saniyenur
Mon 23 January 2012, 09:45 am GMT +0200
GİRİŞ
I. Konu Ve Amacın Belirlenmesi
Din psikolojisinin teoloji ve psikolojinin sınır alanında bulunması gibi [2], ölüm fenomeni de hem psikolojik olarak insanı etkileyip onda bir kaygı uyandırdığı ve kendisiyle ilgili bir tutumun gelişmesine neden olduğu için psikolojinin, hem de çoğu zaman atıf mevzuu olduğu için dinlerin önemle üzerinde durdukları bir fenomendir. Zira bir-iki istisnası dışında ahiret hayatına atıfta bulunmayan hemen hemen hiçbir din yoktur. Dünya hayatının kaçınılmaz sonu olan ölüm ise, ahiret hayatına geçişte bir nevi köprü vazifesi görmektedir. Böylece ölüm fenomeni, tıpkı din psikolojisi gibi tek bir platformun mevzusu değil, psikoloji ile din bilimleri sınırında bir araştırma konusu oluşturmaktadır.
Tarih boyunca insanların ölüm karşısında sergiledikleri tutumlar, yazılı, sözlü ve davranış düzeyinde çeşitli ifade şekilleri bulmuş, ölümün çeşitli yanlarını vurgulayan ata sözleri, deyimler, ilençler (beddua sözleri), destanlar ve ağıtlar gibi edebi eserler meydana gelmiştir. Yani ölüm, hiçbir zaman basit bir olay olarak değerlendirilmemiştir. Çağımızdaki hızlı değişimler, her gün yeni bir teknik buluşun dünyamızı bir adım daha ileriye götürmesi, insanoğlunun ölüm karşısındaki yalnızlığını ve korkusunu yenmesine fazla bir katkıda bulunmamıştır. Eskiden olduğu gibi zamanımızda da ölümle ilgili adetlerin oluşmasında, ölümden duyulan kaygı ve korku baş rolü oynuyor görünmektedir [3].
Ölüm, insan hayatının bir safhasıdır. Ondan korksak da, onu sevsek de onun ötesini bilsek veya bilmesek de onu hayatımızdan asla çıkaramayız [4]. Zira bir havuzun deliğinden, akan su gibi, hayat da ölüme doğru akıp gitmektedir [5]. Ölüm bir tamamlanmadır. Tıpkı bir ressamın resmini tamamlaması gibi, ölüm de insanı tamamlamakta, ancak ölümle insan, tamamlanmış bir resim gibi öteki dünya için son şeklini almaktadır [6]. Esasen ölüm, insanın tanımında bile kullanılan unsurlardan birisidir. Zira insanın tam olarak tarifi “yaşayan, idrak eden ve ölen varlık” şeklinde yapılmaktadır [7].
İnsanın doğumu ve ölümü kendi elinde olmayan ve kendisi açısından kontrol edilemeyen bir olaydır. Fakat bu dünyadan ayrılış tarzı, onun hayat ve ölüm felsefesiyle yakından ilgili bir durumdur. Dolayısıyla ölüme ilişkin geliştirilen tutumlar ve ölümün birey için içerdiği mâna, insan davranışlarının niteliğini belirlemede yol gösterici bir prensip olarak değerlendirilebilir. Ölümle ilgili tutumlar, insanların davranışlarını daha iyi anlamamız konusunda bize son derece faydalı ipuçları vermesinin yanında, kültürlerarası (cross-cultural) analizlere de zemin hazırlayacaktır [8]. Çünkü bir insanı tanımak, onun hayat felsefesini bilmekle yakından alakalıdır. Hayat felsefesinin oluşmasında ise ölüme verilen mâna en önemli kilometre taşlarından bîridir. Zira ölüm fenomeni doğru bir şekilde kavranmadıkça, hayat ne tam olarak dolu dolu yaşanabilir ne de doğru bir şekilde anlaşılabilir. Bu durum fert için olduğu kadar toplum için de geçerlidir [9]. Hayat ve ölüm bir bütünün iki parçası gibidirler. Yani hayatın olduğu yerde mutlaka ölüm de bulunmaktadır. Yalnız, bu iki kavramın kendilerine özgü hususiyetleri, her canlı için özel olmalarıdır. Heidegger'in dediği gibi; birçok sorumluluklar başkalarına devredilebilir fakat ölüm görevinin bir başkasına devri mümkün değildir [10]. Hayat da tıpkı ölüm gibi bir başkasının yerine yaşanamaz. Zira bir başkası için yaşadığını iddia eden birisi, yine kendi hayatını yaşamaktadır.
