seymanur K
Wed 6 July 2011, 05:17 pm GMT +0200
Fi'd-Dima
Eserin sahabe arasında akıtılan kan sorununu ele aldığı açıktır. Ebu Ali b. Şazan'ın söylediği gibi tasavvuf ehli bu konuda bu esere itimad etmektedir.
Bu eserin; hemen hemen fıkhî-sufî eğilimlerin ortaya çıktığı dönemde kaleme alındığını savunan görüş tercihe şayandır. Bu eserde Haris sahabe arasında akıtılan kan sorununu ele almış ve el-Vasaya isimli eserinde serdettiği görüşlere açıklık getirmiştir. Takvası gereği o, bu hususta söylediklerini savunma cihetine gitmemiş, aksine bir grubu ya da ötekini suçlayıcı bir yargıda bulunarak hata edebilecekleri konusunda müridleri uyarma yolunu tercih etmiştir. Bu dönemde ne psikolojik durumu ne de telif programı; muhaliflerin reddini hak edecek düzeyde ölçülü fıkhî bir eser kaleme almasına elverişli değildi. Daha önce belirttiğimiz gibi tam beş asır geçtikten sonra el-Hafız el-Irakî, el-Ba'sü ale'l-Halas min Havadisi'l-Kısas isimli eseri ile kendisine cevap vermiştir.
Daha sonra el-Mekasib isimli eserinde yeniden son derece veciz ifadelerle aynı konuya değinmiştir.
Hâris'in bu eseri kaleme aldığı dönem; onun fikrî gelişim sürecinin ortalarında bir yere denk düşer; bu yıllarda Mutezile ve Râfizîlerin sahabe arasındaki sorun ve anlaşmazlıklara ilişkin bir takım görüşleri bilinmekteydi. Böyle bir ortamda Hâris'in kelam ilmine yönelmesi ve bu fırkalara cevap vermesi kaçınılmazdı. Buna, daha önce belirttiğimiz gibi bu konuda halife el-Me'mun'un Şii görüşü desteklemesini de ilave etmek gerekir.
Sorunun bir yönü bu... Öte yandan bizi Fi'd-Dima isimli bu eseri Hâris'in fikrî gelişim sürecinde ortalarda bir yere koymaya iten sebep şudur: el-Mekasib bir anlamda onun fikrî gelişim sürecinin son aşamasını teşkil etmektedir. Çünkü bu dönemde onun tasavvufla karışık bir takım fıkhî eğilimlere sahip olduğu ve eserin öncelikle dinî ilimler konusunda eğitim düzeyi düşük ve çoğu zaman hata yapan sufî kesime hitab ettiği göze çarpmaktadır.
Eser bize kadar ulaşmamış olmakla birlikte biz bu önemli tarihî soruna ilişkin Hâris'in neler düşündüğünü kestirebiliriz: Her ne kadar iki eserde daha, el-Vasaya ve el-Mekasib'te o, bu konuya ilişkin düşüncelerini serdetmiş ise de bunu uyarı düzeyinde yapmış ve bu tehlikeli sorunu tartışmayı yasaklamıştı.
El-Vasaya'da Muhasibi; ümmetin büyükleri arasındaki anlaşmazlıkları dedikodu nedeni yapmamaları konusunda sufî kardeşlerini uyararak söze girmiştir; çünkü sonraki kuşaklar arasındaki anlaşmazlığın temel nedeni sahabe arasındaki anlaşmazlık üzerinde kafa yormaları ve bu konuya derinlemesine dalarak, sonuçta Kur'ân'daki muhkem ayetler yerine müteşabih ayetleri delil olarak kullanmalarıdır. Daha sonra Haris dalalette olan fırkalar ile kimleri kastettiğini örnekleri ile açıklar ve dalaleti bunlara teşmil eder.
Sonra bir adım daha atıp Kaderiye'den el-Mabed el-Cühenî ve Gaylan b. Müslim taraftarlarını kastettiğini belirterek, Vasıl b. Ata taraftarlarını, Mürcie, Şia, Cehmiye ve Haruniye'yi ismen zikreder. Bunların dalalete düşme nedenlerine gelince: Bunların bir kısmı diğerleri ile savaştılar, onları öldürdüler, en azından onlara düşmanca davrandılar, birbirlerinin küfür ve dalaletine hükmedip keyfî bir şekilde kanlarını akıtmayı helal saydılar.
Onlar daha önce kardeştiler. Sahabe arasındaki sorunları derinlemesine araştırıp anlamaya çalışarak sınıf ve fırkalara ayrıldılar. Her bir fırka Kur'ân'ın müteşabihleri ve kendi arzularına uygun hadislerle kendi görüşlerini delillendirmeye çalıştılar. Sonuçta hem kendileri dalalete düştü hem de kendilerine tabi olan çok sayıda insanı peşlerinden sürüklediler.[192]
En doğrusu bu gibi tarihî niteliğe sahip, inançla ilgili sorunlardan kaçınmaktır. Çünkü asla bütün tarafları hoşnud edecek bir sonuç elde etmek mümkün değildir.[193]
En sağlıklı yol; ümmetin hakkında hiç bir anlaşmazlığa düşmediği ilkelere, Allah'a, peygamberlere, meleklere, kitaplara, şer'î hadlere, feraize (farzlara), İslâm şeriatine ve selefin icma ettiği hususlara sarılmaktır ki adalete ve hakikate uygun olan da budur.'[194]
Anlaşmazlığa konu olan sorunlara ilişkin Hâris'in kendi görüşlerine gelince: Muhâsibî bir mezhebe bağlı kalmaktan sakınmış ise de gürüşleri, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin mazlum oldukları halde katledildikleri, Hz. Ali'yi desteklemenin doğru olduğu; Hz. Aişe, Talha, Zübeyr ve taraftarlarının ve yine Muaviye ve taraftarlarının ictihadlarında hatalı olduğunu savunan Ehl-i Sünnet görüşlerine paraleldir.
Muhâsibî şunları söylemektedir:
Daha önce bu ümmeti yönetenlerin başına fitneler, anlaşmazlıklar, gruplaşmalar, Cemel, Sıffın ve İbn-i Zübeyr vak'aları geldi. Irak, Basra, Küfe ve diğer bölgelerde isyanlar oldu. Halife Hz. Osman suçsuz yere ve acımasızca katledildi.[195]
[192] el- Vasaya,s. 74.
[193] el- Vasaya,s. 75-76.
[194] el- Vasaya,s. 75.
[195] el- Vasaya,s. 212. Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 75-77.