ezelinur
Mon 1 March 2010, 05:58 pm GMT +0200
İster Yahudi ve Hıristiyanlar gibi kitablı olsunlar, ister ateşperest, brahmanist ve putperest arap müşrikleri gibi kitabsız olsunlar, gayr-ı müslimlerin evlenmelerinin iki durumu vardır:
1- Bunların islâm diyarında göçmen olarak bulunanlarının evlenmeleri: İslâm diyarı derken, tam olarak müslümanların egemenliği altında bulunan ülkeler kasdedilmektedir. Ayrıca bu gayr-ı müslimlerin, müslümanlar tarafından konulan cizyeye ve diğer hükümlere boyun eğen zimmî vatandaşlar olmalarıyla, ülkelerine tekrar dönme kasdı ile ticâret için bir emânla İslâm diyarına giren müste´menler olmaları arasında bir fark yoktur.
2-Gayr-ı müslimlerin kendi diyarlarında, dâr-ı harbte -müslümanların egemenliği altında bulunmayan ülkelerde- evlenmeleri, sonra her iki eşin veya birinin beldelerimize göç etmesi: Her iki durumda yapılan nikâh akdi, şart ve rükünler bakımından müslümanların akidlerine ya muvafık olur, yani icâb, kabul, velî ve şahit ile evlenirler. Ayrıca kadının evlenmeye engel durumunun bulunmaması, meselâ ihramlı veya iddetli olmaması; kocanın da evlenmeye engel durumunun bulunmaması şarttır. Meselâ dört kadınla evli olan kocanın beşinci bir kadınla evlenecek olmaması ve önce de belirtilen diğer şartlara muhalefet etmemesi gerekir. Yapılan nikâh akdi müslümanların akidlerine muvâfıksa İhtilafsız olarak müslümanların nazarında da sahihtir. Tıpkı müslümanlar arasında akdedilmiş olan sahih nikâh gibi, miras/talâk, zihâr, ilâ, mehir, nafaka, kasım, ihsan ve benzeri sonuçları doğurur. Yapılan nikâh akdi müslümanların akidlerine muhâlifse, akdin kabulü için kadın veya erkeğin ehliyet şartına ya muhalif olur veya olmaz. Birincinin iki şekli vardır:
a) Anası, bacısı veya mecusîlerin yaptığı gibi kızı veya halâsı gibi kendi mahremlerinden biriyle evlenmesi. Veya Yahudîlerin yaptığı gibi, iki kizkardeşi bir arada nikâhı altında tutması.
b) Başkasından boşanıp da iddet beklemekte olan bir kadını, henüz iddetini tamamlamadan nikahlaması veya dört karısı varken beşine^ bir karıyı nikahlaması.
İkincinin de birka£ şekli vardır. Şöyle ki:
a) Gayr-ı müslimin, kadınla şahitsiz ve velîsiz evlenmesi.
b) Bir sene veya iki ay gibi belli bir süre için evlenmesi. Buna mut´a nikâhı denir.
c) Kadını üç talâkla boşaytp sonra da araya hulleci koymak-sızın tekrar aynı kadınla evlenmesi. Zamanımızda boşamanın (talâkın) ne demek olduğunu gayr-ı müslimler bilmektedirler.
d) Daha önce anlatılan şartlar.
İslâm diyarında müslümanların akidlerine muhalif olarak gayr-i müslimler arasında bir nikâh akdi yapılırsa, bizona karışmayız ve kendi haline bırakırız. Tabiî ki üç şartla:
1- Bu akid, onların dinine göre caiz olmalıdır. Eğer dinlerine göre caiz değilse, zina olur. Bu nitelikteki bir akdi, hırsızlık yaptıklarında onları kendi hallerine bırakmadığımız gibi, kendi haline bırakamayız.
2- Dâvalarını hükme bağlamamız için meseleyi bize arzetmiş olmamalıdırlar.
3- Eşlerin ikisi birlikte veya birisi müslümanlığt kabul etmemiş olmalıdır. Durumlarını bizim mahkememize arzederken, eşlerin ikisi veya biri müslüman olursa, yapılan nikâh akdi mahremlerden biri üze rine veya İki bacı üzerine veya beş kadın üzerine yapılmış ise, bu eşlerin evlilikleri hiçbir halde onaylanmaz.
