başkanlığında 7 üyeden oluşan bir komisyon tarafından sonuçlandırılacak. Başvuruların kabul edilebilir olup olmadığına ise görevli komisyon karar verecek ve gerekirse başvuruyu reddedebilecek. Bireysel başvuruların AYM’ye, Yargıtay ve Danıştay’ın kararlarını iptal yetkisi vermesi ise siyaset ve hukuk çevrelerinde sert tartışmalara sebep oldu. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, Yargıtay ve Danıştay kararlarının AYM tarafından da incelenmesi hakkı getirilmesine yönelik olarak, AYM’nin ‘süper temyiz mahkemesi’ haline getirileceğini ve bu durumun yargı içinde büyük bir kaosa neden olacağını savundu. AYM çevreleri ise Almanya ve İspanya örneklerini göstererek, iptal yetkisi olmaması halinde hak ihlallerinin sonuç doğurucu biçimde ortadan kaldırılmasının mümkün olamayacağını vurguladılar. Burada, Avrupa’nın birçok büyük ülkesinin vatandaşlarına bireysel başvuru hakkı tanıdığının altını çizmekte yarar var. Buna ilaveten AYM’nin bu yetkisi, Rusya’dan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’ne en fazla başvurunun yapıldığı ülke olan Türkiye’de bundan sonra AİHM’ye gitmeden önce başvuruların ülke iç hukukunda incelenmesine imkân sağlayacak. Bununla birlikte Türkiye’nin AİHM’ye 2004 yılından beri ödediği tazminatların 100 milyon TL’yi geçtiğini hesaba katarsak, bu bile Anayasa Mahkemesi’nin bu yetkiye olan gerekliliğini ortaya koyuyor.

HİZBULLAH HÜKÜMETTEN ÇEKİLDİ
Lübnan’da hükümet krizi büyüyor


Geçtiğimiz günlerde Lübnan’da 30 bakanlı kabinenin 11 üyesi, 2005 yılında eski Başbakan Refik Hariri’ye düzenlenen suikastın Birleşmiş Milletler (BM) mahkemesi tarafından soruşturulmasını protesto etmek amacıyla istifa etti. BM mahkemesinin Refik Hariri’yle birlikte 29 kişinin öldüğü bombalı saldırıyla ilgili soruşturmasında Hizbullah üyelerinin adının geçtiği ve Hizbullah’ın olaydan sorumlu tutulacağına dair haberler medyaya yansımıştı. Lübnan'da çıkan hükümet krizi, zaten diken üstündeki Ortadoğu’da yeni bir krizi tetikleyebileceği gerekçesiyle dünya güçlerini harekete geçirdi. Krize çözüm bulmak üzere Beyrut'a giden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ile görüşürken, görüşmede Türkiye'nin, Lübnan'da barışın ve istikrarın korunmasına ne kadar önem verdiği ve Lübnan'daki istikrarın bölgedeki barışa ve istikrara hizmet edeceğini dile getirdi. Uzmanlar ise Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin Batı yanlısı hükümetinin yıkılmasından sonra Türkiye’nin birbirine düşman olan parti ve grupları bir araya getirebileceğini belirtiyor. Özellikle Alman Der Spiegel gazetesinde yayınlanan bir habere göre Lübnanlı bir diplomatın, "Suudi Arabistan ve Suriye'nin arabuluculuk çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Şimdi Türklerin zamanı" şeklinde konuştuğu kaydedildi. Türkiye’nin, 2008 yılında Suriye ve İsrail arasındaki arabuluculuk çabalarının başarısızlığa uğramasından sonra yaşanmakta olan krizin Türk hükümetinin dış politikadaki ilk ciddi sınavı olduğunu ifade eden uzmanlar, sonucun Türkiye’nin Ortadoğu’daki etkinliğinin geleceğini olumlu veya olumsuz yönde etkileyebileceğini belirtiyorlar.


