ecenur
Mon 10 May 2010, 03:57 pm GMT +0200
Hidaye Tercümesi Giriş
EL-HIDAYE.
Önsöz.
Bidayetü’l-Mübtedi Şerhi Hidaye.
Mütercimin Önsözü.
EL-HİDAYE YAZARININ HAYAT TARİHÇESİ
Doğumu Ve Vefatı
Kendisini Okutanlar
Çağdaşlarının, Hakkındaki Sözleri
Eserleri
Hidaye Yazarının Mezhep Uleması Arasındaki Yeri
Müellifin, Bu Kitabında Kendisine Has Olan Bir Takım Üslup Ve Alışkanlıkları
EL-HIDAYE
Önsöz
Din kardeşlerimize hizmet etmeyi vazife bilen müessesemiz, daha Önceleri yayınlamış olduğu Sünen-i îbn-i Mâce, Kabir Âlemi, Sî-ret-i İbn-i Hişam gibi eserlerden sonra, şimdi de Hanefi mezhebi üzerine yazılmış kaynak eserlerden sayılan -EL HÎDAYE-yi neşretmiş bulunuyoruz,
Müslüman din kardeşlerimizin dünyevî ve uhrevî pek çok sorularına rahatlıkla cevap bulabilecekleri bu değerli eseri, kıymetli âlimlerimizden Emekli Müftü Ahmeji Meylânî tarafından günümüzün anlaşılır Türkçesi ile büyük itina gösterilerek hazırlanmıştır. Aynca eserin dip notlarında kaynakların yerleri de gösterilmektedir.
Eserin neşir sahasına çıkmasını bize müyesser kılan Allah Teâ-lâ Hazretlerine hamd eder, inşaallah daha nice eserleri bizlere neşretmeyi nasib eder.
Okuyucuların istifade ve takdirleri bizim için en büyük sürür ve mânevi ecir vesilesi olacaktır. Cenâb-ı Hakk´a hamd, Peygamberine salat, ümmetine rahmet olsun...
Kahraman Yayınları Fethullah Kahraman[1]
Bidayetü’l-Mübtedi Şerhi Hidaye
büyük alimlerden olup Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu anh) ´in soyundandır. tslâmî ilimlerin her dalında kıymetli eserler vermiş ve çağdaşı olan alimlerin takdirlerine mazhar olmuştur.
tslâm fıkhı üzerinde önce herkesin yararlanabileceği özlü ve kısa bir kitab hazırlamış ve buna «Bidayetü´l-Mübtedi- adını vermiştir. Daha sonra bunu yeterli bulmayarak genişletmek istemiştir. Gördüğü bu lüzum üzerine bu kitabını şerh ederek seksen cild haline getirmiş ve ona, «Kifayetü´l-Müntehi- adını vermiştir. Bugün, bu eserinin nüshalarına rastlanmamaktadır. Ancak bu eserin de çok geniş olması sebebiyle kâtibler tarafından yazılıp çoğaltılmasının bir hayli güç olduğunu ve faydalanma bakanından kolaylık sağlayamayacağını düşünerek bunu daha yararlı bir hale sokmak istemiştir. Nihayet 573 H. yılında Bidayetü´l-Mübtedi adlı kitabına ikinci defa olarak dört cüz halinde bir şerh yazmış ve buna da, «Hidaye- adını vermiştir. Bu kitabın Önemini bizzat kendileri, şiirlerinin birinde şöyle ifade ederler:
Hidaye öyle bir kitabdır ki, onu öğreneni hidayet yoluna iletir, körün gözünü aydınlığa kavuşturur.
«Ey akü sahibi! Sen ona sanl ve onu öğren; çünkü onu öğrenen, manevî İsteklerin en yükseğine erişmiş olur.»
Bu eser, bugün bile İslâm ülkelerinin çok yerlerinde okunup okutulmakta ve kıymetini muhafaza etmektedir. Hanefi mezhebi üzere yazılmış kaynak eserlerden sayılabilir. Böyle bir eserin, hocalarımızdan (Emekli Müftü Muhterem Ahmed Meylâni) tarafından Türk-çeye çevrilmesiyle iyi bir hizmet yapıldığı muhakkaktır.
Gerek mütercim için ve gerekse, basımını sağlayan yayınevi sahipleri için sadaka´i Cariye kabilinden sevab vesilesi olmasını ve okuyucuların da faydalanıp gereği üzere işlem yapmalarını yüce Al-lah´dan dilerim. 3/1/198 A. Fikri Yavuz[2]
Mütercimin Önsözü
Yüce Allah´a hamd ve senalar, onun son Peygamberi olan H z. Muhammed (Aİeyhi´s-salatü ve´s-selâml´a da sayısız saîât ve selâmlar olsun.
Sayın okuyucu, elindeki bu değerli eseri tercüme etmek benim için büyük bir mutluluk kaynağı olmuştur. Çünkü bu çalışmayla Hanefi fıkhının en mutemet kaynaklarından biri daha yeni neslin istifadesine sunulmuş olmaktadır. Nitekim beni –özellikle- bu eseri tercüme etmeye yönelten amil, eserin mukayeseli olması ve İslâm fıkhı konusunda okuyucunun muhakemesini geliştirecek nitelikte bulunmasıdır:
Bu arada, tercümedeki bazı özellikleri açıklamakta yarar görmekteyim. Şöyle ki:
1- Eserin Arapça ifadesi bir hayli muğlak olup konulann işleniş tarzı herkesin rahatça anlayabileceği kolaylıkta olmadığından, okuyucu tercümede de aynı zorluklarla karşı karşıya bırakmamak için metne bağlı kalmaktan çok, elden geldiği kadar, kolay anlaşılır ve açıklamalı bir üslup tercih ettim. Bununla beraber, eserdeki zorluğun tamamen ortadan kaldırılmış olduğunu iddia edemem.
2- Eserdeki aktüel olmayan bazı klasik örnekler, çağa uygun ve modern örnekler durumuna getirilmiştir. Aynı amaçla köle ve cariyelerle ilgili kısımlar tercüme edilmemiştir.
3- Müellif, «el-Mebsut-, «Kudurt Muhtasarı», yahut el-Cami-üs-sağir»den bir söz naklettiği zaman, bu kitapların adını vermeyip birincisîne -Asıl», ikincisine «Muhtasar», üçüncüsüne de «el-Kitab» demektedir. Biz ise, bu kitapların asıl adlarını vermeyi ve müellifin, kendi tarafından esere bir söz katmak ihtiyacını duyduğu zaman, tevazu göstererek «Zaif kul diyor ki» şeklinde kullandığı ifadeyi «Ben diyorum ki» şeklinde değiştirmeyi tercümeye daha uygun bulduk.
4- Müellifin önsözünde de geçtiği üzere, bu eser kendisinin daha önce yazmış olduğu «Bidayet´ ül-Mübtedi» adındaki metnin şerhi olduğu ve bütün şerhlerde olduğu gibi bu şerhte de, metin kısmı parantez içine alındığı için, biz tercümede de aynı usule bağlı kaldık. Kaldı ki bunda, metin ile şerhin birbirine karışmaması ve okuyucunun ihtiyaç duyduğu zaman, tercümeyi Arapça aslı ile kolaylıkla kar-şılaştırabilmesi gibi birtakım yararlar da bulunduğu için -özellikle- biz buna özen gösterdik.