Yapılan nikâh akdi, durumun mahkememize arz edildiği veya evli gayr-ı müslim eşya da eşlerin müslüman olmaları vaktinde iddetini henüz doldurmamış bir kadın üzerine yapılırsa, aynı şekilde eşler birbirlerinden tefrik edilirler. Yapılan nikâh akdi, bu saydıklarımızdan başka hususlarda Islâmî hükümlere muhalif olursa, eşlerin evlilikleri olduğu gibi bırakılır. Mezheblerin bütün bunlara dâir tafsîlâtlı açıklamaları aşağıya alınmıştır.
Şu da var ki, nikâh akdinin islâm diyarında iki zımmî veya iki müslüman arasında yapılması ile, dâr-i harbte yapılıp sonra eşlerin ikisinin veya birisinin islâm ülkesine göç etmesi arasında, bu hükümler bakımından bir değişiklik meydana gelmez. Bu durumda eşler, önce verilen tafsilât çerçevesinde durumlarını mahkememize arzeder veya müslüman olurlarsa, nikâhları üzere bırakılırlar. Eşlerden birinin dâr-ı harbten İslâm ülkesine göç etmesi durumunda, göç eden eş, İslâm ülkesinde ikâmete niyet etsin veya etmesin, karı kocasından tefrik edilmez. Mezheblerİn ihtilâfı üzere karı, ancak esaret dolayısıyla kocasından tefrik eder.
(65) Mâlikîler : İleride de anlaşılacağı gibi, bunların bu hususta iki kavli vardır ki, en kuvvetlisi müslümanların şartlarına uyduğu takdirde, gayr-ı müslimlerin evlenmesinin sahih oluşudur. Bunda ihtilâf yoktur. Bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.
(66) Mâlîkîler dediler ki: Kâfirin talâkı vâki olmaz. (Boşaması geçerli olmaz.) İlende de anlatılacağı gibi, talâkın sahih olması için müslüman olmak şarttır.
(67) Hanefîler dediler ki: Kâfir kadının iddet beklemesi gerekmez. Ancak bu kadın kitabî olup müslüman bir erkekle evli bulunur da bu erkek tarafından boşanırsa, ihtilafsız iddet beklemesi gerekir.
(68) Hanefîler dediler ki: İki kitabî, iki müşrik, iki sâbiî, iki mecûsî gibi başka dinlere mensup erkeklerle kadınlar arasında akdedilen nikâhlar, müs-lümanlarca belirtilen rükün ve şartları tam olarak taşıdıkları takdirde, müslümanlar nazarında da sahih olur. Zîra müslümanlar arasında sahih olan her nikâh, başka dinlere mensup kimseler arasında da sahih olur. Meselâ müşrik bir erkek, iki şahidin huzurunda gerekli şartları gerçekleştiren sahih bir icâb ve kabulle müşrik bir kadınla evlenirse, (bu şahitler bir erkek ve iki kadından da oluşabilir.) mehir olması sahih bir şeyi mehir olarak verirse, bu nikâh müslümanlar nezdinde muteber olur; verilen mehir de sahih olur. Tıpkı müslüman bir erkekle müslüman bir kadın arasında yapılmışçasına geçerli olur.
Mâlikîlere gelince; onlar, ileride de açıklanacağı gibi bu akdin sahih olmadığını söylerler. Hanefîler bu nikâhın sahih olduğunu söylerken şu âyet-i kerîmeye istinad etmektedirler:
"Ve onun (Ebû Leheb´in) karısı da odun hamalı olarak" (Tebbet:4) Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, Ebû Leheb ile odun hamalı (Ümmü Cemil) arasındaki nikâhı muteber saymış ve "onun karısı" diyerek bu kadını ona mensup kılmıştır. Aralarındaki nikâh fâsid olsaydı, örf ve lügat açısından bu kadın, onun karısı olmayacaktı. Hanefîler, gayr-ı.müslimler arasındaki nikâhın sahih olduğunu söylerken şu hadîs-i şerifi de delil olarak ileri sürmüşlerdir:
"Ben nikâhtan doğdum, gayrı meşru ilişkiden değil."
