- Fatih’in paşalar şehri İstanbul

Adsense kodları


Fatih’in paşalar şehri İstanbul

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 28 July 2012, 02:22 pm GMT +0200
Fatih’in paşalar şehri İstanbul
Önder KAYA • 81. Sayı / TARİH


İstanbul, fethedildikten çok kısa bir süre sonra tarihin en kayda değer imar faaliyetlerinden birine sahne olmuştu. Bizans’ın son dönemlerinde nüfusu 30 binlere kadar düşen şehrin imar edilmesi amacıyla Fatih Sultan Mehmed tarafından hummalı bir çalışma başlatılmıştı. Kentin stratejik önemini takdir eden genç Sultan, Konstantinopolis’i imparatorluğunun yeni merkezi olarak tasarlıyordu. Bunun için bir yandan ülkenin farklı bölgelerinden nitelikli nüfusu başkentine sürgün ediyor, bir yandan da paşalarının şehrin belli bölgelerinde külliyeler yapmasını ve İslam nüfusunu bu bölgelere cezbetmelerini istiyordu. Bunun sonucunda İstanbul, büyük ölçüde Fatih’in paşaları tarafından imar edilen bir mamure haline geldi.
Fatih’in neredeyse tüm sadrazamları şehir dokusunda kalıcı izler bırakmayı bilmişti. Ayrıca onun döneminde vezirliğe yükselen ancak sadrazamlığa çıkamayan bazı paşalar da, oğlu İkinci Bayezid zamanında baş vezirliğe gelerek şehre damgalarını vuracaklardı. Bazı paşalar ise bu en üst mertebeye ulaşamadan vezirlik payeleri sırasında kentin imar hamlesine önemli katkılarda bulunmuşlardı.

Mahmut Paşa
İstanbul’un çehresine katkıda bulunan Fatih devri paşaları içinde Mahmut Paşa’nın ayrı bir yeri var. Kendisi ulemaya olan yakınlığından ve onların gönlünü hoş etmesinden dolayı “veli” lakabı ile anılırdı. Başta Karamanî Mehmed Paşa olmak üzere sonradan sadarete kadar yükselecek pek çok kişinin elinden tutmuştu. Mahmut Paşa aynı zamanda kendisinden sonra gelecek Gedik Ahmet Paşa, Makbul İbrahim Paşa, Sokullu Mehmet Paşa gibi devşirme kökenli güçlü sadrazamların bir nevi öncüsüydü. Kökeni hakkında farklı rivayetler olan paşanın, anne tarafından Rum olduğu kesin. Bazı kaynaklarda Trabzonlu meşhur âlim Georgios Amurtizes ile teyze oğlu olduğu, hatta Trabzon kuşatıldığı sırada şehrin teslim olması hususunda Amuritzes’le görüştüğü kayıtlarda geçiyor. Baba tarafından ise farklı kaynaklarda Sırp, Bulgar ya da Hırvat olduğuna dair değişik rivayetler var. Mahmut Paşa, Fatih devrinde yapılan fetihlerde son derece aktif roller oynamıştı. Sırbistan, Mora ve Bosna üzerine önemli seferler yapmıştı. Paşa, İstanbul’u imardan da geri durmamış, Çemberlitaş’ın alt tarafından Eminönü’ne doğru uzanan güzergâha kendi adını verecek bir dizi imar faaliyetinde bulunmuştu. İstanbul’un en eski camilerinden olan Mahmut Paşa Camii’nin yanına, bir de ilim taliplileri için medrese kurdurmuştu. Caminin arkasında uzanan türbesi ise başlı başına bir sanat şaheseriydi. Türbe, Fatih devrinin en güzel türbe örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Paşa, vakıf eserlerine gelir getirmesi için Kürkçü Hanı’nın yanısıra, 265 dükkânlık bir de çarşı inşa ettirmişti. Mahmut Paşa’nın hayır eserleri sadece İstanbul ile sınırlı kalmayacak Bursa, Edirne, Ankara ve Sofya’da da benzer imar faaliyetlerinde bulunacaktı.

