armi
Sun 10 January 2010, 07:47 am GMT +0200
Fakirliğin Faziletleri, Gerekleri, Fakirlerin Avam Ve Havassının Sıfatları, Bağışların Kabul Ve Reddediş Yolları Ve Selef´in Bu Konuda İzlediği Yollar Hakkındadır
Yüceler Yücesi Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Allah´ın nasip ettiği bu ganimet malları, hicret eden o fakirlere aittir ki, onlar Allah´ın lütfunu ve rızasını talep etmek, Allah´ın dinine ve Resulü´ne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edilmişlerdir". (Haşr/8) Yine O, fakir kulları hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşma imkanı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır". (Bakara/273)
Allah Teala, dostlarının fakirlik sıfatını; hicret ve adanmışlıkla övülmelerinin önüne geçirmiştir. O, sevdiklerini sevdiği sıfatlarla anar. Eğer fakirlik, O´nun için sıfatların en sevimlisi olmasaydı, sevdiklerini onunla tavsif etmez, o sıfatla şereflendirmezdi.
Allah Resulü (sav) de fakirliği emretmiş ve birçok hadisinde fakirliğin faziletlerini haber vermiştir. Bu hadislerin bir kısmını burada zikredeceğiz. İsmail b. Ayaş, Abdullah b. Dinar vasıtasıyla İbni Ömer´den (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Resulü (sav) ashabına insanların en hayırlısının kim olduğunu sordu. Sahabe, ´Maddi durumu iyi olup malı ve canından Allah´ın hakkı olanı verendir1 dediler. Allah Resulü (sav) ´Ne mutlu ona! Ama o değil´ buyurdu. Bunun üzerine, İnsanların en hayırlısı kimdir ey Allah Resulü?´ diye sordular. O şöyle buyurdu: Çabasını ortaya koyan fakirdir".
Fakirlikle ilgili Bilal (ra) hadisi de şöyledir: "Allah Resulü (sav) onu buyurdu ki: Allah ile fakir olarak karşılaş! O´nunla zengin olarak karşılaşma!" İbnü´l-A´rabî´den (ra) rivayet edilen hadis de şöyledir: "Allah Resulü (sav) ona şöyle buyurmuştur: Halinden memnun olan fakirden daha faziletli kimse yoktur!". Bir diğer hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala, çoluk çocuk sahibi, iffetli fakiri´sever" [68]
Konuyla ilgili en çok bilinen iki hadis de şunlardır: "Ümmetimin fakirleri, cennete zenginlerinden beşyüz yıl önce girerler" [69] Diğeri de şudur: "Allahım beni fakir olarak dirilt! Ümmetimi de fakir olarak dirilt ve beni fakirler zümresinde hasret" [70] Bu, Allah Resulü´nün (sav) fakirlere verdiği değerin büyüklüğünün ve onları yerleştirdiği mertebenin yüksekliğinin en açık delilidir. O, bu hadislerinde fakirliğin faziletini vurgulamakta ve ümmetini ona teşvik etmektedir. Yine O, başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Bu ümmetin en hayırlıları fakirleridir. Cennete en çabuk yerleşecek olanları da zayıflarıdır".
İsmail Peygamberle (as) ilgili olarak şöyle bir haber rivayet edilmiştir: Musa Peygamberin (as) haberini açıklama mahiyetindeki bu haber şöyledir: İsmail (as) Rabbi´ne şöyle dua etmiştir: Ey Rabbim! Seni nerede arayayım? Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurdu: Benim yüzümden kalbi kırılanların yanlarında! İsmail (as) ´Ey Rabbim! Onlar kimdir?´ deyince Allah Teala şöyle buyurdu: Samimi ve dürüst fakirlerdir!
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: İki şey dışında bütün ameller hazinelere atılmış durumdadır. O ikisi ise mühürlenmiş vaziyette bekletilirler. Onlar, ancak şehidlerin tabiatıyla tabi-atlananlara verilirler: Marifet ve onunla birlikte verilen fakirlik. O şöyle derdi: Bir fakirin gücünün yetmediği bir lezzet ve şehvet karşısında çektiği tek nefes, zengin birinin bütün ömrü boyunca yaptığı ibadetten daha faziletlidir.
