- Fıkıh Usulü

Adsense kodları


Fıkıh Usulü

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
ecenur
Thu 8 April 2010, 10:44 pm GMT +0200
Fıkıh Usulü


Fıkıh Usûlü´nün Tarifi
Fıkıh:
Fıkıh Usûlü´nün Terkip Manası
Fıkıh Usûlü´nün Istilâhî Tarifi
Fıkıh Usûlünün Konusu
Fıkıh Usûlü´nün Gayesi Ve Faydaları
Gayesi
Faydaları
Fıkıh Usûlü İle Fıkıh Ve Fıkıh Kaideleri Arasındaki Farklar
Fıkıh ile Fıkıh Usûlü Arasındaki Fark
Fıkıh kaideleri ile Usûlu´l-Fıkıh Arasındaki Fark
II- FIKIH USÛLÜ´NÜN TARİHÇESİ
Hz. Peygamber Zamanında Fıkıh Usûlü.
Sahabe Zamanında Fıkıh Usulü
Tâbiün Zamanında Fıkıh Usûlü
Müctehid İmamlar Zamanında Fıkıh Usûlü
3. FIKIH USÛLÜ MESLEKLERİ VE ÖZELLİKLERİ
A-Fukahâ Mesleği Ve Özellikleri
B- Mütekellimîn Mesleği Ve Özellikleri
C- Memzüc Meslek Ve Özellikleri
IV? FIKIH USULÜ ESERLERİ.
A- Fukahâ Mesleğine Göre Yazılmış Eserlerin En Meşhurları
B-Mütekellimîn Mesleğine Göre Yazılmış Eserlerin En Meşhurları
C- Memzûc (Birleştirilmiş) Mesleğe Göre Yazılmış Eserlerin İn Meşhurları
D- Bazı Mezheplere Göre Yazılmış Fıkıh Usûlü Eserleri
a- Hanbelî Hukukçuları ve Eserleri
b- Mâliki Hukukçuları ve Eserleri:
c- Şiî Hukukçuları ve Eserleri:
d- Zahiri Mezhebi Hukukçusu ve Eseri:
E- Türkçe Yazılmış Bazı Eserler.
DELİL KAVRAMI.
Şer´î Deliller.
A- Delilin Tarifi
B- Delil´in Çeşitleri
a- Aklî ve Naklî Deliller.
b- Nass Olan ve Olmayan Deliller:
c- Vahye Dayanan ve Dayanmayan Deliller.
d- Aslî ve Fer´î Deliller
C- Delillerin Tertip Ve Sırası





GİRİŞ

I. FIKIH USULÜ

A- Fıkıh Usûlü´nün Tarifi


Fıkıh ilminin bir dalı, fürûTatbikî Hukuk),diğer dalı ise usûl Nazarî Hukuk)´dur. Fıkıh denince, genellikle bu ilmin fiirû´ dalı kas-dedilir.

Fıkıh ilminin diğer dalı olan usûlü´1-fıkh, bir isim tamlaması (izafet terki­bi)dır.[1] Bu ilme, bazen tamlamanın başına ilim sözü eklenerek ilmu usûli´1-fıkh denildiği gibi, bazen de fıkıh lafzı çıkarılarak sadece İlmu´1-usûl denir.[2] Bugün fıkıh usûlü tabirinin karşılığı olarak İslâm Hukuk Felsefesi, İslâm Hukuk Meto­dolojisi, İslâm Hukuk Usûlü, İslâm Teşri Usûlü, İslâm Hukuku Nazariyatı gibi terimlerin kullanıldığım görmekteyiz.

Burada bu isim tamlamasının parçalarını teşkil eden usûl ve fıkıh terimleri üzerinde ayrı ayrı bilgi verilecektir. Ayrıca izafet terkibi olarak usûlu´l-fikh´ın manası zikredilecek ve bir ilmin özel adı olarak usûlü´1-fıkh´in tarifi yapılacaktır.

a- Usûl


Bu kelime, asi ´ın çoğulu olup luğatta temel, esas, kök, dayanak gibi manalara gelir.[3] Usûl, ıstılahta râcih, kaide, müstashab ve delil manaların­da kullanılır. Şimdi bu terimleri kısaca izah edelim.

Râcih: "Kelâmda asi olan mana-yi hakikîdir" ifadesinde asi, râcih anlamın­dadır. Yani kelâmın mecazî değil de hakikî manasına hami olunması tercih olu­nur, demektir. "Kitâb (Kur´ân), kıyasa nisbetle asıldır" sözünde asi, tercih anlamındadır. Yani Kur´ân delil olma yönünden, kıyasa tercih olunur, demektir.

Kaide: "Lâşe´nin zaruret, içinde bulunan insan tarafından yenilebileceği, asi olanın hilâfınadır" sözünde asi, kaide anlamındadır. "Bu babda asi olan budur" denir ki, bu konuda kaide budur, demektir.

Müstashab: "Berâet-i zimmet, asıldır" ifadesinde asi, müstashab anlamında kullanılmıştır.[4] Yani aksi sabit oluncaya kadar kişi, suçtan, mes´uliyetten, gü­nah ve borçtan beri (uzak) olduğu kabul edilir, demektir.

