- Fukahanın tartışması

Adsense kodları


Fukahanın tartışması

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 21 December 2010, 03:31 pm GMT +0200
3. Fukahanın Tartışması
 

Fakihler, mukallidin doğrudan hadîsle amel etmesi hususun­da birbirinden farklı ve ilginç açıklamalarda bulunmuşlardır. Fakihlerin bu açıklamaları iki görüşe dayanmaktadır:

A. Hükmü öğrenmek istenen hadîsin mukallidin uyduğu ima­mın mezhebine muvafık olduğu takdirde bile mukallidin doğrudan hadîs ile amel etmesini yasaklayanlar

el-Karâfî, ez-Zahire kitabında şöyle demiştir: Mukallit bir kimsenin doğrudan hadîslere uyması haramdır. Dayanağı kendisi­ne açık olmasa bile, müctehid bir âlime uyması vaciptir. Çünkü ictihad edebilme kabiliyetinden yoksundur.

Şeyh Salim es-Senhurî Şerhul-Muhtasar kitabında şu sözleri kaydetmiştir: "Cumhura göre ictihad etmeye ehil olmayan bir kimsenin âlim olsa bile, müctehid bir imama uyması gereklidir." Fakat bazı âlimler, âlim vasfını taşıyanların hükümleri delillerinden alma yeteneğine sahip oldukları için taklitle başkasına uyması­nın caiz olmadığım söylemişlerdir.

Yalnız dediğimiz gibi, cumhura göre müctehid âlimler olan "ulu'l-emr"e itaat gereğince, az bilen, bildiğini bırakıp daha çok bilene uymakla mükelleftir.

Aşağıda zikredeceğimiz rivayetler bu görüşü destekliyor. Taberanî el-Evsat kitabında Ebi Melike'den, İmam Ahmed Müsned’inde değişik senedierle şu olayı nakletmişlerdİr: Urve bin Zübeyr Abdullah bin Abbas'a giderek "Ne oluyor sana, insanları saptırıyorsun ey İbn Abbas!" dediğinde İbn Abbas ona "Neymiş o ey Urve?" diyerek, açıklamasını istedi. Urve, "Adam hac veya um­reye ihram edip tavaf ettiği zaman ihramdan çıkmış olduğunu sanıyorsun. Oysa Ebubekir ve Ömer insanları bunu yapmaktan alıkoyuyorlardı" dedi. İbn Abbas, Urve'ye iyice yaklaşarak "Sana ya­zıklar olsun, sence onlar mı daha evla, yoksa Allah'ın kitabı ve Resulullah'ın ümmetine bıraktığı sünnet mi daha evla?" diyerek şaşkınlığını belirtti. Urve "Onlar Allah'ın kitabını ve Resulullah'ın sünnetini benden ve senden daha iyi biliyorlardı", diyerek İbn Abbas'la mücadeleye girdi.

Urve'nin bu sözü ve İbn Abbas'la olan mücadelesi az bilenin bildiğini bırakıp daha çok bilene uyması gerektiğini gösteriyor. Bu­nun çok sayıda canlı örnekleri vardır.

Hz. Ömer çok meselelerde Hz. Ali'ye müracaat ederek: "Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu." "Ebu'l-Hasan'ın (Hz. Ali) arala­rında bulunmadığı bîr kavimle yaşamaktan Allah'a sığınırım" de­miştir. Abdurrahman b. Avf’ın, Hz. Osman'a bey'at ettiği zaman "Resulullah'ın sünneti, Ebubekir ve Ömer'in sireti üzere sana bey'at ediyorum" dediği belirlenmiştir. Ebu Musa'nın birisine işa­ret ederek "Bu bilge aranızdayken bana gelip soru sormayın" dediği nakledilmiştir. Sahabe ve tabiîn zamanında vuku bulan buna benzer daha nice söz ve olaylar vardır.

El-Hattab, Şerhu'l-Muhtasar kitabında şöyle demiştir: "Cum­hura göre ister âlim ister avam ictihad etmeye ehil olmayan herke­sin, müctehid imamlardan birisine uyması gereklidir. Çünkü icti­had derecesine ulaşamayan âlimin bilgisi müctehidlerin bilgisine nisbeten yok sayılır. Bu yüzden bildiğini bırakıp müctehid imamlardan birisine uymalıdır.

