- Fenâ ve Bekâ

Adsense kodları


Fenâ ve Bekâ

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
Rüveyha
Mon 20 October 2014, 06:06 pm GMT +0200
Kuşeyrî Risâlesi’nden


Ali Kaya | Ocak 2013 | TASAVVUF KLASİKLERİ   


Fenâ ve Bekâ

Sûfîlerin kullandıkları özel tabirlerden ikisi de “fenâ” ve “bekâ” terimleridir. Sûfîler, fenâ tabiriyle, insandaki kötü sıfatların yok olmasına işaret ederler. Bekâ tabiriyle de insanda güzel sıfatların kalmasını anlatmak isterler.

İnsan bu iki durumdan uzak değildir. Malum olduğu gibi, bir insanda bu sıfatlardan biri bulunduğu zaman diğeri yok olur. Buna göre, kim kendisindeki kötü sıfatlardan kurtulursa onda güzel sıfatlar ortaya çıkar. Kimde kötü sıfatlar hakim durumda olursa, güzel sıfatlar onda kaybolur.

Şunu bil ki, insanın sıfatları üç grupta toplanır: Fiilleri, ahlâkı ve halleri. Kulun fiilleri, iradesiyle yaptığı şeylerdir. Ahlâkı, kendisinde yaratılan, hamuruna konan tabiattır. Fakat bu tabiat özel bir muamele ve terbiye ile değişebilir. Haller ise, kulun bir müdahalesi olmadan Hak tarafından gelen şeylerdir. Ancak hallerin temiz ve güzel olması, amellerin temiz ve ihlâsla yapılmasından sonra gerçekleşir (haller de bir yönüyle kulun amel ve gayretine bağlıdır).

Bu yönüyle haller, ahlâkî hasletler gibidir. Çünkü kul kalbiyle güzel bir ahlâka ulaştığı zaman, gayretiyle onun zıddı olan kötü ve düşük ahlâkı kalbinden siler atar. Onun bu çabasına karşılık olarak yüce Allah kendisine güzel ahlâk bahşeder. Aynı şekilde kul bütün gayretini sarf ederek sürekli amellerini temizlemekle meşgul olursa, Allah ona hallerini güzelleştirmeyi ve hatta onu mükemmel bir hale getirmeyi bahşeder.

Bir kimse, dinin kötü diye tanıttığı işleri terk ederse ona, “şehveti (kötü arzuları) fâni oldu” denir. Kul kötü arzularını terk edince, kullukta güzel niyeti ve ihlâsı ile bâki (sürekli) kalır. Kim gönlünü dünyadan çekip zühde ulaşırsa ona, “dünya arzusu fâni oldu” denir. Dünya arzusu fâni olan kul, Allah’a yönelişindeki sadakatiyle bâki kalır.

Kim kötü huylarını terbiye ederse, kalbinden haset, kin, cimrilik, aşırı mal hırsı, gazap, kibir ve benzeri nefsin kötü özellikleri fâni olur, yok olup gider. Bu durumda ona, “kötü ahlâkı fâni oldu, yani onları yok edip kurtuldu” denir. Kulun kötü ahlâkı fâni olunca cömertlik ve doğruluk gibi güzel hasletler bâki kalır.

Kim kâinatta olan bütün hadise ve hükümlerde Cenab-ı Hakk’ın mutlak kudretini görür (hiçbir varlığın ve olayın kendi başına olmadığını anlarsa) ona, “yaratıklarda bir tesir ve yetki görmekten fâni oldu (kurtuldu)” denir. Kul, Allah’tan başka varlıklarda bir tesir ve yetki bulunduğu düşüncesinden kurtulunca, Cenab-ı Hakk’ın sıfatları ile bâki kalır, sadece onların tecellisini görür. Şu halde kulun kötü fiillerinden ve düşük hallerinden fâni olması (kurtulması), onda bunların bulunmamasıdır. Kulun, nefsinden ve halktan fâni olması, nefsine ve halka ait his ve duygulardan kurtulmasıdır.

Kul fiil, ahlâk ve hallerinden fâni olunca, artık fâni olduğu (gönlünden ve gözünden çıkarttığı bu) şeylerin (onun gözünde ve gönlünde) mevcut olması caiz değildir. Kul için, “nefsinden ve halktan fâni oldu” dendiği zaman, aslında nefsi de halk da varlık olarak mevcuttur. Ancak bunlardan fâni olan kulun onlara ait göreceği bir bilgisi, hissi ve ilgisi yoktur. Nefsi ve halk mevcuttur; fakat kul nefsinden ve bütün halktan gafildir, habersizdir; nefsin ve halkın varlığını hissetmez (onun bütün duygu ve hissi sadece Yüce Rabbiyle meşguldür).