Bişr b. el-Hars (ra) şöyle derdi: İbadetle meşgul olan bir zengin Çöplüğün üstündeki bostan gibidir. Fakirin ibadeti ise, güzel bir hanımın boğazmdaki mücevher gerdanlık gibidir. O şöyle derdi: İbadet zenginlere yakışmaz. Yine o şöyle demiştir: Takva, ancak fakirlikte güzel yapılabilir. Adamın biri kendisine şöyle demişti: Ey Ebu Nasr! Benim için Allah Teala´ya dua ediver, fakirlik bana da aileme de zarar vermeye başladı. Bunun üzerine Bişr (ra) şöyle dedi: Ailen, ´Evimizde un da, ekmek de kalmadı´ deyince Allah Teala´ya dua et. O anda edeceğin dua, benim duamdan daha üstündür.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala´yı hakkıyla bilen marifet erbabı, bu ilmi (=marifet) kimden alacaktır? Çoğu, bu ilmin zenginlerden öğrenilmesini mekruh görmüş ve onun zenginlere yakışmadığını ileri sürmüşlerdir. Fakirlerden biri şöyle demiştir: Marifet ilmi, Allah Teala tarafından dünyaya karşılık olarak fakirlere nasip edilmiştir. O ilim, ancak fakirlere zahir olur ve ancak onlarda bulunur. Allah Teala bu ilim ile onları dünyada rahatlatmış ve dünya hayatında O´nun rızası için terkettiklerine karşılık bir bedel olarak bahsetmiştir. Yarın ahirette de onlar için saklanan göz aydınlığını hiç bir nefis bilmez.
"Öyle ki melekler her kapıdan yanlarına girip; ´Sabretmenize karşılık selam size! Dünya yurdunun ne güzel akıbetidir bu!´ diyecekler" (Ra´d/23) buyruğunun tefsiri, dünya hayatında çekilen fakirlik şeklinde yapılmıştır. [71]
Fakirliğ İn Gerekler İ
Fakirlik ehline göre fakirlik halinin gereklerinin başında; hayati ihtiyaç varolmadıkça istemekten kaçınarak fakirliğe karşı sabır ve tahammülde bulunmak gelir. İnsanlara isteyen gözlerle bakmaktan uzak durmak gerekir. İhtiyaç halinde dahi ilmin kendisine yasakladığı bir şeyi almamak gerekir. İlahi hükümlerle çizilmiş sınırlardan hiçbirini çiğnememesi gerekir.
İhtiyaç halinde bir şey istemek durumunda kaldığı zaman, kanaatkârlıktan ayrılmamalıdır. İhtiyacından fazlasının verilmesi halinde biriktirme cihetine gitmemelidir. Bir daha istememek için elinde tutmasında bir mahzur yoktur. İsterken de seçici davranmalı ve takva ehlinden vazgeçmemelidir. Kimden isteyebileceğini iyi araştırmalıdır. Çünkü bu noktada vera´ sahibi olması gerekmektedir. Helal haram ayırmaksızın yiyen ve işinde haramdan sakınmayan kimselerden hiç bir talepte bulunmamalıdır. İhtiyaç sahibi ve aç bir kulun, soyunu devam ettirmesi ve nefsini teskin etmesi için evlendirilmesi de din kardeşleri üzerine düşen bir mesuliyettir. Yokluk ve çıplaklık halindeki bir kulun, barındırılması ve giydirilmesi de müslümanlara düşen bir görevdir. Bu, üzerlerine yazılı bir farzdır. Bir kısmının yapması, bu farziyeti diğerlerinden düşürür. Bu şartlardaki bir kul, istediği zaman bundan dolayı hiç bir günaha maruz kalmaz.
Denilir ki: İnsanlara el açmanın kefareti, el açanın bu davranı-şmdaki dürüstlüğü ve samimiyetidir. Fakir, ihtiyacını aldıktan sonra bir daha istememelidir. Aklının karışması ve kalbinin değişik mecralara kayması sebebiyle fakirliğin gereklerini yerine getirme hususunda kusurlu davranabilir. Her halükârda ihtiyacını giderdiği anda el açmaya son vermeli, varlık kazanmak için doygunluğundan ötesini biriktirmeye meyletmemelidir. El açmayı alışkanlık, meslek ve sanat haline getirmemelidir.
El açma halinden kurtulma, kendisi için olabilecek en güzel ve en üstün hal olmalıdır. Peygamberler arasında da dilenenler olmuştur. Bu üç peygamber, krallığının alındığı kırk gün zarfında dilenmek zorunda kalan Süleyman (as) ile, gittikleri belde halkından yiyecek istemek zorunda kalan Musa (as) ve Hızır (as) peygamberlerdir.
Allah Resulü´nün (sav) el açma hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "At sırtında dahi gelmiş olsun, el açıp isteyenin (üzerinizde belli) bir hakkı vardır".[72] Bir diğer hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kavrulmuş bir hayvan tırnağıyla dahi olsun el açanı boş çevirmeyin"[73]
Eğer insanlara el açıp istemek günah ve azgınlık olsaydı, onlara vermek bu kadar teşvik edilmezdi. Onlara yardımda bulunan kimse, kötülük ve azgınlıkta yardımlaşmış olurdu. Halbuki fakirlere yardım etmek, iyilik ve takvadan sayılmıştır. Çünkü bu, insanın iyilik ve takvasının en açık delillerinden biridir. İslam´ın doğurduğu haklardan biri de, yardımlaşmadır. Ayrıca din kardeşlerinin sıkıntılarını gidermek, iyilik ve ihsan babında değerlendirilmiştir.
