- Giriş

Adsense kodları


Giriş

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ecenur
Wed 3 March 2010, 01:32 am GMT +0200
Giriş





FIKIH USÛLÜNÜN TARİFİ, DOĞUŞU, GELİŞMESİ, KONUSU ve GAYESİ



1. Tarifi ve Konusu


Usûlü´1-Fıkh, fıkhın delilleri demektir. Bunlar müctehidin şer´î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden istinbat etmekte esas aldığı kaidelerdir. Kaideler, cüz´î hükümlere şâmil olan küllî-umumî esaslardır. Meselâ "emir vücub içindir" bir kaidedir. Buna göre "Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin" (Bakara: 2/43) emirleri namazın ve zekâtın farziyetine delâlet eder. "Nehiy tahrim içindir" kai­desine göre "Allah´ın haram kıldığı cana kıymayın" (En´am: 6/151) "Zinaya yaklaşmayın" (İsra: 17/32) nehiyleri amden, düşmanlıkla adam öldürmenin ve zinanın haram olduğuna delâlet eder.

"Müctehid", ictihad melekesine sahip olan ve hükümleri anlayıp deliller­den istinbat etmek için bu kaideleri esas kabul eden kişidir.

"Ahkam", istinbatm neticesi ve semeresidir ki bunlar ubudiyyetini şeriate göre yapan mükelleflerin fiillerine taalluk eden hükümlerdir. Şeriat bunları ya, meselâ namazın farziyeti gibi "icab", veya faizin, zinanın ve içkinin haram kı­lınmasında olduğu gibi "tahrim" veya normal hallerdeki yeme içme, ahş-veriş ve kira da olduğu gibi "tahyir ve ibaha" veya borcu yazma, alış-verişi şahitler huzurunda yapmada olduğu gibi "nedb" veya güneşin doğuşu ve batışı sıra­sında namaz kılma, sünnetleri ve âdâb-ı şeriyyeyi terketmede olduğu gibi "ker­ahet" diye vasıflandırır. Bunlara "amelî hükümler" denir. Bunlar, Allah´a, O´-nun birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etme gibi itikâdî hükümlerin; doğruluğun vacib olması, yalanın haram olması gibi ahlâkî hükümlerin mukabilindeki hükümlerdir ve "amelî hükümler" sözüyle bunlar tarifin dışında bırakılmıştır.

"Tafsilî deliller" den maksat muayyen bir mesele ile ilgili olup sadece o meselenin hükmüne delâlet eden cüz´î delillerdir. Meselâ: "Anneleriniz size ha­ram kılınmıştır" (Nisa: 4/23) ayeti sadece anneleri nikahlamanın haram oldu­ğuna; "... o halde o putlardan, o pislikten kaçının, yalan sözden kaçının." (Hac: 22/30) ayeti sadece putperestliğin ve yalan şahitliğin haram olduğuna de­lâlet eder. Bu "cüz´î deliller"in mukabilinde bir de "icmâlî" veya "küllî deliller" vardır ki bunlar yalnız muayyen bir mesele ile ilgili olup muayyen bir hükme delâlet etmez. Meselâ: "Şer´î hükümlerin kaynağı Kitap, Sünnet, İcmâ, Kıyas birer külli delildir. İşte usûlcünün araştıracağı deliller bunlardır. Tafsîlî deliller ise fakihin meselesidir.

Şu halde usûlcünün yaptığı kendisini cüz´î hükümleri istinbâta götürecek küllî kaideleri araştırmaktır. Fakihin işi ise cüz´î hükümleri cüz´î delillerden, yani her hükmü o konuda vârid olan kendi delilinden istinbât etmek suretiyle bu usûl kaidelerini istinbât sahasında tatbik etmektir. Yani usûlcünün sahası küllî deliller ile, fakihin istinbatına yardımcı olacak küllî kaideleri koymak için küllî bir hükme delâlet eden delilleri araştırmaya münhasır olduğu halde fakihin sa­hası cüz´î deliller ve bunun delâlet ettiği cüz´î hükümlerle sınırlıdır.



Fıkıh Usûlünün Konusu


Fıkıh usûlü iki şeyden bahseder: Birincisi: Birer istinbât vasıtası olarak şer´î deliller. İkincisi: Bu istinbatın bir neticesi olarak şer´î hükümler. İstinbatın neticesi olarak şer´î hükümler ve bunların delillerle sabit olması. Bu, usûl-cülerin cumhurunun tezidir -ki racih olan da budur- zira onlar: "Usûlü fıkhın konusu delillerle sabit olması açısından şer´î hükümlerdir" demektedirler.

