- Giriş

Adsense kodları


Giriş

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ecenur
Mon 10 May 2010, 03:57 pm GMT +0200
Hidaye Tercümesi Giriş

EL-HIDAYE.
Önsöz.
Bidayetü’l-Mübtedi Şerhi Hidaye.
Mütercimin Önsözü.
EL-HİDAYE YAZARININ HAYAT TARİHÇESİ
Doğumu Ve Vefatı
Kendisini Okutanlar
Çağdaşlarının, Hakkındaki Sözleri
Eserleri
Hidaye Yazarının Mezhep Uleması Arasındaki Yeri
Müellifin, Bu Kitabında Kendisine Has Olan Bir Takım Üslup Ve Alışkanlıkları


EL-HIDAYE


Önsöz



Din kardeşlerimize hizmet etmeyi vazife bilen müessesemiz, da­ha Önceleri yayınlamış olduğu Sünen-i îbn-i Mâce, Kabir Âlemi, Sî-ret-i İbn-i Hişam gibi eserlerden sonra, şimdi de Hanefi mezhebi üze­rine yazılmış kaynak eserlerden sayılan -EL HÎDAYE-yi neşretmiş bulunuyoruz,

Müslüman din kardeşlerimizin dünyevî ve uhrevî pek çok soru­larına rahatlıkla cevap bulabilecekleri bu değerli eseri, kıymetli âlim­lerimizden Emekli Müftü Ahmeji Meylânî tarafından günümüzün an­laşılır Türkçesi ile büyük itina gösterilerek hazırlanmıştır. Aynca eserin dip notlarında kaynakların yerleri de gösterilmektedir.

Eserin neşir sahasına çıkmasını bize müyesser kılan Allah Teâ-lâ Hazretlerine hamd eder, inşaallah daha nice eserleri bizlere neş­retmeyi nasib eder.

Okuyucuların istifade ve takdirleri bizim için en büyük sürür ve mânevi ecir vesilesi olacaktır. Cenâb-ı Hakk´a hamd, Peygambe­rine salat, ümmetine rahmet olsun...

Kahraman Yayınları Fethullah Kahraman[1]



Bidayetü’l-Mübtedi Şerhi Hidaye


büyük alimlerden olup Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu anh) ´in soyundandır. tslâmî ilimlerin her dalında kıymetli eserler vermiş ve çağdaşı olan alimlerin tak­dirlerine mazhar olmuştur.

tslâm fıkhı üzerinde önce herkesin yararlanabileceği özlü ve kı­sa bir kitab hazırlamış ve buna «Bidayetü´l-Mübtedi- adını vermiş­tir. Daha sonra bunu yeterli bulmayarak genişletmek istemiştir. Gör­düğü bu lüzum üzerine bu kitabını şerh ederek seksen cild haline getirmiş ve ona, «Kifayetü´l-Müntehi- adını vermiştir. Bugün, bu ese­rinin nüshalarına rastlanmamaktadır. Ancak bu eserin de çok ge­niş olması sebebiyle kâtibler tarafından yazılıp çoğaltılmasının bir hayli güç olduğunu ve faydalanma bakanından kolaylık sağlayama­yacağını düşünerek bunu daha yararlı bir hale sokmak istemiştir. Nihayet 573 H. yılında Bidayetü´l-Mübtedi adlı kitabına ikinci defa olarak dört cüz halinde bir şerh yazmış ve buna da, «Hidaye- adı­nı vermiştir. Bu kitabın Önemini bizzat kendileri, şiirlerinin birinde şöyle ifade ederler:

Hidaye öyle bir kitabdır ki, onu öğreneni hidayet yoluna iletir, körün gözünü aydınlığa kavuşturur.

«Ey akü sahibi! Sen ona sanl ve onu öğren; çünkü onu öğre­nen, manevî İsteklerin en yükseğine erişmiş olur.»