Delfl: "Bu mes´elenin aslı, icmâ´dır" ibaresinde "asi, delîl anlamındadır. Yani bu mes´elenin delîli, icmâ´dır, demektir.Usûlu´l-fıkıh terkibinde asi (ç.tisûl) delîl anlamında kullanılmıştır. [5]


b- Fıkıh:


Fıkıh kelimesi lügatta birşeyi bilmek, anlamak manasına gelir. Kur´ân´da fıkıh kelimesi mutlak ilim için değil, ince anlayış, keskin idrak ve konuşanın ga­yesini anlamak manalarında kullanılmıştır.[6] Şu halde fıkıh bir şeyin künhüne va­kıf olarak ve deliliyle birlikte bilmek anlamına gelmektedir.

Hanefîler Fıkıh´ı ıstilâh´ta "kişinin amel yönünden lehine ve aleyhine olan şer´î hükümleri bir meleke halinde bitmesidir" şeklinde, Şâfiîler ise "şer´î-amelî hükümleri yani ibâdet, muamelât ve ukûbât´a ait hükümleri, tafsili delillerinden çıkararak bilmektir" şeklinde tarif etmişlerdir[7]. Bu iki tarifin lafızları farklı ol­makla birlikte, aynı manayı ifade etmektedirler. Çünkü Hanefîler bilmek (ma´-rifet) tabirinden "delilinden çıkararak bilme, meleke ve iktidarı" manasını kastetmişlerdir.

Fıkh´ın şu şekilde de tarifi yapılmıştır: "Fıkıh, ibâdet, ukûbat ve muamelâ­ta ait şer´î hükümlerin hey´et-i umûmiyesidir"[8]

Şer´î hükümleri, delillerinden çıkarak bilen âlîme fakîh denir ki, müctehid demektir. İctihâd ve istinbât melekesine mâlik olmayan bir kişiye, ne kadar çok fıkhı meseleyi öğrenmiş ve ezberlemiş olsa da fakîh (hukukçu) denmez. Bu kişi­lere âlim denir. Âlim başka fakîh başkadır. Aralarında fark vardır. Her fakîh âlimdir. Fakat her âlim fakîh değildir. Ancak bu kişilere mecazî olarak fakîh denir. [9]


C- Fıkıh Usûlü´nün Terkip Manası


Bu tamlamada usûl kelimesinin delîl anlamında kullanıldığını kabul etmek daha uygun düşmektedir. Zira Fıkıh, aklî bir şekilde deliller üzerine oturtulmuş, bina edilmiştir.

Buna göre Usölu´I-fıkh "fıkhın delilleri", "Fıkh´a mahsus deliller" "fıkh´ın kökleri", "hukukun kökleri" demektir.[10] Ancak Fıkıh Usûlü bir ilim dalı olarak ıstılahta terkib manasından daha farkh ve daha geniş konulan ihtiva etmekte­dir. Çünkü fıkıh usûlü ilminde fıkhı delillerden bahsedildiği gibi, şer´î hüküm­lerden, istinbât kaidelerinden ve benzerî konulardan da bahsedilir. [11]


d- Fıkıh Usûlü´nün Istilâhî Tarifi[12]


Fıkıh usûlü iki şekilde tarif edilebilir: Fıkıh usûlü:

1- Şer´î hükümlerin, tafsili delillerden çıkarılmasını (istinbitmı) mümkün kı­lan kaideleri ve icmali delilleri öğreten bir ilimdir. Veya,

2- istinbât kaideleri ve icmâiî delillerdir.

Şu halde bu ilim bize bir takım kaideler öğretecek[13] biz de bir mes´ele hak­kında anlamak, öğrenmek istediğimiz şer´î hükmü, o kaideler yardımıyla özel delillerinden çıkaracağız.[14] Meselâ, ben namazın farz olup olmadığım bilmiyo­rum. Bilmek istediğim bu meçhule Mantık ve Usûl ilimlerinde "matlûb-i haberi" adı verilir. Bunun için önce şer´î delillerden Kitâb´a bakar ve "namazı dosdoğru kılınız" âyetmdeki[15] emri görürüm. Fıkıh Usûlü kaideleri arasında "vücûba mânı bir karine bulunmadıkça emir sıygası, vücûb ifade eder" kaidesi bulunur. Ben bu usûl kaidesini kullanır ve bir mantık kıyası kurarak namazın farz olduğu hük­müne şöyle varırım:

Matlûb-ı Haberî: Namaz farzdır.

Küçük önerme: Çünkü Allah "namazı dosdoğru kılınız" âyetiyle namazı emretmiştir.

Büyük önerme: Allah´ın yapılmasını kesin olarak istediği (emrettiği) her şey farzdır.

Netice: O halde namaz da farzdır.


Ben zina´nın haram olup olmadığım bilmiyorum. Bunu öğrenmek istiyorum. Şer´î delillerden Kitâb´a baktığım zaman "zinaya yaklaşmayın"[16] âyetindeki neh-yi görürüm. Fıkıh usûlü kâdileri arasında "Haram kılmayı engelleyici bir karîne bulunmadıkça nehy sıygası hürmet ifade eder" kaidesi bulunur. Ben bu usûl ka­idesini uygulayarak zinaya yaklaşmanın haram olduğu hükmüne şöyle varırım:

Matlûb-ı Haberî: Zina haramdır.

Küçük önerme: Çünkü Allah, "zinaya yaklaşmayın" âyetiyle zinaya yak­laşmayı yasaklamıştır.

Büyük önerme: Allah´ın kesin olarak yasakladığı her şey, haramdır.