23 YILLIK BİN ALİ YÖNETİMİNİN SONU
Tunus’ta Yasemin Devrimi


17 Aralık'ta Tunus'un Sidi Bou Said kentinde, 26 yaşındaki üniversite mezunu seyyar satıcı Muhammed Buazizi'nin tezgâhına el konulması üzerine, Buazizi’nin kendini yakma girişimi bir anda ülkede genç ve işsiz kitleleri harekete geçirdi. Ülkede başlayan protestolar, polisin bir göstericiyi öldürmesi üzerine büyürken, Buazizi’nin 5 Ocak'ta kaldırıldığı hastanede ölmesiyle doruğa ulaştı. Ülkeyi 23 yıldır yöneten Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali bütün uzlaşma çabalarına rağmen başarısız olunca ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Özellikle geçtiğimiz ay yayınlanan Wikileaks belgelerinde Bin Ali ve ailesinin lüks yaşamı ve yolsuzluklarına yer verilmesi, ülkede olayların büyümesini tetikleyen en önemli unsurlardan biri oldu. Nitekim ülkede işsizlik oranı yüzde 15 seviyesindeyken, bu oranın üçte ikisinden fazlasını üniversite mezunu gençler oluşturuyor. Uzmanlar Tunus’da yaşanan olayların meydana çıkmasında geçtiğimiz yıllarda Yunanistan ve İran örneklerinde olduğu gibi işsiz ve umutsuz gençlerin başrolü oynadığını söylüyor. Lübnan asıllı ünlü Fransız yazar Amin Maalouf ise bir söyleşisinde, Arap toplumlarının Cemal Abdülnasır’dan bu yana büyük bir başarısızlık kompleksi, mutsuzluk ve umutsuzluk içinde yaşadıklarını dile getirmişti. Arap dünyasını yakından takip eden uzmanlar da, Tunus’ta başlayan olayların yakında bir süre önce temel gıda maddelerindeki artış yüzünden ölümle sonuçlanan olayların çıktığı komşu Cezayir ve öteki ülkelere sıçrayabileceğinin de altını çiziyorlar. Nitekim Tunus’taki konjonktürün Arap dünyasının birçok ülkesinde bulunduğunu göz önüne alırsak, önümüzdeki günlerde Arap dünyasında yeni ayaklanmalar ve değişimlere tanık olabiliriz.

TÜRKİYE – AB İLİŞKİLERİ
Merkel’den Kıbrıs’ta kızdıran sözler


Almanya Başbakanı Angela Merkel 12 Ocak günü ilk kez ziyaret ettiği Kıbrıs Rus Kesimi’nde Türkiye’yi kızdıran açıklamalarda bulundu. Merkel, “Rum tarafı Kıbrıs’ta çözüme yönelik cesur girişimlerde bulunuyor ama Türk tarafı bu girişimlere karşılık vermiyor” diyerek çözümsüzlükten Türkiye’yi sorumlu tuttu. Merkel’in açıklamalarına Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu sert tepki gösterirken, AB’den sorumlu devlet bakanı Egemen Bağış ise Merkel’in sözlerine sitemde bulundu. Türkiye’nin sert tepkisini değerlendiren Alman Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert ise “Merkel’in Kıbrıs sorunu ile ilgili tarih dersi almaya ihtiyacı yok” şeklinde konuştu. Anlaşılan o ki Merkel, Kıbrıs’a ilk ayak basan Alman Başbakanı olarak tarihe geçerken bunu mümkün olduğunca şatafatlı bir hale getirmek istedi. Dikkate değer diğer bir başka nokta ise Merkel’in sözlerinin sadece Almanya’yı değil AB’yi de bağlıyor ve genel Kıbrıs politikasını yansıtıyor olması. Sözcünün söylediğinin aksine Merkel’in tarih dersine ihtiyaç olacak kadar gerilere gitmesine gerek yok. BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’un 24 Kasım 2010 tarihinde açıkladığı Kıbrıs raporunu dikkate almak gerekirse, görüşmelerdeki tıkanıklık için iki taraf aynı şekilde sorumlu tutuluyordu. Bunun yanı sıra, yapıcı bir eleştirellik içinde çözüm için verilmesi gereken bir demecin tam tersinin, taraflardan birinin toprakları içinde adeta o tarafı pohpohlamak adına verilmesinin de samimiyet ve çözüm çerçevesinde herhangi bir yeri yok. Gelinen noktanın, 2004 yılında Birleşmiş Milletler’in Annan Planı’nı kabul eden Türk tarafını cezalandırma ve planı reddeden Rum tarafını ise mükâfatlandırarak AB’ye almanın bir uzantısı olduğunu unutmamak gerekiyor. Velhasıl Türkiye’de son zamanlarda yapılan anketlerde AB’ye olan inancın ciddi oranda zedelendiğinin ortaya çıkması, ülke insanının bu ikiyüzlü politikalara daha fazla tahammülü olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

