- Galata köprüsünde müruriye vergisi

Adsense kodları


Galata köprüsünde müruriye vergisi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 21 July 2012, 12:08 pm GMT +0200
Galata köprüsünde müruriye vergisi tarih olurken
Önder KAYA • 77. Sayı / TARİH


Yazımızın başlığına konu olan müruriye, Galata köprüsü üzerinden geçen kişi ve taşıtlardan alınan verginin adıydı. Bu uygulama pek çok seyahatnameye ve İstanbul folkloruna ait yazıya malzeme olmuş, neredeyse bir asır yaşamıştı.

19. yüzyıla gelindiğinde İstanbul köklü değişimlere sahne oluyordu. Bir zamanlar Cenevizlilerin merkezi olarak bilinen Galata, bu yüzyılın ortalarına doğru Osmanlı imparatorluğunun en önemli finans merkezlerinden biri haline geliyordu. Önceki yüzyıllarda birbirine mesafeli duran Müslümanların Eminönü’sü ve Frenklerin Galata’sı, şimdilerde ister istemez iletişime geçiyordu. Boğaz’ın Rumeli yakasında bazı semtler gelişiyor, hanedan sarayları Dolmabahçe, Beşiktaş ve Ortaköy civarına serpiliyordu. Yüzyıllardan beri iki yaka arasında ulaşımı sağlayan taşıma teknikleri, artık beklentilere cevap vermenin çok uzağında kalıyordu. Doğal olarak Haliç’in iki yakasının bir araya gelmesi artık kaçınılmazdı.

Bu konudaki ilk teşebbüs Sultan II. Bayezid dönemine kadar çıkarılır. Sultan, her iki yakayı birleştirmek amacıyla bir köprü inşası tasavvur eder. Hatta Rönesans devrinin iki önemli mimarı olan Mikelanj ve Leonardo da Vinci’nin de bu bağlamda adı geçer. Lakin gerçek anlamda bir Haliç köprüsü için II. Mahmud devrini beklemek gerekecektir. II. Mahmud, 1836’da Azapkapı ile Unkapanı arasında uzanan ilk köprünün açılışını Regaib kandili gecesine denk getirdiği için, köprüden geçen kişilerden herhangi bir ücret alınmamıştı. Sonraki günlerde de bu uygulamaya devam edildiğinden halk arasında köprü “Hayratiye” diye anılır oldu. Ancak ilerleyen yıllarda buradan geçişlerde müruriye adı ile para alınması üzerine köprü, “Mahmudiye” diye anılmaya başladı.

Sarraflara olan borcun bedeli
Müruriye ile adeta özdeşleşen Galata köprüsü 25 Kasım 1845’de hizmete açıldı. Sultan Abdülmecid bu köprü için gerekli parayı Galata sarraflarından borçlanmak suretiyle elde etmiş, bu sebeple de köprüyü kullananlara geçiş parası konulmuştu. Söz konusu ücret yayalar için 5, yüklü hamallar için 10, boş arabalar için 100 ve yüklü arabalar için 200 para şeklindeydi. Konan bu ücret sonraki yıllarda da köprünün bakım ve onarım masrafları, köprü personelinin ücretinin temini gibi gerekçelerle tahsil edilegeldi.

Ahşap Galata köprüsü, doğal olarak dış etkenlere karşı dayanıksız olduğundan Sultan Abdülaziz’in devr-i saltanatında yeniden esaslı biçimde elden geçirildi. Bu yenileme faaliyetleri sonrasında müruriye bedelleri de yeniden düzenlendi. Yayalardan yine 5 para alınmaya devam edilirken, günün modası olan fayton, kupa gibi arabalara, yük ve insan taşımaya mahsus öküz arabalarına, sırık hamallarına, köprüden geçen büyük ve küçükbaş hayvanlara da değişen miktarlarda ücret tarifesi belirlenmişti. Ayrıca bu nizamnameye göre köprüden bazı şahıslar da bedava geçiş yapabileceklerdi. Okul öğrencileri, silahlı birlikler, tutuklular, yangın yerine yetişmeye çalışan tulumbacılar, askeri malzeme taşıyan hamallar ve araçlar, tersane vapurlarında çalışanlar köprüden geçişte ücret ödemeyeceklerdi. Köprünün ahşap olması ve sürekli su ile temasta bulunması beraberinde ciddi sorunlar getirdiğinden, Sultan Abdülaziz’in saltanatının son demlerinde demir bir köprü için teşebbüse geçildi. Metal köprü ancak Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkmasından kısa bir süre sonra yerine monte edilebilecektir.

