saniyenur
Fri 30 December 2011, 06:17 pm GMT +0200
Giriş
Tarih boyunca bütün toplumlarda daima kendisiyle karşılaşılan olgu, din'dir. Din fıtrîdir ve evrenseldir. Bu olguyu insan doğuştan (fıtratında-yaratılışında) getirir, ama onu tezahürleri farklı olabilir. İnsanla beraber var olan ve onun benliğini etkileyen bu yüce olgunun (din duygusu) nasıl olması gerektiğini de Allah, insanlara gönderdiği elçileri vasıtasıyla bildirmiştir.
İslâm bilginlerine ait din tarifleri, Kur'an-ı Kerim ve İslâm inançları gözönünde bulundurularak yapılmıştır. Seyyid Şerif el-Cürcânî: "Din akıl sahiplerini Peygamberin bildirdiği gerçekleri benimsemeye çağıran ilâhî bir kanundur"[2] şeklinde tarif etmektedir. Zebîdî: "Din akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilâhî bir kanundur"[3] diyerek el-Cürcânî'nin tarifini biraz farklı ifadelerle dile getirmiştir. Tehânevî'nin tarifi ise biraz farklıdır: "Din akıl sahiplerini kendi iradesiyle şimdiki halde (dünyada) salâha, gelecekte (âhirette) felaha, sevkeden Allah tarafından konmuş ilâhî bir kanundur"[4] M. Hamdi Yazır, bu klasik tarifleri dikkate alarak, din ve İslâm kelimeleri arasındaki uyuma dikkat çekerek şöyle der: "Din de insanlar arasında ihtilaf ve çekişmeleri önleyerek müsâlemeyi temin eden bir kanundur. Dinde yalnız insanlar arasında değil, insanlarla Allah arasında da bir ahid ve barışıklık (selam) vardır. Bu sayede hâlik'in iradesiyle mahlûkun (yaratılmışın yani insanın) iradesi arasında bir uygunluk sağlanmış olur."[5] Hulâsa din, fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir âmil olduğu gibi toplumları yükselten, onların gelişmesini sağlayan kurumdur. Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak insanlara yön veren en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir.[6]
Allah tarafından tesbit edilmiş bu dinin nasıl uygulanacağı, yine bizzat O'nun tarafından seçilmiş ve kendilerine Rasül veya Nebî dediği elçiler (Peygamberler) vasıtasıyla insanlara bildirilmiştir. Sadece bildirilmekle kalmamışlar, örnek olup, dinin uygulama esaslarını, kendi hayatlarında en güzel bir şekilde göstermişlerdir. Nitekim Peygamberimiz için de Kur'an'da "Usvetün hasenetün" en güzel örnek tabiri kullanılmıştır.[7]
Bu durumda din denilince şu dört unsurun birlikte düşünülmesi gerekmektedir:
1- Allah ve O'nun mutlak hâkimiyeti ve tevhidi,
2- Allah'ın insanlara dünya ve âhiret saadetini temin edecek buyrukları,
3- İlâhî buyrukları insanlara tebliğ eden elçi (Peygamber)
4- Bu buyrukları tebliğ edip yaşayan, yorumlayan hayata geçiren peygamberin yaşam tarzı (sünneti).
Bu dört unsur İslâm tarihi boyunca hiç ihmal edilmemiş, beraberce yorumlanıp uygulanmaya çalışılmıştır. Bu demek değildir ki her şey toz pembedir. Hayır, zaman içinde, bu dört unsurdan birine veya bir kaçına önem verilip, diğerlerine daha az önem verildiği, hatta peygamber ve sünneti mefhumunun dikkate alınmaması gerektiği ifade edilmiş, bu konuda ekol oluşturulmuştur.[8]
İslâm yaşayan ve yaşanan bir din; İslâm medeniyeti yaşayan bir medeniyettir. Temel dayanakları ise birbirinden ayrılmaz iki unsur Kur'an ve Sünnet. Tarih boyunca bütün müslümanlar bu iki kaynağı daha iyi nasıl anlar da Allah'a karşı görevlerimizi yapmış, dünya ve âhiret saadetini kazanmış oluruz düşüncesinin mücadelesini vermişlerdir. Aranan hep Kur'an ve Sünnet eksenli bir din anlayışıdır. Bu ideal anlayış uğraşında bazen uç noktalarda seyredenler de olmamış değildir. Dün olduğu gibi bugün de aynı ideal anlayış içinde gayretler sarfedilmektedir. Özellikle peygamber ve onun sünneti konusunda çok şey söylenmekte ve yazılmaktadır. Her bir yazılan yazı, söylenen söz yeni düşünce dünyalarının kapısını aralamakta, böylece konu canlılığını korurken "gerçek", tekrar tekrar tescil edilmektedir. Konuşulan ya da tartışılan noktanın odağında bulunan asıl öge "peygamber" kavramıdır. Peygamber nasıl bir şahsiyettir? İnsan mıdır, melek midir yoksa nedir? İnsan ise bütün duygu, düşünce, kişilik ve benlik olarak sokaktaki insandan farksız mıdır yoksa farklı yönleri olmalı mıdır? Bütün bunlara bağlı olarak O'nun getirdikleri ve O'ndan sâdır olan davranışlar ve o davranışların değeri konuları tartışılan hususlardır. Bu tartışmaların nihâî amacı ise Kur'an'ı daha iyi anlamak, sünneti daha iyi kavramaktır.