Bu eser, bugün bile İslâm ülkelerinin çok yerlerinde okunup oku­tulmakta ve kıymetini muhafaza etmektedir. Hanefi mezhebi üze­re yazılmış kaynak eserlerden sayılabilir. Böyle bir eserin, hocaları­mızdan (Emekli Müftü Muhterem Ahmed Meylâni) tarafından Türk-çeye çevrilmesiyle iyi bir hizmet yapıldığı muhakkaktır.

Gerek mütercim için ve gerekse, basımını sağlayan yayınevi sa­hipleri için sadaka´i Cariye kabilinden sevab vesilesi olmasını ve okuyucuların da faydalanıp gereği üzere işlem yapmalarını yüce Al-lah´dan dilerim. 3/1/198 A. Fikri Yavuz[2]



Mütercimin Önsözü


Yüce Allah´a hamd ve senalar, onun son Peygamberi olan H z. Muhammed (Aİeyhi´s-salatü ve´s-selâml´a da sayısız saîât ve selâmlar olsun.

Sayın okuyucu, elindeki bu değerli eseri tercüme etmek benim için büyük bir mutluluk kaynağı olmuştur. Çünkü bu çalışmayla Hanefi fıkhının en mutemet kaynaklarından biri daha yeni nes­lin istifadesine sunulmuş olmaktadır. Nitekim beni –özellikle- bu eseri tercüme etmeye yönelten amil, eserin mukayeseli olması ve İs­lâm fıkhı konusunda okuyucunun muhakemesini geliştirecek nite­likte bulunmasıdır:

Bu arada, tercümedeki bazı özellikleri açıklamakta yarar gör­mekteyim. Şöyle ki:

1- Eserin Arapça ifadesi bir hayli muğlak olup konulann iş­leniş tarzı herkesin rahatça anlayabileceği kolaylıkta olmadığından, okuyucu tercümede de aynı zorluklarla karşı karşıya bırakmamak için metne bağlı kalmaktan çok, elden geldiği kadar, kolay anlaşılır ve açıklamalı bir üslup tercih ettim. Bununla beraber, eserdeki zor­luğun tamamen ortadan kaldırılmış olduğunu iddia edemem.

2- Eserdeki aktüel olmayan bazı klasik örnekler, çağa uygun ve modern örnekler durumuna getirilmiştir. Aynı amaçla köle ve ca­riyelerle ilgili kısımlar tercüme edilmemiştir.

3- Müellif, «el-Mebsut-, «Kudurt Muhtasarı», yahut el-Cami-üs-sağir»den bir söz naklettiği zaman, bu kitapların adını vermeyip birincisîne -Asıl», ikincisine «Muhtasar», üçüncüsüne de «el-Kitab» de­mektedir. Biz ise, bu kitapların asıl adlarını vermeyi ve müellifin, kendi tarafından esere bir söz katmak ihtiyacını duyduğu zaman, tevazu göstererek «Zaif kul diyor ki» şeklinde kullandığı ifadeyi «Ben diyorum ki» şeklinde değiştirmeyi tercümeye daha uygun bulduk.

4- Müellifin önsözünde de geçtiği üzere, bu eser kendisinin da­ha önce yazmış olduğu «Bidayet´ ül-Mübtedi» adındaki metnin şerhi olduğu ve bütün şerhlerde olduğu gibi bu şerhte de, metin kısmı pa­rantez içine alındığı için, biz tercümede de aynı usule bağlı kaldık. Kaldı ki bunda, metin ile şerhin birbirine karışmaması ve okuyucu­nun ihtiyaç duyduğu zaman, tercümeyi Arapça aslı ile kolaylıkla kar-şılaştırabilmesi gibi birtakım yararlar da bulunduğu için -özellik­le- biz buna özen gösterdik.

