meryem
Thu 10 February 2011, 10:48 pm GMT +0200
Görünmeyen Varlıkların Yaratılması
Görünmeyen varlıkların yaratılması başlığı altında genel olarak insanların göremediği melekleri, cinleri, mücerred kavramlar sayılabilecek hayatın ve ölümün yaratılmasını ele alacağız. [386]
1. Meleklerin Ve Cinlerin Yaratılması
Meleklerin yaratılışları hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de açık bir beyan yoktur. Ancak meleklerin nurdan yaratıldıklarını bildiren hadisler vardır [387]. Fakat Kur'ân'da müşriklerin, meleklerin dişi olduğuna dair iddialarını reddeden âyetler vardır. [388] "Rahman'ın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların yaratılışlarına mı şahit oldular ki, (böyle hüküm veriyorlar). Şahitlikleri yazılacak ve (bundan) sorulacaklardır" [389]. Allah'ın bu hikmeti, hayvanların, zürriyetinin devamı konusunda câri olmadığı için hayvanlar nev'ilerinin devamına ihtiyaç duyarlar. Erkeklik ve dişilikle, gıda vb. arızalarla bunu temin ederler. Bunlar, hayvanlara, insanlara ve cinlere mahsus özelliklerdir. Allah melekleri şahıs şahıs yaratır. Dişilik ve erkeklikten münezzeh oldukları için tenasül yoluyla üremeyen, Allah'ın ikram edilmiş kullarıdır. Onlar meleklerin yaratılışına şahit mi olmuşlar ki, "melekler dişidir" diyorlar. Çünkü böyle şeyler müşahede ile bilinecek şeylerdir [390].
Cinlerin yaratılışı Kur'ân'da çokça geçen bir husustur. Melekler gibi, cinler de insanlardan önce yaratılmışlardır. "Cinne de gelince onu da (insandan) daha önce, (vücudun gözeneklerine) nüfuz eden çok sıcak ateşten yarattık"[391]. Cinlerin ateşten yaratıldıkları pek çok âyette bildirilmektedir. Ancak cinlerin yaratıldığı ateşin çeşitli durumları bildirilmektedir. Zikredilen âyette geçen semûm ateş, müfessirlerce şöyle açıklanmıştır:
Sâmm, semm maddesinden zehir, semûm fe'ul vezninde mübalağa sîygasıdır. Bir de semmu'l-hıyat; ince delik mânâsına gelir. Mesemme veya mesâmm veya mesâmmât mesâmmâta nüfuz edici veyahut zehirleyici, cin ve şeytanın insana gizli mesâmmâtından nüfuz edecek, zehirleyecek, yakacak bir mahiyette olduğunu hissettirir [392]. Bu âyette "cânn" cins ismidir. Semûm dumansız ateştir yıldırımlar ondan olur da -denilmiştir. Semûm çok sıcaklık demektir ki izafet mevsufun sıfatına izafesi gibidir. Ateşten murad da şiddetli sıcaktır. Bazıları da melekler gibi dört unsurdan mürekkeptirler demişlerdir [393], İbn Abbas'dan ateşin alevinden, bir rivayette de ateşin en iyisinden, Amr İbn Dinar'dan da güneşin ateşinden yaratılmıştır, rivayetleri gelmiştir. Müslim'in es-Sahih'inde olduğu gibi "Melâike nurdan, cin dumansız ateşten, Âdem de size bildirilen şeyden yaratılmıştır" [394]. "Nâr-ı semûm" öldüren sıcak rüzgârdır. İbn Abbas:
Öldüren hararet, demiştir. Yine İbn Abbas'dan bir rivayette "öldürücü rüzgâr, içerisinde ateş bulunan, çarptığı zaman yakan rüzgâr, öldüren sam yeli" rivayetleri gelmiştir. Ebû İshak'ın rivayetine göre Amr İbn el-Esamm demiştir ki:
"Abdullah (İbn Mes'ud)'dan işittim, şu semûm cinlerin kendinden çıktığı semûm'un yetmiş cüz'ünden bir cüzdür" [395].
Cinlerin yaratılması keyfiyeti hakkında bir diğer önemli âyet-i kerime de er-Rahman sûresinin 15. âyetidir. "Cinni de hâlis ateşten yarattı." [396] İnsandan murad yalnız Adem değil, cins olduğu gibi; cânn'dan maksat da cin cinsidir. Birincisi "nin" ibtidaiyye, ikinci "min" beyaniyyedir. Bazıları asıl mefhumu merec'den alarak, "ateşten ibaret bir çalkanan," yani halis ateş, dumansız safi alev, demişler; bazıları da merec'in asıl mânâsı ihtilat olması itibariyle, "muhtelit dumanlı bir ateş" demişlerdir. Bu mânâ nâr-ı semûm tabirine uygun görünür. Müteaddi merc'den olmak üzere karıştırıcı demek olabilir kî, ateşin kimyevî bîr özelliğini ifade etmiş olur. Hâsılı insan yaratılmadan evvel Güneş'te veya Yeryüzünün başlangıcında olduğu gibi çalkalanıp duran, muzdarip ve müteheyyic bir halde bulunan hâlis bir ateş veya elektrik halinde olduğu gibi, herşeye karışabilen nâfîz bir ateş veya eşyayı birbirine karıştırmak özelliğine sahip ateşten, insanların gözlerine görünmeyen gizli birtakım hayat kuvvetleri, hayat unsurları yaratılmıştır ki, bunlara cânn denir [397]. Avfî, İbn Abbas'dan rivayet eder ki, "Min mâricin min nâr" demek, "ateşin alevinden, iyi yerinden" demektir. Ali İbn Ebi Talha, İbn Abbas'dan rivayet eder ki, "min mâricin min nâr" demek, "ateşin halisinden" demektir [398].