Bu hadîsin delil olması şu bakımdandır: Bu hadîs-i şerîf, câhiliyet devrinde müslüfrianların nikâhlarına uygun şekilde akdedilen nikâhları sahih saymaktadır. Eğer fâsid olsaydı, tıpkı câhiliyet devrindeki gibi gayr-ı meşru ilişkilerden sayılacaktı. Ancak anılan hadîsin delil olması uygun değildir. Buna dâir yapılan münâkaşa, Mâliki mezhebi bölümünde ele alınacaktır. Orada bunu dikkatle okumak gerekir.
Gayr-ı müslimler arasındaki nikâh akdi fâsid olursa, bu bir kaç türe ayrılır:
1- Nikâh akdinin şahitlik olarak yapılması. Kitabî bir erkek, kitabî bir kadınla veya putperest bir erkek, putperest bir kadınla şahitsiz olarak,evlenirse, bu nikâh akdi onların şeriatine göre ya caizdir, ya da caiz değildir. Caiz ise akidleri onaylanır. Müslüman oluncaya dek, şahitsiz olarak akdetmiş oldukları nikâhları, olduğu gibi bırakılır. Müslüman olmazlar ve durumlarını müslümanlann kadısına arzederlerse veya ikisinden sadece birisi, durumu müslümanlann cadısına arzederse, nikâhları onaylanır. Eşler, birbirlerinden tefrik edilmezler. Ama bu nikâhları kendi dinlerine göre caiz değilse, müslümanlara göre de nikâhları onaylanmaz.
2- Kitabî bir erkeğin, başkasından boşanıp iddet beklemekte olan kitabî bir kadınla evlenmesi. Bu kadın, müslüman bir erkeğin iddetindeyse, meselâ kocası vefat etmiş veya kendisini boşamışsa ve bu eski karısı da iddet halindeyse, yapılan nikâh akdi ihtilafsız olarak fâsid olur ve eşlerin arası tefrik edilir. Bu nikâh, onların dinine göre caiz olsa bile böyledir. Bu durumda eşlere bakılır: Müslüman olmazlarsa, birbirlerinden tefrik edilmelerinde, durumlarını kadıya arzetmeleri veya ikisinden sadece birinin arzetmesi gerekmez. Çünkü bu durumda hallerini kadıya arzetmeleri düşünülemez. Yine bunun gibi, zımmî bir erkek, müslüman bir kadınla evlenirse, bunları birbirinden tefrik etmek için durumu kadıya arzedip istemde bulunmaya asla gerek yoktur. Kendisiyle evlenilen gayr-ı müslim kadın, dindaşı olsun olmasın, gayr-ı müslim bir erkeğin iddetini beklemekteyse´ve iddetli kadının nikâhlanmasi dinlerine göre caizse, bu hususta ihtilâf vardır: Ebû Hanîfe der ki: Bunların evlilikleri müslüman olmazdan önce de, müslüman olduktan sonra da onaylanır. İkisi birlikte veya sadece birisi durumu kadıya arzederse, eşler birbirlerinden tefrik edilmezler. İmâmeyne gelince; bunlar derler ki: Kadın iddette olduğu sürece nikâhları onaylanmaz. Yani iddet süresi devam etmekteyken eşler birbirlerinden tefrik edilirler. Ama iddet beklemekteyken bir kadınla evlenilir de iddet süresi dolduktan sonra eşler durumlarını müslümanlann kadısına arzederlerse, araları tefrik edilmez. Bu hükümde ittifak vardır. Sahih olan, Ebû Hanîfe´nin görüşüdür. Müslümanla kâfirin iddetleri arasındaki farka gelince; iddet, iki hakkı kapsar: a- Şeriatın hakkı, b- Kocanın hakkı. Kitabî ve benzeri gayr-ı müslim eşler, şeriatin hakkına muhâtab değildirler, îddetin koca için bir hak olarak tanınması anlamsızdır. Zîra koca, varsayıl dığı gibi bu hakkın kendisine tanınmasına inanmamaktadır. Ama kadın, müslüman bir kocanm iddetini beklemekteyse, bu kitabî kadımn, kendi müslüman kocasının bir hakkı olarak iddet beklemesi gerekir. Zîra müslüman koca, bu hakkın kendisine tanınmasına inanmaktadır. Bundan dolayı şüphesiz bir