Şunu da belirtmeliyim ki: Çeşitli sebeplerden dolayı tekbaşıma tercümeyi arzuladığım süre içinde bitiremeyeceğime kanaat getirdi­ğimden, halen Eğridir vaizi bulunan Mehmet Yalar ile eski din görevlisi Mehmet Selim Bilge´ den bana yar­dımcı olmalarım rica ettim. Ricamı kabul eden bu meslektaşlarım­dan Mehmet Yalar 3. cildin tamamım, Mehmet Se­lim Bilge de 4. cildin beşte üçünü tercüme etmeyi başardılar. Kendilerine teşekkür eder, ilerdeki çalışmalarında da basanlar dile­rim. Başarı Yüce Allah´dandır. 12.7.1983 Ahmed Meylâni[3]



EL-HİDAYE YAZARININ HAYAT TARİHÇESİ


El-Hidaye yazarı, Şeyh-ül îslâm İmam Bürha-n ü d d i n lâkabı ile meşhur olup künyesi Ebülhasan, adı Ali´ dir. Babasının adı E b û b e k i r, büyük babası da Ab-d ü I c e 1 i 1´ dir. F e^r ğ a n e ´ nin M e r g i n a n kentinde dün­yaya gelmiştir. Hz.´Ebû Bekr-i Sıddiyk´uı (Radıyal-lahü anh) soyundandır. Kendisine imam denebilecek kadar büyük bir fıkıh âlimi, hafız, muhaddis, müfessir, bütün İslâmi ilimleri ken­disinde toplayan, ilim ve fenlen göğsünde tutan, her meseleyi bütün incelikleriyle ele alan ve derin bir kavrayışla araştırıp inceîiyen, kes­kin görüşlü, üstün takva ve geniş bilgiye sahip, İslâmi ilimlerin her dalında mahir, üstün vasıflı, Usul-i Fıkıh´ta, Şiir ve Edebiyatta eşsiz bir kimse idi. Hilafiyatta ve özellikle Fıkıh-ı Hanefi´de üstün yargı ve geniş bir anlayış gücüne sahipti ilimde ve Edebiyatta benzeri görül­memiştir. F e r ğ a n e, doğu Türkistan´da bir ülke olup Merginan bu ülkede bir kentin adıdır.[4]



Doğumu Ve Vefatı


Büyük âlim Muhammed b. Abdülhay el-Kenzi, atalarından birinin.A 1 â ü d d i n ismindeki müverrihin el yazı­sından naklen şunu kaydettiğini söylemiştir :

«El-Hidaye´nin sahibi, beşyüz onbirinci yılı Recep ayının sekizinci gününe rastlayan Pazartesi günü ikindiden sonra dünyaya gelmiş, beşyüz kırk dördüncü yılında Beytüllah´ı ve Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in kabr-i şerifini ziyarete muvaffak olmuş ve beşyüz doksan üç yılı Zilhicce ayının on-dördüncü gününe rastlayan Sah akşamı vefat ederek Semer-kant´ta toprağa verilmiştir.»[5]



Kendisini Okutanlar



El-Hidaye sahibi, fıkhı birtakım meşhur imamlardan okumuş­tur, ki Tevhit ve Kelâm ilmine dair -el-Akaİd-ün Nesefiye- sahibi Müftissekaleyn Nacmüddin Ebû Hafs Ömer el-Nesefî, İmam el-Sadır el-Şehid Hisamüddin Ömer b. Abdülaziz, Tuhfe sahibi Alaüddin el-Semerkandi´ nin tilmizi bulunan İmam Ziyaüddin Muhammed b. el-Hüseyin el-Bendenici ve -Hulasatülbeyan» sahibinin babası İmam Kıvamüddin Ahmed b. Abdürreşid el Buharı bunlardandır.[6]


Çağdaşlarının, Hakkındaki Sözleri


İmam Fahrüddin Kadıhan, el-Muhitül-burhanı sahibi el-Sadrül Kebir Bürhanüddin, el-Fetavezzahiriye sahibi üstad ve İmam Zahîrüddin Ah­med b. Muhammed el-Buhari ve Üstad Zey-nüddin Ebû Nasır Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-İtabî ve başkaları gibi çağdaşı bulunan büyük âlim­ler, onun üstünlük ve ilmi hakkında şehadette bulunmuşlardır.[7]