İnsanoğlu için doğumundan itibaren tek mutlak gerçek olan ölüm, varoluşun temelinde yatmakta, ancak aynı zamanda artık varolmama tehdidini de temsil etmektedir. Dolayısıyla ölümden kaçamayacağının farkında olabilen tek varlık olan insan, varoluşsal bir kaygıyla da karşı karşıya gelmektedir [11]. Kendini koruma güdüsüyle hareket eden insan, muhakkak ki varoluşun yokluğu manasına gelen ölümden endişe ve korku duyacaktır. Ancak insan davranışları, içgüdüsel faktörlerin yanında inanç ve düşünce unsurları gibi pekçok faktörün etkileşimi neticesinde şekillenmekte, bu konuda insanlar ile hayvanlar arasında büyük farklar bulunmaktadır[12]. Zira hayvan psikolojisinde uzmanlaşmış olan araştırmacılar, içgüdüleriyle hayatlarını devam ettiren hayvanlardan, zihinsel olarak en gelişmiş olanların bile, sadece yaşanılan anı algıladıklarını, geleceğin ve mümkün olan şeylerin onlar için hiçbir mâna teşkil etmediğini bildirmektedirler. Zira hayvanlar, soyutlama kabiliyetleri olmadığından güdüsel olarak tehlikelerden haberdar olmakta, fakat başka hayvanların ölümlerinden, kendi ölümleri ve ölümün bütün türler için genel bir vakıa olduğu sonucuna ulaşamamaktadırlar. Gerçekte hayvanlar, türlerinden başkalarının ölümlerine şahit oldukları zaman insanınkine benzer tepkiler gösterirler. Fakat onlar, bu durumda bile hâlâ kendi ölümlerinden ve ölümün genel bir realite olduğundan haberdar değildirler. Yani, hayvanlar için ölüm ne gizemli bir şey ne de bir problemdir. Zira ölüm duygusu nebati ve hayvani nefiste içgüdüsel bir bilgi olarak bulunduğu halde, soyutlama kabiliyetleri olmadığından, hayvanlarda böyle bir bilgi yokmuş gibi görünmektedir. Hayvan için ölüm, ancak onunla karşılaştığı zaman ve bir tehlike anında kendini göstermektedir, İnsan ise, şuurlu bir varlık olmasından dolayı, hatıralarıyla daima maziyi yaşamak imkanına sahip olmasının yanında, geleceğe de istikamet verme durumundadır. Böylece insan, ölüm kavramını düşünür, fenomenini değerlendirir, ona karşı birtakım tutumlar geliştirir ve kendini ona hazırlayarak, onunla ilgili bir takım inançlara sahip olur. Yani hayatı, ölümü dikkate alarak değerlendirmeye çalışır [13] Netice olarak bu evrende yaşayan türler arasında sadece insan kendi ölümlülüğünü bilir [14].
Ölümü tabiî bir fenomen olarak değerlendiren insan, aynı zamanda ondan kurtulmak istemektedir. Şöyleki o, ölümü bir yokolma olarak algıladığı zaman onu inkara meyletmekte, büyük ve önemli bir hadise olarak algıladığı zaman ise onu kabule yönelmektedir. Bundan dolayı ölümle ilgili tutumları ve bu tutumları etkileyen faktörleri konu edinen çalışmaların bu çelişkili gerçeğe dikkat etmesi gerekmektedir. Zira ölüme boyun eğme ve ona isyan etme tutumları çoğu zaman aynı şuurda canlanmaktadır [15].
Bazı araştırmacılar, bitkilerin bile insanın tehlike karşısında duymuş olduğu dehşeti hissedebildiklerini ortaya koymuştur [16]. Yani canlı organizmalar varlıklarını tehdit eden durumlara karşı reaksiyon gösterme özelliğine sahiptirler. Dolayısıyla sahip olduğu bilinç vasıtasıyla diğer bütün canlılardan üstün ve farklı bir özellik arzeden insanın, ölüm gibi direkt varlığını tehdit eden bir duruma karşı duyarsız olması beklenemez. Zeka düzeyi, eğitim seviyesi, sosyo-kültürel altyapısı ne olursa olsun, her insanın ölüm gibi ciddi tehlike arzeden bir duruma karşı reaksiyon göstermesi, bir takım tutumlar geliştirmesi, son derece tabiî ve beklenen bir durumdur. Zira her insanda bulunan varlığını koruma ve ebedi yaşama güdüleri [17], bu tepkilere kaynaklık etmektedir.