Bu hali şu misalde düşün: Bir adam bir padişahın ve büyük bir zatın huzuruna girdiğinde, ondaki heybetten dolayı kendinden ve o mecliste bulunanlardan habersiz olur. Çok defa o büyük zattan dahi habersiz olur. Öyle ki, bu kimse o zatın huzurundan çıktığında kendisine mecliste olanların, huzurunda bulunduğu zatın durumu ve kendi nefsinin hali sorulsa, doğru dürüst bir bilgi vermesi mümkün olmaz.

Bunun bir örneği de Kur’an-ı Hakim’de anlatılan şu olaydır: Allah Tealâ, Hz. Yusuf’un güzelliğini gördüklerinde şaşkınlığa düşen kadınlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Onu gördüklerinde gözlerinde çok büyüttüler ve (şaşkınlığa düşüp önlerinde meyve için kullandıkları bıçaklarla) ellerini kestiler.” (Yusuf, 31)

Kadınlar narin varlıklar olarak Yusuf’la aniden karşılaşınca, onu görmenin şaşkınlığı içinde ellerini kesmenin acısını duymadılar. O şaşkınlık içinde, “Bu bir insan değil!” dediler; halbuki o bir insandı. Ayrıca, “Bu olsa olsa çok güzel bir melektir!” dediler, halbuki o melek değildi. İşte bu, bir mahlukun bir mahlukla karşılaşması esnasında kendisini kaybetme halidir. Düşün, kalbinden perdeler kaldırılıp Yüce Hakk’ın azamet ve kudretini müşahede eden kulun hali nasıl olur?

Şu halde kim cehaletinden fâni olursa, ilmi ile bâki kalır. Kim kötü arzularından fâni olursa, Hakk’a güzel yönelişi ile bâki kalır. Kim dünyaya rağbetinden fâni olursa, zühd haliyle bâki kalır. Kim kendi irade ve arzularından fâni olursa, Yüce Hakk’ın iradesiyle bâki kalır. Diğer bütün sıfatlar için de söylenecek şey aynıdır.

Hak Yolcularına Tavsiyeler: Sadakat

Manevi yola adım atan bir müride ilk gereken şey, bu yola girişinde sadık ve samimi olmasıdır. Müridin terbiye işinin sağlam bir temel üzere kurulması için bu gereklidir. Bu yolun büyükleri şöyle demişlerdir: “Manevi terbiye yoluna girenler ancak işin temeli olan şeyleri zayi ettikleri için Hakk’a ulaşmaktan mahrum oldular.”

Üstadım Ebu Ali Dekkâk’ın bu konuda şöyle dediğini işittim: “Müride bu yola ilk girişinde şunlar gereklidir: Kendisi ile Allah Tealâ arasında sağlam bir itikad, boş zan ve şüphelerden arınmış bir kalp, sapık ve bid’at türü şeylerden uzak durmak, sağlam delil ve hüccetlere dayalı ilimle amel etmek.”

Bir müridin, büyüklerin gittiği (Ehl-i Sünnet) mezhep ve yolun dışında bir mezheple amel etmesi (Ehl-i Sünnet dışına çıkması) çok çirkin bir şeydir. Bir sûfînin, sûfî büyüklerinin yolunun dışında ihtilâflı mezheplere girmesi, ancak onun bu yolun büyüklerinin mezhep ve gidişatını bilmeyişinin bir sonucudur.

Hiç şüphesiz bu büyüklerin meselelerinde amel ettiği deliller, diğer herkesin delilinden daha açıktır. Onların anlayışlarının temeli, diğer bütün anlayışların temelinden daha kuvvetli ve daha sağlamdır.

Fıkıh İlmi Şarttır


Mürid (Hak yoluna giren kimse), Allah Tealâ ile arasındaki niyetini sağlam ve güzel yaptıktan sonra şeriat ilminden kendisine lazım olanı öğrenmelidir. Bu ilmi ya usulünce çalışıp inceleyerek kitaptan kendisi öğrenir ya da farz olan ibadetlerini yerine getirmek için lazım olan şeyleri âlimlere sorarak öğrenir. Bir konuda fakihler farklı görüşler söylemişse, onların en ihtiyatlısını (şüpheden en uzak ve delili en sağlam olanını) alır ve ihtiyatlı olan görüşü alırken bunu ihtilaftan kurtulmak niyetiyle yapar.

Hiç şüphesiz dindeki ruhsatlar, hali zayıf, hâcet ve çok meşguliyet sahibi kimseler içindir. Sûfîlerin ise yüce Allah’ın hakkını yerine getirmekten başka önemli bir meşguliyetleri yoktur.