Şeyh Fazıl eş-Şâfıî şöyle demiştir: "Mükellef bir insan müctehidde bulunması gereken şartlardan birisine haiz değilse, ictihad etmeye ehil olmaz ve müctehid bir âlime uyması lazımdır. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: 'Bilmiyorsanız bilenlere sorun' [73] Şüphesiz kişi güç yetiremediği şeyden sorumlu değildir. Rabbimiz şöyle buyurmuştur. 'Gücünüz yettiği kadar Allah'a isyan etmekten sakınınız'[74] İctihad derecesine ulaşmayan âlim normal bir insanla eşittir. Başkasına uyması gereklidir."

Abdulhak ed-Dihlevî Şerhu's-Sirâtu'l-Müstakim kitabında, şunun veya bunun ihtilafına bakmaksızın Resulullah'tan bize ula­şan sahih hadîslere dayanmanın gerekliliğini açıkladıktan sonra, şunları demiştir: "Doğrusu bunu yapmak lazımdır. Bize ulaşan sa­hih haberlerin başımız ve gözümüzün üzerinde yeri vardır. Onlara göre amel etmek dünya ve âhirette saadet ve mutluluğu gerektirir. Fakat asrımızda bu neredeyse tasavvur edilemeyecek bir hale gel­miştir. Çünkü müctehid imamlar hadîs ve sahabe sözlerini İncele­yerek sahih ile zayıfı ve nasih ile mensuhu birbirinden ayırmışlar­dır. Tevil etmeye kabil olan nassları tevil ederek uygulamışlardır ve mezheplerini tedvin ederek yaymışlardır. Zamanımızın hangi âlimi bu güce, bu kabiliyete sahiptir ki, bu işin altından çıkarak bu yükü kaldırabilsin.

Bu yüzden asrımızda adları geçen büyük müctehid imamlara uyup yollarından gitmekten başka hiçbir yol yoktur. Oysa ilk dev­rin muhaddisleri böyle değillerdi. Onlar açıkladığımız imkâna sa­hip ve ictihad etmeye kabiliyetli idiler. Gerçeğe baktığımızda da, ictihad ve kıyas olmadan yeni hadiselere dair hükümler verile­mez."

El-Esnevî Mahsul kitabında ictihad derecesine ulaşmayan ki­şinin bir müctehide uymasının caiz olup olmadığı hususunda üç görüşe yer vermiştir. El-Esnevî ve el-Âmidîye göre en doğrusu caiz olması değil, vacip olmasıdır. Çünkü Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Bilmiyorsanız bilenlere sorun" [75] Kaldı ki insanlar ictihadla uğraşacaklarsa geçimlerini na­sıl sağlayacaklardır. Nevevî, er-Ravza kitabında şöyle demiştir: "Biz insanları fer'î meselelerde taklitten men edersek onları şaşkınlıkla başbaşa bırakmış oluruz. Fakihlere göre avam insan şer'î ahkâmı delillerinden alma kabiliyetine sahip olan ve ictihad etme yolunu bilmeyendir. Onun müctehid bir imamı taklit etmesi caizdir. Hat­ta vacip olduğunu söylüyorum. Çünkü Cenab-ı Allah şöyle buyur­muştur: 'Bilmiyorsanız, bilenlere sorun.' [76] İctihad de­recesine ulşmayan âlim de avam gibidir. Onun da müctehid bir imama uyması vaciptir."

El-Esnevî Nihayetu's-Sûl kitabında, alimlerin taklidin tarifi ve taklit etmenin gerekliliği hakkında farklı deyimler kullandıklarını şu şekilde açıklamıştır: "Bazı âlimler mukallit ictihad derecesine ulaşmayandır derken başka bîr grup ictihad etmeye ehil olmayan­dır, deyimini kullanmıştır. Ayrıca mukallit mutlak müctehid ol­mayandır şeklinde tarif edenler de olmuştur. Sonra hükmü ile ilgi­li, taklit etmesi lazımdır, vaciptir demiş veya aynı mânâda olan de­ğişik ifadeler kullanmışlardır.

Mukallid bir kimsenin taklit ettiği müctehidin verdiği bir hü­kümle çelişen sahih bir nassı bulduğu takdirde bile imamına uy­ması lazımdır. Nass'ın muktezasıyla amel etmesi yasaktır. İmamı­nın mezhebine uymalıdır.