"Fıkıh" ise: "Tefsili delillerden istinbât edilen şerî-amelî hükümleri bilmek" veya "tafsili delillerinden istinbât edilen şer´î hükümlerin toplamıdır" diye tarif edilir. Bu manasıyle "fıkıh" vacib, mendub, haram, mekruh, mubah olarak bilinen hükmün bütün çeşitlerini, ferde ve aileye taalluk eden hükümleri ve vasiyet, vakıf ve mirasa ait hükümleri içine alır. "Fakih" ise bu usûl kaidelerini cüz´î meselelere tatbik eden meselâ "Namazı kılın" (Bakara: 2/43) delilinden namazın farz olduğu hükmünü, "Erkek ve kadın hırsızlık yapanın elini kesin" (Maide: 5/28) delilinden hırsızlığın haram olduğu hükmünü çıkaran kişidir.

Fıkhın konusu, hakkında şer´î hükümlerin sabit olması açısından "mü­kellefin fiili" dir. Fakih de, alış-veriş, kira, rehin, vekalet, namaz, oruç, ikrar, şahitlik, vasiyet, vakıf, öldürme, iffetliye iftira, hırsızlık, zina, haram yoldan mal yeme... gibi mükellefin fiil ve faaliyetlerinin hükmünü araştıran kişidir.



2. Fıkıh Usûlünün Gayesi



Fıkıh usûlü ilminin asıl gayesi, müctehidin şer´î amelî hükümleri tafsîlî delillerinden istihraç edebilmesi için ona bu ilmin kaidelerini tatbik etme imkâ­nım hazırlamaktır. Kim ictihad ehliyetine tam sahip olursa usûl kaideleri yar­dımıyla şer´î nasları -açık olsun kapalı olsun- anlayabilir ve delâlet ettiği hü­kümleri ortaya koyabilir; kıyas, istihsan, ıstıslah, istishab ve diğer delilleri, ortaya çıkan yeni meselelerin hükümlerini bulmakta kullanabilir.

İçtihat ehliyetine tam sahip olmayan kişi de hükümlerin istinbât yollarını öğrenmek, müctehidlerin kaidelerine ve fetvalanna dayanarak benzeri yeni me­selelerin hükümlerini bulmak, çeşitli içtihadı meselelerde fukahanın görüş ve delilleri arasında mukayese yaparak delili en kuvvetli olanını almak irin vin?

Fıkıh ilminin gayesi ise mükelleflerin fiillerinin helâl ve haram olanını açıklamak için şer´î hükümleri o fiillere tatbik etmektir. Bu sebeple fıkıh ilmi, insanlardan sadır olan söz ve fiillerin, niza´ ve ihtilafların şer´î hükmünü öğrenmek için âlimin, hâkimin ve müftinin müracaat kaynağıdır.



3. Fıkıh Usûlünün Doğuşu, Tedvini ve Gelişmesi



Alimler bu ilmi, Kelâm ilminden ve şer´î hükümlerin cüziyyatından değil bilakis ruhundan ve tasavvurundan istifade ederek ortaya koymuşlardır. Çünkü Kur´an ve Sünnete uymaya mecbur etme ancak bu ikisiyle amel etmeye mecbur edenlerden sadır olabilir ki o da Allah (c.c.)´dır. Yine âlimler bu usûlü ortaya koyarken iki asıl hüküm kaynağı Kur´an ve sünnetin de dili olan Arap dilinin istinbât kaidelerinden de çokça istifade etmişlerdir. Meselâ biz bu dilin yardı-mıyle Şeriatın gaye ve maksadını anlayabiliyoruz, bu dil yardımıyle müctehi-din hakikati, mecazı, sarihi, kinayeyi, umumu, hususu, müştereki, mutlakı, mukayyedi, mantuku, mefhumu anlaması mümkün oluyor. Bütün bunlar dilin konularıdır.

Fıkıh usûlü ilmi Hulafa-i Râşidîn ve kendilerine yeni meselelerin fetvası sorulan diğer sahabilerin zamanında ortaya çıkan ictihad hareketi ile beraber doğmuştur. Sahabeden müctehid olanlar meselenin şer´î hükmünü önce Kur-´an-ı Kerim de sonra Sünnet-i Nebevî´da arıyor, bulamazsa "Ey basiret sahip­leri ibret alın" (Haşr: 59/2) ayet-i kerimesinin emri gereğince kıyasa yani şeri­atın ruhuna ve mefhumuna uygun görüş ortaya koyarak içtihada gidiyorlardı.