Şunu da belirtmeliyim ki: Çeşitli sebeplerden dolayı tekbaşıma tercümeyi arzuladığım süre içinde bitiremeyeceğime kanaat getirdiğimden, halen Eğridir vaizi bulunan Mehmet Yalar ile eski din görevlisi Mehmet Selim Bilge´ den bana yardımcı olmalarım rica ettim. Ricamı kabul eden bu meslektaşlarımdan Mehmet Yalar 3. cildin tamamım, Mehmet Selim Bilge de 4. cildin beşte üçünü tercüme etmeyi başardılar. Kendilerine teşekkür eder, ilerdeki çalışmalarında da basanlar dilerim. Başarı Yüce Allah´dandır. 12.7.1983 Ahmed Meylâni[3]
EL-HİDAYE YAZARININ HAYAT TARİHÇESİ
El-Hidaye yazarı, Şeyh-ül îslâm İmam Bürha-n ü d d i n lâkabı ile meşhur olup künyesi Ebülhasan, adı Ali´ dir. Babasının adı E b û b e k i r, büyük babası da Ab-d ü I c e 1 i 1´ dir. F e^r ğ a n e ´ nin M e r g i n a n kentinde dünyaya gelmiştir. Hz.´Ebû Bekr-i Sıddiyk´uı (Radıyal-lahü anh) soyundandır. Kendisine imam denebilecek kadar büyük bir fıkıh âlimi, hafız, muhaddis, müfessir, bütün İslâmi ilimleri kendisinde toplayan, ilim ve fenlen göğsünde tutan, her meseleyi bütün incelikleriyle ele alan ve derin bir kavrayışla araştırıp inceîiyen, keskin görüşlü, üstün takva ve geniş bilgiye sahip, İslâmi ilimlerin her dalında mahir, üstün vasıflı, Usul-i Fıkıh´ta, Şiir ve Edebiyatta eşsiz bir kimse idi. Hilafiyatta ve özellikle Fıkıh-ı Hanefi´de üstün yargı ve geniş bir anlayış gücüne sahipti ilimde ve Edebiyatta benzeri görülmemiştir. F e r ğ a n e, doğu Türkistan´da bir ülke olup Merginan bu ülkede bir kentin adıdır.[4]
Doğumu Ve Vefatı
Büyük âlim Muhammed b. Abdülhay el-Kenzi, atalarından birinin.A 1 â ü d d i n ismindeki müverrihin el yazısından naklen şunu kaydettiğini söylemiştir :
«El-Hidaye´nin sahibi, beşyüz onbirinci yılı Recep ayının sekizinci gününe rastlayan Pazartesi günü ikindiden sonra dünyaya gelmiş, beşyüz kırk dördüncü yılında Beytüllah´ı ve Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in kabr-i şerifini ziyarete muvaffak olmuş ve beşyüz doksan üç yılı Zilhicce ayının on-dördüncü gününe rastlayan Sah akşamı vefat ederek Semer-kant´ta toprağa verilmiştir.»[5]
Kendisini Okutanlar
El-Hidaye sahibi, fıkhı birtakım meşhur imamlardan okumuştur, ki Tevhit ve Kelâm ilmine dair -el-Akaİd-ün Nesefiye- sahibi Müftissekaleyn Nacmüddin Ebû Hafs Ömer el-Nesefî, İmam el-Sadır el-Şehid Hisamüddin Ömer b. Abdülaziz, Tuhfe sahibi Alaüddin el-Semerkandi´ nin tilmizi bulunan İmam Ziyaüddin Muhammed b. el-Hüseyin el-Bendenici ve -Hulasatülbeyan» sahibinin babası İmam Kıvamüddin Ahmed b. Abdürreşid el Buharı bunlardandır.[6]
Çağdaşlarının, Hakkındaki Sözleri
İmam Fahrüddin Kadıhan, el-Muhitül-burhanı sahibi el-Sadrül Kebir Bürhanüddin, el-Fetavezzahiriye sahibi üstad ve İmam Zahîrüddin Ahmed b. Muhammed el-Buhari ve Üstad Zey-nüddin Ebû Nasır Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-İtabî ve başkaları gibi çağdaşı bulunan büyük âlimler, onun üstünlük ve ilmi hakkında şehadette bulunmuşlardır.[7]
Eserleri
Mecmu-un Nevazil, Kitab-üt Tecnisi ve-1 Mezid, Feraiz, el-Münte-ka, Bidayet-ül Mübtedi, Kiyafet-ül Müntehi, el-Hidaye ve Hac Me-nasiki gibi bir çok eserleri bulunmaktadır. Kendisi Bidayet-ül Mübtedi hakkında şunu yazmaktadır: -İlk çağımda ve daha gençken arzu ederdim ki, hacmi küçük muhtevası büyük ve içinde meselelerin her çeşidi bulunan bir kitap bulunsun. Nihayet uzun yolculuklarım esnasında K u d u r i´ nin Muhtasan´nı benim arzuladığım biçimde kaleme alınmış bir kitap olarak buldum. Bu kitap kısa olmakla beraber zengin muhtevalı ve beğendirici bir üslub. ile yazılmıştır. Ayrıca gördüm ki zamanın büyükleri, büyük küçük herkesi, el-Cami-üs Sağir´i ezberlemeye teşvik ediyorlar. Bunun üzerine, bu iki kitabı birleştirip bir kitap haline getirmeye ve bu kitaba -bir zorunluk duymadıkça - bu iki kitap dışından bir şey katmamaya karar vererek bu işe koyuldum ve kitap bitince ona «Bidayet-ül Mübtedi» diye ad koydum. Müellif bu kitapta babları teberrüken el-Cami-üs Sağîr´in sıra-layışma göre sıralamıştır. Müellif : «Eğer bu kitabıma bir şerh yapmayı başarabilirsem ona da «Kifayet-ül Müntehi» diye ad koyacağım» dedikten sonra bu işe de girişmiş ve şerh bittikten sonra ona -dediği gibi- Kifayet-ül Müntehi adını vermiştir. Bu şerh, K ü -n e v i´nin «Miftah-us Saade» de nakline göre yetmiş ciltlik olup benzeri bulunmayan bir kitaptır. Ancak çok uzun oiduğu için kimsenin okuyamayacağı endişesiyle müellif, metni bir daha ve bu kez eskisine göre kısa ve fakat gerekli olan bilgilerden hiç birini kaçırmamak kaydı ile şerh ederek ona da -Hidaye- admı vermiştir. Müellif bu şerhini de, beşyüz yetmiş üç yılı Zilkade ayında bir Çarşamba günü öğleden sonra kaleme almaya başlamış olup onda en iyi rivayetleri ve´sağlam ve güçlü dirayetleri bir araya getirmiştir. Bu kitap halk arasında büyük bir rağbet gören ve herkesçe sevilip beğenilen, ellerden hiç düşmeyip dolaşan bir kitap olmuştur. Bu kitap hakkmda Hidâye sahibi Şeyhülislâm´in mahdumu î m a m İ m a ü d d i n şu mealde bir methiye yazmıştır:
«Hidaye, kendisini belliyenleri hidayete´ eriştiren ve körlüğü gideren bir kitaptır. Öyleyse ey sağduyu sahibi olan kişi, ona yapış ve onu tut hiç bırakma. Kim ki ona ulaşıp elde ederse, emellerin en üstününe ermiş olur.»
Bir başkası da şöyle demiştir :
•Şüphe yoktur ki Hidaye adındaki kitap, Kur´an-ı Kerim gibi kendisinden Önce ulemanın fıkha dair yazdığı hiç bir kitaba gerek ve ihtiyaç bırakmamıştır.»