Î'lâmu'l-Muvakkîn kitabı, "Adamın birinin Sahihayn veya gü­venilir herhangi bir hadîs kitabında bulduğu bîr hadîs ile fetva vermesi caiz mi?" sorusuna şu yanıtı vermiştir: "Son devrin âlimlerin­den bir grup veremez diyerek şöyle bağlamışlardır: Çünkü hadîs mensuh veya daha güçlü bîr hadîsle çelişiyor olabilir. Kişi hadîsin delaletini yanlış anlayarak mendubiyeti ifade eden bir emrin vucubiyeti ifade ettiğini düşünebilir, tahsis edilmiş bir âmm lafzını âmm olarak alabilir ve takyid edilmiş mutlak bir nassın mutlak ol­duğunu sanabilir. Bu yüzden ilim erbabına sormadan hadîsle amel edip fetva vermesi asla caiz değildir:

Neticede mukallidin doğrudan hadîsle amel edemeyeceği gö­rüşünü savunan âlimler görüşlerini şu üç esasa dayanmışlardır.

a- İctihad bölünmez.

b- Şer'î nasslar delalet ettiği hüküm itibariyle ictihad edilmiş kabildendir.

c- Şer'î bir nassla amel etmeden önce muarızı var mı, yok mu diye araştırmak lazımdır. İctihad konusunda bu üç esasın tam aksi tercih edilecektir.

B- Mukallidin doğrudan hadîsle amel etmenin caiz veya vacip ol­duğu görüşünü savunanlar.

El-Cami kitabının yazan şöyle demiştir: "Medine halkının ameli ile çelişmeyen hadîsleri reddetmek asla caiz değildir."

El-Karâfî ise şöyle demiştir. "Bir meselede delili zayıf olan hiçbir imama uymak caiz değildir. Ancak diğer meselelerde ona uyar. Örneğin Malikî birisinin İmam Malik'e delili zayıf olan bir meselede uyması doğru değildir. Ancak şer'î nasslara muvafık olan veya delilinin daha güçlü olduğu meselelerde ona uyar. Böylece İmam Malik'in şu meşhur tavsiyesini de yerine getirmiş olur. 'Ben ancak bir beşerim, doğruya ulaşıp hataya da düşerim, görüşlerimi inceleyiniz. Kitab ve sünnete muvafık olanı alınız, olmayanı bırakınız.

İzzeddin bin Abdusselam şöyle demiştir: "Zamanımızda mukallit uyduğu imama ait görüşün za'fiyetini farkettiği halde ona uymaktan vazgeçmiyor. Sanki imamı gönderilmiş bir peygamber­dir. Bu ne kadar garip birşeydir? Hak ve doğrudan nasıl bir sapma­dır?"

Mukallidin doğrudan hadîsle amel etmesine cevaz verenlerin taklidin doğru olabilmesi için koştukları yedi şarttan birincisi, uyulan görüşün Kitab ve sünnete aykırı olmamasıdır.

El-Karâfî de şöyle demiştir: "Kitab, sünnet, icma, kaide ve da­ha güçlü bir nassla çelişmeyen kiyas-ı celîye muhalif düşen bir müctehidin fetvasını topluma yaymak veya onunla fetva vermek asla caiz değildir. Bir hakimin böylesi bir fetvaya dayanarak verdiği hüküm iptal edilmelidir. Ve şeriata göre hakimin verdiği böylesi hükümleri reddetmeliyiz. Çünkü şeriata muvafık olmayan fetvayla fetva vermek haramdır. Dolayısıyla böylesi bir hükmün yürürlüğe geçirilmesi haramdır. Fakat içtihadı nedeniyle o müctehîd günah­kâr olmaz. Bilakis ecir alır, çünkü o emredildigi şekilde hakka ka­vuşmak için gücünü sarfetmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştur: 'Müctehid ictihad ettiği meselede hata ettiği zaman ona bir ecir vardır. İsabet ettiği zaman iki ecir vardır.' Bu yüzden her asrın fakihlerinin mezheplerini inceleyip gözden geçirerek bu tür meseleleri mezheplerinden atmaları gereklidir. Az veya çok, hiçbir mezhep bu tür meselelerden temiz değildir."

