- Güçlü Ordu Güçlü Türkiye mi?

Adsense kodları


Güçlü Ordu Güçlü Türkiye mi?

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
reyyan
Wed 27 July 2011, 03:53 pm GMT +0200
Dün Bugün Yarın


Ekim 2009 130.SAYI
 

Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.

Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye mi?

Ülkemizde her yıl kutlanan 30 Ağustos Zafer Bayramı törenleri bu yıl da çeşitli etkinliklerle kutlandı. Fakat bu yılki törenler, öncekilere oranla oldukça tartışmalı geçti. Zira son dönemde Türk Silahlı Kuvvetleri içinde cereyan eden bir takım olaylardan dolayı, özellikle basından TSK’ya çok sert eleştiriler yöneltilmişti. TSK ise bu eleştirilere, hazırlattığı ve billboardlara astırdığı bir afiş ile cevap verdi. “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganlı bu afiş, tartışmaların daha da alevlenmesine neden oldu.

Arka planda “orduyu yıpratmayın” mesajı veren bu slogana kimi çevreler destek verirken, kimi çevreler de yanlış olduğunu, zira güçlü Türkiye’nin güçlü bir ordu sahibi olmaktan değil, güçlü bir ekonomi ve demokrasi sahibi olmaktan, vatandaşlarının hak ve özgürlükler sahibi olduğu bir ülkeden geçtiğini, tüm bunlar olursa güçlü bir ordunun kendiliğinden oluşacağını dile getirdi.

Fakat tartışmalar bunlarla da sınırlı kalmadı. Dünyanın ve ülkemizin derin bir ekonomik krizle sarsıldığı dönemde Türkiye’nin ABD’den 7,8 milyar dolarlık “Patriot füzesavar sistemi” satın alacağının basına ve kamuoyuna yansıması tartışmaları daha da alevlendirdi. Zira özellikle basında birçok etkili kalem, kriz durumunda böyle bir harcamanın çok da zaruri olmadığını, ülkenin çözüme kavuşturulması gereken daha öncelikli sorunları ve harcamalarının olduğunu, IMF’den gelmesi beklenen kredinin üçte birinin bu füzesavar sisteminin alınmasına harcanmaması gerektiğini öne sürdü.

Biz de bu yazımızda güncel tartışmalardan yola çıkarak köşe formatımıza uygun, tarihten bir örneğe ve sese kulak verelim.

Takvim yaprakları 1911’i göstermektedir. Yaklaşık altı asırlık Devlet-i Âl-i Osmanî dağılmanın eşiğine gelmiştir. Devlet, ekonomiden bürokrasiye, eğitimden orduya her alanda büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır. Toprak kayıpları günden güne artarken, yükselme döneminde “Türk Gölü” olarak adlandırılan Akdeniz ve Karadeniz’de üstünlük İngiltere ve Rusya’nın eline geçmiştir. Zira denizcilik alanındaki gelişmelere ayak uyduramayan Osmanlı donanması,  politik nedenlerle Haliç’te atıl durumda beklemektedir. Bu süreçte Osmanlı’dan ayrılan Yunanistan dahi oldukça güçlenmiş ve Ege denizindeki donanma üstünlüğü de Yunanlıların eline geçmiştir. Olayın bundan sonrasını tarihçi İbrahim Refik’in satırlarından dinleyelim:

Sultan Osman gemisi

“Yunanlıların lehine bozulan deniz gücünü dengelemek için 1911’de İngiltere’ye ‘Reşadiye’  dretnotu (savaş gemisi) ısmarlanır. Balkan Savaşı’nın patlak vermesiyle İngilizler ne olur, ne olmaz düşüncesiyle geminin yapımını durdururlar. Savaş bitince, yapıma devam kararı her nasılsa alınır.

Denizde hâlâ güç dengesi Yunanlılar lehinedir. Acilen donanmanın güçlendirilmesi lazımdır, işte tam bu arayışların sürdüğü hengâmede Brezilya’nın, Arjantin ile barış imzaladığı için İngiltere’ye ısmarladığı ‘Rio de Janerio’ isimli dretnotu almaktan vazgeçtiği haberi duyulur.

14 tane 12 pusluk ağır, 20 tane 6 pusluk orta top ile 3 tane 21 pusluk torpido tüpü taşıyan, saatte 23 mil sürat yapabilen 204 metre boyundaki 27.500 tonluk dev gemi zamanın şartlarına göre büyük bir güçtür.