İHRACATTA YENİ RAKAMLAR
MEFTA ülkeleriyle ticaretimiz artıyor


Başbakan’ın Kuveyt gezisinde söylediği “İslam ekonomileri kendi kendine yeter” sözleri ekonomistlerin gözünü Ortadoğu Serbest Ticaret Birliği (MEFTA) ile olan ticarete çevirdi. Son açıklanan rakamlara göre MEFTA’nın Türk ihracatındaki payı yüzde 26 olarak gerçekleşti. AB’nin Türkiye’nin ihracatındaki payı ise hâlihazırda yüzde 56 düzeyinde. Bu durum, MEFTA’nın kısa vadede AB’nin yerini alamayacağını gösterse de, uzun vadede durum tersine dönebilir. MEFTA’nın Türk ekonomisindeki payının özellikle 2005 yılından bu yana çok ciddi bir artış göstermesi, bu durumun önemli bir göstergesi. Son 5 yılda MEFTA’nın Türkiye ihracatındaki payı yüzde 50 oranında artış gösterirken, AB’nin payı ise aynı dönemde yüzde 12.3 gerilemiş durumda. MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardan da Avrupa ile ticaretin yüzde 54’lerden yüzde 46’lara düştüğünü, İslam ülkeleriyle yapılan ticaretin ise yüzde 5’ten yüzde 28’lere yükseldiğinin altını çizerek bu duruma dikkat çekti. Ekonomistler gelecekte AB’nin payındaki düşüşün süreceğini, MEFTA’nın ise payını arttırabileceğini ifade ediyorlar. Bu gelişmesinin yaşanmasında Türkiye’nin komşuları ve Arap ülkeleriyle vizeleri peş peşe kaldırması önemli bir etken olarak değerlendiriliyor.

HIZLI TREN PROJESİ
100 hızlı tren için 100 gar yapılacak


Son yıllarda ülkemizde yapımı devam eden hızlı tren projelerinin hizmete girmesine paralel olarak Türkiye genelinde 100'e yakın hızlı tren garı yapılması planlanıyor. Hızlı tren ağlarıyla örülen Türkiye'de, ''uçağın yerdeki rakibi'' olarak değerlendirilen hızlı trenlerin konaklayacağı 100'e yakın hızlı tren garı Yap-İşlet-Devret (YİD) modeliyle hizmete sunulacak. Ankara'da mevcut garın yanına inşa edilecek ilk hızlı tren garının yanı sıra, projeleri tamamlanan üç hızlı tren garı yapılacak. Kayaş'a yapılacak garın ihalesi Ankara-Sivas hızlı tren projesi ihalelerinin tamamlanmasının ardından gerçekleşecek. Sonraki yıllarda ihtiyaç doğrultusunda Sincan'da da hızlı tren garı yapılması değerlendirilecek. Ankara-Konya hızlı tren projesinin de hizmete girmesiyle Konya'ya hızlı tren garı yapılması için de ihaleye çıkılacak. YİD modeliyle ihale edilecek hızlı tren garlarının her birinde farklı tesisler yer alabilecek. Ulaştırma Bakanlığı, Ankara-Konya Hızlı Tren Projesi’nde test sürüşlerini gerçekleştirirken, Ankara-Sivas, İstanbul-Sivas, Ankara-Afyonkarahisar, Ankara-İzmir, Ankara-Bursa ve Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars ile Halkalı-Bulgaristan arasında hızlı tren hattı kurulmasına yönelik çalışmalara da son sürat devam ediyor. Bu illerde hızlı tren projelerinin hayata geçirilmesiyle birlikte hızlı tren garlarının inşaatına da başlanacak. Böylece, ulaşımda alternatiflerin artmasıyla birlikte oluşacak rekabetin ulaşım ve taşıma fiyatlarını düşürmesi, karayollarının yükünü hafifleterek trafik kazalarının sayısını da azaltması bekleniyor.

2010’DA DAHA ÇOK OKUDUK!
Türkiye’de kitap üretimi arttı


Türkiye Yayıncılar Birliği tarafından yapılan yazılı açıklamaya göre, ülkemizdeki kitap üretimi 2010 yılında yüzde 15 artarak, yayıncılık piyasasının 408 milyon 339 bin 289 liralık bir ciroya ulaşmasını sağladı. Açıklamaya göre, 2010’da ülkemizde 34 bin 363 çeşit kitap yayımlanırken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilk ve ortaöğretim öğrencilerine dağıttığı ücretsiz kitap sayısı ise 193 milyon 925 bine ulaştı. Bunun yanı sıra 2009 yılına kıyasla 2010 yılında Türkiye’de yayımlanan kitap çeşidi toplamda yüzde 9,38 artarken, kitap adedi de yüzde 15,48 artış gösterdi. Son nüfus sayımına göre Türkiye'nin nüfusunun 72 milyon 561 bin 312 olduğu göz önünde bulundurulursa, kişi başına düşen kitap sayısı 5,6. Bu rakam geçen yıllara oranla kitap okumada artış kaydettiğimizin net göstergesi. Hatırlanacağı üzere, özellikle 2008 yılının Mart ayında başlatılan “Türkiye Okuyor” kampanyası yoluyla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün himayesinde birçok bölgede okuma etkinlikleri düzenlenmişti. Kampanya bilhassa okullarda kitap okuma alışkanlığının artmasına yönelik girişimlerin artmasıyla sonuçlandı. Yaşanan bu olumlu gelişmelere rağmen, Türkiye’nin kitap okuma, kütüphanelere üyelik ve kitaba harcanan para konusunda hâlâ Azerbaycan da dahil olmak üzere birçok irili ufaklı ülkeden geride olduğunu hatırlatmakta yarar var.