Muhammed b. Abdülhay el-Leknevi demiştir ki: Bu sözü kabul edebilmek için, Hidaye müellifinin onu -rivayete göre- onüç yılda tamamladığını ve bu uzun süre içinde oruçlu olup bir gün olsun oruçsuz geçirmediğini, oruçlu olduğunu da gizliyerek hiç kimseye sezdirmemeye çalıştığını hatırlamak kâfidir. Söylendiğine göre hizmetçisi ona yemek getirdiği zaman ona: -Bırak oraya git» der ve hizmetçi gittikten sonra yemeği ya öğrencilerinden birine veya bir başkasına yedirir ve hizmetçi dönüp kaplan boş görünce kendisinin yediğini sanırdı.
Hidaye´yi asıl müellifinden ilk okuyan kişi Şemsül Eimme el-Kezderi´ dir. Ulemâdan büyük bir kalabalık ve üstün ilim erbabından birçok kimseler Hidaye´ye şerh ve haşiyeler yapmışlardır. Onu çekemiyenlerin kiminin:
«Hidaye sahibi kaynaksız ve sıhhati şüpheli birtakım hadisleri kitabına almıştır diye ona taş attıkları için, birçok kimseler de ondaki hadisleri tahriç ederek sıhhatlanm kanıtlamışlardır. Bunlardan biri, imam Muhyiddin Abdülkadir b. Muham-med el-Kureşi el-Mısri´ dir. Bu zatın bu konuya ilişkin kitabmın adı -el-İnaye bi-ma´rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Biri de Şeyh Alaüddin´ dir. Bunun da kitabının adı «el-Kifaye fi ma´rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Şeyh Cemalüddin b. Abdullah b. Yusuf el-Zeylaî de bu konuda «Nasbürraye li ahadis-il Hidaye- adında bir eser yazmıştır.[8]
Hidaye Yazarının Mezhep Uleması Arasındaki Yeri
tmam Muhammed Abdulhay el-Leknevi el-Fevaid-ül behiyye fi teracimil hanefiye- adlı kitabında şunları kaydetmektedir :
«Bilinmelidir ki ulemâ, Hanefi fıkhı âlimleri olan arkadaşlarımızı altı kuşağa ayırmışlardır:
1- İmam Ebû Yûsuf, îmam Muhammed b. Hasan el-Şeybanî gibi mezhep sahibi büyük îmam Ebû H a n i f e hazretlerine arkadaşlık ederek ondan öğrenim yapan, mezhep içinde müçtehitler kuşağı. Bunlar, îmam Ebû Hanife´-nin tesbit ettiği kaidelerden fıkıh ahkâmını çıkarma gücüne sahip kimselerdir.
2- Hassaf, Tahavi, Kerhi, Serahsl, Hul-vani. Pezdevi ve başkaları gibi mezhep sahibinden hakkında herhangi bir rivayet gelmiyen meselelerde içtihat eden kimseler. Bunlar ne usûl ve ne de füru´da, yani ne delil ve kaidelerde ve ne de delil ve kaidelerden çıkan hükümlerde îmam´ın görüşünden ayrılmaya yetkili değillerdir. Ancak hakkmda tmam´dan bir rivayet
bulunmayan hükümleri, îmam´ın tesbit ettiği usûle göre çıkarma yetkisine sahiptirler.
3- Sadece tahriç, yani kapalı falan bir sözü açıklamaya veya birden çok mânaları verebilen bir sözün hangi mânada kullanıldığını kestirme gücünde olan tahriç sahibi kimseler.
4- Kuduri ve Hidaye sahibi gibi, yine tahriç sahibi olup dirayet gücü ile ancak bir rivayeti bir diğer rivayetten üstün görme yetkisinde olanlar.
5- Mukallitler kuşağı. Bunlar -muteber olan dört metin sahipleri gibi- güçlü, zaif, seçkin ve gevşek olan görüşleri biribirin-den ayırt edebilen kimselerdir.
6 - Bunlardan sonra gelen kuşak ki bunlar, semizi, cılızı, sağı, solu ayırt edemiyen kimselerdir.
«Ettealik alel Fevaid-il behiyye» sahibi Ebû Firas el-Gassani de Hidaye sahibinin hayat tarihçesinde aynen şunları kaydetmektedir:
«Keskin görüşleriyle bir görüşü bir diğer görüşten üstün görme gücünde olan tercih sahipleri kuşağından Kemalpaşa Zade, Hidaye sahibinden, söz ederken onun K a d ı h a n ´ dan aşağı olmadığını, delilleri eleştirme ve meseleleri delillerden çıkarmada büyük bir güç sahibi olduğunu söyledikten sonra:
«Hidaye sahibi, mezhep içinde içtihat etmeye herkesten daha lâyıktır. Onu mezhep içinde müçtehitlerden saymak sağduyuya daha yakındır» diye yazmaktadır.[9]
Müellifin, Bu Kitabında Kendisine Has Olan Bir Takım Üslup Ve Alışkanlıkları
Müellifin, bu kitabında edindiği birtakım usûl ve alışkanlıkları bulunmaktadır:
1- Muhaddis Şeyh Abdülhak´ın dediğine göre, Müellif «Allah kendisinden razı olsun diyor ki- dediği zaman kendini kas-detmiş olur. Ebüssuud demiştir ki: Hidaye sahibi, kendisinin olan bir görüşü açıklamak isterken; «Aciz olan bende (Allah eksikliklerini bağışlasın» diyor ki- diye söylüyor. Ancak onun vefatından sonra (Allah makamını yüceltsin) talebelerinden kimisi, onun bu deyimini «Allah kendisinden razı olsun diyor ki- şeklinde değiştirmiştir.
Müellifin -Ben diyorum- deyiminden kaçınmasının nedeni, bu deyimden benlik kokusunun duyulmasıdır. Bunun içindir ki bu güzel âdet, Hadis ve Fıkıh ulemasının büyükleri arasında ötedenberi alışılagelen bir âdet olmuştur.
2- Kendisince muhtar olan görüşün delilini -Kadıhan´ m Haniye»deki usulünün tersine olarak- en sonraya bırakır. K a d ı z a d e «Netaic-ül Efkâr-´da -Müeilifin süregelen alışkanlıklarından biri de şudur: Çeşitli görüşlerin delillerini açıklarken güçlü olan görüşün delilini hepisinden önce söylemek daha uygun ise de, en sonraya bırakır ki, kendisinden önceki delillere bir cevap mahiyetinde olsun- diye kaydetmektedir.
3 - »Şeyhlerimiz» deyimini kullandığı zaman Maveraun-nehir (Ceyhun nehri Ötesi) diye yâd olunan Buhara Se-m e r k a n t ulemasını kasdeder. Vakfünnehir, Allame Kasım´ dan İstılahta Şeyh tabirinden büyük İmama yetişmiyen kimseler kasdedilir- diye nakletmektedir.
4- Feth-ül Kadir´in dediğine göre -Ülkemizde» dediği zaman Ceyhun nehri ötesine düşen kent ve kasabaları kasdeder.
5- Daha önce getirmiş olduğu bir âyetten söz ederken -Yukarıda okuduğumuz üzere-, daha Önce getirmiş olduğu bir akli delilden söz ederken -Yukarıda belirttiğimiz üzere- ve daha önce getirmiş olduğu bir Hadisten aöz ederken de «Rivayet ettiğimiz üzere» deyimlerini kullanır. Netaic-ül Efkâr fi şerhi rümuz-İl Esrar böyle söyler. Fakat Kifâye´den anlaşıldığına göre, çok kere «Yukarıda belirttiğimiz üzere» deyimini hem âyet, hem hadis ve hem de aklî delil hakkında kullanmaktadır. Miftah-us Saade´ye göre de «söylediğimiz üzere» deyimini en önemli olan deliî hakkında kullanmaktadır. Ayrıca Sahabinin sözü hakkında -Eser» deyimini kullanırken çoğu kez -Eser» ile «Hadis» arasında ayırım yapmaksızın ikisinde de «Yukarıda belirttiğimiz üzere- deyimini kullanmaktadır.
