- Gazze saldırısının ardından geçen bir yıl

Adsense kodları


Gazze saldırısının ardından geçen bir yıl

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Wed 4 July 2012, 03:55 pm GMT +0200
Gazze saldırısının ardından geçen bir yıl
Mesut ÖZCAN • 60. Sayı / GÜNDEM


Geçtiğimiz yıl Ocak ayında dünya siyasetinde konuşulan en hararetli konu, İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırı ve ardından Türkiye ile İsrail arasında yaşanan diplomatik krizdi. 27 Aralık 2008 tarihinde başlayan ve 18 Ocak 2009’a kadar devam eden bu operasyon sırasında 1500’e yakın insan hayatını kaybederken, Gazze bölgesinin altyapısı da çok ciddi ölçüde zarar gördü. Bir yıl sonra hâlâ bu saldırının ve sonrasında yaşananların konuşulmasını sebebi ise, aradan geçen zamana rağmen Gazze’ye bir ablukanın devam etmesi ve bölgede yaşayan 1,5 milyon insanın oldukça zor şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışmaları. Geçtiğimiz ay içerisinde dünyanın farklı yerlerinden gelen insanların 1 yıldır abluka altında tutulan Gazze’ye yardım ulaştırmak için oluşturdukları konvoyun Gazze’ye girmesi öncesinde yaşananlar, son yıllarda Filistin sorunundaki gelişmeleri tekrar hatırlamakta fayda olduğunu gösterdi.

1987 yılında Birinci İntifada sırasında kurulan Hamas, zaman içerisinde güçlenerek Filistin’deki El-Fetih hâkimiyetini sarsan önemli bir aktör haline geldi. Ama bugün karşılaşılan durum, Hamas’ın gitgide artan etkinliği sonrasında 2006 parlamento seçimlerinde kimsenin beklemediği bir başarı kazanması ile başladı. Amerika’nın Ortadoğu’da demokratik yönetimleri destekleme siyaseti başlattığı o dönemde genel beklenti, El-Fetih’in seçimlerde başarılı olması ve yönetimini sürdürmesi şeklindeydi. Hamas’ın beklenmedik başarısı ise ABD’nin klasik politikasına dönmesine sebep olan faktörler arasında yer aldı. Amerika önderliğindeki bazı ülkeler Hamas’ı muhatap kabul etmedikleri için onu başarısızlığa mahkûm etmek amacıyla çeşitli kısıtlamaları devreye soktular. Ayrıca Filistin içerisinde Hamas ile El-Fetih arasındaki iktidar mücadelesi de Filistin siyasetini ciddi şeklide etkilemeye başladı. Taraflar arasındaki mücadele çoğu zaman silahların da kullanıldığı bir hal aldı. 2008 sonu ve 2009 başında yaşanan Gazze saldırısına giden olaylar ise Hamas ile İsrail arasında varılan ateşkesin sona ermesi ile başladı.

Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yaptığı görüşmelerin kopmasına ve Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerinin gerginleşmesine de neden olan bu saldırılar sırasında ve sonrasında yaşananlar bölgedeki hemen herkes tarafından yakından takip edildi. İsrail’in saldırılarını durdurması için bir girişimde bile bulunmayan ABD’nin yanında, Mısır yönetimi de kendilerinin Hamas’ı daha önceden böylesi bir durumun ortaya çıkabileceği konusunda uyardıklarını söyleyerek Hamas yöneticilerini suçladı. Bu saldırı sırasında İsrail’in tutumu ile ilgili değerlendirmelerde, 2006 Lübnan saldırısı sırasında istediği başarıyı elde edemediği, caydırıcılığı ile ilgili soru işaretlerinin oluştuğu ve Gazze saldırısı ile yeniden bunu düzeltmeyi amaçladığı dile getiriliyordu. Bunun yanında 2009 bahar aylarında yapılacak seçim öncesinde İsrail’de hükümetin, özellikle de Başbakan Olmert ve Dışişleri Bakanı Livni’nin İsrail’in çıkarlarını koruma konusunda ne kadar hassas olacaklarını göstermek niyetinde oldukları iddia ediliyordu. İsrail’in tek taraflı ateşkesi ile sona eren saldırıların ardından Tel Aviv yönetimi Gazze’ye havadan ve karadan sıkı bir abluka uyguladı. Gazze’de yaşananlar tüm dünyanın tepkisini çekmekle kalmadı, meşhur “one minute” olayının sebebini teşkil etti. Dünyanın farklı kesimlerinden gelen eleştirileri savuşturmak amacındaki İsrailli Cumhurbaşkanı Peres ile Başbakan Erdoğan arasında yaşananlar, Gazze’de yaşananların lokal olarak kalamayacağının bir göstergesiydi.
Savaşın ardından tüm dünyada oluşan tepki sonrasında Gazze’nin yeniden imarı için bir konferans toplanmış ve çeşitli ülkeler yaklaşık 5 milyar dolar bağış sözü vermişlerdi. Gazze’ye yardım amacıyla en yüksek miktarı da 1 milyar dolar ile Suudi Arabistan açıklamıştı. Bu noktada yaşanan en önemli sorun Avrupa ve ABD kaynaklı yardımların Hamas’ın muhatap kabul edilmemesi nedeniyle bölgeye iletilememesidir. Bunun yanında, İsrail’in uyguladığı kapsamlı abluka nedeniyle Gazze’ye tek geçiş Mısır üzerinden sağlanabiliyor. Mısır yönetiminin ise Hamas ile arasında ciddi sorunlar olduğundan, Refah’taki geçiş sürekli olarak açık olmuyor, hatta açık olması çoğu zaman bir istisna durumu teşkil ediyor. Şu anda Mısır siyasetinde en önemli sorun, sağlık sorunları olduğu bilinen Mübarek’in ardından ülke yönetiminin nasıl şekilleneceği sorunu. İsrail’in ve ABD’nin baskısı nedeniyle Gazze’ye uygulanan ablukaya dolaylı yollardan destek veren Mısır özellikle İslam dünyasında ciddi eleştirilere maruz kalıyor. Gazze’ye yönelik ambargoya dikkat çekmek ve bu ambargoyu delmek için dünyanın farklı yerlerinden gelen insanların Gazze’ye geçişi sırasında yaşananlar da dikkatlerin yine Mısır’a çevrilmesine neden oldu. Bu eleştiriler, sınırın altından geçen Gazze’nin can damarı durumundaki tünellerin engellenmesi için inşa edilmeye başlayan çelik duvar nedeniyle daha da artmış durumda.