Ölüme gösterilen tepkiler, sadece otomatik bir şekilde oluşmuş tepkiler değildirler. Şuurlu benlik seviyesindeki yapılanmalar da bu tepkilerin oluşmasında büyük rol oynamaktadırlar. Ölüme verilen mâna, insanların dünyaya bakış açılarına göre şekillenmekle beraber bunun tam aksine hayata verilen mâna da ölümün algılanış biçimini doğrudan etkilemektedir. Dolayısıyla ölüm karşısında sergilenen tutumların iyi bir şekilde anlaşılabilmesi için karşılıklı olan bu ilişkinin de göz önüne alınması gerekmektedir [18]. Biz de araştırmamızı genelde bu iki tema üzerine oturtmaya çalışarak, bir yandan ölümün dini inanca ve buna bağlı olarak hayata bakış açısına olan etkisini incelemeye çalışırken, diğer yandan dini inancın ve ona bağlı olarak gelişen hayat felsefesinin ölüm karşısında sergilenen tutumlara olan etkisini incelemeye, ölümden duyulan kaygı ve korku ile dini inanç arasında bir ilişkinin olup olmadığını ortaya koymaya gayret ettik.
Ölümle ilgili tutumların daha iyi anlaşılabilmesinde, farklı dinler ve hatta bu dinlerden doğmuş değişik mezhep ve anlayışların da göz önüne alınması önemlidir. Mesela İslâm dininden doğmuş bir tasavvuf cereyanının, ölüme bakışını anlayabilmek için öncelikle tasavvuf felsefesini bilmek gerekir. Dolayısıyla ölümle ilgili olarak yapılacak olan çalışmaların teoloji ile bütünleşmeye şiddetle ihtiyacı vardır [19]. Zira din ve kültür, ölüm gerçeğini yorumlama, ondan duyulan korkuyu azaltma, bu korkuyu üretken yönlere kanalize etme ve ümitsizlik duygusunun neden olacağı zaafiyetlere karşı insana yardım etme konusunda inkar edilemeyecek fonksiyonlara sahiptir. Bundan dolayı ölüm korkusunun sosyal ve kültürel durumlara, göre değişiklik göstermesi son derece normaldir [20]. Bu gerçeği dikkate alarak araştırmamızda elde ettiğimiz bulguları değişik din ve kültürlerde yapılan çalışmalarla doğru bir şekilde mukayese edebilmek için, şu anda dünyada en yaygın olan dinlerin ölüme bakışlarını da genel bir mahiyette incelemeye çalıştık. Ayrıca araştırmamızın evrenini teşkil eden deneklerin müslüman olmalarından dolayı îslâm dininin ölüm fenomenini değerlendirişi konusunu daha geniş bir şekilde ortaya koymaya gayret ettik. Bununla birlikte dinlerden müstakil olarak, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana devamlı önemli bir yer işgal eden ölüm hadisesinin tarihi süreç içerisinde değerlendiriliş biçimine, yani ölüme şu ana kadar hangi mânalar verildiğine de kısaca temas etmeye, bu kapsamda ilkel insanların ve eski kültürlerin, bazı filozof ve felsefi ekollerin ölümle ilgili değerlendirmelerine de değinmeye çalıştık.
Bu arada şunu da ifade etmek gerekir ki batı dünyasında ölüm üzerine pek çok araştırma yapılmıştır. Ancak diğer birçok konuyla karşılaştırıldığı zaman, ölüm araştırmalarının (thanatology researches) batılı ülkelerde de henüz sınırlı olduğu görülmektedir. Zira ölüm konusunun psikolojik perspektiften ilmi bir tarzda ele alınışı, oldukça yenidir. Nitekim bu evsaftaki çalışmaların yoğun bir şekilde başlamasının tarihi ancak 1950-1960’lı yıllara kadar götürülebilmektedir. [21] Zira ölüm konusu, psikoloji alanında uzun bir müddet kapsamlı araştırmalara layık bir konu olarak görülmemiş ve bu konuyla ilgili olarak ortaya konan eserlerin çoğu daha ziyade, din, edebiyat, felsefe, sanat, tıp ve biyoloji perspektiflerinden yazılmıştır [22]. Bu bağlamda, bazı antropologların, antropolojinin bu konuyla ilgili araştırmalara ihtiyacı olduğunu ileri sürmelerinin, ölümle ilgili araştırmaların başlaması ve ivme kazanmasında etkili olduğunu söylemek mümkündür, ölümle ilgili psikolojik çalışrnala.rın geç başlamasının bir nedeni de ölüm probleminin temelde felsefenin bir problemi olarak kabul edilmesidir. Zira bazı araştırmacılara göre Sokrates'in Phaidon'da ölümle ilgili olarak sordukları, ölüm çalışması niteliğinde bir felsefeden ibarettir [23]. Ülkemizde ise ölüm konusunu psikoloji perspektifinden araştıran çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu çerçevede batı dünyasında, konuyla ilgili ilk ve özellikle bu araştırmaların hızlanmasına katkıda bulunan bazı araştırmalara kısa bir şekilde değinmemin faydalı olacağına inanıyoruz. [24]
