GizEmLi_yAzaR
Mon 10 December 2007, 03:35 pm GMT +0200
Birincisi:Müslümanlara kin beslemekten, bid'atlerden ve fuzuli dünya meşgalelerinden kalbin salim olmasıdır. Kalbi dünya meşgalesi ile dolmuş kimse, geceleyin kalkamaz. Hatta kalksa bile meşgalesiyle uğraşır, huzur içinde ibadet edemez, ibadeti hep vesvese ile geçer.
İkincisi: Düşünce azlığı ile korkunun galip olması. İnsanoğlu, ahiretin güçlüklerini ve cehennemin derelerini düşündüğü zaman, uykusu kaçar ve korkusu çoğalır, bu sayede de gece ibadetine devam eder. Allah dostlarının dediği gibi: "Cehennemi düşünmek, abidlerin uykusunu kaçırmıştır." Şairlerden biri şöyle demiştir: "Ey uzun uyku ve derin gaflete dalan insan, bilmiş ol ki, çok uyku ve gafletin sonu pişmanlıktır. Geceleyin Azrail'in gelip de senin canını almayacağından emin misin? Emin olarak uykuya yatan nicelerini Azrail yakalamıştır. Kabre girdiğin zaman, iyi veya kötü amellerini, hazır bir döşekte bulacak ve orada uzun bir uykuya varacaksın."
Üçüncüsü: Gece ibadetinin faziletini, bu husustaki ayet, hadis ve diğer sözlerden öğrenmektir. Bu sayede insan ümitlenir, heveslenir, cennetteki yüksek derecelere rağbeti artarak gece ibadetine yönelir.
Dördüncüsü: Allah-u Zülcelal sevgisi ve iman kuvveti. Gece ibadetini kolaylaştıran amellerin en kuvvetlisi, Allah-u Zülcelal sevgisi ve iman kuvvetidir. Çünkü gece namaz kılan insan, okuduğu her kelime ile Allah-u Zülcelal'e münacaatta bulunduğunu, hatta kalbinden geçenlere de Allah-u Zülcelal'in vâkıf olduğunu, kalbinden geçen hataraların Allah-u Zülcelal'in ilhamı olduğunu bilir. Allah-u Zülcelal'i seven kimse, elbette O'nunla tenhada kalmayı ister ve sevgilisi ile münacaattan da zevk alır. Bu zevk, onun kıyamını uzatmaya sevkeder.
Ariflerden bir zat şöyle demiştir: "Allah-u Zülcelal seher vakti, uyanık kimselerin kalbine bakar ve onların kalbini nur ile doldurur. Onların kalpleri hikmetle dolar. Sonra onların kalplerinden hoşlanmadıkları şeyler, gafillerin kalbine aktarılır."
Ebu Süleyman Darani şöyle demiştir: "İbadet erbabının gece karanlığında yaptıkları ibadetten aldıkları zevkleri, eğlence erbabının eğlence yerlerinde aldıkları zevkten daha fazladır. Hatta eğer geceler olmasaydı, yaşamayı dahi arzu etmezdim."
Yine Ebu Süleyman Darani şöyle demiştir: "Abidlerin gece ibadetinde aldıkları zevki, ibadetlerin sevabı ile karşılaştıracak olsan, o zevk, ibadetlerinin mükafatından çok daha fazla gelirdi."
Alimlerden biri de şöyle demiştir: "Dünyada cennet nimetlerine benzeyen tek bir şey varsa, o da alimlerin gece ibadetinden aldıkları zevktir."
Ebu Derda radıyallahu anh der ki: "Allah-u Zülcelal'in bir takım kulları var ki, bunlara 'ebdal' denir. Bunlar Peygamberlerin halifeleri ve yeryüzünün direkleridir. Nübüvvet sona erince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kavminden bir kısmını onların yerine koydu. Onların böyle olması, fazla namaz, fazla oruç ve tabi ibadetlerinden dolayı değil, ancak ciddi verâ ve samimi niyet sahibi olup, herkese iyilik düşünmelerinden ve Allah için nasihat etmelerindendir. Onlar korkaklığa varmayan sabır, zillete düşmeyen tevazu sahibidirler. Onları Allah-u Zülcelal seçti. Onlar İbrahim aleyhisselam'in kalbi gibi bir kalbe sahiptirler."