Eserleri


Mecmu-un Nevazil, Kitab-üt Tecnisi ve-1 Mezid, Feraiz, el-Münte-ka, Bidayet-ül Mübtedi, Kiyafet-ül Müntehi, el-Hidaye ve Hac Me-nasiki gibi bir çok eserleri bulunmaktadır. Kendisi Bidayet-ül Müb­tedi hakkında şunu yazmaktadır: -İlk çağımda ve daha gençken arzu ederdim ki, hacmi küçük muhtevası büyük ve içinde mesele­lerin her çeşidi bulunan bir kitap bulunsun. Nihayet uzun yolculuk­larım esnasında K u d u r i´ nin Muhtasan´nı benim arzuladığım biçimde kaleme alınmış bir kitap olarak buldum. Bu kitap kısa ol­makla beraber zengin muhtevalı ve beğendirici bir üslub. ile yazılmıştır. Ayrıca gördüm ki zamanın büyükleri, büyük küçük herkesi, el-Cami-üs Sağir´i ezberlemeye teşvik ediyorlar. Bunun üzerine, bu iki kitabı birleştirip bir kitap haline getirmeye ve bu kitaba -bir zorunluk duymadıkça - bu iki kitap dışından bir şey katmamaya ka­rar vererek bu işe koyuldum ve kitap bitince ona «Bidayet-ül Müb­tedi» diye ad koydum. Müellif bu kitapta babları teberrüken el-Cami-üs Sağîr´in sıra-layışma göre sıralamıştır. Müellif : «Eğer bu kitabıma bir şerh yap­mayı başarabilirsem ona da «Kifayet-ül Müntehi» diye ad koyaca­ğım» dedikten sonra bu işe de girişmiş ve şerh bittikten sonra ona -dediği gibi- Kifayet-ül Müntehi adını vermiştir. Bu şerh, K ü -n e v i´nin «Miftah-us Saade» de nakline göre yetmiş ciltlik olup benzeri bulunmayan bir kitaptır. Ancak çok uzun oiduğu için kim­senin okuyamayacağı endişesiyle müellif, metni bir daha ve bu kez eskisine göre kısa ve fakat gerekli olan bilgilerden hiç birini kaçır­mamak kaydı ile şerh ederek ona da -Hidaye- admı vermiştir. Mü­ellif bu şerhini de, beşyüz yetmiş üç yılı Zilkade ayında bir Çarşamba günü öğleden sonra kaleme almaya başlamış olup onda en iyi rivayetleri ve´sağlam ve güçlü dirayetleri bir araya getirmiş­tir. Bu kitap halk arasında büyük bir rağbet gören ve herkesçe se­vilip beğenilen, ellerden hiç düşmeyip dolaşan bir kitap olmuştur. Bu kitap hakkmda Hidâye sahibi Şeyhülislâm´in mahdumu î m a m İ m a ü d d i n şu mealde bir methiye yazmıştır:

«Hidaye, kendisini belliyenleri hidayete´ eriştiren ve körlüğü gideren bir kitaptır. Öyleyse ey sağduyu sahibi olan kişi, ona yapış ve onu tut hiç bırakma. Kim ki ona ulaşıp elde ederse, emellerin en üstününe ermiş olur.»

Bir başkası da şöyle demiştir :


•Şüphe yoktur ki Hidaye adındaki kitap, Kur´an-ı Kerim gibi kendisinden Önce ulemanın fıkha dair yazdığı hiç bir kitaba gerek ve ihtiyaç bırakma­mıştır.»

