meryem
Tue 21 December 2010, 09:39 am GMT +0200
GAYRET
Ahlâkî olayda daha basit bir şekle ve surete konulamaz iki unsuru, yani niyet ve ameli, yeterince ayırd ettikten ve niyetin[1] çift yönlü tesirini belirledikten sonra, şimdi bize, fazilet mücadelesinde emsalsiz, saldırı ve savunma silahı olarak, ikinci unsurun, yani amelin tamamen özel önemini aydınlatmak kalmaktadır. Gerçekten maksat, İster ahlâkî bir karar almak veya icra etmek, ister derûnî bir karakteri düzeltmek veya bir niyeti temizlemek olsun, bu gayelere ulaşmak için insanın sahip olduğu yegâne yardım ve aynı zamanda tek ödevi, onlara ulaştırmaya yetenekli, maddî ve manevî güçlerini kullanmaktan başka bir şey değildir. Aynı şekilde bazan, fazileti kazanmak için herhangi bir faaliyeti uygulamak faidesiz ve gayr-i makuldür; eğer beşerî ruh, tam ve kâmil bir tabiata sahip ise, veya o son derece eksik ise, gelişmeye elverişli değildir. Şu halde etkin müdâhalemizin zorunluluğu çift yönlü bir postulatı ihtiva etmektedir, şöyle ki; ahlâkî varlık, eksik aynı zamanda da yetkinleşe-bilir şekilde yaratılmıştır. O, tam varlığın bütün unsurlarını içinde taşıyan, gelişmesinin bütün şartlarını bilkuvve ve fiilen kendinde toplayan, fakat bu bilkuvve mevcudiyetini fiilî bir gerçek haline getirmek için, hür ve iradî bir amelin ortaya çıkmasını bekleyen bir tohum gibidir.Ahlâkî varlık için durumun böyle olduğunu, Kur'ân-ı Kerim bize aşağıdaki âyetlerle yeterince göstermiş gibi görünmektedir.Bir yarıdan, insan doğarken bütün aklî ve hissî bilgilerden yoksun olduğu halde, kendine bu bilgilerden dilediğini sağlamaya yetenekli melekelerle donatılmıştır[2]. Ruhu teşekkül eder etmez, ona hayır ve şer fikirleri verilmiştir[3]. İşte, her beşerî ruhun sahip olduğu vasıtaların heyet-i mecmuası budur ve bu vasıtalarla o, ele geçirmeye çalışacağı ideali anlayacak, ona erişme arzusunu hissedecek ve bizzat onu gerçekleştirmeye karar verecek durumdadır.Öte yandan, hakikaten insan ruhunun, —bütün bu cihaz— elinin altında hazır bulunmasına rağmen, daima kendi iradesinin tesiriyle yükselmeye ve düşmeye, açmaya ve solmaya kabiliyetli kaldığı bir gerçektir[4].insanın amel etmesine ve sorumluluğunu taşımasına dair ahlâkî zaruret buradan doğmaktadır[5].Fakat gayret etme kavramı genel olarak amel vasıtasıyla değil; bilakis, maksadı "bir kuvvete mukavemet göstermek, veya bir mukavemeti yenmek" olduğundan özellikle etkili amelle tanımlanmaktadır[6]. O, ilk bakışta maddî anlamda anlaşılan tanımdır; fakat o, aynı zamanda ahlâkî anlamda anlaşılmak zorundadır. İki saha arasmdaki benzerlik câlib-i dikkattir, iyilik sever icâd yolunda, fikir çoğu zaman mevzuunda ve kendisinde aşılması gerekli çift yönlü bir engel ile karşılaşır. Değişmesi gerekli maddenin durgunluğu ve yaratıcı iradedeki hamle eksikliği, bizi şerre teşvik eden güçlerin karşısında serden çekinmek gerektiği zaman da durum aynıdır. Bütün bu durumlarda, amel etmek kâfî gelmez; billâkis kuvvetle ve sebatla mücadele etmek gerekir.Bedenî ve maddî varlığımız, daha şimdiden hayat yolunda ölünceye kadar karşılaşılan her çeşit serlere karşı daimî bir mücadele içindedir;[7] Kur'ân-ı Kerim, insanî tabiata bağlı bu şart üzerine dikkati çekmekten geri kalmaz[8]. Fakat, içgüdü ile belirlenmiş bu tabiî gayretin üstünde, akıl ile gerekli kılınmış ve bir idealin hizmetine konulmuş olması gerekli başka bir gayret vardır. İşte bizim islâm ahlâkmda tetkik etmeyi düşündüğümüz gayret bu nevidir.Önce ahlâkî enerjinin bu seferber edilme mecburiyetinin Kur'ân-ı Kerim'de çok rastlanan bir durum olduğunu söyleyelim. Gerek, hayrı yerine getirmek ve hevâlara karşı koymak için, gerek serlere tahammül etmek ve öfkeye hâkim olmak için, gerekse dinî ödevlerimizi uygulamak için olsun, her yerde bu yüce ve kararlı mücadeleye davet işitilmektedir. Gerçektir ki, Allah, bizden imkânlarımızın üstünde hiç bir yükümlülük istemez; öte yandan o bizi bütün gücümüz[9] ile kendine itaate de teşvik ediyor.Mükemmel bir mecazî mukayesede Kur'ân-ı Kerim bizi, yükselen ahlâkî tekâmül yolunda "sarp yokuşu tırmanmak ve aşmak"[10] şeklindeki bu faaliyeti icraya davet etmektedir. O, yalnız insanları bu yükselmeyi gerçekleştirmeye devamlı teşvik etmekle kalmamakta, aynı zamanda bu gayret kavramını bizzat samimi iman tarifinin içine yerleştirmeye kadar gitmektedir. "(Gerçek) mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah ile peygamberlerine kesin olarak iman ettiler, sonra şüpheye düşmediler, Allah yolunda malla-rıyle, canlarıyle savaştılar. îşte sadıklar onlardır."[11]Ahlâkî gayretin değeri daha yükseğe yerleştirilebilir mi?Bununla birlikte biz bu genel düşüncelerle yetinemeyiz. Gayet açık ve seçik bir diyalektik düşünce, kendineherhangi bir zıtlık aramaksızın ve vakıaları tam yerlerine yerleştirmeye izin veren bir uzlaşmaya girişmek-sizin böyle mutlak bir tasdikte takılıp kalmaz. Bunu yapmak için aşağıdaki notlan incelemeye tâbi tutacağız:
1- Gayretin değeri, kendiliğindenliğinkini ortadan kaldırmak zprunda mıdır? Hangi şartla?
2- Bu değerde bedenî gayretin payı nedir?
3- Gayret, kendini kabul ettirdiği zaman sınır tanımaz mı?
[1] Davranışın değer ve geçerlilik şartı olarak.
[2] (Kış. en-Nahl 16/78.
[3] eş-Şems 91/7-8.
[4] Aynı sûre, 9,10.
[5] et-Tevbe 9/105.
[6] Dictionnaire Littrc, Effort (maddesi).
[7] Bak,Sabatier, La Philosophie de VEffort.
[8] İnşikak 84/6. :
[9] et-Teğâbün 64/16.
[10] el-Beled 90/11-17.
[11] el-Hucurât 49/15.