Netice: O halde zina da haramdır.


Aynı şekilde bu ilim bize kitab, sünnet, icmâ, kıyas gibi icmâiî deliller hak­kında da bir takım bilgiler öğretecek biz de bu bilgiler yardımıyla icmalî delille­rin hüccetliklerini, kendileriyle istidlal ederken mertebelerinin ne olduğunu ve bu delilleri ilgilendiren her türlü hususları öğreneceğiz.

İşte bir kişi, istinbât kaidelerini ve icmâlî delilleri bu ilmin yardımıyla öğre­nir ve nasslardan hüküm çıkarma melekesini elde ederek müctehid mertebesine ulaşır. [17]


B- Fıkıh Usûlünün Konusu


Âlimlerin, Fıkıh Usûlü´nün konusu ile ilgili görüşlerini şu dört maddede özet­leyebiliriz:

1- Deliller, ictihâd ve tercihtir.

2- Şer´î hükümlerdir, dolayısıyla şer´i delillerdir.

3. Şer´î delillerdir, dolayısıyla şer´î hükümlerdir.

4. Şer´î hükümler ve şer´î delillerdir.[18]

Biz bu ilmin konusunun şer´î deliller ve şer´î hükümler olduğunu kabul edi­yoruz. Çünkü usûlcü, teşrî ve hüküm çıkarma açısından delillerle meşgul olur ve şer´î hükümlerin nasıl çıkarılacağını gösterir. Şu halde fıkıh usûlü´nün konu­su Şer´i Deliller ve Şer´i Hükümlerdir. Bu konuda biraz daha ayrıntılı bilgi verelim.

Usûl âlimi, Fıkıh Usûlü ilminde şer´î hükümlerin çıkarıldığı Kitab, sünnet, İcma ve kıyas gibi delillerden icmali bir şekilde bahseder. Delilleri hüküm çıkar­ma, teşri´ (kanun koyma) açısından inceler, delillerden hüküm çıkarırken hangi esaslara uyulması gerektiği üzerinde durur. Aynı şekilde usûlcü, şer´î deliller ara­sında tearuz vukuunda hangisinin diğerine tercih edileceğine dair esasları tesbit eder. Bu ilmin konuları arasında istihsân, istishâb, maslahat, örf-âdet, sedd-i zerâyi´ gibi fer´î deliller bulunur. Hikmet-i teşrî, mekâsidü´ş-şerî´a gibi fıkh´ın en faydalı ve en önemli esasları dahi bu İlmin konuları arasında yer alır. Hüsün-kubuh, irâde hürriyeti, hikmet-i ilahiyye gibi Kelâm ilmine ait konular da Fıkıh Usûlü ilminde tetkike tabi tutulur. Vücûb, hürmet, sıhhat, fesâd, rükün, şart, illet gibi hükümler, zimmet, ehliyet gibi mefhumlar, hâss, âmm, müşterek, mü-evvel, mecaz, kinaye, hafî, müşkil, emir, nehiy gibi lafızlar Fıkıh Usûlü ilminin konulan arasında bulunur.

Yukarıda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Fıkıh Usûlü ilmi, kıs­men İslâm Hukukunun hikmet-i teşri´iyesini, kısmen kelâm ilminin konularım, kısmen de her dü´e şâmil ve tatbiki kabil dil kaidelerini tetkik eder. Usûlcü, bu tetkik ve incelemeleri esnasında Lügat, Sarf, Nahiv, Mantık, Kelâm ve Fıkıh gi­bi ilimlerden faydalanır.[19]


C? Fıkıh Usûlü´nün Gayesi Ve Faydaları

A- Gayesi:



Bu ilmin gayesi, şer´î hükümlerin, şer´î delillerden nasıl ve ne şekilde çıkarı­lacağını öğretmektir. Burada ifade edelim ki, şer´î hükümlerin hakikatlerine bü­tün şartlarıyla vukuf kesbetmek, ancak bu ilim sayesinde mümkün olabilir. Fıkıh Usûlü ilminin koyduğu kaideleri bilmeyen bir kimse, tefsîr, hadîs ilimlerini bilse bile, şer´î hükümlerin hakikatlerine nüfuz edemez. Aynı şekilde Kur´ân ve Sün-net´in ihtiva ettiği hükümleri hakkıyla anlamak için dil ilimlerini bilmek de kâfi değildir. Fıkıh Usûlü ilminde de ihtisas yapmak gerekir. Müctehidler ictihâdla-rında, fakîhler hüküm istihracında bu ilmin kaide ve esaslarından son derece fay­dalanırlar. Bu ilmîn esaslarını bilmeyenler, Kur´ân ve Sünnetten hüküm çıkarırken hata edebilirler. Sonuç olarak diyebiliriz ki, bu ilmin esaslarını öğre­nen bir fakîh, hüküm istinbâtında isabetli neticelere varabilir. İsabetli kararlara varabilen ve onları hayatına tatbik eden bir âlim ise dünya ve âhiret saadetini kazanabilir.[20]


b- Faydalan[21]


Fıkıh Usûlü ilmi, Kur´ân ve Sünnet´den hüküm çıkarmayı amaçlayan bir ilimdir. Bu ilmin tahsilinden elde edilecek faydaları şöyle sıralayabiliriz:

1. Kişi bu ilimde mütehassıs olunca, Kur´ân ve Sünnet´in aşağı-yukan bü­tün lafızlarım öğrenmiş olur.

2. İnsan bu ilim sayesinde müctehidler tarafından hükümlerin ne suretle çı­karıldığını, hangisinin rey ve ictihâdlannın diğerlerine üstün bulunduğunu bile­bilir. Dolayısıyla müctehidlerin, istinbât ve ictihâd etme yollarını ve bunların Fıkıh´a ne kadar hizmetlerinin geçtiğini müşahade eder.