Rum Mehmet Paşa
İstanbul’un karşı sahiline düşen Üsküdar’da Osmanlı devrine ait ilk büyük külliyeyi Fatih’in sadrazamlarından Rum Mehmet Paşa yaptırmıştı. Unvanından da anlaşılacağı üzere aslen “Rum” olan paşa, İstanbul’un fethi sonrasında devşirilmişti. Ailesi, fethedilen kentin aristokrat ailelerinden olan Paşa, Fatih’e 1471-1472 yılları arasında sadrazamlık hizmetinde bulunmuştu. Kendisi, daha ziyade Karaman bölgesine düzenlediği seferlerle ve bu seferler sırasında takındığı zalimane tutumu ile tanınmıştı. Paşa, 1469’da çıktığı Karaman seferi sonrasında yüzlerce haneyi İstanbul’a sürerek Fatih’teki Büyük ve Küçük Karaman mahallelerinin oluşumuna ortam hazırlamıştı. Paşa’nın Üsküdar sahilindeki Şemsi Paşa Camii’nin arka tarafına denk düşen bir noktada yaptırttığı külliye ise bu güzide muhitte tarihî bir semtin oluşumuna ortam hazırlayacaktı. Külliye; cami, türbe, medrese, hamam ve imaretten oluşuyordu. Günümüze ise sadece cami ve bu yapının arka tarafında denk düşen türbe ulaşabilmiştir. Külliyenin bir parçası olan ve bugüne ulaşamayan hamam ise, muhtemelen Üsküdar semtinde inşa olunan en eski Osmanlı hamamıydı.

Has Murat Paşa ve kardeşi Mesih Paşa
Rum Mehmet Paşa gibi yine aristokrat bir Bizans ailesinden gelen diğer iki Fatih devri veziri ise Has Murat Paşa ile kardeşi Mesih Paşa’ydı. Her iki vezir de köken olarak son Bizans hükümdar ailesi olan Paleologoslar’dan geliyorlardı. Fatih devrinde devşirme olarak Saray’da hizmet eden İtalyan Jean Marie Angiolello, her iki kardeşin son Bizans imparatoru Dokuzuncu Konstantin Paleologos’un yeğenleri olduğunu zikrediyor. Kardeşlerden Mesih Paşa, Fatih devrinin sonlarına doğru vezirlik payesi almıştı. Ancak 1480’de çıktığı Rodos seferinden başarısızlıkla dönmesi üzerine görevinden azledilmiş, hatta idamı gündeme gelmişse de, Gelibolu’ya sancakbeyi olarak tayin edilmesiyle yetinilmişti. Sonraki yıllarda Mesih Paşa, şehzadeler arasında çıkan mücadele ortamında Bayezid’i desteklemiş ve önce vezirliği iade edilmiş, 1482’den sonra da sadarete getirilmişti. 1485’te bu görevinden azledilmişse de 1499’da yine bu vazifeye atanmıştı. İki ay sonra tekrar azledilen Paşa, 1501’de son kez bu göreve geldi. Vazifesi sırasında Galata’da çıkan bir yangının söndürülmesi için yeniçeri ağası Karagöz Ağa ile birlikte yangını söndürmeye çalışan yeniçerilere nezaret ettiği bir sırada, çok yakınında bir patlama meydana gelmişti. Muhtemelen bir cephaneliğin infilakı ile gerçekleşen bu patlama sırasında fırlayan koca bir taş, paşanın kalçasına isabet etmiş, birkaç gün can çekişen paşa akabinde vefat etmişti. Cenazesi, eski bir Bizans kilisesinden camiye çevirttiği Bodrum Mesih Paşa Camii civarına değil, kardeşi Has Murat Paşa’nın birkaç yüz metre ötedeki camisinin haziresine gömüldü. Bugüne kadar ulaşan mezar taşı yakın zamanda restore edilmiş, hasar gören eser, çimento yardımıyla tamir olunmuştur. Bilindiği üzere Murat Paşa haziresi, Vatan ve Millet caddelerinin açılması sırasında bazı mescit ve tekkelerden getirilen mezar taşlarının da konduğu bir açık hava müzesidir. Hazirede bundan dolayı taş yoğunluğu oldukça fazla olmakla birlikte, Mesih Paşa’nın caminin mihrap tarafına denk düşen ve bir setle yükseltilen mezarının etrafı nispeten boş bırakılmıştır. Paşa’nın şehre en önemli katkısı Miryoleon Kilisesi diye de bilinen ve bugünkü Laleli semtinin arka tarafına düşen yapıyı “Bodrum” adı ile camiye çevirmesiydi. Böylelikle paşa, bu civarda bir İslam mahallesinin teşekkül etmesine ortam hazırlamış oluyordu. Ayrıca Mesih Paşa, Otlukbeli Seferi sırasında şehit olan kardeşinin temellerini attırdığı ve büyük ölçüde bitme noktasına gelen Aksaray Murat Paşa külliyesinde yarım kalan bazı yapıları da (mesela medreseyi) tamamlatmıştı.