6- Çok kere Âyet ve Hadis nassmın nedenini -meselenin hükmü için hem nakli, hem akli delil olsun diye- müstakil bir akli delil olarak getirmektedir.
7- Akli delil yerine «Fıkıh» deyimini kullanır ve: «Bu meselede fıkıh böyledir- der.
8- Çoğu kez aklî delilden sonra -nedenine işaret etmek üzere- bir başka aklî delil de getirmektedir. Netaic-ül Efkâr i «Müellifin usulü şudur ki, bir dâvaya delil getirdikten sonra «Çünkü» diye devam ederek dâvanın Inni delilinden sonra Lİmmi delilini de ( [10] ) belirtmek ister- diye yazmaktadır.
9- «Asıl"da böyledir» dediği zaman İmam Muhammed b. Hasan el-Şeybani´ nin «el-Mabsût» adındaki kitabını. «Mutasar- dediği zaman K u d u r i´ nin -eI-Muhtasan»nı, -el-Ki-tap> dediği zaman da «el-Cami-us Sağiyr»i kasdeder.
10- Bir babta Kuduri1 nin aynı bab´a müteallik meselelerini tamamladıktan sonra, babın sonunda el-Cami-üs Sağiyr´İn. meselelerini ele alır.
11- Kuduri ile el-Cami-üs Sağiyr´İn ibareleri arasında bir uyuşmazlık bulunduğu zaman «el-Cami-üs Sağiyr böyle demiştir» der. Uyuşmazlık bulunmazsa el-Cami-üs Sağiyr´İn adını vermeden sadece «Demiştir» dedikten sonra ibaresini nakletmekle yetinir. Hatta bazan «Demiştir- sözünü de atar.
12 - Demişlerdir- tabirini yalnız ihtilaflı meselelerde kullanır.
13- «Bu hadis şu mânâya mahmuldür- dediği- zaman «Hadis ulemâsı tarafından o mânâya hamledilmiş tir- demek ister. «Bu hadisi şu mânâya hamlediyoruz» dediği zaman ise, hadis hakkındaki hadis ulemâsmm yorumunu değil, kendi yorumunu açıklar.
14- Falan keşten- dediği zaman: «O kimse o görüşü başkasından nakletmiştir-, -Falancaya göre» dediği zaman ise, «görüş o kimsenindir- demek ister.
«Allah, hakkında iyilik dilediği kimseyi din konusunda bilgili kılar.» Hadıs-i Şerif ([11])
İlmin bayrak ve sancaklarını yükseklere dikip dalgalandıran, şeriatın şiar ve hükümlerini belirleyip ortaya koyan, insanlığa doğru yolu göstermek için birtakım peygamberler gönderen ve o peygamberlerden sonra, onların gittiği yola insanları davet etmek için birtakım âlimleri o peygamberlere halef ve vâris kılan yüce Allah´a hamd ve senalar olsun. O âlimler ki; görevlerini tam anlamıyla yerine getirmiş, hayatın -büyük küçük, açık kapalı- ne kadar ihtiyaçları varsa, hepsine ışık tutacak birtakım meseleler va´zederek dinî ve içtimai hayatta büyük ölçüde kılavuzluk etmişlerdir.
Ne var ki, ardı arkası kesilmeyen hayat olaylarının sayılamayacak derecede çokluğu yüzünden, konunun kemeri biribirinin ardından akıp gelen bu olaylara dar gelmekte ve her bir olay için mahsus bir hüküm bulunamamaktadır. Bununla birlikte, kaçıp ele geçmeyen ve uzaklaşıp karanlıklara gömülen avlan, kaynakların ışığında arayıp bulmak ve ana yuvalarında yakalayıp bağlamak mümkündür. Ancak bu da, her kişinin değil, hüküm ve hâdiseler arasındaki benzerlikleri kavrayıp örneklerden yararlanmasını bilen er kişinin işidir.
Sayın okuyucu.
Ben şu kitabın metni olan -Bidayet-ül Mübtedi-ye başlarken -Bittikten sonra -Allah izin verirse-- ona bir şerh de yazıp o şerh -Kî-fayet-ül Müntehi» adını vereceğim- diye va´detmiştim. Bunun için kitap biter bitmez hemen şerha başladım ve -Cenab-ı Allah´ın, sözünü yerine getirmeye çalışanlara kolaylık verdiği için- kısa bir süre içinde bitirmeyi başardım. Ancak kitap bitmek üzere iken, onun bazı yerlerinde gereksiz uzatmalar yapıldığını ve bu yüzden kitabın bir hayli kabank olduğunu görerek, bir kenara itilip okunmayacağından endişelendim. Bunun üzerine bu sefer ona. «el-Hidaye» adındaki bu şerhi yazmaya koyuldum.
Bu şerhte en güzel ve sağlam rivayetleri, en sıhhatli ve ilginç dirayetleri toplamış bulunuyorum. Bu şerhe ayrıca, bütün temel meseleleri ve çeşitli dallara kök olabilecek ana kaideleri dercetmekle beraber onda gereksiz uzatmalar yapmaktan da kaçındım. Ta ki, zamanı müsaid olmayan veya mizacı uzuna mütahammil bulunmayan kimseler kısa ve küçük olana, zamanı müsaid olup da fazla şeyleri öğrenmek isteyenler de uzun ve büyük olana başvursunlar. Zira insanlar değişik mizaçlıdırlar ve herkesin mizacı ve heves ettiği şey ayrıdır. İlim ise, hepsi -azı da çoğu da, kısası da uzunu da, büyüğü de küçüğü de -hayırdır.
Yüce Allah´dan basanlar ve ömrümün bitiminde bana ve bütün müslümanlara mutluluklar ihsan etmesini dilerim. Yüce Allah bütün zorluklan kolaylaştırmakta, dilediği her şeye gücü yetmekte ve dualan kabul buyurmaktadır. Her şeyde vekilimiz odur ve bizim için o yeterdir.[12]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/6.
[2] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/7-8.
[3] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/9-10.
[4] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11.
[5] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11-12
[6] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.
[7] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.
[8] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12-14
[9] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/14-15
[10] İnnl delil davayı kanıtlamak için yeterli ise de hükmün nedenini taz&m-mün etmez. Limml delil ise, hem dâvayı kanıtlamada, hem de hükmün nedenini anlatmada kullanılır. Bunu basit bir örnek ile açıklamak mümkündür. Mesela : «Verem mikrobik bir hastalıktır. Çünkü bulaşıcıdır» ifadesindeki «Çünkü bulaşıcıdır» cümlesi veremin mikrobik bir hastalık olduğunu kanıtladığı için Inni bir delildir. Yani onunla sadece müddeanın doğruluğu hakkında kişide kanaat hasıl olur. Hükmün nedenini ifade etmez. «Verem bulaşıcı bir hastalıktır. Çünkü mikrobiktir» ifadesindeki «Çünkü mikrobiktir» cümlesi ise, Liml bir delildir. Zira veremin bulaşıcı bir hastalık olduğunu kanıtladığı gibi bu hastalığın niçin bulaşıcı olduğunu da bildirir.Mütercim
[11] Buhari, Müslim, İmam Ahmed´in Müsned´i, Tirmizl, İbn-İ Mâce, Mu-vatta ve Dârlml, Buhari ile Müslim Muâviye b. Ebû Süfyan´dan. İmam Ahmed hem Muâviye b. Ebü Süfyan, hem İbn-i Abbas´tan, Tirmizl îbn-i Abbastan, tbn-1 Mâce de
Buhari (İlim) 10,
[12] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/15-20.