Ebu Derda'dan bu sözleri rivayet eden diyor ki: Ebu Derda'ya dedim ki: "Bunlardan daha üstün vasıflı birilerini duymuş değilim, bu dereceye nasıl ulaşılabilir?" Ebu Derda radıyallahu anh şöyle devam etti:
"Dünyayı terk ile bu seviyeye ulaşabilirsin. Zira sen dünyayı terk ettiğin zaman ahirete yönelirsin. Ahireti sevdiğin nisbette dünyadan yüz çevirirsin. Dünyadan yüz çevirdiğin nisbette de sana faydalı olanı görür, bulursun. Allah-u Zülcelal, kulunun iyi talebine karşılık, ona doğru yolu gösterir, onu korur. Şunu da bil ki, bu anlattığım, Kur'an-ı Kerim'dedir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah, sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir." (Nahl; 128)
Görüldüğü gibi, mükafatlar nasıl ibadet, zikir ve taatle olursa, yine hayır, hasenat ve yardımla, Allah ona ecir ve sevabını kat kat verecektir. İbn-i Mes'ud radıyallahu anh şöyle demiştir: "Ahir zamanda, sebepsiz farz olmadığı halde hacılar çoğalır. Yollarda yaptıkları ticaretleri ile hac işi onlara kolay gelir, kazançları çoğalır. Ecirden mahrum ve sevaptan soyulmuş olarak geri dönerler. Kumlu ve susuz yerlerde binitleri onları dolaştırır da, yanı başında ki komşusunun halini hatırını sormazlar."
Anlatıldığına göre, nafile hacca gideceklerden biri Bişr-i Hafi'ye veda için geldi. Ona: "Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?" deyince, Bişr: "Ne kadar harçlığın var?" diye sordu. Adam: "İki bin dirhem harçlığım var." diye karşılık verdi. Bişr: "Hacca gitmekle, zühdü mü, Kabe'ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızasını mı kasdediyorsun?" diye tekrar sorunca, adam: "Allah rızasını kasdediyorum." dedi. Bunun üzerine Bişr: "O halde sana daha şimdi peşinen Allah rızasını kazandıracak bir şey söylesem, yapar mısın?" diye sorduğunda, adam: "Evet yaparım." cevabını verdi. Bişr: "O halde sen bu ikibin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir aileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye, yirmişer dirhem ve hatta istersen hepsini bunlardan birine ver.
Zira müslümanı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nafile olarak yapılan yüz Hacc'dan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap, şayet böyle yapmak istemiyorsan, asıl kalbinde olanı bana söyle!" dedi. Adam: "Doğrusu kalbimde, hacca gitmek tarafı kuvvetlidir." dedi. Bunun üzerine Bişr adama gülümseyerek şöyle dedi: "Servet şüpheli şeylerden kazanıldığı taktirde, nefis kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ister ve salih amellerin yapıldığını göstermeyi ister. Halbuki, Allah-u Zülcelal yalnız müttakilerin amelini kabul eder."
Bu hikayeden anlaşılan odur ki, insan Allah için bir iş yaparsa, ancak o kabul olunur. Zenginliğin verdiği gösteriş gibi haller kabul edilmiyor. Ne olursa olsun, ameller takva ile yapılırsa hem kabul edilir, hem de sevapları kat kat fazla olur. Bu, Allah-u Zülcelal'in bağışı ve lütfudur.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur
"Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delille-rimizi göstereceğiz." (Fussilet; 53)Şimdi sen kalbindeki pası, ilahi zikrin nuruyla parlat. Basiret gözünü aç, enaniyeti gönül yüzünden sil ve gider. Zira, zikrullahın nuru gönül alemine doğarsa, nefis karanlığı gönül aleminden ayrılır. Hakkı hakikati ortaya çıkar ve güneş gibi zahir olur.
Allah-u Zülcelal insana âzâları verdi. Herbirisine türlü türlü ibadetleri emretti. Ta ki o ibadetleri yerli yerince yapabilsin. Bu ibadetlerle her âzânın şükrünü yerine getirsin.
Ayrıca elin, ayağın, gözün, kulağın ve gönlün de şükürleri vardır. Bişr-i Hafi bu konuda şöyle demiştir: "Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur. Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman onu almak, eğer şer görürse onu örtmektir. Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şükrü onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır. Midenin şükrü, ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şükrü de iyilikten başkasına gitmemektir. Kim böyle yaparsa hakikaten şükredenlerden olur."
