seymanur K
Sat 15 October 2011, 10:02 am GMT +0200
Fikh'ın Doğuşu :
Hz. Muhammed kırk yaşma basmak üzere iken [56] bir Ramazan ayında Mekke'de ilk defa vahye mazhar olarak peygamberlikle taltif edilmiştir. Onüç yıl Mekke'de tevhid (Tek Tanrı) inancını yerleştirmekle uğraşmış ve kavminden gördüğü zulüm ve anlayışsızlık yüzünden Medine'ye hicret etmiştir. [57]Hz. Peygamber'in irtihâline kadar burada geçirdiği on yıl, İslâm hukuku yönünden pek önemlidir. Kur'ân'ın en çok ahkâm bildiren âyetleri kendisine burada inmiştir. Bunları açıklayıp uygulayan sünnetler (hadîsler) de burada vârid olmuştur.
İslâm hukukunun ilk ve ana kaynağı olan Kur'ân'ın amelî hükümlerle ilgili âyetleri, peyderpey, ihtiyaç hasıl oldukça iniyordu. Hz. Peygamber de bunları açıklıyor, uyguluyor ve gerektikçe kendileri dahi bir kısım hükümler koyuyordu. Câhiliye çağının kötü örf ve âdetleri, maslahat icabettikçe ve gerekçesi ortaya çıktıkça, beşer fıtratına uygun bir şekilde tedricî olarak kaldırılıyor veya tadil ediliyordu. Bir kısım iyi teamül ve hukukî kaideler de aynen bırakılıyordu. Aile hukuku, miras hukuku, alım-satım, suç ve ceza île ilgili hükümler, âyet ve hadîslerle esasa bağlanıyordu. [58]
Mekke'de gelen âyetler, daha çok tevhîd inancı, iyilik, güzel ahlâk, ibâdet ve dualar gibi ferdî ve vicdanî emirleri içine aldığı halde, Medine'de inen âyetler, ekseriya hem dünyevî, hem de uhrevî hükümleri beyan etmekteydi. Esasen Mekke'de toplumu ilgilendiren dünyevî hükümleri uygulayacak zemin ve imkân yoktu. Medine'de ise, İslâm cemiyeti teşekkül ettiğinden, bu türlü hükümlere hem ihtiyaç doğuyor, hem de uygulanma alanı vücut bulmuş oluyordu. Aynı zamanda tamamen mantıkî olan bu gerçeği görmek istemeyen ve tabîatiyle Hz. Muhammed'in nübüvvetini tanımayan İsrail'li bir ilim adamı;
“Muhammed, tamamen hukukî meselelerin dahi... ilâhî kitaba dahil bulunduğunu nisbeten geç idrak etmiştir.” [59] derken ne garip bir duruma düşmektedir!
Medine'de Hz. Peygamber; İslâm hukukunun kamu hukuku bölümünde de temel prensipleri koymuştur. Savaşlar ve sonuçlarıyla ilgili hükümler, çeşitli uluslararası antlaşmalar, bu sahada da İslâm hukukunun gelişmesini sağlamıştır. Meselâ, Hz. Peygamber'in Kureyşlilerîe yaptığı Hudeybiyye antlaşması [60] ve bununla ilgili hükümleri, burada sadece hatırlatmakla yetiniyoruz. Savaş ve esirler hakkındaki âyetler ve bunlarm Hz. Peygamber tarafından uygulanması hep Medîne devrine aittir.
Dikkate şayandır ki Hz. Peygamber Medine'ye gelince (hicretin ilk yılında), Enes b. Mâlik'in evinde tertiplediği bir toplantıda, müslüman ve gayri müslimlerin ileri gelenleriyle istişare ederek, içinde yaşadıkları şehrin hukukî, siyasî, idarî, mâlî, askerî statüsünü gösteren, Medîne şehir devleti için temel kaideler mahiyeti arz eden vazıh bir vesika tanzim etmiş ve hemen bunun uygulanmasına geçmiştir. [61] Hz. Peygamber, Medîne'de bulunan Müslümanlarla gayr-i müslim arap, Hıristiyan ve mûsevileri içine alacak şekilde bir millet (ümmet) anlayışım getiren, birbiriyle boğuşmakta olan unsurları sulh ve sükûna kavuşturacak siyasî birliği sağlayan ilk hukukî - siyasî adımı atmıştır. Bu suretle O, peygamberlik nitelik ve görevinin yanında askerî, kazâî ve hukukî sahalardada başkanlık ödevini üzerine almıştır. Metni, İbn-i Hişam (Sîre, Halebi tabı, Kahire, 1936, c. II, s. 147-150) tarafından verilen mezkur tarihî vesikayı J. Wellhausen (Skizzen und Vorarbeiten, IV/76-83.'de) 47 madde halinde ilk defa Almanca'ya çevirmiş ve tahlilini yapmıştır. Ayrıca Doğulu ve Batılı ilim adamları bu vesika üzerinde durmuştur. Özellikle Muhammed Hamîdullah, el-Vesâiku's-Siyâsiyye (Kahire, 1956) ve İslâm Peygamberi (Çev. Sait Mutlu, İstanbul, 1966, c. I, s. 131-134) gibi eserlerinde bu vesikanın hem metnini vermiş, hem de muhtevasını incelemiştir. [62]
Kabîle ve ırk taassubunu yıkıp İslâm milleti (ümmeti) birliğini amaç edinen Hz. Peygamber'in kurduğu dînî devlet (Civitas Del), din ve dünya iktidarını kendisinde birleştirmiştir. On yıl içinde, Hz. Peygamber'in irtihâline kadar (11 H./632 M.) Arabistan'ın büyük kısmına hâkim olan ve ondan sonra da, baş döndürücü bir hızla dünyanın en güçlü devleti haline gelen İslâm Câmiası'nın hukuk manzumesi de, ona paralel olarak, zaman ve toplumsal icaplara göre ortaya çıkan yeni meseleler karşısında sahâbî ve tabiîlerden bilgin hukukçuların verdikleri hüküm ve fetvalar, yaptıkları ictihâdlar, ahkâm ile ilgili âyet ve hadîsler üzerindeki çalışmalar sayesinde, tefsîr ve hadîs bilimleri gibi gelişerek, müctehid imamlar devrinde “fıkıh” adı altında bağımsız bir ilim hüviyeti kazanmıştır. [63]
[56] 611 M.
[57] 622 M.
[58] A. Emin, a.g.e., s 227,228
[59] S, D. Goitein, “İslâm. Hukukunun Doğum Anı”İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, Çev. Eülend Davrani İ. ü. Ed. F. yayını, c. I, cüz. 1-4, İstanbul, 1953, s. 59.
[60] 6. H. yılı
[61] Bu vesikayı M. Hamîdullah, “anayasa” diye vasıflandırmaktadır. (Bak. İslâm Peygamberi, c. I, s. 122,123 vd.) Bize göre bu vesika, bir anayasa niteliğinde değil; ancak çok önemli bir ahidnâmedir.
[62] Salih Tuğ, İslâm ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul ,1069, s. 30j31; H. 1 Hasan, Târihu'l-İslâm, c. I, s. 105 vd.; M. Hamîdullan, İslama Giriş, s 16,17; Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya çıkışı, A.Ü.Î.F. yayını, Ankara, 19fi3, s. 30,31.
[63] Dr. Abdulkadir Şener, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, Istıhsan Ve Istıslah, Diyanet İsleri Başkanliği Yayınları: 16-18.