Köprü, doğal olarak pek çok seyyahın da ilgisini çekecekti. İstanbul’a gelen Batılılar, köprüden geçiş ücreti alınmasını anlamakta güçlük yaşıyorlardı. Mrs. Max Müller, köprüden toplanan günlük paranın yaklaşık 400 Türk lirasına denk geldiğini ve yayalardan da 20 para alındığını yazar. Nitekim belli dönemlerde köprüden geçiş ücretlerine zam yapıldığı, bazen de zammın geri alınarak eski tarifeye geri dönüldüğü biliniyor. Söz gelimi 1918’de çıkan ve Fatih’i cehenneme çeviren Sultan Selim yangınının yaralarının sarılması için, dönemin gazetelerinden bazıları müruriyenin 20 paraya çıkarılmasını hükümete teklif etmişlerdi.

Haksız kazancı önlemek için cepsiz elbise
Biraz da verginin muhatabı olan müruriye tahsildarlarından bahsedelim: Tahsildarlar bir takım kartpostal ve fotoğraflarda da görülebileceği üzere beyaz renkte ve cepsiz bir elbise giyerlerdi. Beyaz renk, köprüden geçenlerin kolayca fark etmesi içindi. Giysilerinden dolayı gazeteci Sermet Muhtar Alus, bu görevlileri darağacına asılmış mahkûmlara benzetir. Elbiselerin cepsiz olması ise tahmin edileceği üzere toplanan paranın memur tarafından kendi cebine atılmaması için alınan bir tedbirdi. Memurlar aynı zamanda boyunlarına da bir çanta asarlardı ki, alınan para bu çantaya atılırdı. Müruriye görevlileri genellikle genç, kuvvetli ve çevik kişiler arasından seçilirdi. Zira köprüden geçen vatandaşlar zaman zaman toplayıcılara görünmemeye gayret ediyor, fark edilince de koşar adım kalabalık arasına dalarak kaybolmaya çalışıyorlardı. Memurların bu kaçak geçişleri engellemesi de bekleniyordu. Bazı gözü açıklar da köprüden geçen tramvaya asılıyor ve köprüyü böylelikle sanki tramvay yolcusu imiş gibi ücret ödemeden geçmeye çabalıyorlardı. Köprü ücretinin ödenip ödenmediği konusunda da görevlilerle vatandaşlar arasında ağız dalaşları oluyor, bazen olay kavgaya kadar varıyordu. Dönemin gazeteleri zaman zaman memurların vatandaşlara yaptıkları kabaca muameleden bahsederler. Memurlar topladıkları vergiyi köprünün hem Galata hem de Eminönü tarafında bulunan kulübelerine götürerek amirlerine teslim ediyorlardı. Bu kulübeler aynı zamanda vatandaşların para bozdurmak için sıklıkla başvurdukları yerlerdi.

1 Haziran 1930’da tarihe karıştı
Müruriyenin kaldırılması bazı dönemlerde gündeme gelmişse de 1930’a kadar bu fikir hayata geçirilemeyecektir. Cumhuriyet döneminde yayınlanan bir bildirge ile 31 Mayıs 1930 tarihinde, gece yarısından itibaren köprü geçiş ücretlerinin alınmayacağı halka duyurulacaktır. Bu konuyla ilgili olarak Cumhuriyet gazetesinin 1 Haziran 1930 tarihli sayısında, neredeyse 85 yıldır süregelen Galata köprüsünde yayalardan müruriye alma geleneğinin artık tarih olduğu okurlara duyuruluyordu. Gazetenin haberine göre ilk vergi bir Pazar günü konduğu gibi, yine kaderin bir cilvesi olarak başka bir Pazar günü kaldırılmış oluyordu. Böylece vergi 1 Haziran 1930 itibariyle tarihe karışıyordu. Gece yarısından itibaren hem vergi kaldırılmış, hem de köprünün iki başında bulunan vergi kulübeleri yıktırılmıştı.