EL-HIDAYE.
Önsöz.
Bidayetü’l-Mübtedi Şerhi Hidaye.
Mütercimin Önsözü.
EL-HİDAYE YAZARININ HAYAT TARİHÇESİ
Doğumu Ve Vefatı
Kendisini Okutanlar
Çağdaşlarının, Hakkındaki Sözleri
Eserleri
Hidaye Yazarının Mezhep Uleması Arasındaki Yeri
Müellifin, Bu Kitabında Kendisine Has Olan Bir Takım Üslup Ve Alışkanlıkları
EL-HIDAYE
Önsöz
Din kardeşlerimize hizmet etmeyi vazife bilen müessesemiz, daha Önceleri yayınlamış olduğu Sünen-i îbn-i Mâce, Kabir Âlemi, Sî-ret-i İbn-i Hişam gibi eserlerden sonra, şimdi de Hanefi mezhebi üzerine yazılmış kaynak eserlerden sayılan -EL HÎDAYE-yi neşretmiş bulunuyoruz,
Müslüman din kardeşlerimizin dünyevî ve uhrevî pek çok sorularına rahatlıkla cevap bulabilecekleri bu değerli eseri, kıymetli âlimlerimizden Emekli Müftü Ahmeji Meylânî tarafından günümüzün anlaşılır Türkçesi ile büyük itina gösterilerek hazırlanmıştır. Aynca eserin dip notlarında kaynakların yerleri de gösterilmektedir.
Eserin neşir sahasına çıkmasını bize müyesser kılan Allah Teâ-lâ Hazretlerine hamd eder, inşaallah daha nice eserleri bizlere neşretmeyi nasib eder.
Okuyucuların istifade ve takdirleri bizim için en büyük sürür ve mânevi ecir vesilesi olacaktır. Cenâb-ı Hakk´a hamd, Peygamberine salat, ümmetine rahmet olsun...
Kahraman Yayınları Fethullah Kahraman[1]
Bidayetü’l-Mübtedi Şerhi Hidaye
büyük alimlerden olup Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu anh) ´in soyundandır. tslâmî ilimlerin her dalında kıymetli eserler vermiş ve çağdaşı olan alimlerin takdirlerine mazhar olmuştur.
tslâm fıkhı üzerinde önce herkesin yararlanabileceği özlü ve kısa bir kitab hazırlamış ve buna «Bidayetü´l-Mübtedi- adını vermiştir. Daha sonra bunu yeterli bulmayarak genişletmek istemiştir. Gördüğü bu lüzum üzerine bu kitabını şerh ederek seksen cild haline getirmiş ve ona, «Kifayetü´l-Müntehi- adını vermiştir. Bugün, bu eserinin nüshalarına rastlanmamaktadır. Ancak bu eserin de çok geniş olması sebebiyle kâtibler tarafından yazılıp çoğaltılmasının bir hayli güç olduğunu ve faydalanma bakanından kolaylık sağlayamayacağını düşünerek bunu daha yararlı bir hale sokmak istemiştir. Nihayet 573 H. yılında Bidayetü´l-Mübtedi adlı kitabına ikinci defa olarak dört cüz halinde bir şerh yazmış ve buna da, «Hidaye- adını vermiştir. Bu kitabın Önemini bizzat kendileri, şiirlerinin birinde şöyle ifade ederler:
Hidaye öyle bir kitabdır ki, onu öğreneni hidayet yoluna iletir, körün gözünü aydınlığa kavuşturur.
«Ey akü sahibi! Sen ona sanl ve onu öğren; çünkü onu öğrenen, manevî İsteklerin en yükseğine erişmiş olur.»
Bu eser, bugün bile İslâm ülkelerinin çok yerlerinde okunup okutulmakta ve kıymetini muhafaza etmektedir. Hanefi mezhebi üzere yazılmış kaynak eserlerden sayılabilir. Böyle bir eserin, hocalarımızdan (Emekli Müftü Muhterem Ahmed Meylâni) tarafından Türk-çeye çevrilmesiyle iyi bir hizmet yapıldığı muhakkaktır.
Gerek mütercim için ve gerekse, basımını sağlayan yayınevi sahipleri için sadaka´i Cariye kabilinden sevab vesilesi olmasını ve okuyucuların da faydalanıp gereği üzere işlem yapmalarını yüce Al-lah´dan dilerim. 3/1/198 A. Fikri Yavuz[2]
Mütercimin Önsözü
Yüce Allah´a hamd ve senalar, onun son Peygamberi olan H z. Muhammed (Aİeyhi´s-salatü ve´s-selâml´a da sayısız saîât ve selâmlar olsun.
Sayın okuyucu, elindeki bu değerli eseri tercüme etmek benim için büyük bir mutluluk kaynağı olmuştur. Çünkü bu çalışmayla Hanefi fıkhının en mutemet kaynaklarından biri daha yeni neslin istifadesine sunulmuş olmaktadır. Nitekim beni –özellikle- bu eseri tercüme etmeye yönelten amil, eserin mukayeseli olması ve İslâm fıkhı konusunda okuyucunun muhakemesini geliştirecek nitelikte bulunmasıdır:
Bu arada, tercümedeki bazı özellikleri açıklamakta yarar görmekteyim. Şöyle ki:
1- Eserin Arapça ifadesi bir hayli muğlak olup konulann işleniş tarzı herkesin rahatça anlayabileceği kolaylıkta olmadığından, okuyucu tercümede de aynı zorluklarla karşı karşıya bırakmamak için metne bağlı kalmaktan çok, elden geldiği kadar, kolay anlaşılır ve açıklamalı bir üslup tercih ettim. Bununla beraber, eserdeki zorluğun tamamen ortadan kaldırılmış olduğunu iddia edemem.
2- Eserdeki aktüel olmayan bazı klasik örnekler, çağa uygun ve modern örnekler durumuna getirilmiştir. Aynı amaçla köle ve cariyelerle ilgili kısımlar tercüme edilmemiştir.
3- Müellif, «el-Mebsut-, «Kudurt Muhtasarı», yahut el-Cami-üs-sağir»den bir söz naklettiği zaman, bu kitapların adını vermeyip birincisîne -Asıl», ikincisine «Muhtasar», üçüncüsüne de «el-Kitab» demektedir. Biz ise, bu kitapların asıl adlarını vermeyi ve müellifin, kendi tarafından esere bir söz katmak ihtiyacını duyduğu zaman, tevazu göstererek «Zaif kul diyor ki» şeklinde kullandığı ifadeyi «Ben diyorum ki» şeklinde değiştirmeyi tercümeye daha uygun bulduk.
4- Müellifin önsözünde de geçtiği üzere, bu eser kendisinin daha önce yazmış olduğu «Bidayet´ ül-Mübtedi» adındaki metnin şerhi olduğu ve bütün şerhlerde olduğu gibi bu şerhte de, metin kısmı parantez içine alındığı için, biz tercümede de aynı usule bağlı kaldık. Kaldı ki bunda, metin ile şerhin birbirine karışmaması ve okuyucunun ihtiyaç duyduğu zaman, tercümeyi Arapça aslı ile kolaylıkla kar-şılaştırabilmesi gibi birtakım yararlar da bulunduğu için -özellikle- biz buna özen gösterdik.