Mesih Paşa’nın kardeşi Has Murat Paşa ise, yaptırttığı külliye ile Aksaray’daki tarihî semtlerden birine adını vermişti. Lakin bu semt, 1956’da Adnan Menderes zamanında Vatan ve Millet caddelerinin açılması sırasında iki ana caddenin ortasında kalmış ve anlamsızlaşmıştı. Murat Paşa da kardeşi gibi Fatih devri vezirlerindendi. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a karşı çıkılan Otlukbeli seferine katılmış ve harekât sırasında şehit düşmüştü. Şehadetinden kısa bir süre önce de 1471-72 yılları arasında cami, imaret, medrese ve hamamdan oluşan külliyesini büyük ölçüde tamamlatmıştı. Halk arasındaki bir inanışa göre yapının inşaat işlerine bizzat Fatih Sultan Mehmet de nezaret etmişti. Yakın zamana kadar cami avlusundaki bir ağaca iliştirilen tabelada “Fatih Sultan Mehmet Han hazretleri caminin yapımına buradan nezaret buyurmuşlardır” ibaresi okunabiliyordu. Hamam, medrese ve imaret İstanbul’u saran imar furyasına kurban olmuş, cami ise iki ana yol ağzında kalmış olduğu halde günümüze kadar ulaşmıştır.

İshak Paşa
Şehre katkıda bulunan ve bir semte adını veren diğer bir sadrazam da İshak Paşa idi. Topkapı Sarayı’nın giriş kapısından Marmara Denizi’ne doğru inen cadde, İshak Paşa’nın adıyla anılır. Nitekim 1912’de İstanbul’da büyük bir faciaya sebebiyet vererek Marmara Denizi’nden Sultanahmet ve çevresine kadar uzanan geniş bir sahayı kül eden yangın da, tarihe İshakpaşa yangını olarak geçmişti. İshak Paşa, Fatih devrinde ağırlıkları gittikçe artan devşirme sadrazamların aksine, aslen İnegöllü bir Türk’tü. Fatih’in son demlerinde sadarete gelen ve kendisi gibi bir Türk olan Karamanî Mehmet Paşa ile yaşadığı rekabetle tanınmıştı. Bu rekabet sırasında en büyük destekçisi ise devşirme kökenli bir vezir olan damadı Gedik Ahmet Paşa olacaktı. İshak Paşa’nın tarihte oynadığı bir diğer önemli rol de Bayezid ve Cem arasında meydana gelen çekişmede Bayezid’e verdiği tam destekti. Fatih, Gebze yakınında ölümü ile neticelenecek olan son seferine çıktığında İshak Paşa’yı İstanbul muhafızı olarak tayin etmişti. Fatih’in ölüm haberi İstanbul’a geldiğinde İshak Paşa, Amasya’da bulunan şehzade Bayezid’e ardı ardına haberciler yollayarak kendisini tahta davet etmişti. İkinci Bayezid de bu gayreti boşa çıkarmamış ve paşayı sadrazam olarak atamıştı. İshak Paşa, Topkapı Sarayı’nın giriş kapısından güneye doğru uzanan cadde üzerinde kendi adı ile anılan camisini yaptırmıştı. Caminin inşa kitabesi bugüne kadar ulaşmamış olsa da bir vakfiyede inşası ile ilgili 1486 tarihine tesadüf edilir. Cankurtaran semti yakınında bina olunan cami, tarih içinde büyük badireler atlatmış, 1912 yangınında da ciddi hasar görmüştü. 1951’de İstanbul’un 500. Fetih yıldönümünün yaklaştığı günlerde restore edildi.