3. Fıkıh kitaplarında bulunan hükümlerin delilleri ve bu hükümlerin hangi­lerinin Kur´ân ve Sünnet´den çıkarıldığı ve hangilerinin müctehidlerin içtihâdla-rına dayandığı, bu ilmin yardımıyla bilinebilir.

4. Cenâb-ı Hakk´ın dinî hükümleri koyarken gözettiği maksad ve gayesinin ne olduğu (hikmet-i teşri´) bu ilim vasıtasiyle Öğrenilebilir.

5. Bu ilimde ihtisas yapanların, hukukî, kanunî bilgileri artar ve muhakeme kudretleri gelişir, hukuk nosyonları (hukuk melekesi) teşekkül eder, Kur´ân ve Sünnet´den hata yapmadan hüküm çıkarabilirler. [22]


D- Fıkıh Usûlü İle Fıkıh Ve Fıkıh Kaideleri Arasındaki Farklar

a- Fıkıh ile Fıkıh Usûlü Arasındaki Fark:


Fıkıh ilminin konusu, mükellefin hukuk düzeniyle ilgili fiilleri ve bu fiille­rin hükümleridir. Fakîh, mükellefin alış-veriş, kiralama, şirket, rehin, vekâlet, namaz, vakıf, hırsızlık ve benzeri fiillerinin her birine ait şer´i hükmün ve delilin ne olduğunu araştırır. Biraz Önce de geçtiği gibi Fıkıh Usûlü, şer´î hükümleri, tafsili delillerden istinbât etmek için gerekli kaideleri öğreten bir ilimdir. Mesela, emir sıygasının vücûb, nehiy sıygasının hürmet ifade ettiğini bize Fıkıh Usûlü öğretir. Fakîh, vâcib olup olmama yönünden namazın hükmünü ortaya koyaca-ı zaman, "namazı dosdoğru kılınız" âyetine bakar[23] Zekât da böyledir. Hacc´ın ükmünü açıklamak istediği zaman "Resuluiîah´m, "Allah, size haca farz kıl-i, haccediniz" hadisini ileri sürer.[24] Aynı şekilde içkinin dini hükmünü tayin deceği zaman, ´ ´Ey iman edenler, içki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şey-3U işi pisliklerdir; bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" âyetini zikreder[25].

İşte, Usûlcü mes´eleleri ayrı ayrı ele alarak onlarla meşgul olmuyor, genel âideler koyuyor. O kaideler fakîh için hüküm çıkarmada malzeme oluyor. Hai­ni ki fakîh her meseleyi ayrı ayn ele alıyor ve her mes´elenin hükmünü ve delilini ıyrı ayrı değerlendiriyor ve bir neticeye varmış oluyor. İşte fıkıh ile Fıkıh Usûlü ırasında böyle bir fark vardır. Yani Fıkıh Usûlü; Fakih´in, delillere dayanarak lüküm çıkarırken tutacağı yolu ve delilleri kuvvetine göre tertip ederek, Kur´-ın´ı Sünnet´den, Sünnet´i kıyas ve doğrudan doğruya nassa dayanmayan diğer idillerden Önce alınmasını açıklayan kaideler ilmidir. Fıkıh ise bu kaidelere bağlı :alarak çıkarılmış hükümlerin tümüdür.

Fıkh´a nisbetle Fıkıh Usûlü, diğer felsefi ilimlere nisbetle mantık ilmi yi bi­lir. Mantık, akıl için terazi ve onu düşünürken hatadan koruyan bir âlettir. Arap­ça konuşmak ve bu dil ile okuyup yazmak için Nahv ilmi, nasıl dili ve kalemi yanlışlardan koruyan ölçü ise, Fıkıh Usûlü ilmi de Fıkıh sahasında fakîhi hata-lan koruyan ve hüküm çıkarırken yanılmasını önleyen bir kıstastır. Fakîh, çı-cardığı hükmün sağlam olup olmadığını bu sayede anlayabilir. [26]


b) Fıkıh kaideleri ile Usûlu´l-Fıkıh Arasındaki Fark:


Usûlu´l-fıkıh ile cüz´î hükümleri bir araya toplayan fıkıh kaideleri (el-kavâidul-fıkhiyye) arasındaki farkı belirtmekte fayda bulunmaktadır. Bu kaide­lere, muhteva itibariyle "Fıkhın genel prensip ve hükümleri" adı verilebilir. Fı­kıh Usûlü ilmi, fakîhijn uyması gereken kaideleri açıklar ki, bunlar onun, hüküm çıkarırken hataya düşmesini önler. Fıkıh kaideleri ise, bir kaç hükmü birleştiren bir kıyas veya fıkhî kaidede toplanabilen benzer hükümler kolleykisoyunudur. İslam hukukuna göre, mülkiyet kaideleri, muhayyerlik kaideleri, fesih kaideleri, burada misal olarak verilebilir. Bunlar, cüz´î ve dağınık hükümlerin neticeleridir ki mes´eleleri genişçe ele alan fakîh, uğraşmış ve bunları, bir araya toplayıcı kai­de ve genel hükümler yardımı ile birbirine bağlamıştır. Bu tür çalışmalara misal alarak, Şâfiîlerden İzzüddin b. Abdisselâm´ın "Kavâidü´l-Ahkâm" Mâlikîler-den el-Karâfî´nin "Envâru´l-burûk fi envâri´l-furûk", Hanefîlerden îbn Nüceym´-in "el-Eşbâh ve´n-Neziir", yine Mâlikîlerden İbn Cezzî Muhammed b. Abdillah b. Yahya´nın "el-Kavânînu´l-Ftkhiyye", Hanbelî mezhebinin dağınık meselele­rini bir araya toplayan İbn Receb´in "el-Kavâidu´1-Kubrâ", İbnu´l-Lehhâm el-Hanbelî´nin "el-Kavâid ve´1-Fevâdu´î-Usuliyye" adlı eserleri burada zikredilebilir.

Buna göre diyebiliriz ki, bu kaideleri okuyup incelemek bir fıkıh çalışması­dır; Fıkıh Usûlü çalışması değildir. Bu kaideler, fıkhî hükümlerden birbirine ben­zeyen meseleleri bir araya toplama, birleştirme esasına dayanır ki, bu kaidelere "Fıkh´ın Genel Hükümleri" denebilir.[27]



II- FIKIH USÛLÜ´NÜN TARİHÇESİ


A- Hz. Peygamber Zamanında Fıkıh Usûlü


Hz. Peygamber (s.a.s.), dinî hükümleri insanlara tebliğ ediyordu. Mekke devrindeki hükümler genellikle ahlâk ve itikâd hususlarında idi. Bu devrede hu­kukî hükümler nadirdi. Hukuki hükümler daha ziyade Medine devrinde teşri´ edildi. Hz. Peygamber (s.a.s.) devrinde Fıkh´ın kaynakları: Kur´ân, Sünnet ve ictihâd idi. Nebî (s.a.s.), teşri´ usullerini sahâbilerine tatbikatıyla öğretiyordu. Onlar dinî bir müşkil karşısında nasıl hareket edeceklerini biliyorlardı. Şu halde Peygamber (s.a.s.) fıkıhtaki tatbikatıyla teşri usûllerini tayin ve tesbit ediyordu. Bu bakımdan teşri´ usûllerinin fıkıhla birlikte doğduğunu söyleyebiliriz. Şurası­nı da hatırlatalım ki, teşri´ usûlleri tedvin edilmemişti, fakat hu usûller şifahen biliniyor ve tatbik olunuyordu.

Fıkıh Usûlü ilminin fıkıh ile birlikte doğup birlikte geliştiğini görmek bakı­mından Peygamber (s.a.s.)´in tatbikatına bir göz atmak faydalı olacaktır. Nebî (s.a.s.) Muâz b. Cebel´i Yemen´e kâdî olarak gönderirken ona ne ile hükmede­ceğini sordu. O, önce KitâJb (Kur´ân) ile sonra Sünnet ile ve daha sonra re´y ve ictihâd ile hükmedeceğini söyledi ve Peygamber (s.a.s.) de bu cevabdan büyük bir memnuniyet duydu[28]. Bu cevapta Fıkıh Usûlü ilminin terimlerinden Kitâb, Sünnet, Re´y, İctihâd, hüküm kelimeleri bulunmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından kurban etlerinin saklanmasının Önce yasaklanışı, sonra müsaade edilişi[29] ve aynı şekilde kabir ziyaretinin önce yasaklanışı, sonra müsaade edilişi[30] neshe verilecek misâllerdendir. Kıyas yoluyla sığırın, koyun gibi sadece bir şahıs tarafından kurban edilmesi gerekmektedir. Çünkü kurbandan maksat kan akıt­mak (irâke-i demm)´tır. Fakat Peygamber (s.a.s.) sığırın yedi hisse olarak kur­ban edileceğini söylemiş ve tatbikatı da bu istikamette olmuştur. Böylece sığırın istihsân deliline göre - yedi hisse olarak yedi kişi tarafından kurban edilmesi caiz görülmüştür. Görüldüğü gibi bu devirde teşri´ bir takım usûller çerçevesinde ya­pılıyordu. Fakat bu usûller şifahî olup tedvin olunmamıştı. [31]



B- Sahabe Zamanında Fıkıh Usulü


Sahabe zamanında hüküm çıkarılırken bir takım kaideler vardı. Sahâbiler, müşkil durumlar karşısında bu kaidelere tabi olarak hüküm çıkarıyorlardı. Hz. Ali içki içenin cezasını tesbit ederken şöyle bir kıyas kullanmıştır: "însan içki içince hezeyanda bulunur, hezeyanda bulununca iftira eder, dolayısıyla kazif ce­zası gerekir, yani seksen değnek vurulması gerekir"[32].Hz. Ali bu davranışıyla zerâyi´ metodunu kullanmış oluyordu. Abdullah b. Mes´ûd "Kocası ölen hâmi­le bir kadının iddeti doğuma kadardır" diyor[33] ve "Gebe kadınların iddeti do­ğurmaları ile tamam olur"[34] âyetini delil olarak getiriyor ve böylece küçük Ni­sa sûresinin büyük Nisa sûresinden sonra indiğini ifade ediyordu. Bu davranışıy­la Talâk sûresinin Bakara sûresinden sonra geldiğini anlatmak istiyordu. Bu da sonra gelen nass´ı Önce gelen nass´ı nesh ve tahsis etmesi hususunda bir kaide olmuş oluyordu.