Şunu da belirtmeliyim ki: Çeşitli sebeplerden dolayı tekbaşıma tercümeyi arzuladığım süre içinde bitiremeyeceğime kanaat getirdiğimden, halen Eğridir vaizi bulunan Mehmet Yalar ile eski din görevlisi Mehmet Selim Bilge´ den bana yardımcı olmalarım rica ettim. Ricamı kabul eden bu meslektaşlarımdan Mehmet Yalar 3. cildin tamamım, Mehmet Selim Bilge de 4. cildin beşte üçünü tercüme etmeyi başardılar. Kendilerine teşekkür eder, ilerdeki çalışmalarında da basanlar dilerim. Başarı Yüce Allah´dandır. 12.7.1983 Ahmed Meylâni[3]
EL-HİDAYE YAZARININ HAYAT TARİHÇESİ
El-Hidaye yazarı, Şeyh-ül îslâm İmam Bürha-n ü d d i n lâkabı ile meşhur olup künyesi Ebülhasan, adı Ali´ dir. Babasının adı E b û b e k i r, büyük babası da Ab-d ü I c e 1 i 1´ dir. F e^r ğ a n e ´ nin M e r g i n a n kentinde dünyaya gelmiştir. Hz.´Ebû Bekr-i Sıddiyk´uı (Radıyal-lahü anh) soyundandır. Kendisine imam denebilecek kadar büyük bir fıkıh âlimi, hafız, muhaddis, müfessir, bütün İslâmi ilimleri kendisinde toplayan, ilim ve fenlen göğsünde tutan, her meseleyi bütün incelikleriyle ele alan ve derin bir kavrayışla araştırıp inceîiyen, keskin görüşlü, üstün takva ve geniş bilgiye sahip, İslâmi ilimlerin her dalında mahir, üstün vasıflı, Usul-i Fıkıh´ta, Şiir ve Edebiyatta eşsiz bir kimse idi. Hilafiyatta ve özellikle Fıkıh-ı Hanefi´de üstün yargı ve geniş bir anlayış gücüne sahipti ilimde ve Edebiyatta benzeri görülmemiştir. F e r ğ a n e, doğu Türkistan´da bir ülke olup Merginan bu ülkede bir kentin adıdır.[4]
Doğumu Ve Vefatı
Büyük âlim Muhammed b. Abdülhay el-Kenzi, atalarından birinin.A 1 â ü d d i n ismindeki müverrihin el yazısından naklen şunu kaydettiğini söylemiştir :
«El-Hidaye´nin sahibi, beşyüz onbirinci yılı Recep ayının sekizinci gününe rastlayan Pazartesi günü ikindiden sonra dünyaya gelmiş, beşyüz kırk dördüncü yılında Beytüllah´ı ve Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in kabr-i şerifini ziyarete muvaffak olmuş ve beşyüz doksan üç yılı Zilhicce ayının on-dördüncü gününe rastlayan Sah akşamı vefat ederek Semer-kant´ta toprağa verilmiştir.»[5]
Kendisini Okutanlar
El-Hidaye sahibi, fıkhı birtakım meşhur imamlardan okumuştur, ki Tevhit ve Kelâm ilmine dair -el-Akaİd-ün Nesefiye- sahibi Müftissekaleyn Nacmüddin Ebû Hafs Ömer el-Nesefî, İmam el-Sadır el-Şehid Hisamüddin Ömer b. Abdülaziz, Tuhfe sahibi Alaüddin el-Semerkandi´ nin tilmizi bulunan İmam Ziyaüddin Muhammed b. el-Hüseyin el-Bendenici ve -Hulasatülbeyan» sahibinin babası İmam Kıvamüddin Ahmed b. Abdürreşid el Buharı bunlardandır.[6]
Çağdaşlarının, Hakkındaki Sözleri
İmam Fahrüddin Kadıhan, el-Muhitül-burhanı sahibi el-Sadrül Kebir Bürhanüddin, el-Fetavezzahiriye sahibi üstad ve İmam Zahîrüddin Ahmed b. Muhammed el-Buhari ve Üstad Zey-nüddin Ebû Nasır Ahmed b. Muhammed b. Ömer el-İtabî ve başkaları gibi çağdaşı bulunan büyük âlimler, onun üstünlük ve ilmi hakkında şehadette bulunmuşlardır.[7]
Eserleri
Mecmu-un Nevazil, Kitab-üt Tecnisi ve-1 Mezid, Feraiz, el-Münte-ka, Bidayet-ül Mübtedi, Kiyafet-ül Müntehi, el-Hidaye ve Hac Me-nasiki gibi bir çok eserleri bulunmaktadır. Kendisi Bidayet-ül Mübtedi hakkında şunu yazmaktadır: -İlk çağımda ve daha gençken arzu ederdim ki, hacmi küçük muhtevası büyük ve içinde meselelerin her çeşidi bulunan bir kitap bulunsun. Nihayet uzun yolculuklarım esnasında K u d u r i´ nin Muhtasan´nı benim arzuladığım biçimde kaleme alınmış bir kitap olarak buldum. Bu kitap kısa olmakla beraber zengin muhtevalı ve beğendirici bir üslub. ile yazılmıştır. Ayrıca gördüm ki zamanın büyükleri, büyük küçük herkesi, el-Cami-üs Sağir´i ezberlemeye teşvik ediyorlar. Bunun üzerine, bu iki kitabı birleştirip bir kitap haline getirmeye ve bu kitaba -bir zorunluk duymadıkça - bu iki kitap dışından bir şey katmamaya karar vererek bu işe koyuldum ve kitap bitince ona «Bidayet-ül Mübtedi» diye ad koydum. Müellif bu kitapta babları teberrüken el-Cami-üs Sağîr´in sıra-layışma göre sıralamıştır. Müellif : «Eğer bu kitabıma bir şerh yapmayı başarabilirsem ona da «Kifayet-ül Müntehi» diye ad koyacağım» dedikten sonra bu işe de girişmiş ve şerh bittikten sonra ona -dediği gibi- Kifayet-ül Müntehi adını vermiştir. Bu şerh, K ü -n e v i´nin «Miftah-us Saade» de nakline göre yetmiş ciltlik olup benzeri bulunmayan bir kitaptır. Ancak çok uzun oiduğu için kimsenin okuyamayacağı endişesiyle müellif, metni bir daha ve bu kez eskisine göre kısa ve fakat gerekli olan bilgilerden hiç birini kaçırmamak kaydı ile şerh ederek ona da -Hidaye- admı vermiştir. Müellif bu şerhini de, beşyüz yetmiş üç yılı Zilkade ayında bir Çarşamba günü öğleden sonra kaleme almaya başlamış olup onda en iyi rivayetleri ve´sağlam ve güçlü dirayetleri bir araya getirmiştir. Bu kitap halk arasında büyük bir rağbet gören ve herkesçe sevilip beğenilen, ellerden hiç düşmeyip dolaşan bir kitap olmuştur. Bu kitap hakkmda Hidâye sahibi Şeyhülislâm´in mahdumu î m a m İ m a ü d d i n şu mealde bir methiye yazmıştır:
«Hidaye, kendisini belliyenleri hidayete´ eriştiren ve körlüğü gideren bir kitaptır. Öyleyse ey sağduyu sahibi olan kişi, ona yapış ve onu tut hiç bırakma. Kim ki ona ulaşıp elde ederse, emellerin en üstününe ermiş olur.»
Bir başkası da şöyle demiştir :
•Şüphe yoktur ki Hidaye adındaki kitap, Kur´an-ı Kerim gibi kendisinden Önce ulemanın fıkha dair yazdığı hiç bir kitaba gerek ve ihtiyaç bırakmamıştır.»
Muhammed b. Abdülhay el-Leknevi demiştir ki: Bu sözü kabul edebilmek için, Hidaye müellifinin onu -rivayete göre- onüç yılda tamamladığını ve bu uzun süre içinde oruçlu olup bir gün olsun oruçsuz geçirmediğini, oruçlu olduğunu da gizliyerek hiç kimseye sezdirmemeye çalıştığını hatırlamak kâfidir. Söylendiğine göre hizmetçisi ona yemek getirdiği zaman ona: -Bırak oraya git» der ve hizmetçi gittikten sonra yemeği ya öğrencilerinden birine veya bir başkasına yedirir ve hizmetçi dönüp kaplan boş görünce kendisinin yediğini sanırdı.