Muhammed b. Abdülhay el-Leknevi demiş­tir ki: Bu sözü kabul edebilmek için, Hidaye müellifinin onu -ri­vayete göre- onüç yılda tamamladığını ve bu uzun süre içinde oruçlu olup bir gün olsun oruçsuz geçirmediğini, oruçlu olduğunu da gizliyerek hiç kimseye sezdirmemeye çalıştığını hatırlamak kâfi­dir. Söylendiğine göre hizmetçisi ona yemek getirdiği zaman ona: -Bırak oraya git» der ve hizmetçi gittikten sonra yemeği ya öğ­rencilerinden birine veya bir başkasına yedirir ve hizmetçi dönüp kaplan boş görünce kendisinin yediğini sanırdı.

Hidaye´yi asıl müellifinden ilk okuyan kişi Şemsül Eimme el-Kezderi´ dir. Ulemâdan büyük bir kalabalık ve üstün ilim erbabından birçok kimseler Hidaye´ye şerh ve haşiyeler yapmışlar­dır. Onu çekemiyenlerin kiminin:

«Hidaye sahibi kaynaksız ve sıhhati şüpheli birtakım hadisleri kitabına almıştır diye ona taş attıkları için, birçok kimseler de on­daki hadisleri tahriç ederek sıhhatlanm kanıtlamışlardır. Bunlardan biri, imam Muhyiddin Abdülkadir b. Muham-med el-Kureşi el-Mısri´ dir. Bu zatın bu konuya iliş­kin kitabmın adı -el-İnaye bi-ma´rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Biri de Şeyh Alaüddin´ dir. Bunun da kitabının adı «el-Kifaye fi ma´rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Şeyh Cemalüddin b. Ab­dullah b. Yusuf el-Zeylaî de bu konuda «Nasbürraye li ahadis-il Hidaye- adında bir eser yazmıştır.[8]



Hidaye Yazarının Mezhep Uleması Arasındaki Yeri


tmam Muhammed Abdulhay el-Leknevi el-Fevaid-ül behiyye fi teracimil hanefiye- adlı kitabında şunları kay­detmektedir :

«Bilinmelidir ki ulemâ, Hanefi fıkhı âlimleri olan arkadaş­larımızı altı kuşağa ayırmışlardır:

1- İmam Ebû Yûsuf, îmam Muhammed b. Hasan el-Şeybanî gibi mezhep sahibi büyük îmam Ebû H a n i f e hazretlerine arkadaşlık ederek ondan öğrenim yapan, mezhep içinde müçtehitler kuşağı. Bunlar, îmam Ebû Hanife´-nin tesbit ettiği kaidelerden fıkıh ahkâmını çıkarma gücüne sahip kimselerdir.

2- Hassaf, Tahavi, Kerhi, Serahsl, Hul-vani. Pezdevi ve başkaları gibi mezhep sahibinden hakkın­da herhangi bir rivayet gelmiyen meselelerde içtihat eden kimseler. Bunlar ne usûl ve ne de füru´da, yani ne delil ve kaidelerde ve ne de delil ve kaidelerden çıkan hükümlerde îmam´ın görüşünden ay­rılmaya yetkili değillerdir. Ancak hakkmda tmam´dan bir rivayet

bulunmayan hükümleri, îmam´ın tesbit ettiği usûle göre çıkarma yet­kisine sahiptirler.

3- Sadece tahriç, yani kapalı falan bir sözü açıklamaya veya birden çok mânaları verebilen bir sözün hangi mânada kullanıldığı­nı kestirme gücünde olan tahriç sahibi kimseler.

4- Kuduri ve Hidaye sahibi gibi, yine tahriç sahibi olup dirayet gücü ile ancak bir rivayeti bir diğer rivayetten üstün görme yetkisinde olanlar.

5- Mukallitler kuşağı. Bunlar -muteber olan dört metin sa­hipleri gibi- güçlü, zaif, seçkin ve gevşek olan görüşleri biribirin-den ayırt edebilen kimselerdir.

6 - Bunlardan sonra gelen kuşak ki bunlar, semizi, cılızı, sağı, solu ayırt edemiyen kimselerdir.