1950'li yılların ortalarında psikoloji ve psikolojiye yakın disiplinler, ölüm ve ölme ile ilgili duyguları, bilimsel bir problem olarak incelemeye başlamışlardır. Bu ilginin işaretleri, sadece bu konuyla ilgili kitap ve dergilerin artmasında değil, tıp öğrencilerine, profesyonel ve paraprofesyönellere verilen seminer ve kursların sayılarının artmasında da görülebilir [25]. Bu bağlamda ölüm kaygısı ve özellikle onun din ile olan ilişkisi üzerine yapılan çalışmaların, daha çok izlenimlere dayanan veya dindarlıkla ilgili tek boyutlu ölçeklerin kullanıldığı araştırmalar olduğunu görmekteyiz. Ayrıca daha çok ruhsal sorunları olan hastalar ve özellikle yaşlıların denek olarak katıldıkları bu ilk araştırmalar sonunda ortaya çıkan sonuçlar da çoğu kez çelişkili olmuştur. Zira bu araştırmalar sonucunda dindar insanların bazen dindar olmayanlardan daha yüksek kaygıya sahip oldukları saptanmış, bazen de din ile ölüm kaygısı arasında önemli bir ilişkinin olmadığı sonucuna varılmıştır [26].
Ölüm konusunu psikolojik açıdan ele alan çalışmaların yoğun bir şekilde ancak 1950’li yılların sonlarında başlamasıyla birlikte, bu tarihten epeyce önce bu konuyla ilgili bazı araştırmaların yapıldığını görmekteyiz. Şöyle ki; bu konuyla ilgili olarak, din psikolojisinin öncülerinden biri olan G. Stanley Hail tarafından 1896 yılında“Korkuların Araştırılması” ve 1915 yılında “Ölüm Fobisi ve Ölümsüzlük” isimli iki makale yayınlanmıştır [27]. Bu tarihlerde ölüm konusuyla ilgili olarak yapılan öncü çalışmaların, psikolojinin felsefeden bağımsız ayrı bir disiplin haline gelmesine de katkıda bulunduğu kabul edilmektedir. Hail, “Korkuların Araştırılması” isimli makalesinde, dinîn insanlara kazandırdığı ümidin, onları şiddetli bir şekilde zorlayan ölüm korkusu karşısında en büyük ilaç olduğunu ifade ederek, insan türünü bunaltan bu korkuyu hiçbir usta psikoterapistin din kadar azaltamayacağını iddia etmiştir [28]. Aynı yıl bu konuyla alakalı olarak “Yaşlılık ve Ölüm” isimli bir makale yayınlayan Scott, araştırmasında yaşlı insanların ölümden daha az korktuklarını ve dünyasal tecrübelerden bağımsız yeni bir hayat umduklarını tespit etmiştir [29]. Netice olarak bu konuda yapılan ilk psikolojik çalışmaların, ölüm korkusu ve onun din ile nasıl hafifletilebileceği konusuyla ilgilendiklerini söylemek mümkündür.
1950’li yılların sonlarına doğru yoğunlaşmaya başlayan ölümle ilgili çalışmaların öncülerinden birisi de hiç kuşku yok ki Feifel'dir. Feifel, 1956 yılında Amerikan Psikoloji Cemiyeti Kongresi (American Psychological Assocation Convention)'de ölüm ve ölme psikolojisi üzerine bir sempozyum organize etmiş ve bu sempozyumda kendisinin sunmuş olduğu bildiri de dahil olmak üzere sunulan bildirilen bir araya getirerek 1959 yılında “The Meaning of Death” isimli kitabı yayınlamıştır. Feifel bu kitaba yazdığı mukaddimede, batılı insanın ölüm karşısında kararsız ve maskeleme tavrı içerisinde olduğunu göstermeye çalışarak, yavaş yavaş o kaçınılmaz ana yaklaşmakta olan insanların, ölümü daha iyi anlamaları için bu çalışmayı yaptığını belirtmiştir [30]. Kitabın sonuna Gardner Murphy, bir “müzakere” yazarak sunulan tebliğleri değerlendirdikten sonra kendi görüşlerini dile getirmiştir.