Aralarında içtihadın sınırlan konusunda farklı anlayışlar olmakla beraber bu usûl tabiîn ve tebe´-i tabiîn zamanında da bu şekilde devam etmiştir. Farklı anlayış ise şudur: Bazıları hükmü hakkında nas bulunmayan meseleyi hak­kında nas bulunana katarak kıyasla ameli daraltırken bazıları şeriatin ruhuna uygun olmak şartıyla maslahatla amel etme taraftarıydı. Hepsi de sahabi kavlini kabul ediyorlardı. Said b. Müseyyib, Urve b. Zübeyr, Kâdî Şurayh ve İbrahim en-Nehâî tabiîn asrının ictihad sembollerinden bazılarıdır.

Sonra ikinci hicri asırda, mezheb imamları arasında usûl ilmi netleşti, ve kıyas, istahsan, mesâlih-i mürsele, sahabe kavli, önceki şeriatler, sedd-i zer-âyi\ Medine ehlinin ameli gibi ıstılahlar ortaya çıktı. Bu asırda iki ekol görü­lür: Hicazda ehli hadis, Irak´ta ehli re´y. Her ikisi de sahih hadis ve doğru icti-hadla amel edileceği üzerinde ittifak etmektedirler. Ancak Hicaz ehli şeriatın kaidelerine ve küllî esaslarına uygun da olsa re´y ile amel etme yerine daha çok hadisle amel ederken Irak ehli nas bulunmadığı yerde re´y ile amel etmeyi tercih ediyordu.

Mütekâmil bir şekilde Fıkıh usûlü ilminin tedvini, 204 Hicri tarihinde vefat eden İmam Şafii´nin Risale adlı kitabıyla başlar. Bu ilimde ilk telif edilen kitap budur. Ancak bu ilmin kaideleri sahabe, tabiîn ve diğer müctehidlerin ictihadlannda zaten bulunmaktaydı. Bazan onların ictihadları, mütenâkız delil1er arasında tercih yapma konusunda esas sayılabilecek fer´î usûlî kaideler ih­tiva etmekteydi. Meselâ Hz. Ali (r.a)´nin sarhoşun cezasını, zina iftirasında bulunanın cezasına kıyas etmesi, İbni Mesud´un içtihadına göre sonra gelen nassın önce geleni neshetmesi veya tahsis etmesi bu kabildendir. îbni Mesud´a göre kocası vefat eden hamile kadının iddeti doğumu ile sona erer. Çünkü bu hükmü ifade eden Talak sûresi, kocası ölen kadının "dört ay on gün bekleme­sini" emreden Bakara süresindeki ayetten sonra nazil olmuş, dolayısıyle önce geleni neshetmiştir. Yine aynı şekilde mütevâtirin âhâd habere, hâssın amma, tahrimin ibâhaya tercih edilmesi, hâssın âmmı tahsis etmesi; "Size meyte ve kan haram kılınmıştır" (Maide: 5/3) ayetindeki mutlakın, En´am 145. ayetteki "akan kan" mukayyedine hamledilerek sadece "akan kan" in haram kılınması hep bu cümleden misallerdir.

Artık İmam Şafii´den sonra âlimler -bazan muhtasar bazan mufassal-"Usûl İlmi"nde kitap telifine devam etmişlerdir. Bu konuda iki yol takip edil­miştir: Mütekellimînin yolu (metodu) -ki usûlcülerin cumhurunu teşkil eder-, Hanefî´lerin yolu. İki metod arasındaki farklılığın esası "Usûl kaidelerinin takrir keyfiyeti" dir: Bütün felsefî nazariyelerde olduğu gibi önce kaide konulup sonra furû´ ve tatbikat mı gelsin yoksa mezheb imamından nakledilen fer´î icti-hâdî meseleler asıl kabul edilsin de nazariye (kaide) ona mı tâbi olsun?

Mütekellimînin metodunun özelliği şudur: Fıkhî meseleleri bir kenara bı­rakarak aklî, kelâmî ve lugavî delillerin gerektirdiği şekilde usûl kâidellerini koymak. Şu halde bu ekolun başlıca üç özelliği vardır: Mücerred aklî istidlal­lere dayanmak, muayyen bir fıkıh mezhebine bağlı kalmamak, fıkha dair fer´î meseleleri sadece açıklama ve misal için zikretmek.