şekilde doğru olan husus şudur: Müslüman bir erkek, kitabî bir kocadan ayrılmış olan kitabî bir kadınla evlenecek olursa, kadının iddetini tamamlamadan onunla evlenmesi sahih olmaz. Bu durumdaki bir kadınla evlenmenin sahih olacağını söyleyenlere böyle demekle muhalefet etmiş olmaktayız. Bu durumdaki kadınla evlenmenin sahih olacağını söyleyenlere göre, bu kadınla, hayız görüp istibrâ etmesinden önce cinsel temasta bulunulamaz. Zîra bilindiği gibi iddet, Allah´ın hakkıdır. Ancak O´na inanan kişi bu hakla muhâtab olur. Müslüman O´na inanmaktadır. Bu inancına göre amel etmesi gerekir. Kitabî ve diğer dinlere bağlı olanların nazarında iddet bulunmadığını varsayarsak, kitabî bir kadının kocası ölerek veya boşayarak karısından ayrılır ve bu ayrılıktan sözgelimi bir hafta sonra bir başka erkek bu kadınla evlenir ve ikinci kocayla evlendikten sonra gebeliğin en az süresi olan altı ay geçmeden bir çocuk doğurursa, bu çocuğun nesebi birinci kocaya âit olur mu, olmaz mı? Çocuğun nesebinin birinci kocaya âit olmadığını söyleyenler vardır. Bazı muhakkiklerse, çocuğun nesebinin birinci koca üzerinde sabit olduğunu söylemişlerdir. Zîra nikâhın ikinci koca için sahih olması bakımından, altı aylık bir sürenin dolmasından önce çocuğun doğması halinde, nesebin birinci koca üzerine sabit olması gerekmez. Çünkü onların dinine göre bu ikinci akid sahih olsa bile, doğan çocuk tek kelimeyle birinci kocanındır.
1- Bunların islâm diyarında göçmen olarak bulunanlarının evlenmeleri: İslâm diyarı derken, tam olarak müslümanların egemenliği altında bulunan ülkeler kasdedilmektedir. Ayrıca bu gayr-ı müslimlerin, müslümanlar tarafından konulan cizyeye ve diğer hükümlere boyun eğen zimmî vatandaşlar olmalarıyla, ülkelerine tekrar dönme kasdı ile ticâret için bir emânla İslâm diyarına giren müste´menler olmaları arasında bir fark yoktur.
2-Gayr-ı müslimlerin kendi diyarlarında, dâr-ı harbte -müslümanların egemenliği altında bulunmayan ülkelerde- evlenmeleri, sonra her iki eşin veya birinin beldelerimize göç etmesi: Her iki durumda yapılan nikâh akdi, şart ve rükünler bakımından müslümanların akidlerine ya muvafık olur, yani icâb, kabul, velî ve şahit ile evlenirler. Ayrıca kadının evlenmeye engel durumunun bulunmaması, meselâ ihramlı veya iddetli olmaması; kocanın da evlenmeye engel durumunun bulunmaması şarttır. Meselâ dört kadınla evli olan kocanın beşinci bir kadınla evlenecek olmaması ve önce de belirtilen diğer şartlara muhalefet etmemesi gerekir. Yapılan nikâh akdi müslümanların akidlerine muvâfıksa İhtilafsız olarak müslümanların nazarında da sahihtir. Tıpkı müslümanlar arasında akdedilmiş olan sahih nikâh gibi, miras/talâk, zihâr, ilâ, mehir, nafaka, kasım, ihsan ve benzeri sonuçları doğurur. Yapılan nikâh akdi müslümanların akidlerine muhâlifse, akdin kabulü için kadın veya erkeğin ehliyet şartına ya muhalif olur veya olmaz. Birincinin iki şekli vardır:
a) Anası, bacısı veya mecusîlerin yaptığı gibi kızı veya halâsı gibi kendi mahremlerinden biriyle evlenmesi. Veya Yahudîlerin yaptığı gibi, iki kizkardeşi bir arada nikâhı altında tutması.
b) Başkasından boşanıp da iddet beklemekte olan bir kadını, henüz iddetini tamamlamadan nikahlaması veya dört karısı varken beşine^ bir karıyı nikahlaması.