Ölümle ilgili çalışmalara bir başka açıdan ivme kazandıranlardan birisi de Elisabeth Kübler Ross'dur. Kendisi doktor olan Ross, ölmek üzere olan hastalarıyla yaptığı çalışmalarda ölüm sürecinin, yadsıma, öfke, pazarlık etme, depresyon ve kabullenme şeklinde beş psikolojik aşamadan geçtiğini ortaya koymuştur [31]. Ross'un hastalarıyla yaptığı çalışmalarında ortaya çıkardığı önemli bulgulardan birisi de ölümden dönme deneyimidir. 1975 yılında “Ölümden Sonra Hayat” ismiyle bir kitap yayınlayan Raymond Moody de, kitabında aynı konu üzerinde teferruatlı bir şekilde durmuştur.
Pollak 1980 yılında yazdığı makalesinde, o zamana kadar bu konuda yapılan emprık çalışmaları inceleyerek; birçok araştırmacının ölümün üniversal bir korkuya neden olduğunu kabul ettiğini, bu korkunun bilinçli bir şekilde yadsındığını (inkar edildiğini) ve şuur seviyelerine göre bu korkuda değişmeler olduğu sonucuna ulaşıldığını ifade etmiştir [32].
Netice olarak son 30 yılda oldukça yoğunluk kazanarak, “Tanatoloji” ismiyle ayrı bir disiplinin ortaya çıkmasına neden olan ve 1970’1i yılların başında daha da hızlanan [33] bu çalışmalar, çelişkili sonuçları da beraberinde getirmiştir [34]. Ayrıca ölüm konusuyla ilgili çalışmaların çoğunluğu batı kültürü çerçevesinde sınırlandırılmış, kültürler arası mukayeseler yapan (cross-cultural) araştırmalar hayli sınırlı kalmıştır [35]. Bu bağlamda diğer önemli bir husus da bu çalışmalarda görüşlerine başvurulan deneklerin, genellikle Hıristiyan, Yahudi ve Uzakdoğu dinlerine mensup kişiler olmasıdır. Müslüman denekler üzerinde yapılan çalışmalar ise yok denecek kadar azdır.
Bütün bu tarihi bilgiler muvacehesinde araştırmamızın esas amacı, çoğu insan için bir ızdırap kaynağı olan ve onların yaşama zevkini felce uğratan ölüm kaygısı veya korkusunu analiz etmeye çalışmaktır. Bütün insanlarda bulunduğu kabul edilen [36] bu evrensel korkunun üstesinden gelinebilir mi veya hafifletilmesi mümkün müdür? Ölüm daha manâlı bir şekle getirilebilir mi? Bunlar ne şekilde mümkün olur? Yani ölüm kaygısını artıran ve azaltan faktörler ile insanın ölüm karşısında daha olumlu tutumlar geliştirmesinde etkili olan faktörler, araştırmamızda üzerinde durmaya çalıştığımız temel problemlerdir. Bu bağlamda ölüm kaygısı ve ölümle iİgili tutumların özellikle dinin derûnî boyutu ile olan ilişkisi de aydınlatmaya çalıştığımız temel problemler arasındadır.
Ayrıca farklı dinlere mensup insanların aralarındaki dinî yaşayış farklarını tetkik ve tespit etmek, din psikolojisinin araştırma alanlarından birini teşkil eden konulardan birisidir [37]. Dinin, ölümle ilgili yaklaşımları birinci derecede belirleyici faktörlerden birisi olduğu düşünülürse, araştırmamız aynı zamanda İslâm dini ile diğer dinler arasında bir mukayeseye de zemin hazırlayacaktır. Zira elimizde diğer din mensupları üzerinde yapılan pek çok çalışma bulunmasına rağmen, müslüman denekler üzerinde uygulanan ve meseleye din psikolojisi ekseninden yaklaşan pek fazla çalışma bulunmamaktadır.
