- Gerçek zenginlik gönül zenginliği

Adsense kodları


Gerçek zenginlik gönül zenginliği

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 21 December 2011, 06:58 pm GMT +0200
Gerçek zenginlik gönül zenginliği

Ocak 2008 28.SAYI

Kanaat ve iktisat iki büyük hazinedir. İnsan kanaat ederse sahip olduklarının değerini anlar ve hayat onun için her durumda kolay olur. Ancak kanaat etmeyen kişi hangi şartlarda olursa olsun huzuru bulamaz. Çünkü kanaatsizlik insana sürekli bir şeylerinin eksik olduğu hissini yaşatır.
Eldeki ile yetinmek, hacetin dışındaki şeylere göz dikmemek anlamlarına gelen kanaat aynı zamanda aza rıza, çoğa vefa göstermektir. Az mala sahipken korkmamak, çok mal içinde ise şımarmamaktır. İktisat ise, her işte dengeli olmak, ölçülü davranmak, orta yolu tutmak, güce göre yük almak, aşırılıktan sakınmaktır.
İktisadın zıddı israftır. İhtiyacı dışında boş harcama yapanlar müsrif kimselerdir ve böyle kişiler ne kendisinin ne de malının gerçek değerini bilebilir. Kıymetini anlayamadığı için de sahip olduğu en değerli şeyleri bile çok basit zevkler uğruna zayi eder.

Müsriflik sadece malda olmaz

Şeytanın ahlakından sayılan müsriflik sadece malda olmaz. Maddi ve manevi bütün cevherlerini boşa harcayarak, diliyle, gözüyle, düşünceleriyle, sevgisiyle, vakit ve nakitleriyle haddi aşan, haram işlere bulaşanlar da müsriftir. Yalan söyleyen bir dil, haset ve hakaretle bakan bir göz, haram iş ve eğlencelerde geçen ömür israf edilmiş sayılır. Kısaca, haramda kullanılan her şey israf edilmiş olur.
İnsanlar israf deyince genelde yemek dökmeyi, çöpe ekmek atmayı düşünür. Evet, bunlar israftır, fakat asıl israf, vücuda alınan gıdaları zulüm ve kötülük yolunda kullanmaktır. Aldığı gıdaları haram yolda harcayan bir kimse, gıdasını çok dikkatli kullansa bile israf etmiş olur.

Doyumsuzluk midenin değil kalbin hastalığı

Kanaatin zıddı olan doyumsuzluk ise midenin değil kalbin hastalığıdır. Daha açık söylemek gerekirse doymak bilmeyen mide değil, nefistir. Çünkü kanaat etmeyen insanın gözü dünyayı verseniz doymaz. Bu kimse önce maddiyata ulaşma derdiyle yanar. Sonra o maddiyat için şeref ve haysiyetine varana dek pek çok şeyini harcar. Eğer aradığı şeye ulaşırsa, bu defa “Onu nasıl koruyacağım?” derdi içini sarar.
Kanaat etmeyen insanın malı arttıkça derdi de artar. Bu dertten kurtulmanın iki çaresi vardır: Kanaat veya kara toprak!.. Nitekim Efedimiz (s.a.v) “İnsanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa, bir üçüncüsünü daha ister. Onun gözünü ancak toprak doyurur” diyerek bu gerçeğe işaret eder.
Tüm bu anlatılanlardan, “Kanaat eden, az ile yetinip çalışmaktan kaçan kişidir” anlamını çıkarabilir bazıları. Böyle bir düşünce yanlıştır. Çünkü kanaat işte değil aşta olur. İş herkesi, aş ise nefsimizi ilgilendirir. Kanaatkar insan çok yemek için çok çalışmaz. Daha fazla keyif edeyim diye mal toplamaz. O çok çalışır ama az harcar. Az ile yetinir, yetinmesini bilir. Fazlasını çevresine verir, fazlası yoksa endişelenmez.

Cömertler cennete girene kadar hayra doymaz

Kendisi için aza kanaat eden fakat başkalarına hayır ve hizmette sınır tanımayan, Allah yolunda vermekten usanmayan insana cömert denir. Cömertler, Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) “Gerçek mümin, cennete girene kadar hayra doymaz” diye tarif ettiği bahtiyarlardır.

Rasulullah Efendimiz (s.a.v) maddi hayatımızın en temel iki prensibini şöyle belirtir. “İktisat eden geçim sıkıntısı çekmez.” “Kanaatin peşine düşün; şüphesiz kanaat hiç tükenmeyen bir maldır. Rasulullah Efendimiz’in (s.a.v) her devirde insanlığın dertlerine deva olan şu mühim uyarılarını da hatırlayalım: “Zenginlik mal çokluğu ile değildir. Asıl zenginlik gönlün zengin olmasıdır.” “Allah’ın taksimine razı ol ki, insanların en zengini olasın.” “Kimin derdi ahiret olursa Allah onun kalbine zenginlik koyar. Onun dağınık işlerini toplar, dünya ona kolay gelir. Kimin de bütün derdi dünya olursa, Allah onun gözünün önünden fakirliği hiç ayırmaz, işlerini dağıtır. Bu kişinin düzeni olmaz, dünya da ancak kendisine takdir edildiği kadar gelir.”

Midem için minnet altına girmem

Bir zamanlar cömertliği ile dillere destan olan Hatem-i Tai, misafirlerine büyük bir ziyafet vermiş, kırk tane büyük baş hayvan kesmişti. Ayrıca herkese güzel ve kıymetli hediyeler dağıtmıştı. Aynı gün şehrin dışına gezmeye çıkmıştı. Yolda bir ihtiyar gördü. Sırtına odun yüklemiş, iki büklüm olmuş gidiyordu. Odunların bir kısmı dikenli olduğundan ihtiyarın el ve yüzünde çizik halinde kanamalar gözüküyordu. Hatem ihtiyarı durdurdu ve “Be adam sen Hatem-i Tai’yi tanımaz mısın? O şu anda herkese ziyafet ve hediyeler veriyor. Sen de git, ihtiyacını al, beş kuruşluk diken ile uğraşma” dedi. O kanaatkar ihtiyar, Hatem’in ismini duymuştu fakat onu hiç görmemişti. Kendisine dönerek “Ben bu dikenli yükümü izzet ve şerefimle taşıyorum. Onu taşırken yüzümden ter dökülüyor fakat ben yine de gidip de midem için Hatem-i Tai’nin minneti altına girmem, hürriyetimi kimseye vermem” dedi.
Bir gün bir mecliste Hatem-i Tai’ye sordular: “Bu dünyada senden daha cömert ve şerefli bir insan gördün mü?” Cevabı şu oldu: “O sırtıyla odun taşıyan ve bana minnet etmeyen ihtiyar, benden daha şerefli, daha mert ve daha yüksek bir kimsedir.”

M. Saki EROL