Gedik Ahmet Paşa
İstanbul denilince akla gelen bir diğer paşa da Gedik Ahmet Paşa’dır. Fatih ve İkinci Bayezid devirlerinin en namlı vezirlerinden olan Gedik Ahmet Paşa’nın adı, Bayezid yakınında ayakkabıcı esnafı ile tanınan bir semtte yaşar. Paşa, devşirme kökenli olup muhtemelen Sırbistan’da doğmuştu. II. Murad zamanında saraya alınmış, bilhassa Fatih zamanında Karaman bölgesine yaptığı seferler sonrasında vezirliğe getirilmişti. Bu kıymetli devlet adamı, yine bir devşirme olan Mahmut Paşa’nın idamını takiben sadrazam oldu. Paşa, Fatih devrinde deniz ötesi seferlerde kazandığı başarılarla tanındı. Kırım’a yaptığı seferde Kefe’yi ele geçirerek Kırım hanı Mengli Giray’ı Cenevizliler’den kurtarmış ve böylelikle Kırım’ı Osmanlılara bağlamıştı. Fatih’in son demlerinde çıktığı Otranto seferinde de başarı kazanmıştı. Şehzadeler kavgası sırasında tarafsız kalma yolunu seçmiş ancak rakipleri tarafından İkinci Bayezid’e, Cem Sultan taraftarı olduğu söylenmişti. Bu iddianın da tesiriyle Sultan, en kıymetli komutanlarından olan bu değerli veziri 1482’de Edirne’de boğdurtmaktan çekinmeyecekti. Paşa, ülkenin farklı bölgelerinde pek çok hayır hizmeti gerçekleştirmişti. Bu anlamda bilhassa Afyon’da inşa ettirdiği Gedik Ahmet Paşa külliyesi ayrıca kayda değer. Paşa, buraya gelir getirmesi için Bayezid semti civarında bir çifte hamam yaptırmıştı. Hamamın bulunduğu semt, ilerleyen yıllarda paşanın lakabıyla anılacaktı. Yapı, bugün de turistik bir hamam olarak hizmet vermektedir. Hem erkekler bölümü hem de kadınlar kısmı faaldir. Hamam, geçtiğimiz yıl ciddi bir tadilat da yaşadı. Yapının üzeri özellikle yaz günleri oldukça yeşil bir görünüm alıyor. Hatta çevre esnaftan edindiğim bilgiye göre hamamın üst tarafında, kazan kısmının tepesinde bir de küçük bostan oluşturularak sebze yetiştiriliyor. Bölge, aynı zamanda ayakkabıcı esnafının da yoğunlaştığı bir çarşı alanı olarak biliniyor. Nitekim, paşanın, selefi olan Mahmut Paşa’nın yaptırttığı külliyenin çevresi de farklı esnaf topluluklarının faaliyet gösterdiği bir alan haline gelmişti.