Mücerred cevherlerde hayatı yaratmak mümteni' olmadığı gibi, basit cisimlerde de hayatın yaratılması mümteni olamaz. Nerde kaldı ki ateşi çok olan birleşik cisimlerden hayat yaratmak mümteni' olsun. Ateşli olan unsur, toprak unsurunun galip olduğu cisimden, hayata daha kabiliyetlidir. "Min nâr" galibiyeti itibariyledir. [399] Cinler, Kur'ân-ı Kerîm'in şehadet ettiği gibi ateş özelliğinin galip geldiği birtakım akıllı varlıklardır. Hava unsurunun galip geldiği de söylenmiştir. Yahut her ikisinden çeşitli şekillerle teşkile kabiliyetli bir sınıftır. Başlıca bir hususiyeti de gizliliktir. Aslî suretinden başka suretlerle, hattâ melâike gibi kendi yaratılış suretinde de bazen görülür. Bu sonuncu şekilde görülmesi, enbiya (s.a.v.) ve Allah'ın has kullarına mahsustur. Zor işleri yapmaya güçleri vardır. Nârı bazı latif cisimlerin mahiyetçe diğer bazı latif cisimlere muhalif olmasında aklen bir mani yoktur [400].
Bu konuda şu âyetleri de mütalaa etmelidir [401].
Bu izahlardan anlaşılabilir ki Allah cinleri -daha çok kesafet kazanan rivayet ve tefsirlere göre- dumansız en ince mesammata nüfuz edebilecek yalın ateşten yaratmıştır. Cinler X-ışınları gibi maddeden geçebilen, çeşitli şekillere temessül edebilen, zîşuur, Allah'ın insanlar gibi mes'ul varlıklarıdır. Mükelleftirler, erkeklikleri, dişilikleri vardır. Tenasül yolu ile ürerler. Ateşten yaratılmış olmalarına rağmen hayat sahibi bir mahiyette halk edilmişlerdir. Tıpkı insanların topraktan yaratılıp hayat sahibi bir varlık haline getirildiği gibi. Ancak iblis ateşten yaratıldığını ileri sürerek, topraktan yaratılan Âdem'e secde etmemiştir. Unsuriyet iddiasına kalkışmış, soy davası güderek cahili bir düşünceye saplanmıştır. Şerefi unsurda görmek gururuna kapılmıştır. Gerçekte ise Allah neye şeref vermişse o şereflidir. Âdem'in fitratındaki toprağın cevherinde bulunan ağırlık, ciddiyet, hilim, vakar, haya ve sebata mukabil, İblis'in fitratındaki ateşin cevherinde bulunan hafiflik, yakıcılık, sür'at, ızdırap, irtifa' tesirini göstermiştir. Âdem gibi tövbeye yöneleceği yerde özrü kabahatinden büyük davalara kalkışmıştır. Allah'ta ateşten yarattığı İblis'i ve onun yolundaki askerlerini bu davranışına mukabil yine ateşinde yakacaktır. [402]
2. Ölümün Ve Hayatın Yaratılması
Allah ölümü ve hayatı yaratmıştır, "O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır" [403]. Demek ki ölüm ve dirim insanların imtihan edilmeleri için bir vesile olmak üzere yaratılmıştır. Hayatin yaratılması herkes tarafından kolayca anlaşilabildigi halde, ölümün nasıl bir yaratma olarak tavsif edilebileceği açıklanmaya ihtiyaç duyan bir husustur. Halk takdir ve îcad eylemek mânâlarına geldiğine göre, bu fiili burada takdir mânâsına alanlar olmuştur [404]. Ancak Ehl-i Sünnet'in çoğunluğu, ölümün sırf yokluktan ibaret ademî bir iş olmayıp hayat gibi bir varlığı haiz, vücûdî bir iş, varlığı bulunan bir hadise olduğuna kail olmuşlardır. Yani ölüm ile hayatın tekabülünün, yoklukla varlık gibi değil, hareket ve sükûn, birleşme va ayrılma, kalkmakla yatmak, açıklıkla gizlilik, gelişle gidiş, acı ile tatlı gibi bir tezat karşılığı kabilinden olması gerekeceğini söylemişlerdir... ölen, hayattan, varlıktan büsbütün alâkası kesilerek yok olup gitmiyor, ömrünün neticesine göre iyi veya kötü veya karışık bir şekilde diğer bir doğuma sevk edilerek acı veya tatlı diğer bir hayatta yüksek veya adl bir mevki almak üzere ilk önce yaratan varlığa doğru başka bir âleme dönüyor [405].