Hidaye´yi asıl müellifinden ilk okuyan kişi Şemsül Eimme el-Kezderi´ dir. Ulemâdan büyük bir kalabalık ve üstün ilim erbabından birçok kimseler Hidaye´ye şerh ve haşiyeler yapmışlardır. Onu çekemiyenlerin kiminin:
«Hidaye sahibi kaynaksız ve sıhhati şüpheli birtakım hadisleri kitabına almıştır diye ona taş attıkları için, birçok kimseler de ondaki hadisleri tahriç ederek sıhhatlanm kanıtlamışlardır. Bunlardan biri, imam Muhyiddin Abdülkadir b. Muham-med el-Kureşi el-Mısri´ dir. Bu zatın bu konuya ilişkin kitabmın adı -el-İnaye bi-ma´rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Biri de Şeyh Alaüddin´ dir. Bunun da kitabının adı «el-Kifaye fi ma´rifeti ahadis-il Hidaye-dir. Şeyh Cemalüddin b. Abdullah b. Yusuf el-Zeylaî de bu konuda «Nasbürraye li ahadis-il Hidaye- adında bir eser yazmıştır.[8]
Hidaye Yazarının Mezhep Uleması Arasındaki Yeri
tmam Muhammed Abdulhay el-Leknevi el-Fevaid-ül behiyye fi teracimil hanefiye- adlı kitabında şunları kaydetmektedir :
«Bilinmelidir ki ulemâ, Hanefi fıkhı âlimleri olan arkadaşlarımızı altı kuşağa ayırmışlardır:
1- İmam Ebû Yûsuf, îmam Muhammed b. Hasan el-Şeybanî gibi mezhep sahibi büyük îmam Ebû H a n i f e hazretlerine arkadaşlık ederek ondan öğrenim yapan, mezhep içinde müçtehitler kuşağı. Bunlar, îmam Ebû Hanife´-nin tesbit ettiği kaidelerden fıkıh ahkâmını çıkarma gücüne sahip kimselerdir.
2- Hassaf, Tahavi, Kerhi, Serahsl, Hul-vani. Pezdevi ve başkaları gibi mezhep sahibinden hakkında herhangi bir rivayet gelmiyen meselelerde içtihat eden kimseler. Bunlar ne usûl ve ne de füru´da, yani ne delil ve kaidelerde ve ne de delil ve kaidelerden çıkan hükümlerde îmam´ın görüşünden ayrılmaya yetkili değillerdir. Ancak hakkmda tmam´dan bir rivayet
bulunmayan hükümleri, îmam´ın tesbit ettiği usûle göre çıkarma yetkisine sahiptirler.
3- Sadece tahriç, yani kapalı falan bir sözü açıklamaya veya birden çok mânaları verebilen bir sözün hangi mânada kullanıldığını kestirme gücünde olan tahriç sahibi kimseler.
4- Kuduri ve Hidaye sahibi gibi, yine tahriç sahibi olup dirayet gücü ile ancak bir rivayeti bir diğer rivayetten üstün görme yetkisinde olanlar.
5- Mukallitler kuşağı. Bunlar -muteber olan dört metin sahipleri gibi- güçlü, zaif, seçkin ve gevşek olan görüşleri biribirin-den ayırt edebilen kimselerdir.
6 - Bunlardan sonra gelen kuşak ki bunlar, semizi, cılızı, sağı, solu ayırt edemiyen kimselerdir.
«Ettealik alel Fevaid-il behiyye» sahibi Ebû Firas el-Gassani de Hidaye sahibinin hayat tarihçesinde aynen şunları kaydetmektedir:
«Keskin görüşleriyle bir görüşü bir diğer görüşten üstün görme gücünde olan tercih sahipleri kuşağından Kemalpaşa Zade, Hidaye sahibinden, söz ederken onun K a d ı h a n ´ dan aşağı olmadığını, delilleri eleştirme ve meseleleri delillerden çıkarmada büyük bir güç sahibi olduğunu söyledikten sonra:
«Hidaye sahibi, mezhep içinde içtihat etmeye herkesten daha lâyıktır. Onu mezhep içinde müçtehitlerden saymak sağduyuya daha yakındır» diye yazmaktadır.[9]
Müellifin, Bu Kitabında Kendisine Has Olan Bir Takım Üslup Ve Alışkanlıkları
Müellifin, bu kitabında edindiği birtakım usûl ve alışkanlıkları bulunmaktadır:
1- Muhaddis Şeyh Abdülhak´ın dediğine göre, Müellif «Allah kendisinden razı olsun diyor ki- dediği zaman kendini kas-detmiş olur. Ebüssuud demiştir ki: Hidaye sahibi, kendisinin olan bir görüşü açıklamak isterken; «Aciz olan bende (Allah eksikliklerini bağışlasın» diyor ki- diye söylüyor. Ancak onun vefatından sonra (Allah makamını yüceltsin) talebelerinden kimisi, onun bu deyimini «Allah kendisinden razı olsun diyor ki- şeklinde değiştirmiştir.
Müellifin -Ben diyorum- deyiminden kaçınmasının nedeni, bu deyimden benlik kokusunun duyulmasıdır. Bunun içindir ki bu güzel âdet, Hadis ve Fıkıh ulemasının büyükleri arasında ötedenberi alışılagelen bir âdet olmuştur.
2- Kendisince muhtar olan görüşün delilini -Kadıhan´ m Haniye»deki usulünün tersine olarak- en sonraya bırakır. K a d ı z a d e «Netaic-ül Efkâr-´da -Müeilifin süregelen alışkanlıklarından biri de şudur: Çeşitli görüşlerin delillerini açıklarken güçlü olan görüşün delilini hepisinden önce söylemek daha uygun ise de, en sonraya bırakır ki, kendisinden önceki delillere bir cevap mahiyetinde olsun- diye kaydetmektedir.
3 - »Şeyhlerimiz» deyimini kullandığı zaman Maveraun-nehir (Ceyhun nehri Ötesi) diye yâd olunan Buhara Se-m e r k a n t ulemasını kasdeder. Vakfünnehir, Allame Kasım´ dan İstılahta Şeyh tabirinden büyük İmama yetişmiyen kimseler kasdedilir- diye nakletmektedir.
4- Feth-ül Kadir´in dediğine göre -Ülkemizde» dediği zaman Ceyhun nehri ötesine düşen kent ve kasabaları kasdeder.
5- Daha önce getirmiş olduğu bir âyetten söz ederken -Yukarıda okuduğumuz üzere-, daha Önce getirmiş olduğu bir akli delilden söz ederken -Yukarıda belirttiğimiz üzere- ve daha önce getirmiş olduğu bir Hadisten aöz ederken de «Rivayet ettiğimiz üzere» deyimlerini kullanır. Netaic-ül Efkâr fi şerhi rümuz-İl Esrar böyle söyler. Fakat Kifâye´den anlaşıldığına göre, çok kere «Yukarıda belirttiğimiz üzere» deyimini hem âyet, hem hadis ve hem de aklî delil hakkında kullanmaktadır. Miftah-us Saade´ye göre de «söylediğimiz üzere» deyimini en önemli olan deliî hakkında kullanmaktadır. Ayrıca Sahabinin sözü hakkında -Eser» deyimini kullanırken çoğu kez -Eser» ile «Hadis» arasında ayırım yapmaksızın ikisinde de «Yukarıda belirttiğimiz üzere- deyimini kullanmaktadır.