İkincinin de birka£ şekli vardır. Şöyle ki:
a) Gayr-ı müslimin, kadınla şahitsiz ve velîsiz evlenmesi.
b) Bir sene veya iki ay gibi belli bir süre için evlenmesi. Buna mut´a nikâhı denir.
c) Kadını üç talâkla boşaytp sonra da araya hulleci koymak-sızın tekrar aynı kadınla evlenmesi. Zamanımızda boşamanın (talâkın) ne demek olduğunu gayr-ı müslimler bilmektedirler.
d) Daha önce anlatılan şartlar.
İslâm diyarında müslümanların akidlerine muhalif olarak gayr-i müslimler arasında bir nikâh akdi yapılırsa, bizona karışmayız ve kendi haline bırakırız. Tabiî ki üç şartla:
1- Bu akid, onların dinine göre caiz olmalıdır. Eğer dinlerine göre caiz değilse, zina olur. Bu nitelikteki bir akdi, hırsızlık yaptıklarında onları kendi hallerine bırakmadığımız gibi, kendi haline bırakamayız.
2- Dâvalarını hükme bağlamamız için meseleyi bize arzetmiş olmamalıdırlar.
3- Eşlerin ikisi birlikte veya birisi müslümanlığt kabul etmemiş olmalıdır. Durumlarını bizim mahkememize arzederken, eşlerin ikisi veya biri müslüman olursa, yapılan nikâh akdi mahremlerden biri üze rine veya İki bacı üzerine veya beş kadın üzerine yapılmış ise, bu eşlerin evlilikleri hiçbir halde onaylanmaz.
Yapılan nikâh akdi, durumun mahkememize arz edildiği veya evli gayr-ı müslim eşya da eşlerin müslüman olmaları vaktinde iddetini henüz doldurmamış bir kadın üzerine yapılırsa, aynı şekilde eşler birbirlerinden tefrik edilirler. Yapılan nikâh akdi, bu saydıklarımızdan başka hususlarda Islâmî hükümlere muhalif olursa, eşlerin evlilikleri olduğu gibi bırakılır. Mezheblerin bütün bunlara dâir tafsîlâtlı açıklamaları aşağıya alınmıştır.
Şu da var ki, nikâh akdinin islâm diyarında iki zımmî veya iki müslüman arasında yapılması ile, dâr-i harbte yapılıp sonra eşlerin ikisinin veya birisinin islâm ülkesine göç etmesi arasında, bu hükümler bakımından bir değişiklik meydana gelmez. Bu durumda eşler, önce verilen tafsilât çerçevesinde durumlarını mahkememize arzeder veya müslüman olurlarsa, nikâhları üzere bırakılırlar. Eşlerden birinin dâr-ı harbten İslâm ülkesine göç etmesi durumunda, göç eden eş, İslâm ülkesinde ikâmete niyet etsin veya etmesin, karı kocasından tefrik edilmez. Mezheblerİn ihtilâfı üzere karı, ancak esaret dolayısıyla kocasından tefrik eder.
(65) Mâlikîler : İleride de anlaşılacağı gibi, bunların bu hususta iki kavli vardır ki, en kuvvetlisi müslümanların şartlarına uyduğu takdirde, gayr-ı müslimlerin evlenmesinin sahih oluşudur. Bunda ihtilâf yoktur. Bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.
(66) Mâlîkîler dediler ki: Kâfirin talâkı vâki olmaz. (Boşaması geçerli olmaz.) İlende de anlatılacağı gibi, talâkın sahih olması için müslüman olmak şarttır.