Köprüden geçişlerde yayalardan alınan vergi kaldırılmış olmakla birlikte, vasıtalardan otuz paralık geçiş vergisi alınmaya devam ediliyordu. Daha önceden dolmuş esnafından ayrıca taşıdıkları yolcu miktarı kadar da müruriye alınıyordu. Dolayısıyla dolmuşlar da yolculardan ekstradan on para tahsil ediyor, araç bedeli ile birlikte bunu da tahsildarlara veriyorlardı. İşte müruriyenin kaldırıldığı haberi duyulduğunda dolmuş şoförleri derhal harekete geçerek hükümete başvurmuşlardı. Şoförler, son zamanlarda artan masrafları gerekçe göstererek dolmuş zammı yerine yolculardan on para alma uygulamasına devam edilmesini talep ediyorlardı. Ancak vali yardımcısı Fazlı Bey böyle bir talebe kesinlikle müsamaha gösterilmeyeceğini beyan ederek, vatandaşların bu gibi bir taleple karşı karşıya kalmaları durumunda en yakın polis ya da belediye memuruna başvurmalarını tavsiye ediyordu. Buna karşılık şehremaneti, İstanbul sınırları içinde işleyen tren, vapur, tramvay ve otobüs gibi vasıtalarda kullanılan abonmanlar için bir kuruş zam yapmıştı.

Cumhuriyet gazetesi, müruriyenin kaldırılmasını “medeni bir inkılap” olarak nitelendiriyor ve halk tarafından da coşkuyla kutlandığını haber veriyordu. Nitekim vatandaşlar kalabalık gruplar halinde köprünün her iki yakasında toplanmış ve gece 24.00’den sonra müruriye memurlarının köprüyü terk etmesi üzerine hep birlikte Galata köprüsüne doluşarak, şen şakrak biçimde karşı kıyıya bedavadan geçişi kutlamışlardı. Aynı şekilde otomobil sahipleri arasında da bedava geçme fırsatını kaçırmamak için köprü önünde yarım saat bekleyen şoförler olmuştu. Öte yandan müruriye vergisi konusunda Bayezid Çorapçılar’da ikamet eden Nuri Bey de tarihe geçmiştir. Zira kendisi köprüden mururiye ödeyerek geçen son kişiydi.

Sabah vakti de vatandaşlar yıllardan beri var olan manzaranın yokluğuna alışmakta güçlük çekmişlerdi. Bazı kimseler iş koşturmacası ile gişelerin önüne geldiklerinde ellerini her zamanki alışkanlıkları doğrultusunda ceplerine atmışlar, durumdan habersiz olan bazı vatandaşlar da beyhude yere bir müddet tahsildar beklemişlerdi. Köprüden yaya geçiş ücretinin kaldırılmasıyla Köprüler Müdürlüğü lağvedilmiş, açıkta kalan son Köprüler Müdürü Cafer Bey de açık bulunan İhsaiyat Müdürlüğü’ne tayin olunmuştu. Açıkta kalan diğer memurlar da bir yerde istihdam olunana kadar “açık maaşı” alacaklardı.

Köprüde yemek satışı yasaklandı
Şehremaneti müruriyeyi kaldırdıktan sonra köprüye de çeki düzen verme yoluna gitti. Cumhuriyet gazetesinin 9 Haziran 1930 tarihli sayısında köprü üzerindeki aşçı dükkânlarının kaldırıldığı okurlara duyuruluyordu. Gerekçe olarak da bu dükkânlarda yemek pişirilirken çıkan dumanların köprüden geçen araç ve yaya trafiğini aksatması gösteriliyordu. Ayrıca söz konusu dükkânlar köprü üzerinde ciddi bir ağırlık teşkil ediyorlardı. Aynı gerekçe ile Şirket-i Hayriye’nin köprü üzerinde bulunan depolarının da kaldırılacağı kamuoyuna duyuruluyordu. Belediye, kaldırılan depo ve aşçı dükkânlarını yıkarak burada yeni kulübeler yapmayı ve kiraya vereceği bu mekanlar vasıtasıyla para kazanmayı tasarlıyordu. Ancak yeni dükkânlarda yemek satışı kesin olarak men edilmişti.

Hasılı 85 yıllık müruriye uygulaması 1930’da kaldırıldığında büyük bir sevinç uyandırmış, ancak zaman içinde İstanbullular nezdinde böyle bir verginin olduğu dahi unutulup gitmiştir.

Kaynakça:

- Sermet Muhtar Alus; İstanbul Kazan Ben Kepçe (haz: Necdet Sakaoğlu), İstanbul 1995.
- Edmondo De Amicis; İstanbul 1874 (çev: Beynun Akyavaş), Ankara 1993.
- Cumhuriyet gazetesi 1-9 Haziran 1930.
- Refik Durbaş (haz.); Galata Köprüsü, İstanbul 1995.
- Burçak Evren; Galata Köprüleri Tarihi, İstanbul 1994.
- Mübahat Kütükoğlu; “Mürur Tezkeresi”, DİA, cilt: 32, İstanbul 2006, s. 60-61.
- Enver Ziya Pakalın; Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, s. 583.