6- Çok kere Âyet ve Hadis nassmın nedenini -meselenin hükmü için hem nakli, hem akli delil olsun diye- müstakil bir akli delil olarak getirmektedir.
7- Akli delil yerine «Fıkıh» deyimini kullanır ve: «Bu meselede fıkıh böyledir- der.
8- Çoğu kez aklî delilden sonra -nedenine işaret etmek üzere- bir başka aklî delil de getirmektedir. Netaic-ül Efkâr i «Müellifin usulü şudur ki, bir dâvaya delil getirdikten sonra «Çünkü» diye devam ederek dâvanın Inni delilinden sonra Lİmmi delilini de ( [10] ) belirtmek ister- diye yazmaktadır.
9- «Asıl"da böyledir» dediği zaman İmam Muhammed b. Hasan el-Şeybani´ nin «el-Mabsût» adındaki kitabını. «Mutasar- dediği zaman K u d u r i´ nin -eI-Muhtasan»nı, -el-Ki-tap> dediği zaman da «el-Cami-us Sağiyr»i kasdeder.
10- Bir babta Kuduri1 nin aynı bab´a müteallik meselelerini tamamladıktan sonra, babın sonunda el-Cami-üs Sağiyr´İn. meselelerini ele alır.
11- Kuduri ile el-Cami-üs Sağiyr´İn ibareleri arasında bir uyuşmazlık bulunduğu zaman «el-Cami-üs Sağiyr böyle demiştir» der. Uyuşmazlık bulunmazsa el-Cami-üs Sağiyr´İn adını vermeden sadece «Demiştir» dedikten sonra ibaresini nakletmekle yetinir. Hatta bazan «Demiştir- sözünü de atar.
12 - Demişlerdir- tabirini yalnız ihtilaflı meselelerde kullanır.
13- «Bu hadis şu mânâya mahmuldür- dediği- zaman «Hadis ulemâsı tarafından o mânâya hamledilmiş tir- demek ister. «Bu hadisi şu mânâya hamlediyoruz» dediği zaman ise, hadis hakkındaki hadis ulemâsmm yorumunu değil, kendi yorumunu açıklar.
14- Falan keşten- dediği zaman: «O kimse o görüşü başkasından nakletmiştir-, -Falancaya göre» dediği zaman ise, «görüş o kimsenindir- demek ister.
«Allah, hakkında iyilik dilediği kimseyi din konusunda bilgili kılar.» Hadıs-i Şerif ([11])
İlmin bayrak ve sancaklarını yükseklere dikip dalgalandıran, şeriatın şiar ve hükümlerini belirleyip ortaya koyan, insanlığa doğru yolu göstermek için birtakım peygamberler gönderen ve o peygamberlerden sonra, onların gittiği yola insanları davet etmek için birtakım âlimleri o peygamberlere halef ve vâris kılan yüce Allah´a hamd ve senalar olsun. O âlimler ki; görevlerini tam anlamıyla yerine getirmiş, hayatın -büyük küçük, açık kapalı- ne kadar ihtiyaçları varsa, hepsine ışık tutacak birtakım meseleler va´zederek dinî ve içtimai hayatta büyük ölçüde kılavuzluk etmişlerdir.
Ne var ki, ardı arkası kesilmeyen hayat olaylarının sayılamayacak derecede çokluğu yüzünden, konunun kemeri biribirinin ardından akıp gelen bu olaylara dar gelmekte ve her bir olay için mahsus bir hüküm bulunamamaktadır. Bununla birlikte, kaçıp ele geçmeyen ve uzaklaşıp karanlıklara gömülen avlan, kaynakların ışığında arayıp bulmak ve ana yuvalarında yakalayıp bağlamak mümkündür. Ancak bu da, her kişinin değil, hüküm ve hâdiseler arasındaki benzerlikleri kavrayıp örneklerden yararlanmasını bilen er kişinin işidir.
Sayın okuyucu.
Ben şu kitabın metni olan -Bidayet-ül Mübtedi-ye başlarken -Bittikten sonra -Allah izin verirse-- ona bir şerh de yazıp o şerh -Kî-fayet-ül Müntehi» adını vereceğim- diye va´detmiştim. Bunun için kitap biter bitmez hemen şerha başladım ve -Cenab-ı Allah´ın, sözünü yerine getirmeye çalışanlara kolaylık verdiği için- kısa bir süre içinde bitirmeyi başardım. Ancak kitap bitmek üzere iken, onun bazı yerlerinde gereksiz uzatmalar yapıldığını ve bu yüzden kitabın bir hayli kabank olduğunu görerek, bir kenara itilip okunmayacağından endişelendim. Bunun üzerine bu sefer ona. «el-Hidaye» adındaki bu şerhi yazmaya koyuldum.
Bu şerhte en güzel ve sağlam rivayetleri, en sıhhatli ve ilginç dirayetleri toplamış bulunuyorum. Bu şerhe ayrıca, bütün temel meseleleri ve çeşitli dallara kök olabilecek ana kaideleri dercetmekle beraber onda gereksiz uzatmalar yapmaktan da kaçındım. Ta ki, zamanı müsaid olmayan veya mizacı uzuna mütahammil bulunmayan kimseler kısa ve küçük olana, zamanı müsaid olup da fazla şeyleri öğrenmek isteyenler de uzun ve büyük olana başvursunlar. Zira insanlar değişik mizaçlıdırlar ve herkesin mizacı ve heves ettiği şey ayrıdır. İlim ise, hepsi -azı da çoğu da, kısası da uzunu da, büyüğü de küçüğü de -hayırdır.
Yüce Allah´dan basanlar ve ömrümün bitiminde bana ve bütün müslümanlara mutluluklar ihsan etmesini dilerim. Yüce Allah bütün zorluklan kolaylaştırmakta, dilediği her şeye gücü yetmekte ve dualan kabul buyurmaktadır. Her şeyde vekilimiz odur ve bizim için o yeterdir.[12]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/6.
[2] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/7-8.
[3] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/9-10.
[4] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11.
[5] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/11-12
[6] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.
[7] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12.
[8] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/12-14
[9] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/14-15
[10] İnnl delil davayı kanıtlamak için yeterli ise de hükmün nedenini taz&m-mün etmez. Limml delil ise, hem dâvayı kanıtlamada, hem de hükmün nedenini anlatmada kullanılır. Bunu basit bir örnek ile açıklamak mümkündür. Mesela : «Verem mikrobik bir hastalıktır. Çünkü bulaşıcıdır» ifadesindeki «Çünkü bulaşıcıdır» cümlesi veremin mikrobik bir hastalık olduğunu kanıtladığı için Inni bir delildir. Yani onunla sadece müddeanın doğruluğu hakkında kişide kanaat hasıl olur. Hükmün nedenini ifade etmez. «Verem bulaşıcı bir hastalıktır. Çünkü mikrobiktir» ifadesindeki «Çünkü mikrobiktir» cümlesi ise, Liml bir delildir. Zira veremin bulaşıcı bir hastalık olduğunu kanıtladığı gibi bu hastalığın niçin bulaşıcı olduğunu da bildirir.Mütercim
[11] Buhari, Müslim, İmam Ahmed´in Müsned´i, Tirmizl, İbn-İ Mâce, Mu-vatta ve Dârlml, Buhari ile Müslim Muâviye b. Ebû Süfyan´dan. İmam Ahmed hem Muâviye b. Ebü Süfyan, hem İbn-i Abbas´tan, Tirmizl îbn-i Abbastan, tbn-1 Mâce de
Buhari (İlim) 10,
[12] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/15-20.