Şu halde hayatın dünyaya gelmesi nasıl bir yaratma ve takdir ile ise, dünyadan gitmesi de bir yaratma ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. En basit hayat, bitkilerin hayatı olduğu halde, onların ölümü bile hayattan daha muntazam bir sanat eseri olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin ve tohumların ölümü, çürüme, bozulma ve dağılma şeklinde görüldüğü halde, gayet muntazam bir kimyevî muameleyle ve ölçülü bir unsurlar birleşimi ile hikmetli bir zerreler şekillenmesinden ibaret bir yoğurmadır. Çekirdeğin görünmeyen, intizamlı ve hikmetli ölümü, başağın hayatıyla kendini gösteriyor. Demek ki çekirdeğin ölümü başağın hayatının başlangıcıdır. Hatta hayatının tâ kendisidir. Bundan dolayı şu ölüm de hayat kadar yaratılmıştır, intizamlıdır ve aynı zamanda bir nimettir. Ölüm aslında dünya vazifesinden bir terhistir, bir paydostur. Bir yer değiştirme, bir varlık değişimi, bakî hayatın başlangıcıdır [406]. Katâde'den bir rivayet "Allah Âdemoğlunu ölümle zelil etmiştir. Dünyayı yaşama ve yok olma yurdu, âhireti de karşılık görme ve beka yurdu yapmıştır" şeklinde gelir [407].
Kaderiyye ve bazı Ehl-i Sünnet ölümün ademî bir iş olduğuna zâhib oldular. Hayat şanından olan şeylerden hayatın yok olmasına ölüm denir. Onlara göre akla gelen en yakın şey budur. Bu görüşe, zikri geçen el-Mülk sûresi ikinci âyetiyle istidlal edilerek cevap verildi. Şöyleki halk hem ölüm hem de hayat hakkında takdir manasınadır. Takdir ise hem vücudî, hem de ademî alana tealluk eder. Yahut ölüm sırf adem-i mutlaktan ibaret değildir. Bilakis hususî birşeyin yokluğudur. Bunun benzerine hem halk, hem îcâd tealluk eder. Bu birşeye kendi nefsinde bir vücut vermeksizin başkası için bile olsa vücud vermeye binâendir. Yahut halk burada îcad değil, inşa ve isbat manasınadır, îcad ise ademiyatta cereyan eder. Yahut kelâm bir muzâf takdir edilecek şekildedir. Yani Allah ölüm sebeplerini yarattı demektedir. Yahut ölümü ve hayatı yaratmakla murad, bunların Allah'tan başkasının bilmeyeceği zamanlarını ve muayyen müddetlerini yarattı demektir. Bunların var edilmesi, mecazen bunların zamanlarının icadından ibarettir. Âlûsî bütün bu tevilleri naklettikten sonra "Sıralanan bu ihtimallerdeki durum (tutarsızlık) meydandadır" diyerek onları benimsemediğini belirtir.
Şu halde ölüm ebedî bir yokluğa gömülme, kaybolup gitme hadisesi değildir. Kur'ân'daki ikili anlatım sisteminin bir tezahür şeklidir. Benzer-benzemez, ruh-beden, dünya-âhiret, hayır-şer, cennet-cehennem gibi hayat ve ölüm de birbirinin tekabülüdür. Bundan dolayı Ehl-i Sünnet'in çoğunluğunun dediği gibi ölüm vücudî bir emrdir, bir yaratma konusudur ve bir nimettir. [408]
[386] Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim’de Yaratma Kavramı, İnsan Yayınları: 71.
[387] Müslim, Zühd, hadis no: 67. İbn Kesir, II, s: 550.
[388] Sâffât: 37/149
[389] Zuhruf: 43/19
[390] RM, XXV, s. 71, 72'den mefhumen.
[391] Hicr: 15/27.
[392] Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, V., 3059.
[393] RM, XIV, s. 36.
[394] İbn Kesir, II, s. 550.
[395] Tab.,XIV,s.30.
[396] Rahman: 55/15.
[397] Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, VII, 4670; RM, XXVII, s. 105.
[398] İbn Kesîr, IV, s. 271.
[399] Bey, I, s. 540-541.
[400] RM, XXIX. s. 82.
[401] En'am: 6/100; A'raf, 7/12, 179; Kehf, 18/50; Sâd, 38/76; Zâriyat, 51/56.
[402] Şuarâ: 26/95.Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim’de Yaratma Kavramı, İnsan Yayınları: 71-74.
[403] Mülk: 67, 2
[404] Bey., II, s. 489.
[405] Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, VII, s. 5156'dan sadeleştirerek ve kısaltarak.
[406] Sa'id Nursî, Mektubât, s. 5-6'dan sadeleştirilerek alınmıştır.
[407] Tab.,XXIX,s. 1.
[408] Veli Ulutürk, Kur’an-ı Kerim’de Yaratma Kavramı, İnsan Yayınları: 75-77.