Haberi alan Osmanlı Devleti borç bataklığında yüzse de milletin cömertlik hislerine güvenerek gemiye talip olur. Görüşmelere girişilir. Değeri iki milyon dörtyüzbin Osmanlı lirası olan geminin Osmanlılarca talep edildiğini öğrenen Yunanistan büyük korkuya kapılır. Avrupa devletlerine diplomatlarını göndererek geminin Osmanlılara satışını önlemeye çalışır. Fakat 28 Aralık 1912’de anlaşma tüm engellemelere rağmen imzalanır. Geminin adına Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’ye ithafen ‘Sultan Osman’ adı  verilir.

Sultan Osman, Ocak başlarında denize indirilecektir. Hazırlıklar tamamdır. İngiltere büyükelçisi Tevfik Paşa geminin kafasında asılı duran şeyin ne olduğunu sorar. İngiliz uzman “Şampanya efendim! Uluslararası gelenektir. Gemi, şanslı olsun diye patlatılır.” deyince, Tevfik Paşa “Olmaz, biz müslümanız, dinimizde şampanya haramdır; onun yerine gülsuyu şişesi patlatınız..” der.

Böylece Sultan Osman dretnotu dünya denizcilik tarihinde ilk olarak kafasında gülsuyu şişesi kırılan gemi olur...

22 Temmuz’da Sultan Osman denemelerini yapıp tersaneye döndüğünde, Rauf Bey yapımcı Armstroglara gemiyi derhal teslim alması gerektiğini iletir. 1 Ağustos sabahı, Türk bayrağının çekilmesine 20 saat kala gemimiz, İngiltere Başbakanı Churchil’in resmi emriyle gaspedilir. İngilizler, kuruşuna kadar ödediğimiz gemimize resmen bir korsanlık oyunu oynamışlardır.” 1

Özetle Sultan Osman ve Reşadiye gemilerini İngiltere’den alamayız ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’nın 58. maddesiyle bu gemi bedellerinden tümüyle vazgeçeriz.

Bu gemileri almak için İngiltere’ye başvuru yaptığımız 1911 yılında, bu konu Osmanlı basınında da oldukça tartışılmıştır. Bu olaya Tüccarzâde İbrahim Hilmi de 1916 yılında kaleme aldığı “Avrupalılaşmak” isimli kitabında yer vermiştir. Yazımızın başında değindiğimiz güncel meselelere cevap olması bakımından, Tüccarzâde’nin dikkate değer o sözlerini naklederek yazımızı bitirelim:

Hayatımızı büyük orduya bağlamak

“…Bizim sınırlı ve basit fikirlerimizden biri de hayatımızı büyük dretnotlara, büyük orduya bağlamamızdır. Sultan Osman dretnotu satın alındığı zaman içinden çok az kişi dışında bunun neye malolduğunu ve olacağını asla
hesap etmemiştir.

Savaştan sonra ilk borçlanmamız donanmaya ayrıldığı gibi son borçlanmalarımızın da yine donanma ve orduya ayrılacağından eminiz. Fakat fakir bir millet büyük bir donanmanın masraflarına katlanamaz. Tamamen ezilir! Donanmaya ayrılan servet daima dışarıya gidiyor, karşılığında bir şey getirmiyor. Bunu söylemekle sakın dretnotlar, kravezörler, torpidolar alınmasın, orduya fedakârlık yapılmasın düşüncesinde olduğumuz anlaşılmasın. Aksine daha çok fedakârlığa katlanılsın, fakat ordu ve donanmaya verilen önem, harcanan fedakârlığın yüz katı ekonomiye, bayındırlık işlerine ayrılsın, birkaç yıl sonra donanma ve ordu kendiliğinden ortaya çıkar.

Ordu ve donanma için on milyon borçlanılacağını duyarsam titrerim. Anadolu’nun imarı için yüz milyon borçlanıldığını duyarsam sevincimden çıldırırım. Ekonomi işlerine ne kadar çok para dökersek o kadar büyük sonuçlar elde ederiz, millî bağımsızlığımızı o derece güzel savunabiliriz.”2

1 İbrahim Refik, Sultan Osman’ın Hazin Dramı, Sızıntı, Eylül 1991, sayı 152.

2 Tüccarzâde İbrahim Hilmi, Avrupalılaşmak, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1997, s. 130-131. (Yayına Hazırlayanlar: Osman Kafadar - Faruk Öztürk)