Karamanî Mehmet Paşa
Fatih devri vezirleri daha ziyade devşirme kökenli olsalar da Fatih’in ilk sadrazamı Çandarlı Halil Paşa ve son sadrazamı Karamanî Mehmet Paşa Türk kökenliydi. Karamanî Mehmet Paşa ayrıca Hz. Mevlânâ’nın soyundan geliyordu. Babası Arif Çelebi, Konya dergâhı postnişini idi. Hz. Ebubekir (r.a) soyundan geldiği için “sıddıkî” diye de anılıyordu. Karamanî Mehmet Paşa, Osmanlı tarihindeki ulema kökenli vezirlerden biriydi. Önce sadrazam Mahmut Paşa’nın medresesine müderris, sonrasında bu paşanın tavsiyesiyle evvela nişancı, akabinde de Fatih tarafından vezir tayin olundu. Fatih’in yayınladığı kanun nizamnamelerinde de önemli roller oynayan Paşa, “kardeş katli yasasını padişaha ilham eden kişi olarak da bilinir. Padişahın ölümünden sonra yaşanan şehzadeler çatışmasında Cem’in tarafını tutmuş ve Bayezid’i destekleyen İstanbul muhafızı vezir İshak Paşa’nın da gayretleriyle yeniçeriler tarafından feci şekilde şehit edilmişti. Sonrasında cenazesi Kumkapı’da yaptırttığı ve bugün Kumkapı Nişancası olarak anılan semtte, camisinin yamacındaki türbesine gömüldü. Paşa aydın kimliği ile tanınırdı. Şeyh Vefa ile olan gönül bağı, meşhur âlim Alaaddin Ali Tusî’nin İstanbul’a gelerek görev almasında oynadığı rol, sadrazam Mahmut Paşa’ya olan muhabbeti, bu durumun ispatıydı. Mehmet Paşa’nın adını taşıyan Kumkapı’daki cami 1465’de inşa olunmuştu. Paşa aynı semti şenlendirmek amacıyla bir de çifte hamam yaptırmış, caminin bitişiğine bir medrese kurdurmuştu. “Nişani” mahlası ile şiirler yazan paşa, aynı zamanda Kanuni devri sadrazamlarından Lütfi Paşa gibi bir de Osmanlı tarihi kaleme almıştı.

Sinan Paşa
Karamanî Mehmet Paşa gibi ilmiye sınıfından gelerek sadarate yükselen bir diğer önemli vezir de Sinan Paşa idi. Kendisi İstanbul’un ilk kadısı olan değerli âlim Hızır Çelebi’nin oğlu ve anne tarafından da dönemin bir diğer âlimi Molla Yegân’ın torunuydu. Ayrıca baba tarafından Nasreddin Hoca’nın soyundan geliyordu. 1477’de Vezir-i Âzam olan Paşa, Sirkeci’nin arka tarafında yer alan Hoca Paşa semtine adını vermişti. Sinan Paşa alışılmışın tersine seyfiye, yani devlet adamı sınıfına geçtikten sonra da ders vermeye devam etmişti. Fatih’in de hocası olan Sinan Paşa Sultan’ın, görüşlerine sıklıkla başvurmak istemesinden dolayı vezirlik payesi ile onurlandırılmıştı. Bazı kaynaklara göre Gedik Ahmet Paşa’nın azli üzerine baş vezirliğe yükselmişse de bu mevkide çok uzun süre kalmamış ve nedeni bugün hâlâ meçhul olan bir meseleden dolayı padişah tarafından azledilerek hapsolunmuştu. Dönemin uleması, yaşanan gelişmeler üzerine Sultanı, kitaplarını yakarak şehri terk etmekle tehdit etmiş, bunun üzerine de Fatih, Sinan Paşa’yı hapisten çıkartarak Sivrihisar’a sürgün etmişti. İkinci Bayezid’in iktidarında ise affedilmiş ve Edirne’ye müderris tayin olunduğu gibi, vezirlik rütbesi de iade edilmişti. Paşa’nın adını taşıyan Sirkeci tarafındaki çifte hamam, Fatih’le aralarındaki muhabbetin had safhada olduğu günlerden kalmadır. Fatih’in hayır eserlerine gelir getirmesi için inşa ettirdiği hamam, Sinan Paşa’nın hem “Hoca” hem de “Paşa” olmasından dolayı taşıdığı unvan münasebetiyle Hocapaşa Hamamı olarak tanınmıştı. Hamam, semte de adını vermişti. Nitekim 1865’te İstanbul’a büyük zarar veren yangın da, tarihe Hocapaşa yangını olarak geçmişti. Muhtemelen bu yangında hamam da büyük zarar görmüştü. Yapı, günümüzde aslî amacının dışında kullanılan eserlerden biridir. Ancak muhit halen Hocapaşa olarak biliniyor.