Araştırmamızda ayrıca ölümle ilgili tutumlar ve ölümden duyulan kaygıyı gelişim dönemlerine göre, gençlik, genç yetişkinlik, yetişkinlik ve yaşlılık olmak üzere dört kategoride analiz etmeye ve gelişim dönemlerinin ölümle ilgili tutumları ve ölümden hissedilen kaygıyı etkileyip etkilemediğini tespit etmeye çalıştık. Zira her dönemin kendine has bir takım özellikleri bulunmakta ve özellikle yaşlılık dönemi, ölüme daha yakın olduğu cin ayrı bir önem arz etmektedir. Ayrıca 1980’1i yılların sonu itibarıyla batıda bile yasalardaki ölüm kaygısı üzerine yapılan çalışmaların diğer dönemlerle kıyaslandığı zaman çok daha az olduğu görülmektedir. Dolayısıyla araştırma evrenimize yaşlıları da dahil etmemiz konuya ayrı bir özellik kazandırmaktadır. Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, gelişim dönemlerinin ilkini ve önemli bir kesimini oluşturan çocukluk dönemi, araştırmamızın emprik bölümünün dışında tutulmuştur. Bunun nedeni ise, bu dönemin diğer gelişim dönemlerinden belirgin bir şekilde ayrılması ve ayrı bir çalışma konusunu teşkil etmesidir. Ancak çocukların ölüme bakışı ve ölüm karşısındaki tutumlarını tanıtmak maksadıyla çocuklar üzerinde yapılan çalışmalardan çıkan sonuçlar üzerinde durarak, emprik bölümdeki bu noksanlığı gidermeye çalıştığımızı da belirtmek gerekir.
Araştırmamızın bir başka amacı da, ölümün daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmanın yanında, özellikle batılı insanın bir tabu olarak gördüğü ve hayattan tecrit etmeye çalıştığı ölümü [38], biraz hayatın içine sokmak, ölüm üzerinde biraz daha fazla düşünülmesine vesile olmaktır. Zira günümüz insanı, ölüm şuur ve duyarlılığının zayıfladığı, kutsalla ilişkilerin kaybolmaya yüz tuttuğu bir ortamda yoğun kaygılarla birlikte bir kaos içinde yaşamaktadır. Nitekim bazı araştırmacılara göre yaşamış olduğumuz çağ, kaygı çağı olarak adlandırılmaktadır [39]. Bizim insanımızın da hızlı bir şekilde batılılaşma süreci içerisinde olduğu düşünülürse, konunun ehemmiyeti daha açık bir şekilde ortaya çıkacaktır Nitekim bazı filozofların tavsiye ettikleri gibi, ölüm yokmuş gibi yaşamak hem insanların büyük çoğunluğu için mümkün görünmemekte [40], hem de bir problemden kaçmak onu çözmeyle aynı mânaya gelmemektedir. Ayrıca ölümün düşünülmesi, onun bir ibret vesilesi olarak değerlendirilmesi İslâm dininin ısrarla üzerinde durduğu bir husustur. Bu bağlamda ölüm düşüncesine etki eden faktörler, ölümü hatırlatan olaylar ve insanın ölümü düşünmeme nedenleri üzerinde de ayrıca durulmuştur. Zira Kübler Ross'un da ifade ettiği gibi, belki de biz soğuk toplumlar yerine, ölüm ve ölme problemleriyle yakından ilgilenen toplumlar oluşturabilir, bu konudaki diyalogu teşvik edip güçlendirerek, insanlara ölünceye kadarki hayatlarında daha az korku ve kaygıyla yaşamaları konusunda bir katkıda bulunabiliriz [41].
Daha önce değindiğimiz gibi ölümle ilgili ilk psikolojik araştırmalardan birisini yapmış olan Feifel, ölümle ilgili bir çalışmanın; gelişim dönemleri, ölümün yakın ve uzaklığı, cinsiyet, yaş, zeka düzeyi, sosyoekonomik düzey, ölüm kaygısının ego mekanizmaları ve kişilikle olan ilişkisi, ruhsal hastaların zihin gelişimlerinde ölüme karşı olan tutumlarının yeri, aileden birisinin ölümüne karşı gösterilen tepkiler, aile yapısındaki değişikliklerin ölümle ilgili tutumlarla ilişkisi, değişik kültürlerin ölüm karşısındaki tutumlara olan etkisi gibi değişik perspektiflerden yapılabileceğini ifade etmiştir [42]. Biz de araştırmamızın emprik bölümünde, gelişim dönemleri, cinsiyet, yaş, medeni durum, sosyo-ekonomik düzey ve ölümle ilgili tutumları etkileyebileceğini düşündüğümüz bazı kişisel özellik ve tecrübeleri değişken olarak kullanarak, ölümle ilgili tutumlar ve ölüm kaygısı ile bunlar arasında bir ilişki bulunup bulunmadığını tespit etmeye çalıştık.