Sahabe devrinde Fıkh´ın kaynaklan: Kitâb, Sünnet, İcmâ ve tçtihâd idi. Hz. Ebû Bekir hüküm verirken bu dört kaynaktan istifade ediyordu. Ona bir mesele arzedilince ilk önce Kitâb´a bakar, ona göre hüküm verirdi. Kur´ân´da hükmü bulunmayan mes´elenin hükmünü bulmak için Sünnet´e bakardı. Onda da hük­mü bulunmayan mes´eleler için sahâbîlerine danışırdı. İcabında onları toplar, on­larla istişare eder ve toplantı neticesinde o mes´ele hakkında vuku bulan icmâ´ ile hükmederdi.[35] Hz. Ömer de bu metodu tatbik ediyordu.[36] Hz. Ömer, vali ve kadılarına gönderdiği talimatlarla Kur´ân ve Stinnet´in tatbik edilmesini isti­yordu.[37] Hz. Ömer, Küfe kadısı Şureyh´a gönderdiği mektubta Kur´ân, Sünnet, tcmâ ve İctilîâd´ın mahkemede hükümlere mesned olmasını istiyordu.[38] Hz. Ömer´in Basra vali kadısı Ebû Mûsa´l-Eş´arî´ye gönderdiği kazaî talimatname­de, İslâm Hukukunun kaynakları: Kur´ân, Sünnet ve Kıyas olarak belirtiliyor­du.[39] Bu mektupta geçen "KIS" ifadesi ile Kıyas deliline işaret ediliyordu. İşte bu kaynaklar, İslam hukukunun kaynaklarıdır. Bu kaynaklardan Fıkıh Usûlü ilmi bahsetmektedir.

Görüldüğü gibi sahabe devrinde Fıkıh Usûlüne ait ıstılahlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Sahabe, bir takım kaideler muvacehesinde hüküm çıkarmış, fetva vermiş ve ictihâdlarda bulunmuşlardır. Bu devirde de teşri´ usûlleri şifahî olup tedvin olunmamıştır. [40]


C- Tâbiün Zamanında Fıkıh Usûlü


Tâbiün devrinde ehl-i rey ve ehl-i hadîs mektepleri ortaya çıkmış, her mek­tep kendilerine has bir takım teşri´ prensipleri benimsemiştir. Hüküm istinbâünda her mektep kendi prensip ve kaideleri muvacehisinde harekette bulunmuştur. Ehl-i hadîs, Kur´ân ve Sünnet´e sımsıkı sarılırken, ehl-i rey, bulundukları muhit gereği Kıyas ve İstihsân metodundan son derece faydalanmışlardır. Bu devrede de Fıkıh kaynaklan: Kur´ân, Sünnet, İcmâ ve îctihâd idi ve teşri´ usûlleri hâlâ şifahî halde bulunuyordu ve tedvîn edilmişti. [41]


D- Müctehid İmamlar Zamanında Fıkıh Usûlü


Bu devrede Fıkıh Usûlü´nün haram, vâcib, mubah, farz gibi ıstılahları orta­ya çıktı. Her mezhep, kendisine ait bir takım usûller benimsedi. O usûlleri uygu­layarak hüküm çıkarıyordu. Bu devrede her mezhebin kendisine ait fer´î kaynaklan vardı. Hanefîler, İstihsân kaynağım kullanırken, Şâfiîler buna karşı çıkıyorlardı. Mâlîkîler, Istıslâh metoduna önem veriyorlardı. Bu devrede ortaya çıkan ve önceleri tatbik olunan kaideler artık yavaş yavaş kitap haline getirilme­ye başlandı. İbn Halligân´a göre Fıkıh Usûlüne ait ilk kitap yazan Ebû Yusuf (öl. 182)´tur[42] Fakat onun kitabı zamanımıza kadar gelmemiştir. İmâm Şafiî (öl. 204)´nin "er-Risâle" adlı eseri, zamanımıza kadar gelmiş ilk Fıkıh Usûlü kitabı­dır. Müellif, bu kitabında icmal, beyân, emir, nehiy, hâss, nâsih, mensûh, sün­net, icmâ, kıyas, istihsân gibi meselelerden bahsetmiştir. Müctehid imamlar devrinden sonra Fıkıh Usûlü kaideleri yazılı ve müdevven bir hale getirildi. İmâm Şafiî´den sonra, teşri´ usûllerini ve kaidelerini anlatan kitaplar yazıldı.[43]


3. FIKIH USÛLÜ MESLEKLERİ VE ÖZELLİKLERİ
:


Fıkıh Usûlü ilminin tedvininde,

A- Fukâha mesleği (Hanefî mesleği,)

B- Mütekellimîn mesleği (Şafiî Mesleği),

C- Memzûc meslek olmak üzere üç meslek tatbik edilmiştir. Şimdi bunları kısaca özellikleriyle birlikte izah edelim. [44]