Koca Davut Paşa
Her ne kadar Fatih’ten sonraki devirde sadarate gelmiş ve yine İkinci Bayezid devrinde bir semte adını veren külliyesini inşa ettirmiş olsa da, Koca Davud Paşa’yı da burada zikretmekte fayda var. Paşa, Fatih döneminde önce Anadolu, sonrasında Rumeli beylerbeyliği vazifelerinde bulunmuştu. İkinci Bayezid devrinde düzenlenen Arnavutluk seferinde pek çok ırkdaşını esir alarak devlete sadakatini göstermişti. 1483’te Vezir-i Âzamlığa yükseltilen paşa, on beş yıla yakın bir zaman bu görevi yerine getirdikten sonra 1497’de azledildi. Bir yıl sonra da inzivaya çekildiği Dimetoka’da öldü. Paşa’nın adı daha çok ordunun batıya doğru çıktığı seferlerde Kapıkulu askerlerinin toplandığı Merter yakınlarındaki Davud Paşa sahrası ile tanındı. Bu alan eski zamanlardan beri Davud Paşa’ya nispet ediliyor. Paşa’nın bu mevkide azametli bir sarayı bulunuyordu. Alan, sadece ordunun toplanma yeri değil aynı zamanda bir ok talim sahasıydı. Ayrıca burada cirit müsabakaları da yapılıyordu. 19. yüzyılda bu mevkide Sultan II. Mahmud’un emriyle Davud Paşa kışlası inşa olundu. Paşa, sarayını sultan İkinci Bayezid namına yaptırtmıştı. Sonraki yıllarda sarayın civarındaki alan, sefere çıkmayan padişahların orduyu uğurladığı ve karşıladığı yer olarak da tanınacaktı. Davud Paşa’nın sadaretinin ilk yıllarına denk düşen 1485 tarihli külliyesi ise onu İstanbul’un unutulmaz paşalarından birisi yapacaktı. Cerrah Paşa ve Koca Mustafa Paşa arasında uzanan ve cami, medrese, tabhane, mektep, türbe, çeşme gibi yapılardan oluşan bu külliye, İstanbul’un en tarihî semtlerinden birine de isim teşkil edecekti. Osmanlı’nın ilk rüşdiyesi 1847’de yine bu külliye bünyesinde açılacaktı. Söz konusu okul, bugün tarihî Davud Paşa Lisesi olarak hizmet veriyor.
Görüldüğü üzere Fatih, bir yandan kendi adını taşıyan külliye ve Eyüp Sultan Camii ile İstanbul’u bir Türk-İslam şehri haline getirirken, paşalarını da aynı yolu takip etmeye teşvik ediyordu. Söz konusu politika kendisinden sonra gelen padişahlarca da devam ettirilecekti. Takip edilen imar politikası, şehrin daha 15. yüzyılda dünyanın en mamur İslam şehirlerinden biri haline gelmesini de açıklar niteliktedir.