Geçtiğimiz yılki saldırının ardından Filistinlilerin durumunu olumsuz etkileyen diğer bir gelişme, ülke içerisindeki bölünmedir. Hamas ile El-Fetih arasındaki rekabet seçimlerin de yaklaşmasıyla iyice yükseldi. Mahmud Abbas’ın aday olmayacağını açıklamasının ardından devam eden belirsizlik, İsrail’le gerçekleştirilmesi planlanan görüşmelerin Yahudi yerleşimlerinin inşasının sürmesi nedeniyle kopması, Gazze’ye ambargonun devam etmesi gibi sorunlar Filistin’de sıradan insanların hayat şartlarını zorlaştırmaya devam ediyor. Bu noktada, Gazze’ye yardım götüren konvoy Mısır’dan geçiş yapmaya çalışırken Türkiye’de bulunan Filistin Lideri Mahmud Abbas’a Türk yetkililerin söyledikleri ilk şey aralarındaki ayrılıkları sona erdirip bir an önce birlik sağlamaları idi.

Geçtiğimiz bir yıl içerisinde Gazze saldırıları ile ilgili olarak dikkatleri çeken diğer önemli gelişmeler de İsrail’in eylemleri dolayısıyla ciddi eleştirilere maruz kalması ve diplomaside zorluklar yaşamasıydı. İngiltere’de alınan bir mahkeme kararı ile dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Livni hakkında insanlığa karşı suç işlemekten tutuklama kararı çıkarıldı. Bazı Avrupa ülkelerinde de İsrailli siyasetçilere eleştiriler geldi ve benzeri talepler gündeme getirildi. Bunun yanında İsrail’i zor durumda bırakan diğer önemli bir gelişme de, Gazze’de yaşananları incelemek üzere BM tarafından oluşturulan komisyonun yazdığı ve hâkim Goldstone’un başkanlık yapması nedeniyle onun adıyla anılan raporda da İsrail’in savaş suçu işlemekle suçlanması oldu. Kendisi de Güney Afrikalı bir Yahudi olan Goldstone’un bu raporu BM Genel Kurul’unda kabul edildi. Genel Kurul’da kabul edilmesi dolayısıyla bağlayıcı olmasa da raporun Güvenlik Konseyi’ne gelme ihtimali dahi İsrail’i rahatsız etti. Ayrıca BM tarafından görevlendirilmiş bağımsız bir komisyonun Hamas’ın yanında İsrail’i de suçlu bulması terörle mücadele ettiği argümanını ileri süren İsrail için önemli bir sorun kaynağı oldu. Özellikle saldırılarda kullanılan silahların özellikleri, fosfor bombası iddiaları, sivil hedeflerin de bilinçli bir şekilde vurulması gibi eleştiriler, İsrailli yetkililerin yeterince işbirliği yapmaması gibi konular dikkat çeken noktalardı.

Gazze saldırısı dolayısıyla İsrail bölgedeki komşularıyla ilişkilerinde de sorunlar yaşadı. Türkiye, İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk faaliyetlerini askıya alırken, Katar gibi bazı devletler de siyasi olmasa da ticari ilişkileri olan bu ülkeyle ilişkilerini dondurdular. Böylece İsrail bölgeye entegre olma noktasında Soğuk Savaş sonrasında attığı adımlarla elde ettiği bazı kazanımları kaybetti. Türkiye ile ilişkilerdeki sorunlar sürekli bir kriz olarak değerlendirilemezse de, eskisine oranla bir soğukluğun olduğu da şüphe götürmez. İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman’ın Türkiye’nin kendisi görevde olduğu müddetçe arabulucu olarak görev alamayacağını açıklaması da iki ülke arasındaki ilişkinin kolayca eski günlerine dönmeyeceğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu noktada Türkiye’nin Gazze’ye uygulanan ablukanın sona ermesi için çaba sarf etmesinin İsrail’in hoşuna gitmediği de aşikâr. Türkiye ise bunu bir ahlâki görev olarak değerlendiriyor ve o bölgede yaşayan insanların topyekûn cezalandırılmasına karşı bu politikayı izliyor. Böylesi bir tutumun da Türkiye kamuoyunun beklentileri çerçevesinde olduğunu unutmamak gerekiyor.