«Ettealik alel Fevaid-il behiyye» sahibi Ebû Firas el-Gassani de Hidaye sahibinin hayat tarihçesinde aynen şunla­rı kaydetmektedir:

«Keskin görüşleriyle bir görüşü bir diğer görüşten üstün görme gücünde olan tercih sahipleri kuşağından Kemalpaşa Zade, Hidaye sahibinden, söz ederken onun K a d ı h a n ´ dan aşağı olma­dığını, delilleri eleştirme ve meseleleri delillerden çıkarmada büyük bir güç sahibi olduğunu söyledikten sonra:

«Hidaye sahibi, mezhep içinde içtihat etmeye herkesten daha lâ­yıktır. Onu mezhep içinde müçtehitlerden saymak sağduyuya daha yakındır» diye yazmaktadır.[9]



Müellifin, Bu Kitabında Kendisine Has Olan Bir Takım Üslup Ve Alışkanlıkları


Müellifin, bu kitabında edindiği birtakım usûl ve alışkanlıkları bulunmaktadır:

1- Muhaddis Şeyh Abdülhak´ın dediğine göre, Müel­lif «Allah kendisinden razı olsun diyor ki- dediği zaman kendini kas-detmiş olur. Ebüssuud demiştir ki: Hidaye sahibi, kendisi­nin olan bir görüşü açıklamak isterken; «Aciz olan bende (Allah eksikliklerini bağışlasın» diyor ki- diye söylüyor. Ancak onun vefa­tından sonra (Allah makamını yüceltsin) talebelerinden kimisi, onun bu deyimini «Allah kendisinden razı olsun diyor ki- şeklinde değiş­tirmiştir.

Müellifin -Ben diyorum- deyiminden kaçınmasının nedeni, bu deyimden benlik kokusunun duyulmasıdır. Bunun içindir ki bu gü­zel âdet, Hadis ve Fıkıh ulemasının büyükleri arasında ötedenberi alışılagelen bir âdet olmuştur.

2- Kendisince muhtar olan görüşün delilini -Kadıhan´ m Haniye»deki usulünün tersine olarak- en sonraya bırakır. K a d ı z a d e «Netaic-ül Efkâr-´da -Müeilifin süregelen alışkanlıkla­rından biri de şudur: Çeşitli görüşlerin delillerini açıklarken güçlü olan görüşün delilini hepisinden önce söylemek daha uygun ise de, en sonraya bırakır ki, kendisinden önceki delillere bir cevap mahi­yetinde olsun- diye kaydetmektedir.

3 - »Şeyhlerimiz» deyimini kullandığı zaman Maveraun-nehir (Ceyhun nehri Ötesi) diye yâd olunan Buhara Se-m e r k a n t ulemasını kasdeder. Vakfünnehir, Allame Kasım´ dan İstılahta Şeyh tabirinden büyük İmama yetişmiyen kimseler kasdedilir- diye nakletmektedir.

4- Feth-ül Kadir´in dediğine göre -Ülkemizde» dediği zaman Cey­hun nehri ötesine düşen kent ve kasabaları kasdeder.

5- Daha önce getirmiş olduğu bir âyetten söz ederken -Yu­karıda okuduğumuz üzere-, daha Önce getirmiş olduğu bir akli de­lilden söz ederken -Yukarıda belirttiğimiz üzere- ve daha önce ge­tirmiş olduğu bir Hadisten aöz ederken de «Rivayet ettiğimiz üzere» deyimlerini kullanır. Netaic-ül Efkâr fi şerhi rümuz-İl Esrar böyle söyler. Fakat Kifâye´den anlaşıldığına göre, çok kere «Yukarıda be­lirttiğimiz üzere» deyimini hem âyet, hem hadis ve hem de aklî de­lil hakkında kullanmaktadır. Miftah-us Saade´ye göre de «söyledi­ğimiz üzere» deyimini en önemli olan deliî hakkında kullanmakta­dır. Ayrıca Sahabinin sözü hakkında -Eser» deyimini kullanırken ço­ğu kez -Eser» ile «Hadis» arasında ayırım yapmaksızın ikisinde de «Yukarıda belirttiğimiz üzere- deyimini kullanmaktadır.