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Eğer sizler Allah-u Zülcelal'e ibadet ediciler iseniz, yalnız Allah'a şükrediniz" (Bakara; 172) "Rabbim Allah'tır." diyen kimse, şükrünü de Allah'a yapmalıdır. Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"Eğer şükrederseniz, nimetimi artırırım." ." (İbrahim; 7)
İkincisi: Düşünce azlığı ile korkunun galip olması. İnsanoğlu, ahiretin güçlüklerini ve cehennemin derelerini düşündüğü zaman, uykusu kaçar ve korkusu çoğalır, bu sayede de gece ibadetine devam eder. Allah dostlarının dediği gibi: "Cehennemi düşünmek, abidlerin uykusunu kaçırmıştır." Şairlerden biri şöyle demiştir: "Ey uzun uyku ve derin gaflete dalan insan, bilmiş ol ki, çok uyku ve gafletin sonu pişmanlıktır. Geceleyin Azrail'in gelip de senin canını almayacağından emin misin? Emin olarak uykuya yatan nicelerini Azrail yakalamıştır. Kabre girdiğin zaman, iyi veya kötü amellerini, hazır bir döşekte bulacak ve orada uzun bir uykuya varacaksın."
Üçüncüsü: Gece ibadetinin faziletini, bu husustaki ayet, hadis ve diğer sözlerden öğrenmektir. Bu sayede insan ümitlenir, heveslenir, cennetteki yüksek derecelere rağbeti artarak gece ibadetine yönelir.
Dördüncüsü: Allah-u Zülcelal sevgisi ve iman kuvveti. Gece ibadetini kolaylaştıran amellerin en kuvvetlisi, Allah-u Zülcelal sevgisi ve iman kuvvetidir. Çünkü gece namaz kılan insan, okuduğu her kelime ile Allah-u Zülcelal'e münacaatta bulunduğunu, hatta kalbinden geçenlere de Allah-u Zülcelal'in vâkıf olduğunu, kalbinden geçen hataraların Allah-u Zülcelal'in ilhamı olduğunu bilir. Allah-u Zülcelal'i seven kimse, elbette O'nunla tenhada kalmayı ister ve sevgilisi ile münacaattan da zevk alır. Bu zevk, onun kıyamını uzatmaya sevkeder.
Ariflerden bir zat şöyle demiştir: "Allah-u Zülcelal seher vakti, uyanık kimselerin kalbine bakar ve onların kalbini nur ile doldurur. Onların kalpleri hikmetle dolar. Sonra onların kalplerinden hoşlanmadıkları şeyler, gafillerin kalbine aktarılır."
Ebu Süleyman Darani şöyle demiştir: "İbadet erbabının gece karanlığında yaptıkları ibadetten aldıkları zevkleri, eğlence erbabının eğlence yerlerinde aldıkları zevkten daha fazladır. Hatta eğer geceler olmasaydı, yaşamayı dahi arzu etmezdim."
Yine Ebu Süleyman Darani şöyle demiştir: "Abidlerin gece ibadetinde aldıkları zevki, ibadetlerin sevabı ile karşılaştıracak olsan, o zevk, ibadetlerinin mükafatından çok daha fazla gelirdi."
Alimlerden biri de şöyle demiştir: "Dünyada cennet nimetlerine benzeyen tek bir şey varsa, o da alimlerin gece ibadetinden aldıkları zevktir."
Ebu Derda radıyallahu anh der ki: "Allah-u Zülcelal'in bir takım kulları var ki, bunlara 'ebdal' denir. Bunlar Peygamberlerin halifeleri ve yeryüzünün direkleridir. Nübüvvet sona erince, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kavminden bir kısmını onların yerine koydu. Onların böyle olması, fazla namaz, fazla oruç ve tabi ibadetlerinden dolayı değil, ancak ciddi verâ ve samimi niyet sahibi olup, herkese iyilik düşünmelerinden ve Allah için nasihat etmelerindendir. Onlar korkaklığa varmayan sabır, zillete düşmeyen tevazu sahibidirler. Onları Allah-u Zülcelal seçti. Onlar İbrahim aleyhisselam'in kalbi gibi bir kalbe sahiptirler."