(67) Hanefîler dediler ki: Kâfir kadının iddet beklemesi gerekmez. Ancak bu kadın kitabî olup müslüman bir erkekle evli bulunur da bu erkek tarafından boşanırsa, ihtilafsız iddet beklemesi gerekir.
(68) Hanefîler dediler ki: İki kitabî, iki müşrik, iki sâbiî, iki mecûsî gibi başka dinlere mensup erkeklerle kadınlar arasında akdedilen nikâhlar, müs-lümanlarca belirtilen rükün ve şartları tam olarak taşıdıkları takdirde, müslümanlar nazarında da sahih olur. Zîra müslümanlar arasında sahih olan her nikâh, başka dinlere mensup kimseler arasında da sahih olur. Meselâ müşrik bir erkek, iki şahidin huzurunda gerekli şartları gerçekleştiren sahih bir icâb ve kabulle müşrik bir kadınla evlenirse, (bu şahitler bir erkek ve iki kadından da oluşabilir.) mehir olması sahih bir şeyi mehir olarak verirse, bu nikâh müslümanlar nezdinde muteber olur; verilen mehir de sahih olur. Tıpkı müslüman bir erkekle müslüman bir kadın arasında yapılmışçasına geçerli olur.
Mâlikîlere gelince; onlar, ileride de açıklanacağı gibi bu akdin sahih olmadığını söylerler. Hanefîler bu nikâhın sahih olduğunu söylerken şu âyet-i kerîmeye istinad etmektedirler:
"Ve onun (Ebû Leheb´in) karısı da odun hamalı olarak" (Tebbet:4) Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, Ebû Leheb ile odun hamalı (Ümmü Cemil) arasındaki nikâhı muteber saymış ve "onun karısı" diyerek bu kadını ona mensup kılmıştır. Aralarındaki nikâh fâsid olsaydı, örf ve lügat açısından bu kadın, onun karısı olmayacaktı. Hanefîler, gayr-ı.müslimler arasındaki nikâhın sahih olduğunu söylerken şu hadîs-i şerifi de delil olarak ileri sürmüşlerdir:
"Ben nikâhtan doğdum, gayrı meşru ilişkiden değil."
Bu hadîsin delil olması şu bakımdandır: Bu hadîs-i şerîf, câhiliyet devrinde müslüfrianların nikâhlarına uygun şekilde akdedilen nikâhları sahih saymaktadır. Eğer fâsid olsaydı, tıpkı câhiliyet devrindeki gibi gayr-ı meşru ilişkilerden sayılacaktı. Ancak anılan hadîsin delil olması uygun değildir. Buna dâir yapılan münâkaşa, Mâliki mezhebi bölümünde ele alınacaktır. Orada bunu dikkatle okumak gerekir.
Gayr-ı müslimler arasındaki nikâh akdi fâsid olursa, bu bir kaç türe ayrılır:
1- Nikâh akdinin şahitlik olarak yapılması. Kitabî bir erkek, kitabî bir kadınla veya putperest bir erkek, putperest bir kadınla şahitsiz olarak,evlenirse, bu nikâh akdi onların şeriatine göre ya caizdir, ya da caiz değildir. Caiz ise akidleri onaylanır. Müslüman oluncaya dek, şahitsiz olarak akdetmiş oldukları nikâhları, olduğu gibi bırakılır. Müslüman olmazlar ve durumlarını müslümanlann kadısına arzederlerse veya ikisinden sadece birisi, durumu müslümanlann cadısına arzederse, nikâhları onaylanır. Eşler, birbirlerinden tefrik edilmezler. Ama bu nikâhları kendi dinlerine göre caiz değilse, müslümanlara göre de nikâhları onaylanmaz.