Şeyh Takiyuddin bin Salah şöyle demiştir: "Müctehid bir imamın görüşüne aykırı hadîs görüldüğü takdirde ehil birisi tara­fından o hadîs üzere yapılan inceleme neticesinde herhangi bir muarızına rastlanmadığı zaman müctehid imamın görüşü redde­dilir. Hadîsle amel edilmelidir. Şüphesiz bu, bizim için güçlü bir delildir." Nevevî de Şerhu'l-Muhezzeb kitabında buna benzer söz­leri kaydetmiştir.

Nihayetü'n-Nihaye kitabında İbn eş-Şahne el-Hanefî şöyle de­miştir: "Mezhebimize muhalif bir sahih hadîs görüldüğü takdirde hadîse göre amel edilir ve mezhebimizin görüşü de o olur. Ve bu­nu yapmakla kişi mezhebimizden çıkmaz. Ebu Hanife'nin şöyle dediği sabit olmuştur. 'Hadîs sahih ise mezhebim odur.'"

Şeyh Abdulhak ed-Dihlevî Şerhu's-sirâtu'l-müstakim kitabın­da şöyle demiştir: Mukallidin uyduğu müctehidin hadîsle çelişen bir sözünü bulduğu zaman müctehidin sözünü bırakarak hadîsle amel etmesi caiz midir? Bu meselede farklı görüşler var. İlk devrin âlimlerine göre mezhebini bırakır, hadîsle amel eder. Çünkü uyu­lan asıl imam Resulullah'tır. Müctehid imamlar da ona tabidirler. Bir hadîsin gerçekten Resulullah'ın sözü olduğu bilindikten sonra başkasına uymak akıl kârı değildir." El-Kamus kitabının yazarı Meciduddin eş-Şİrazî de bu görüşü seçmiştir.

İ’lamu'l-Muvakkıîn kitabında şu sözlere yer verilmiştir: "Ada­mın birinin Sahihayn veya güvenilir herhangi bir hadîs kitabında bulduğu bir hadîsle fetva vermesi caiz midir? Son devrin âlimlerin­den bir grup caiz değildir yanıtını vermişlerdir. Başka bir grup ise caizdir yanıtını vererek şöyle demişlerdir: 'Ancak hadîsle amel et­mesi lazımdır.' Nitekim sahabe de böyle yapardı, kendilerine Resu­lullah'ın bir hadîsi ulaştığı veya anlatıldığı zaman hiç ara vermeden ve muarızı var mı yok mu diye araştırmadan onunla amel etmeye koşuyorlardı ve falan şu veya bu hadîsle amel ediyor mu diye hiç sordukları da olmazdı. Olduğu takdirde de şiddetle azarlanırdı. Sa­habeden sonra gelen tabiînin de aynı şekilde davrandıkları herkes­çe malumdur. Hadîslerin son kullanma tarihi yoktur. Uzun zama­nın üzerinden geçmesi hadîslerin terkedilmesini asla caiz bırak­maz. Falanca müctehid şu veya bu hadîs ile amel etmediği müd­detçe o hadîs ile amel edilemiyor olsaydı o zaman falanca müctehi­din sözlerine hadîs ölçü değil, onun sözleri hadîse ölçü olurdu. Şüphesiz bu büyük bir yanılmadır. Allah insanlara ancak Resulünü hüccet göstermiştir, falan veya filanı değil...

"Resulullah (s.a.v.), ümmetine sünnetini tebliğ etmelerini emretmiştir ve bunu hakkı ile yerine getirene de dua etmiştir. Ha­dîsin kendisine ulaştığı kişi, falan müctehid veya filan âlim o hadîs­le amel etmedi diye kendisi amel etmeyecek olursa, o zaman Resulullah'ın hadîslerini tebliğ etmenin bir faydası olmaz ve şu veya bu müctehidin sözleri ile yetinilirdi.

"Ümmetin üzerinde ittifak ettiği mensuh hadîsler, beş on ha­dîsi geçmez. Neshedilmiş bîr hadîsle bilmeyerek amel etme hatası­na düşme ihtimali neredeyse sözkonusu değildir. Oysa bir mesele hakkında binbir görüşü nakledilen, söylediği bîr sözünden hemen vazgeçebilen, çelişkili sözler söyleyen ictihadında isabet ettiği gibi hata da eden müctehid bir imama uymaktaki hataya düşme oranı bir hayli yüksektir. Resulullah'ın sözlerine dayanarak yanlış anla­maktan kaynaklanan yanlış fetvaların meydana gelmesi neredeyse sözkonusu olmazken, neyi doğru neyi yanlış bilinmeyen bir kimse­ye uymaktan kaynaklanan nice hatalar meydana geliyor."