Ebu Derda'dan bu sözleri rivayet eden diyor ki: Ebu Derda'ya dedim ki: "Bunlardan daha üstün vasıflı birilerini duymuş değilim, bu dereceye nasıl ulaşılabilir?" Ebu Derda radıyallahu anh şöyle devam etti:
"Dünyayı terk ile bu seviyeye ulaşabilirsin. Zira sen dünyayı terk ettiğin zaman ahirete yönelirsin. Ahireti sevdiğin nisbette dünyadan yüz çevirirsin. Dünyadan yüz çevirdiğin nisbette de sana faydalı olanı görür, bulursun. Allah-u Zülcelal, kulunun iyi talebine karşılık, ona doğru yolu gösterir, onu korur. Şunu da bil ki, bu anlattığım, Kur'an-ı Kerim'dedir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah, sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir." (Nahl; 128)
Görüldüğü gibi, mükafatlar nasıl ibadet, zikir ve taatle olursa, yine hayır, hasenat ve yardımla, Allah ona ecir ve sevabını kat kat verecektir. İbn-i Mes'ud radıyallahu anh şöyle demiştir: "Ahir zamanda, sebepsiz farz olmadığı halde hacılar çoğalır. Yollarda yaptıkları ticaretleri ile hac işi onlara kolay gelir, kazançları çoğalır. Ecirden mahrum ve sevaptan soyulmuş olarak geri dönerler. Kumlu ve susuz yerlerde binitleri onları dolaştırır da, yanı başında ki komşusunun halini hatırını sormazlar."
Anlatıldığına göre, nafile hacca gideceklerden biri Bişr-i Hafi'ye veda için geldi. Ona: "Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?" deyince, Bişr: "Ne kadar harçlığın var?" diye sordu. Adam: "İki bin dirhem harçlığım var." diye karşılık verdi. Bişr: "Hacca gitmekle, zühdü mü, Kabe'ye olan aşkını mı, yoksa Allah rızasını mı kasdediyorsun?" diye tekrar sorunca, adam: "Allah rızasını kasdediyorum." dedi. Bunun üzerine Bişr: "O halde sana daha şimdi peşinen Allah rızasını kazandıracak bir şey söylesem, yapar mısın?" diye sorduğunda, adam: "Evet yaparım." cevabını verdi. Bişr: "O halde sen bu ikibin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir aileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye, yirmişer dirhem ve hatta istersen hepsini bunlardan birine ver.
Zira müslümanı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nafile olarak yapılan yüz Hacc'dan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap, şayet böyle yapmak istemiyorsan, asıl kalbinde olanı bana söyle!" dedi. Adam: "Doğrusu kalbimde, hacca gitmek tarafı kuvvetlidir." dedi. Bunun üzerine Bişr adama gülümseyerek şöyle dedi: "Servet şüpheli şeylerden kazanıldığı taktirde, nefis kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ister ve salih amellerin yapıldığını göstermeyi ister. Halbuki, Allah-u Zülcelal yalnız müttakilerin amelini kabul eder."
Bu hikayeden anlaşılan odur ki, insan Allah için bir iş yaparsa, ancak o kabul olunur. Zenginliğin verdiği gösteriş gibi haller kabul edilmiyor. Ne olursa olsun, ameller takva ile yapılırsa hem kabul edilir, hem de sevapları kat kat fazla olur. Bu, Allah-u Zülcelal'in bağışı ve lütfudur.
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur
"Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delille-rimizi göstereceğiz." (Fussilet; 53)Şimdi sen kalbindeki pası, ilahi zikrin nuruyla parlat. Basiret gözünü aç, enaniyeti gönül yüzünden sil ve gider. Zira, zikrullahın nuru gönül alemine doğarsa, nefis karanlığı gönül aleminden ayrılır. Hakkı hakikati ortaya çıkar ve güneş gibi zahir olur.
Allah-u Zülcelal insana âzâları verdi. Herbirisine türlü türlü ibadetleri emretti. Ta ki o ibadetleri yerli yerince yapabilsin. Bu ibadetlerle her âzânın şükrünü yerine getirsin.
Ayrıca elin, ayağın, gözün, kulağın ve gönlün de şükürleri vardır. Bişr-i Hafi bu konuda şöyle demiştir: "Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur. Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman onu almak, eğer şer görürse onu örtmektir. Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. Ellerin şükrü onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır. Midenin şükrü, ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şükrü de iyilikten başkasına gitmemektir. Kim böyle yaparsa hakikaten şükredenlerden olur."
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Eğer sizler Allah-u Zülcelal'e ibadet ediciler iseniz, yalnız Allah'a şükrediniz" (Bakara; 172) "Rabbim Allah'tır." diyen kimse, şükrünü de Allah'a yapmalıdır. Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"Eğer şükrederseniz, nimetimi artırırım." ." (İbrahim; 7)