Şüphesiz az bir Kur'an bilgisine sahip olan kimseler peygamberin bir melek olmadığını ve O'nun bir insan olduğunu, gerek fizik olarak gerekse his ve duygular olarak diğer insanlardan ayrı olmadığını bilirler. Bilinmesi gereken bir başka husus da, hatta en önemlisi O'nun insanlar içinden seçilmiş olmasıdır. Bunun altının çizilmesi gerekir. Peygamberler, Allah'ın insanlar arasından kendi emirlerini onlara tebliğ etmek için seçtiği şahsiyetlerdir. Yani peygamberler, diğer insanlara göre artı değerleri olan insanlardır. Ama bu artı değerler de yetmez, Allah tarafından seçilmiş olmak esası da vardır. Peygamberlik kesbi değil vehbidir (çalışarak kazanılmaz Allah vergisidir, O'nun seçmesi gerekir). Seçilmiş olmak üstün meziyetlerle donanmış olmayı gerektirir. Hz. Peygamber'in "Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi ise güzel yaptı"[9] sözlerinin işaretinden de anlaşıldığı gibi, peygamberler ilâhî terbiye ve murakabe altındadırlar. Bunun yanında insanî özellikleri vardır, diğer insanların ihtiyaç duydukları şeylere onlar da ihtiyaç duyarlar yani melek değildirler, insandırlar ama bu insanilik hiç bir zaman sıradanlık değildir.
Konuya bu perspektiften bakıldığı zaman ifrat ve tefrite düşmeden peygamber ve peygamberin sünnetini değerlendirmede orta yol bulunmuş olacaktır.
Geçmişten günümüze tartışılan bir başka husus tebliğ edilen, sünnetle yorumlanan İslâm'la (Dinle), yaşanan İslâm arasında, çeşitli toplum katmanları arasındaki çelişkilerdir. Hangisi İslâm? Halkın yaşadığı mı, Kur'an ve sünnetle anlatılan mı? Tabiki Kur'an ve sünnetle anlatılan, İslâm'dır. Kur'an'ın mevsûkiyeti ve güvenilirliği tartışılmaz. Bu konuda hiç kimsede ufak bir şüphe yok ancak, Hz. Peygamber'e ait sünnetin bize intikal edişi, sahih sünnet arasına bazı farklı ifadelerin sokuluşu, peygamberi -haşa- bir masal kahramanı haline vardıracak ifrat ve tefrid noktalara gitmeyi kolaylaştıracak durum arzetmesi; böyle bir görüntünün toplum genelinde inanç haline dönüşmesi, problemin bir başka sebebidir. İşin bu noktaya gelmesi ise, İslâm'ı kabul eden toplumlarda, İslâmî şuurlanma tam olamayınca, dinî eğitim yetkili kaynaklardan verilmeyince, toplumun şuuraltında gizlediği o maşerî vicdan ve onu besleyen örf ve gelenekler ön plana çıkmaktadır. Onların ne derece dinî olup olmadığını test edecek dinî bilgiden de yoksun olununca karşımıza, din haline getirilmiş bir gelenek ortaya çıkıveriyor. Bu gün görülen kargaşa dinî kültür mü, kültürel din mi? onun kargaşasıdır. Bu şekilde şuuraltındaki bazı kültürel değerlerin, bazen de şahsî menfaat veya siyasî maksatlarla uydurulmuş sözlerin sahih hadislerin arasına kasıtlı kasıtsız sokulmuş olması problemi daha da artırmaktadır.
Böyle problemler yumağı içinde şu sünnettir bu bid'attır tartışmaları ise sürüp gitmektedir. Toplumun bir kesimi eğitimsizliğin ve dinî cehaletin sonucu hurafelere düşerken, bir kesimi de toplumun yapısını pek fazla önemsemeden keskin tavırlar almak suretiyle tekfir etme derecesine varan anlayışlar içinde görülmektedir. Bunun yanında peygamberin Allah tarafından seçilmiş olmasının gereği olarak bulunan bazı özellikler reddedilerek beşerilik vasfı öne çıkarılıp, peygamber ve O'nun sünnetine karşı tavır alan düşünceler ortaya çıkmaktadır. Günümüz insanı bu ikilem arasında gidip gelmektedir. Biz bu çalışmamızda kavram ve mahiyet olarak sünnet ve bid'at kavramlarının teorik bir araştırmasını yapmaya gayret ettik. [10]
[2] Ta'rîfat, din mad.
[3] Tâcu'I-Arûs, din mad.
[4] Keşşaf, II, 305.
[5] Hak Dini Kur'an Dili, II, 1062.
[6] Günay, Tümer, DlA, 9/312-320, "din" maddesi özetlenerek
[7] Ahzab: 33/21.
[8] Ehl-i Kur'an ekolü gibi.
[9] Camiu's-Sagir, ha. no: 310
[10] Ali Çelik, Kavram ve Mahiyet Olarak Sünnet ve Bid’at, Beyan Yayınları, İstanbul, 1997: 13-17.