İbn Abdilber şöyle demiştir: "Sahabe zamanında da ihtilafın olduğu inkar edilemez bir gerçektir. Fakat sahabenin ihtilafı gelişi­güzel bir ihtilaf değildi. Onlar ancak işittikleri veya gördükleri ha­dîslerin birkaç mânâya gelen ibaresinde ya da meşhur olmayan, herkesçe bilinmeyen hadîslerde ihtilaf etmişlerdir. Sahabenin itti­fak ettiği bir meselede sonraki âlimlerin ihtilaf etmelerine itibar edilmez. Şüphesiz ihtilaf durumunda merci âlimlerin sözleri değil, ancak Resulullah'ın sözleridir. Nitekim İbn Ömer Resulullah'ın sünnetini bildiğinden dolayı bir meselede arkadaşlarına muhalefet etmekten hiç endîşe etmezdi. Kendisinden hadîsi işiten İbn Cüreyc de hadîse dönmüştür ki, herkesin de yapması gereken budur. Ve İbn Cüreyc zamanımızda bazı cahillerin yaptıkları gibi, İbn Ömer'e 'Çoğunlukta olan arkadaşların bu meseleyi senden daha iyi biliyorlar, yanılmış olabilirsin' demedi."

Şeyh İzzedin bin Abdusselam Kavâidu'l-Ahkâm fi Mesaîihi'l-En'am kitabında şöyle demiştir: "Bazı tutucu mukallit fakihler uydukları müctehidin görüşünü zayıf bulduğu ve savunacağı hiçbir kanıtı olmadığı halde ona uymaktan asla vazgeçmiyor. Mezhebine kupkuru bağlılığından dolayı mezhebi ile çelişen Kitab sünnet ve sahih kıyasları reddeder. Kitab ve sünnetin zahir ibarelerini, uydu­ğu imamı savunmak için bâtıl ve uzak tevillerle tevil etmek ama­cıyla hile arar. Bu yaptıkları ne kadar ilginçtir. Onların bulunduğu meclîs toplantılarında tanıdıkları imamlarının görüşüne ters birşey söylenildiğinde delilini dinlemeye hiç sabretmeden son derece şa­şırdıklarını hemen belirtirler. Ve hakkın sadece imamının mezhe­binde oluğunu sanarak iddia ederler. Oysa biraz düşünseydi, baş­kasının mezhebine değil, uyduğu imamın mezhebine şaşması gere­ğinin daha evla olduğunu farkederdi. Fakat bu tür insanlarla ko­nuşmanın boş ve faydasız bir ayrılığa götüreceğini hiç de unutma­yalım. Bir meselede başka bir mezhebin görüşü daha doğru görül­düğü zaman uyduğu imamın görüşünden vazgeçenleri hiç görme­dim. Bilakis uyduğu imamın görüşünün hak dışı olduğunu gördü­ğü halde yine imamına uymakta ısrar ederler. Aciz kaldıklarında 'Ola ki uyduğum imam görmediğim ve farketmedtğİm bir delile dayanmıştır', derler. Ancak zavallı adam bu sözün kendisine yö­neldiğini ve hasmını belirttiği açık ve kat'î delillerle yücelttiğini fark etmemiştir. Sübhanallah, tutucu taklidin gözlerini kör ettiği insanlar ne kadar da çoktur. Nerede olursa olsun, kim tarafından tesbit edilmişse edilsin, Allah bizi o hakka tabiî olmaya muvaffak kılsın. Bu tutum selefin tartışma adabından ne kadar yoksun bir tutumdur.' Sahabe meselelerin doğru hükümlerine ulaşabilmek için istişare eder, doğruyu hasımlarında buldukları takdirde bile ona sarılmaya koşarlardı."

İmam Şafiî, şöyle demiştir: "Tartıştığım her kişiye 'Yarabbi! Hakk'ı onun kalbine ve diline söylet ki, hak bende ise bana uyar, onda ise ben ona uyarım." diye duada bulunmuşumdur. [77]



[73] Teğabün: 64/16.

[74] Enbiya: 21/7.

[75] Teğabün: 64/16.

[76] Teğabün: 64/16

[77] Şeyh Senusi, Nassın Uygulanışı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995: 65-73.