Ayrıca araştırmamızda daha önce de belirttiğimiz gibi esas olarak insanın kendi ölümünden hissetmiş olduğu kaygıyı ve kendi ölümüne karşı geliştirdiği tutumları incelemekle birlikte, genel mânada da olsa sosyal olarak, yani insanın değer verdiği kimselerin ölümüne karşı tepkilerine de değinmeye çalıştık. [43]
[2] Bk. Kerim Yavuz, Psikanalizde Tik Dinî Gelişmelerin Değeri, Ata. Üni. Basımevi, Erzurum 1987, s.89-90, Erdoğan Fırat, Şahsiyet Gelişiminde Tevbenin Fonksiyonu, Ankara 1982, s. 1.
[3] Krş. Sedat Veyis Örnek, Anadolu Folklorunda Ölüm, Ankara Üni. Basımevi, Ankara 1971, s. 107-108; Pierre Mannoni, Korku, Çev. İşın Gürbüz. İletişim Yayınlan, 1995, s. 13.
[4] Krş. Muammer Bilge, Metahiyoloji, İstanbul 1960, s. 290.
[5] Krş. R' Schaerez, Çağdaş Filozoflarda Ölümün Anlamı, Çev. Faik Dranaz, İstanbul 1953, s. 7.
[6] Bk. Schaerez, Çağdaş Filozoflarda Ölüm, s. 40.
[7] Bk. İbn. Sina, Ölüm Korkusundan Kurtuluş, Çev. M. Hazmı Tura, Burhaneddin Matbaası, İstanbul 1942, s. 10.
[8] Krş. Feifel, Herman, “Attitudes Tovvard Death in Some Normal and Mentally II Populations”, in The Meaning oj Death, Ed: Herman Feifel, Mc. Graw-Hıll, 1959, s 128; Meaning of Death, (mtroductıon), Mc. Graw-Hill, 1959, s. XV-XVI
[9] Krş. Feifel, The Meaning of Death, s. xv.
[10] Bk. Frank Magill, Ekzistansiyalisi Felsefenin Beş Klasiği, Türkçesi: Vahap Mutal, Dergah Yayınlan, 2. Baskı, İstanbul 1992, s. 59.
[11] Krş. Alida S. Westman, “Existential Anxiety as Related to Conceptualizaüon of Şelf and Death, Denial of Death, and Religiosity”, Psvchological Repona, 1992, 71, s. 1064; Meral Çileli, “Ölüm”, (Gelişim Psikolojisi içinde), Bekir Onur, İmge Kıtabevı Yayınları, 3. Baskı, Ankara 1995, s. 158.
[12] Krş. Hayati Hökelekli, “Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi”, Wudag Onl. l.F Dergisi, Bursa 1991, c.Ill, sayı:3, s. 158.
[13] Krş. İsmail Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlâna, Ötüken Yayınları, İstanbul 1993, s. 82; Emst Von Aster, Feheje Tarihinde Ölüm Meselesi, Resimli Ay Matbaası, Ankara 1980, s. 184-185.
[14] Krş. Ignace Lepp, Death and Us Mysteries, Tran. Bernard Murcland, McMillan Publishing, New York 1968, s. 30-31; Feifel, Attitudes toward Death, s. 114
[15] Krş. Hökelekli, Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, s. 153.
[16] Bk. Yusuf, Mirdogan, Sentez: Ölüm Son Değildir, Ishak Basımevi, İstanbul 1975, s. 148.
[17] Bk. Araf 7/20; Taha 20/120; V Florian-Kravetz, S. “Aspect of Fear of Personal Death Levels of Awareness and Religious Commitment”, Journal of Research in Personality , 18, s. 292, Tirmizî, «-Sünen, Tah. Ahmed Muhammed Şakir, Daru'l-Fikir, (tarihsiz), Zühd, 28; Louis-Vincent Thomas, Ölüm, Çev Işın Gürbüz, iletişim Yayınlan, İstanbul, 1991, s. 115-117; Hayati Hökelekli, “Ölümle İlgili Tutumlar ve Dinî Davranış”, Ahlâmî Araştırmalar, Ankara 1991, V sayı:2, s. 83; Özcan Köknel, Korkular, Takıntılar, Saplantılar, Altın Kitaplar, İstanbul 1990, s. 127-128.
[18] Krş. Hökekkli, Ölüm ve Olum Ötesi Psikolojisi, s.152-153.
[19] Krş. Mary J.O, Meadow-Kahoe, Richard D,, Psychology oj Religion, Harper and Row Publishers, New York, Cambridge, Philadelphia, San Fransisco, London, 1984, s. 334; Hökelekli, Ölümle İlgili Tulumlar, s. 87.
[20] Krş. Vicior Florian-Snowden, Lonnie R., “Fear of Personal Death and Positive Life Regard”, Journal oj Cross-Cultural Psychology, 1989, 20, (1), s. 64.