6- Çok kere Âyet ve Hadis nassmın nedenini -meselenin hük­mü için hem nakli, hem akli delil olsun diye- müstakil bir akli de­lil olarak getirmektedir.

7- Akli delil yerine «Fıkıh» deyimini kullanır ve: «Bu mese­lede fıkıh böyledir- der.

8- Çoğu kez aklî delilden sonra -nedenine işaret etmek üze­re- bir başka aklî delil de getirmektedir. Netaic-ül Efkâr i «Müellifin usulü şudur ki, bir dâvaya delil getirdikten sonra «Çünkü» diye devam ederek dâvanın Inni delilinden sonra Lİmmi de­lilini de ( [10] ) belirtmek ister- diye yazmaktadır.

9- «Asıl"da böyledir» dediği zaman İmam Muhammed b. Hasan el-Şeybani´ nin «el-Mabsût» adındaki kitabını. «Mutasar- dediği zaman K u d u r i´ nin -eI-Muhtasan»nı, -el-Ki-tap> dediği zaman da «el-Cami-us Sağiyr»i kasdeder.

10- Bir babta Kuduri1 nin aynı bab´a müteallik mesele­lerini tamamladıktan sonra, babın sonunda el-Cami-üs Sağiyr´İn. me­selelerini ele alır.

11- Kuduri ile el-Cami-üs Sağiyr´İn ibareleri arasında bir uyuşmazlık bulunduğu zaman «el-Cami-üs Sağiyr böyle demiştir» der. Uyuşmazlık bulunmazsa el-Cami-üs Sağiyr´İn adını vermeden sadece «Demiştir» dedikten sonra ibaresini nakletmekle yetinir. Hat­ta bazan «Demiştir- sözünü de atar.

12 - Demişlerdir- tabirini yalnız ihtilaflı meselelerde kullanır.

13- «Bu hadis şu mânâya mahmuldür- dediği- zaman «Hadis ulemâsı tarafından o mânâya hamledilmiş tir- demek ister. «Bu hadi­si şu mânâya hamlediyoruz» dediği zaman ise, hadis hakkındaki ha­dis ulemâsmm yorumunu değil, kendi yorumunu açıklar.

14- Falan keşten- dediği zaman: «O kimse o görüşü başka­sından nakletmiştir-, -Falancaya göre» dediği zaman ise, «görüş o kimsenindir- demek ister.

«Allah, hakkında iyilik dilediği kimseyi din konusunda bilgili kılar.» Hadıs-i Şerif ([11])

İlmin bayrak ve sancaklarını yükseklere dikip dalgalandıran, şe­riatın şiar ve hükümlerini belirleyip ortaya koyan, insanlığa doğru yolu göstermek için birtakım peygamberler gönderen ve o peygam­berlerden sonra, onların gittiği yola insanları davet etmek için bir­takım âlimleri o peygamberlere halef ve vâris kılan yüce Allah´a hamd ve senalar olsun. O âlimler ki; görevlerini tam anlamıyla yerine getirmiş, haya­tın -büyük küçük, açık kapalı- ne kadar ihtiyaçları varsa, hepsi­ne ışık tutacak birtakım meseleler va´zederek dinî ve içtimai hayat­ta büyük ölçüde kılavuzluk etmişlerdir.

Ne var ki, ardı arkası kesilmeyen hayat olaylarının sayılamaya­cak derecede çokluğu yüzünden, konunun kemeri biribirinin ardından akıp gelen bu olaylara dar gelmekte ve her bir olay için mah­sus bir hüküm bulunamamaktadır. Bununla birlikte, kaçıp ele geç­meyen ve uzaklaşıp karanlıklara gömülen avlan, kaynakların ışı­ğında arayıp bulmak ve ana yuvalarında yakalayıp bağlamak müm­kündür. Ancak bu da, her kişinin değil, hüküm ve hâdiseler arasın­daki benzerlikleri kavrayıp örneklerden yararlanmasını bilen er kişi­nin işidir.