Bu ekolün imamı, fıkhından önce usûlünü koyan İmam Şafiîdir. Bu usû­lün bayraklaşan ismi ise Ebubekir Bâkıllânî´dir. Bu metodla yazılan kitapların en meşhurları şunlardır:

el-Umde, Kâdî Abdulcebbâr el-Mu´tezilî

el-Mu ´temed, Ebulhuseyn el-Basrî el-Mutezilî el-Cuveynî ve babası Ebu Muhammed

el-Mustasfâ, Ebu Hâmid el-Gazâlî

el-Mahsul, Fahruddin er-Râzî

el-lhkûmfı üsûli´l-Ahkâm, Ebu Hasan el-Âmidî

el-Minhâc, Beyzâvî ve bunun şerhi el-İsnevî


Bu esasa göre yazılan eserlerde önce mantıkî ve lugavî tarifler sonra şer´î hükümler sonra deliller ve lafızların delâletleri en sonunda da ictihad ve taklid konulan zikredilir.

Hanefî metodu: Bu yolun özelliği, mücerred nazarî deliller esas alınmak­sızın usûl kaidelerinin, mezhep imamlarının fer´î meselelere dair ictihadların-dan hareket edilerek ortaya çıkarılmasıdır.

Bu yüzden fer´î meselelerle usûl kaideleri bir insicam içinde bulunur. Yine bu sebepledir ki Hanefî fıkıh kitaplarında fer´î meselenin yanında ona uygun kaidelerin de zikredildiği ve imamlarından nakledilen ictihadlar esas alına­rak usûl kaideleri tesbit edildiği çokça görülür. Bu da fer´î mesele ile kaide ara­sında tearuz görüldüğü takdirde fer´î mesele ile insicam sağlanabilmesi için usûl kaidelerinin lafızlarında düzeltmeye gidilmesine sebep olmuştur. Meselâ Hanefîlerin "Müşterek umumî olmaz" sözünde "müşterek" ten maksat onun birkaç manasından biridir. Bu kaydı, vasiyet babında geçen şu fer´î meseleyi esas ala­rak getirmişlerdir:

Bir kişi mevâlisi için vasiyette bulunsa, onun da hem âzâd ettiği köleleri hem de kendisini âzâd eden efendileri olsa, eğer vasiyyeti hangilerine yaptığını beyan etmeden ölürse vasiyet bâtıl olur. Çünkü "mevlâ" kelimesi hem âzâd eden efendi hem de âzâd edilen köle için kullanılan müşterek bir lafızdır. Sonra yemin konusundaki şu meseleye muttali olurlar: "Birisi "Vallahi senin mevlân ile konuşmayacağım" diye yemin etse, muhatabın da aynı şekilde hem âzadlı kölesi hem de kendisini âzad eden efendisi bulunsa ve bunlardan herhangi biriyle konuşsa yemini bozulur." Birinci meselenin aksine bu son meselede "mevlâ" kelimesinin her iki manada beraberce kullanıldığını görünce "Müşte­rek umumi olmaz" kaidesini bu son meseleye uyacak şekilde değiştirerek "Müşterek umumi olmaz, ancak nefiyden sonra bulunursa umumi olur" şeklinde düzeltmişlerdir. Buradaki son mesele de nefıy halindedir.

Bu ekolün üç özelliği vardır:


a) Usûl ile furûu birbirine bağlama esası üzerine oturmuş amelî (pratik) bir yoldur,

b) Usûl ile furûu güzel bir üslûp ile meczetmiştir,

c) Cedel ve münazara metodlan konusunda, fer´î meseleleri usûle göre tahric etmede, küllî fıkıh kaidelerinin yazılmasında kıymetli telifler vererek fıkha hizmet etmiştir.

Ebu Mansur el-Maturîdî´nin öncülerinden sayıldığı bu üslûbun mühim kitaplarından bazıları şunlardır:


Usırfü´l-Cessâs, el-Râzî

Takvîmü´l-Edille ve Te´sisu´n-Nazar, Ebu Zeyd ed-Debûsî

Teınhîdu´l-Fusûl fi7-Usûl, Serahsî

Usûlü Fahri´I-islâm, el-Bezdevî

el-Menâr, Nesefî. Bu kitap üzerine yazılan en güzel şerh Mişkâtü´l-Envâr ve îbni Abidin´in Haşiyetü Nesemâtü´l-Eshâr adlı eserleridir.

Bu ekolün telifteki metodu şöyledir: Usûl ilminin tarifi, sonra üzerinde ittifak edilen ve ihtilaf edilen şer´î deliller.