A-Fukahâ Mesleği Ve Özellikleri


Âlimler, bu ilmin tedvininde önceleri iki usûlden birine tabi olarak kitab yazıyorlardı. Bunlardan biri fukahâ usûlü, diğeri mütekellimîn usulü idi. Bu usul­lerden fukuha usûlünü Hanefiler uygulamıştır. Bu sebeple bu usûle "Hanefîmes­leği ve usûlü" denmiştir, Bu usûlü tatbik eden fakîhler, fıkhîmes´eleler hakkında usûl kaidelerinin tatbikatına önem vermişler, usûl kaidelerini Fıkhın tatbikatın­dan çıkarmışlardır. Bu usûlle eser yazanlar, konuları izah ederken konunun an­laşılmasını sağlamak ve tatbikatını gerçekleştirmek bakımından çokça misaller vermişlerdir. Hanefî usûlü biraz sonra izah edeceğimiz Şafiî usûlünden daha güç olmakla birlikte İslam hukukunun anlaşılmasına daha elverişlidir.[45] Bu usûl, Mantık ilminde cüzden külle (tüme) varım esasına dayanmaktadır. Olaylardan hareketle genel kaidelere varılır. [46]


B- Mütekellimîn Mesleği Ve Özellikleri


Bu ilimde tatbik edilen usullerden biri de mütekkellimîn (kelâmcılar) usûlü­dür. Bu usûlü Mutezile ve Şafiî mezheblerine mensup kelâm âlimleri uygulamış­lardır. Kelâm âlimlerinin uygulaması sebebiyle bu usûle Mütekellimîn mesleği, uygulayan âlimlerinin ekserisinin Şafiî mezhebine mensub olması sebebiyle de "Şafiî mesleği ve Usûlü" denmiştir.Mâlikî, Hanbelî mezheblerine mensup âlim­ler de bu meslek üzere eser yazmışlardır. Bu mesleği uygulayan âlimler, teşri´ usûllerini aklî istidlale meylederek izah etmişler ve konulan izah ederken pek fazla misal vermemişlerdir. Bu usûl, mantık ilminde tümden cüze gelim metodudur. Genel kaidelerden olayların hükümleri çıkarılır. [47]


C- Memzüc Meslek Ve Özellikleri


Yukarıda isimlerini verdiğimiz iki usûlü tatbik eden âlimlerden sonraki de­virlerde yetişen hukukçular, bu iki usûlün nitelik ve özelliklerini birleştirmek su­retiyle eserler kaleme almışlardır. Bu usûle Memzûc (birleştirilmiş) meslek ve usûl adı verilmiştir. Hanefî, Şafiî, Mâliki ve Hanbelî mezheplerine mensup âlimler, bu usûie uygun olarak eserler te´lif etmişlerdir. [48]


IV? FIKIH USULÜ ESERLERİ


A- Fukahâ Mesleğine Göre Yazılmış Eserlerin En Meş­hurları


1- Kerhî (öl. 340), Usûl,

2- Cassâs (öl. 370), el-Fusûl fî´1-usûl,

3- Debûsî (öl. 430), Takvîmul-edille,

4- Pezdevî (öl. 482), Usûl,

5- Serahsî, (öl. 483), Usûl,

6- SemerkandS (Öl. 533), Mizânu´1-usûl fî netâici´1-ukûl,

7- Abdulaziz Buhârî (öl. 730), Keşfü´l-esrâr,

8- Nesefî( öl. 710), Menânı´l-envâr,

9- İbn Melek (öl. 885), Şerh Menâri´l-envâr.

Yukarıda Hanefî mesleği üzere yazılmış kitapların en meşhurlarının isimle­rini bir şema halinde gösterdik. Şimdi bu kitaplar ve müellifleri hakkında kısa bir bilgi verelim.

Hanefî mesleği üzere Fıkıh Usûlü kaidelerini ilk önce te´sis eden Ebû Yusuf (öl. I82)´dur. Ancak onun kitabı, bize kadar gelmemiştir, imâm Ebû Yusuf ile tmâm Muhammed (öl. 189)´den sonra onların talebeleri, Fıkıh Usûlü sahasında tetkiklerde bulunmuşlardır. Bunlar arasında İsâ b. Ebân (Öl. 221), Hücec adıyla bir kitab te´lif etmiştir. Bağdad´da Ebû´l-Hasan el-Kerhî (öl. 340), Fıkıh Usû­lünde pek meşhur olmuştur. Bunun bu sahada kaleme aldığı "Usûl" adlı eseri matbudur. Bu eseri, Necmüddin Ebû Hafs en-Nesefî (öl. 537) şerhetmiştir.

Hicri dördüncü asırda yaşadığı ifade edilen Ebû Tâhir ed-Debbâs fıkıh kai­delerini tetkik ve tahrîc eden bir âlimdir. İbn Nüceym (öl. 970)´e göre bu âlim, fıkhi kaideleri 17 külli kaideye irca etmiştir.[49]

Kerhî´nin talebelerinden Ebû Bekr el-Cassâs (Öl. 370) da Fıkıh Usûlü timi­nin tekemmülüne hizmet eden fakîhler arasında kabul edilir. Te´lif ettiği eseri, yakın tarihte basılmıştır,

Ebû Zeyd ed-Debûsî (öl. 430) hem usûl de hem de fürû da büyük bir imâm olarak kabul edilmiştir. Fıkıh Usûlü sahasında müdekkikane çalışmalarda bu­lunmuştur. Hilâfiyât ilminin kurucusudur. Takvîmui-edİlle adıyla te´lif ettiği eserinin, İstanbul Kütüphanelerinde yazmaları bulunmaktadır.