Sayın okuyucu.

Ben şu kitabın metni olan -Bidayet-ül Mübtedi-ye başlarken -Bit­tikten sonra -Allah izin verirse-- ona bir şerh de yazıp o şerh -Kî-fayet-ül Müntehi» adını vereceğim- diye va´detmiştim. Bunun için ki­tap biter bitmez hemen şerha başladım ve -Cenab-ı Allah´ın, sözü­nü yerine getirmeye çalışanlara kolaylık verdiği için- kısa bir sü­re içinde bitirmeyi başardım. Ancak kitap bitmek üzere iken, onun bazı yerlerinde gereksiz uzatmalar yapıldığını ve bu yüzden kita­bın bir hayli kabank olduğunu görerek, bir kenara itilip okunma­yacağından endişelendim. Bunun üzerine bu sefer ona. «el-Hidaye» adındaki bu şerhi yazmaya koyuldum.

Bu şerhte en güzel ve sağlam rivayetleri, en sıhhatli ve ilginç dirayetleri toplamış bulunuyorum. Bu şerhe ayrıca, bütün temel me­seleleri ve çeşitli dallara kök olabilecek ana kaideleri dercetmekle beraber onda gereksiz uzatmalar yapmaktan da kaçındım. Ta ki, za­manı müsaid olmayan veya mizacı uzuna mütahammil bulunmayan kimseler kısa ve küçük olana, zamanı müsaid olup da fazla şeyleri öğrenmek isteyenler de uzun ve büyük olana başvursunlar. Zira in­sanlar değişik mizaçlıdırlar ve herkesin mizacı ve heves ettiği şey ayrıdır. İlim ise, hepsi -azı da çoğu da, kısası da uzunu da, büyü­ğü de küçüğü de -hayırdır.

Yüce Allah´dan basanlar ve ömrümün bitiminde bana ve bütün müslümanlara mutluluklar ihsan etmesini dilerim. Yüce Allah bü­tün zorluklan kolaylaştırmakta, dilediği her şeye gücü yetmekte ve dualan kabul buyurmaktadır. Her şeyde vekilimiz odur ve bizim için o yeterdir.[12]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/6.

[2] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/7-8.

[3] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/9-10.

[4] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11.

[5] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11-12

[6] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.

[7] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.

[8] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12-14

[9] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/14-15

[10] İnnl delil davayı kanıtlamak için yeterli ise de hükmün nedenini taz&m-mün etmez. Limml delil ise, hem dâvayı kanıtlamada, hem de hükmün nedenini an­latmada kullanılır. Bunu basit bir örnek ile açıklamak mümkündür. Mesela : «Verem mikrobik bir hastalıktır. Çünkü bulaşıcıdır» ifadesindeki «Çünkü bula­şıcıdır» cümlesi veremin mikrobik bir hastalık olduğunu kanıtladığı için Inni bir delildir. Yani onunla sadece müddeanın doğruluğu hakkında kişide kanaat hasıl olur. Hükmün nedenini ifade etmez. «Verem bulaşıcı bir hastalıktır. Çünkü mik­robiktir» ifadesindeki «Çünkü mikrobiktir» cümlesi ise, Liml bir delildir. Zira veremin bulaşıcı bir hastalık olduğunu kanıtladığı gibi bu hastalığın niçin bula­şıcı olduğunu da bildirir.Mütercim

[11] Buhari, Müslim, İmam Ahmed´in Müsned´i, Tirmizl, İbn-İ Mâce, Mu-vatta ve Dârlml, Buhari ile Müslim Muâviye b. Ebû Süfyan´dan. İmam Ahmed hem Muâviye b. Ebü Süfyan, hem İbn-i Abbas´tan, Tirmizl îbn-i Abbastan, tbn-1 Mâce de

Buhari (İlim) 10,

[12] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/15-20.