2- Kitabî bir erkeğin, başkasından boşanıp iddet beklemekte olan kitabî bir kadınla evlenmesi. Bu kadın, müslüman bir erkeğin iddetindeyse, meselâ kocası vefat etmiş veya kendisini boşamışsa ve bu eski karısı da iddet halindeyse, yapılan nikâh akdi ihtilafsız olarak fâsid olur ve eşlerin arası tefrik edilir. Bu nikâh, onların dinine göre caiz olsa bile böyledir. Bu durumda eşlere bakılır: Müslüman olmazlarsa, birbirlerinden tefrik edilmelerinde, durumlarını kadıya arzetmeleri veya ikisinden sadece birinin arzetmesi gerekmez. Çünkü bu durumda hallerini kadıya arzetmeleri düşünülemez. Yine bunun gibi, zımmî bir erkek, müslüman bir kadınla evlenirse, bunları birbirinden tefrik etmek için durumu kadıya arzedip istemde bulunmaya asla gerek yoktur. Kendisiyle evlenilen gayr-ı müslim kadın, dindaşı olsun olmasın, gayr-ı müslim bir erkeğin iddetini beklemekteyse´ve iddetli kadının nikâhlanmasi dinlerine göre caizse, bu hususta ihtilâf vardır: Ebû Hanîfe der ki: Bunların evlilikleri müslüman olmazdan önce de, müslüman olduktan sonra da onaylanır. İkisi birlikte veya sadece birisi durumu kadıya arzederse, eşler birbirlerinden tefrik edilmezler. İmâmeyne gelince; bunlar derler ki: Kadın iddette olduğu sürece nikâhları onaylanmaz. Yani iddet süresi devam etmekteyken eşler birbirlerinden tefrik edilirler. Ama iddet beklemekteyken bir kadınla evlenilir de iddet süresi dolduktan sonra eşler durumlarını müslümanlann kadısına arzederlerse, araları tefrik edilmez. Bu hükümde ittifak vardır. Sahih olan, Ebû Hanîfe´nin görüşüdür. Müslümanla kâfirin iddetleri arasındaki farka gelince; iddet, iki hakkı kapsar: a- Şeriatın hakkı, b- Kocanın hakkı. Kitabî ve benzeri gayr-ı müslim eşler, şeriatin hakkına muhâtab değildirler, îddetin koca için bir hak olarak tanınması anlamsızdır. Zîra koca, varsayıl dığı gibi bu hakkın kendisine tanınmasına inanmamaktadır. Ama kadın, müslüman bir kocanm iddetini beklemekteyse, bu kitabî kadımn, kendi müslüman kocasının bir hakkı olarak iddet beklemesi gerekir. Zîra müslüman koca, bu hakkın kendisine tanınmasına inanmaktadır. Bundan dolayı şüphesiz bir şekilde doğru olan husus şudur: Müslüman bir erkek, kitabî bir kocadan ayrılmış olan kitabî bir kadınla evlenecek olursa, kadının iddetini tamamlamadan onunla evlenmesi sahih olmaz. Bu durumdaki bir kadınla evlenmenin sahih olacağını söyleyenlere böyle demekle muhalefet etmiş olmaktayız. Bu durumdaki kadınla evlenmenin sahih olacağını söyleyenlere göre, bu kadınla, hayız görüp istibrâ etmesinden önce cinsel temasta bulunulamaz. Zîra bilindiği gibi iddet, Allah´ın hakkıdır. Ancak O´na inanan kişi bu hakla muhâtab olur. Müslüman O´na inanmaktadır. Bu inancına göre amel etmesi gerekir. Kitabî ve diğer dinlere bağlı olanların nazarında iddet bulunmadığını varsayarsak, kitabî bir kadının kocası ölerek veya boşayarak karısından ayrılır ve bu ayrılıktan sözgelimi bir hafta sonra bir başka erkek bu kadınla evlenir ve ikinci kocayla evlendikten sonra gebeliğin en az süresi olan altı ay geçmeden bir çocuk doğurursa, bu çocuğun nesebi birinci kocaya âit olur mu, olmaz mı? Çocuğun nesebinin birinci kocaya âit olmadığını söyleyenler vardır. Bazı muhakkiklerse, çocuğun nesebinin birinci koca üzerinde sabit olduğunu söylemişlerdir. Zîra nikâhın ikinci koca için sahih olması bakımından, altı aylık bir sürenin dolmasından önce çocuğun doğması halinde, nesebin birinci koca üzerine sabit olması gerekmez. Çünkü onların dinine göre bu ikinci akid sahih olsa bile, doğan çocuk tek kelimeyle birinci kocanındır.