Sonra müctehidlerin halleri, sonra teârüz ve tercih ve en sonunda hükmü şer´î bahisleri.

Bu ikisini birleştiren müteahhir âlimlerin yolu:

Fıkıh usûlü telifinde yedinci hicrî asırda yeni bir üslûb ortaya çıktı. Bu, Hanefî metodu ile mütekellimîn metodunu kaynaştıran bir yoldur. Bu üslûb ile usûl telif edenlerin metodu, önce usûl kaidelerinin tahkiki ve bunlar delillerle

isbat etme, sonra bu kaideleri fıkıhtaki fer´î meselelere tatbik etme şeklindedir. Bazı Hanefî ve Şafiî usûlcüler bu üslûbla, eser yazmışlardır. Bu yol "müteah-hirîn yolu"diye anılır.

Bu yolun en mühim kitapları şunlardır:


1. Bedîunnizam el-Câmiu beyne Kitabeyi´l-Bezdevî ve´l-Ihkem, Muzafferuddin Ahmed b. Ali es-Sââtî el-Hanefî (v. 694 H.) Bu eserde Hanefflerden Bezdevî´nin kitabı ile Şafiîlerden Âmidî´nin kitabı meczedilmistir.

2. Tenkîhü´l-Usûl ve bunun şerhi Tavzih, Sadruşşeria Ubeydullah b. Mesud el-Buhârî el-Hanefiî (v. 747 H.) Bu kitapta hanefîlerden Bezdevî usûlü, Şafiîlerden Râzî´nin Mahsûl´u, Malikilerden İbni Hâcib´in Muhtasar´ı olmak üzere üç kitabı birleştirmiştir. Bunu da Şafiîlerden Sadüddin Taftazânî (v. 793 H.) et-Telvih adiyle şerhetmiştir.

3. Cemu´l-Cevâmi, Tâcuddin es-Sübkî (v. 771 H.). Bunu Celâlüddin el-Mahallî şerh etmiş, Hasan el-Attar da bu şerh üzerine Haşiyetü´l-Attâr âlâ Cemi´l-Cevâmi ismiyle bir haşiye yazmıştır.

4. et-Tahrîr, İbni Hûmâm (v. 861 H.). Bu kitap üzerine yapılmış şerhler vardır. İbni Emiru´l-Hâcc´ın (v. 879 H.) et-Tahrir ve et-Tahbîr adlı eseri bunlardan biridir.

5. Hindli Muhibbullah bin Abdüşşekûr´un (v. 1119 H.) telif ettiği Müsel-leınü´s-Sübût adlı eser bu sahadaki en dakik kitaplardan biridir. Abdül Ali Mu-hammed bin Nizamüddin el-Ensârî Fevâtihurrahamût bi-Şerhi Müsellemü´s-Subût adıyla bu kitabı şerhetmiştir.

Daha sonra yeni telifler ortaya çıkmıştır. Şeyh Muhammed Hudarî´nin Usûlü Fıkh´ı, Şeyh Abdurrahman el-Mehlâvî´nin Teshîlü´l-Vusûl ilâ İlmi´l-Usûl adlı kitabi, Abdulvahhab Hallâfın, Muhammed Ebu Zehra´nın, Şeyh Zekiyyüddin Şaban´ın Usûlü´1-Fıkh adlı eserleri, Dr. Vehbe Zuhaylî´nin iki ciltlik Usûlü´l-Fıkh´ı bunlardan bazılarıdır. Bu kitapların hepsi de hanefî ve şafiî (mütekillimîn) yolunu cem´ eden kolaylaştırılmış kitaplardır. Bu yol hem ilmen hem amelen tercih edilen rnetoddur.

Bu kitabın planına gelince:


Usûl konuları çok ve karmaşık konulardır. Âlimlerimizin kitapları bir ce-del ve münazara meydanıdır. Bu kitaplar usûl ilmi ile alâkası olmayan, dillerin aslı tavkîfî midir yoksa vaz´î midir, ibâha teklifî midir değil midir, Rasûlullah (s.a) in peygamberlikten önce semavî bir dine göre ibadet edip etmemesi gibi belki sadece kelâm ilminin veya dil ilminin bahsedeceği pek çok mesele ihtiva etmektedir.

Benim planım ise şu dört bölümde sadece usûle ait konulan ele almakdir:


Birinci bölüm: Şer´î deliller

İkinci bölüm: Şer´î hükümler

Üçüncü bölüm: Lugavî Usûl kaideleri

Dördüncü bölüm: Teşrî´î Usûl kaideleri