- Gizlenen Edebiyat

Adsense kodları


Gizlenen Edebiyat

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 5 June 2012, 03:49 pm GMT +0200
Gizlenen Edebiyat
Celil CİVAN • 56. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


Hesaplanabilirin dünyasında edebiyat, hesaba gelmeyen, ifşa oldukça gizlenen, gizlendikçe ışıyan, aydınlanan, zuhur eden hakikatin hareket alanı, aletheia’nın açıklığıdır. Yolunu kaybetmekle özgürlük arasındaki gerilimi yaşayan göçebeye ise burada hakikati temaşa etmeye çalışmaktan başka bir şey kalmamıştır artık.

Hegel, dilin ilahi doğasını “söylenenin anlamını tersine çevirip onu bambaşka bir şey yapan ve böylece [söylenenin] tümüyle kelimelere girmesine izin vermeyen” bir şey olarak tanımlar. (Hegel, The Phenomenology of Mind, s. 62.) “Bu şey” dediğim anda bu “şey” çoktan silinip gitmiştir; “bu şey” buradadır ama o “şey” burada yoktur artık. Dile düşen varlık kendini dilden kaçırır; dahası dilin kendisi varlığın içine girmesine izin vermez.

Dile gelen dilden çıkmış, var olan yok olmuştur demek ki. Üstelik dille birlikte Varlık’ın varlığına dair alan da sessizleşir. Burası dille ontolojinin birbirini olumsuzlayarak kesiştikleri yerdir. O yüzdendir ki Hegel ve Heidegger’de dil ve ölüm üzerinden bu olumsuzluğun izini süren Giorgio Agamben, işaret sıfatları özelinde Antik çağdan bugüne gramerle ontolojinin yakınlığının tesadüf olmadığını belirtir. “Ortaçağ’da –der misal olarak Agamben– Mutlak Varlık meselesi gramer kategorilerine atıf yapılmadan anlaşılamaz”. (Agamben, Death and Language –The Place of Negativity– s. 19 vd.) Eğer varlık araştırması bu “olumsuz yer”de, bu “zeminsiz zemin”de sürüyorsa metafiziğin baştan beri burada yer aldığını söylemek gerekmez mi? Agamben’e göre negatifi ortaya çıkarıp metafiziği sökmek isteyenlerin paradoksu da buradadır zaten: Metafizik daima o negatif alandadır ve onu sökmek isterken olumsuza yapılan her atıf da son tahlilde metafiziktir.

Buradaki olumsuzluk Heidegger’in aletheia’sını hatırlatır. Aletheia açık, aşikâr olan, ortaya çıkandır: Hakikat. Ama hakikat içinde “lethe”yi de taşır: Unutmayı, demek ki gizli olanı, yukarıda söylediklerimiz bağlamında konuşursak, olumsuzu. Hakikat ifşa olurken kendini gizler, derken buna vurgu yapar Heidegger. Varlığın her ifşası aynı zamanda bir gizlenme ve olumsuzluktur. Oysa Varlık ancak bu olumsuzlukla ortaya çıkar, belirir: İfşa olan gizlenenden, hatırlama unutmadan sızar. Varlığın evi olan dilin, söylediğini kapaması, ifşa ettiğinde unuttuklarını gizlemesi boşuna değildir öyleyse.

Ancak burada ikili bir anlamın mevcut olduğunu söylemek gerekir. Dilin söylediğini gizlemesi, “dil anlatamaz” demek değildir sadece; anlatılanda gizlenen sessizliğin açığa çıktığını, anlatılanı gizlediği kadar bizi anlatılamayanla da karşı karşıya getirdiğini ima eder:

“Yalnızca sözcük bizi suskun şeylerle temasa geçirir. Doğa ve hayvanlar sonsuza dek içine düştüğü dilde kalır, suskun kaldığında dahi devamlı konuşur ve işaretlere cevap verir; sözcükte doğanın sonsuz dilini bölmeyi ve kendisini bir an için suskun şeylerin önüne yerleştirmeyi yalnızca insan başarır. El değmemiş gül fikri, yalnızca insan için vardır”.
(Agamben, Nesir Fikri, s. 125.)

Aletheia’yı anlatırken bir başka kelime daha kullanır Heidegger: Lichtung. Açıklık demek olduğu kadar licht’den (ışık) dolayı Aydınlık da demektir bu. Lichtung kelimesi, Hegel’in olguların meydana gelmesini anlatırken kullandığı “schein” fiiline benzer. Nedir “schein”? Ortaya çıkmak kadar, ışımak, zuhur etmek demektir. Agamben aynı kitapta “ışık, karanlığın kendine gelmesinden başka bir şey değildir” derken bunu ifade etmek ister gibidir. Olabildiğince dile gömülü bir üslupla elbette: Örtüyü açarken gizleyerek. Işıkla karanlığın kardeşliğini göstererek.

Dilde ışıldayan Varlık, kendini gizlerken ifşa ediyorsa burada artık okumak yetersiz bir ifade olarak kalır. Octavio Paz’ın dile ilişkin önerdiği yeni fiil atıf yapmasa da Heidegger’in izlerini taşır:

“Günümüzde, okumak ve okuma deyimleri, fazlasıyla eskidi. (…) Okumak ile anlamak aynı şeydir, kabul ediyorum, ama okumak temaşa etmek midir? Temaşa, anlamanın en yüce formudur, zira görmek ile anlamayı birleştirir”. (Paz, Modern İnsan ve Edebiyat, s. 79.)

Varlık dilin içine girdiği anda kaybolduğu halde Varlık’ı dilden başka bir yerde görmek mümkün değilse olumsuz alanda, Agamben gibi söylersem, metafiziğin zeminsiz zemininde Varlık’a maruz kalan göçebeye ne kalır?

“Eğer dokunduğumuz ve adlandırdığımız her şey anlamla doluyorsa ve eğer bütün bu anlamlar –geçici, farklı, çelişkili anlamlar– hemen anında, anlamlandırılışlarını kaybediyorlarsa, o zaman bize kalan nedir? Yeniden başlamaktır bize kalan. Anlam ve değil-anlam arasında, demek ve sessizlik arasında, şimşek gibi bir geçiş var: Bilmeyen bir bilme, anlamsız bir kavrayış, suskunlukta bir konuşma. Bize, söylediğimiz şeylerin içinde, es geçtiğimizi dinlemek kalıyor. Bize, temaşa etmek kalıyor”. (Paz, age, s. 82.)

Göçebe yolunu şaşırmış, kaybolmuş olduğu kadar “hareket alanı”nda özgürce dolaşabilen, dilde saklı olanı temaşa edebilendir öyleyse. Bugün Varlığı, hesaplanabilir, dahası hesaba gelir nesneleşmiş nesne olarak algılayan, hakikat yerine “gerçek”e teveccüh eden, Heidegger’in tabiriyle tekno-endüstriyel toplumun insanının dilini kaybetmesi, dilden düşmesi rastlantı olabilir mi? Ya edebiyatın yasadışı bir eylem, yeraltına çekilmiş bir edim olması?

Hesaplanabilirin dünyasında edebiyat, hesaba gelmeyen, ifşa oldukça gizlenen, gizlendikçe ışıyan, aydınlanan, zuhur eden hakikatin hareket alanı, aletheia’nın açıklığıdır. Yolunu kaybetmekle özgürlük arasındaki gerilimi yaşayan göçebeye ise burada hakikati temaşa etmeye çalışmaktan başka bir şey kalmamıştır artık.