[21] Krş. Hökelekli, Ölüm ve Ölüm Ötesi Psikolojisi, s. 152.
[22] Krs. Mehmet Aydın, Dİn Felsefesi, Dokuz Eylül Üni. Yayınları ,İzmir 1980, s. 184; Lepp, Death and Us Mysteries, s. 15.
[23] Krş. James M. Donovan, Sussing out of Reiigion, New Orleans 1996, s. 118.
[24] Bu konuda daha geniş bilgi için Bk. Murat Yıldız, İnsanların Ölüm Karşısındaki Tutumları Hakkında Yapılan Araştırmaların Değerlendirilmesi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üni. Sos. Bilimler Enstitüsü, İzmir 1994, s. 29-53.
[25] Krş. H. Conte-Wiener, M.-Plutchik, R. “Meaning Oeath Anxiety, Conceptual Psychometric and Factor Analysis Aspect, Journal of Personality and Sodal Psychology, 1982, 43, (,4), s.775.
[26] Krş. Meadow-Kahoe, Psychology of Reiigion, s. 330.
[27] Bk. G.S. Hail, '”Thanatophobia an İmmortality”, American Journal of Psychology, 1915, 26, s. 550-613'den nakleden; James A. Thorson-Pcnwell, EC, “Meanings of Death and Intrinsic Religiosity”, Journal of Chinical Psychology, 1990, 46 (4), s. 379.
[28] Bk. G. S. Hail, “Study of Fears”, American Journal of Psychology, 1896, 8, s. 147-249'den nakleden: Thorson-Powell, Meanings of Death, s. 379.
[29] Bk. C.A. Scott, “Old age and Death”, American Journal of Psyckalogy, 1986, 8, s. 67-122.
[30] Bk. Feifel, The Meanıng of Death, s. xı-xvı.
[31] Bk. Elisabeth Kübler Ross, On Death and Dying, Mc Millan Publishıng, New York 1969, s. 38-42, 50, 82-84, 85-87, 111-114.
[32] Bk. Conte-Weiner-Plutchik, Measuring Death Anxiety, s. 779.
[33] Krş. James A. Thorson-Powell, E C, Elemenıs of Death Arıxiety and Meaning of Death, Journal of Cünical Psychology, 1988, 44, s. 691.
[34] Krş. Willıam A. Kraf't-Litvin, Waker J.-Barber, Scott E., “Religious Oriemation and Assertiveness: Relatiotıship to Death Anxiety”, The Journal ofSodal Psychology, 127, (1), s. 93.
[35] Krş. Jack E Schumaker-Barraclough, Robert A.-Vagg, Lisa M., “Death Anxiety in Malaysian and Australian University Students”, The Journal of Social Psychology, 128, (1), s. 43.
[36] Krş. E Pepitone-Arreola-Rockwell, “Death Anxiety Comparison of Psychiatrists, Psychologists, Suicidologists and Funeral Directors” Psychobgical Repom, 1981, 49, s. 979; Karen S. Pfost-Peters, Kelly A.-Stevens, Michael J., “Death Anxiety and the Type a Behavior Pattern” Psychological Reports, 1985, 57, s. 746; H. Feiefel-Branscomb, A.B., “Who's afraid of Death”, Journal of Abnoımd Psychotagy, 1973, 81, s. 282; Feifel, Attitudes toward Death, s. 114, Lepp, Death and Its Myste-ries, s. 70; Charles W Wahİ, "The Fear of Death", in The Mecming of Death, Ed: Herman Feifel, Mc Graw-Hill, New York 1959, s. 24; Kübler Ross, On Death and Dying, s. 5, Emest Becker, The Denial of Death, The Free Press, NewYork, London 1973, s. IX.
[37] Bk. B.Ziya Egemen, Din Psikolojisi, Saha, Kaynak ve Metod Üzerine Bir Deneme, T.T. Kurumu Basımevi, Ankara 1952, s. 20.
[38] Bk. Feifel, Attitudes tovvard Death, s. xv; Conte-Weiner-Plutchik, Measuring Death Anxiety, s. 777.
[39] Gram, Frederick C. The Cospet jor an Age of Amıety, in Relîgion and Human Behavior, Ed: Simon Doniger, Assotation Press, New York, 1954, s. 58-72.
[40] Krş. Lepp, Death and Its Mysteries, s. 16.
[41] Bk. Kübler Ross, On Death and Dying, s. 268.
[42] Bk. Feifel, Attitudes toward Death, s. 127-128.
[43] Yrd. Doç. Dr. Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları: 15-29.