Debûsî´den sonra Fahru´l-İslâm el-Pezdevî (öl. 482) ile Şemsü´l-Eimme es-Serahsî (öl. 483) lakaplanyle maruf olan iki zat daha gelerek Hanefî usûl ve mes­leğini tekemmül ettirmişlerdir. Bunlar Debûsî´nin Takvîmu´l-edîlle adlı kitabın­dan faydalanarak usûl mes´delerini, pek açık ve geniş bir şekilde tetkik ve izah etmişler ve bu tetkiklerini birer kitap haline getirmişlerdir.

Debûsî, Pezdevî ve Serahsî, Hanefî mezhebinde Fıkıh Usûlü sahasında üç rükün (üç direk) olarak kabul edilmiştir.[50] Bu üç âlime Hanefî Usûlü´ 1-Fıkhında Eimme-i Selâse (üç imâm), Pezdevî ile Serahsî´ye de Şeyheyn adı verilmiştir. De­bûsî, Fıkıh Usûlü ilminde, imamlar imâmı ve Üstâzü´l-kül´dür. Pezdevî de ikin­ci imamdır. Hanefî mezhebinde Ebû Yusuf´un İmam A´zam´a nisbeti ne derecede ise, Usûlü´1-Fıkıh´ta da Pezdevî´nin Debûsî´ye nisbeti o derecededir. Yani bu da onun kadar muktedir bir zâttır ve Usûlu´l-Fıkıh´a Debûsî kadar hizmeti olmuş­tur. Pezdevî´nin Usûl´ul-Fıkh´a dâir kaleme aldığı meşhur metni, Abdulaziz Bu-hârî (öl. 730) tarafından Keşfü´l-esrâr adıyla şerh edilmiş ve onunla birlikte basılmıştır. Keşfü´l-esrâr´m ibaresi açık, ifadesi tatlı olup, gayet güzel ve çok fay­dalı bir eserdir. Kendisinden sonra gelen âlimler onu kaynak olarak kullanmış­lardır. Teftezânî (öl. 792), Telvîh adlı kitabını yazarken ondan istifade etmiştir. Hatta Telvîh´in ifadelerinin çoğu, hatta yerine göre yarım sahifeden ziyadesi ay­nen bu eserden alınmıştır. Keşfü´l-esrâr´da Semerkandî (öl. 553)´nin Mİzânu´l-Usûl adlı eseri çok geçer. Hatta Keşfü´l-Esrâr müellifi, en muğlak (kapalı) mese­lelerin tahkikinde çoğunlukla bu kitabdan faydalanmıştır. Abdulaziz Buhârî, el-Müntehabu fi´1-usûl adıyla bilinen kitabı dahi şerh etmiş ve onaĞâyetü´t-Tahkîk adını vermiştir. Bu da nefis bir eserdir. Abdulaziz Buhârî´nin talebesi Celaled-din Habbâzî (öl. 691) el-Muğnî adlı eserini yazmıştır. Matbu olan bu eser, Kara Hoca (Alaaddin Esved) tarafından şerh edilmiştir.

Şemsü´l-Eimme Serahsî´ye gelince: o da Usûhı´l-fikih ilminde üçüncü imâm olarak kabul edilir. Hanefî mezhebinde İmâm Muhammed´in İmam A´zam´a nis­beti ne derecede ise, Usûlu´l-fıkıhda da Serahsî´nin Debûsî´ye nisbeti o derece­dedir. Serahsî de başlı başına Usûlu´l-fıkhı icad ve ikmal edecek derecede ilmi iktidara sahip bir fakîhtir. Fahru´l-İslâm Pezdevî gibi usulde müteahhirinin imâmı kabul edilir. Usûlü´1-fıkha dair yazdığı eseri, iki cild halinde basîlrmştır.

Bu büyük üç âlim (Debûsî, Pezdevî ve Ser´ahsî)den sonra gelen âlimler, bun­ların eserlerine başvurmuşlar ve onların kitablarını kaynak olarak kullanmışlar­dır. Te´lif ettikleri eserlerde usûle ait meseleleri Özetlemekten ve bazı bahislerin yerlerini değiştirmekten başka bir şey yapmamışlardır.

Vakıa Fahru´l-İslâm Pezdevî´nin kardeşi Sadru´l-İslâm Ebu´1-Yusr Muham-med el-Pezdevî (öl. 493) gibi onların zamanında Necmüddin Ömer Nesefî (öl. 537), Burhaneddin Kebîr İbn Mâze (öl, ?), oğlu Sadru´ş-Şehîd İbn Mâze (öl. 536), Mizânu´1-Usûl adlı eserin müellifi Alaaddin Semerkandî (öl. 553) gibi onların zamanını takip eden asırda ilim yönünden Pezdevî ve Serahsî´ye yakın ve bazıla­rı onların derecesinde ilmi iktidara sahip, pek büyük ve gayet muhakkik bir çok usul ulemâsı daha gelmiştir. Ancak bunların bazıları yalnız usûl ilmini tedris ile

selinay 7b
Fri 3 April 2015, 02:22 pm GMT +0200
fıkıh kelimesi lügatta birşeyi bilmek,anlamak manasına gelir.fıkıhın şu şekildede tarifi yapılmıştır "fıkıh, ibadet,ukubat ve muamelate ait şer'i hükümlerin hey'et-i ummumiyesidir."
Allah sizden razı olsun...