Ömer (ra) akşam ezanından sonra dilenen birini işitmişti. Hizmetçisine ´Ey Yerfa, şu adamı doyur demişti. Adamın doyrulmasmdan sonra tekrar dilendiğini işitince hizmetçisine, ´Sana şu adamı doyur demedim mi?´ diye çıkıştı. Hizmetçi, adamı doyurduğunu söyleyince, Ömer (ra) dilenciye bakmış ve elinin altında ekmekle dolu bir çuval görmüştü. Bunun üzerine öfkelenerek, ´Sen ihtiyacından dolayı dilenen biri değil tüccarsın!´ dedi ve adamın çuvalını çekip içindekileri sadaka develerinin önüne boşalttı. Ardından da eline sopayı alarak adamı dövdü. Bir yandan da, ´Sen dilenci değil tüccarsın!´ diyordu.
Ali´nin (kv) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Teala´nın insanlarla ilgili olarak takdir ettiği fakirliğin bir ödül, bir de ceza halleri vardır. Kulun yaşadığı fakirliğin kendisi için ödül oluşunun alameti; ahlakının güzelliği, fakirliğine rağmen Rabbine kulluğu, halinden yakınmaması ve fakirliğinden dolayı Rabbine şükretme-sidir. Fakirliğin ceza oluşunun alameti ise; ahlakının bozulması, fakirlik sebebiyle Rabbine isyan etmesi, sürekli yakınması ve sürekli kadere karşı öfkeli olmasıdır. İşin hakikati de gerçekten onun ifade ettiği gibidir.
Allah Resulü (sav), fakirliğin ´ceza´ olarak görülebilecek bu ikinci halinden Rabbine sığınmıştır. Bu, ´nefsin fakirliği´dir. Malda fakirlik, insanlara muhtaç olma sonucunu doğurur. Eşyaya karşı fakirlik hissine kapılmak ise, haldeki samimiyetsizliğin ifadesidir. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: İnsanlara el açmak, çirkin fiillerdendir. Çirkin fiiller arasında da ondan başka helal görülen yoktur.
Allah Resulü (sav) İslam üzere biat aldığı bir topluluğa, işitme ve itaat etmeyi şart koştuktan sonra hafif bir sesle şöyle buyurmuştu: İnsanlardan hiç bir şey dilenmeyin! Allah Resulü (sav) daima iffetli olmayı ve insanlara el açmaktan uzak durmayı emrederdi. O, bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Bizden isteyene veririz. İstemeyeni de Allah muhtaç etmesin" [74] Yine O şöyle buyurmuştur: "Bizden istemeyen, bize daha sevimli gelir" [75] Dilenmemeyi teşvik eden hadislerden biri de şu hadistir: "İnsanlara muhtaç olmayın! El açma ve isteme azaldıkça bu daha hayırlıdır. Bunun üzerine, Teki ya size de mi ey Allah Resulü?´ denildi. ´Evet, bana da´ buyurdu".
Dilenme ve el açma halinden kurtulmak çok iyi bir durum olmasaydı, Allah Resulü (sav) bunun için dua etmezdi. Konuyla ilgili bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Muhtaç olmamasına rağmen dilenen, cehennem korlarını çoğaltandır. İhtiyacı kadar olduğu halde isteyen ise kıyamet günü yüzü kemikten ibaret olarak gelecek ve yüzünde et bulunmayacaktır"[76]Bir diğer hadiste de şu ifade yeralmaktadır: "Dilenciliği, yüzünü ısırıp ısırıp kopartacaktır". Bir başka hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Allah Teala´nın zenginliğiyle muhtariyetten kurtulun! ´Allah´ın zenginliği nedir?´ diye soruldu. Allah Resulü (sav) de, ya öğle veya akşam yemeğidir, buyurdu".
Konuyla ilgili bir rivayette ise böyle denilmektedir: Elli dirhemi veya muadili altını bulunmasına rağmen dilenen kimse, ihtiyacı olmadığı halde ısrarla dilenen hükmündedir. Kendinde bu miktar dünyalık bulunan kimse, fakirlik dairesinden çıkmaz. Ancak buna rağmen dilenmesi, fakirlerin avamı kapsamından çıkarılmasına yol açar.
Tam acıkmadan önce, doyduktan sonra, biriktirmek için ve günlük yemeği bulunduğu halde dilenen kimse de bu davranışı sebebiyle fakirlerin havassı zümresinden çıkartılır. Süfyan-ı Sevri´ye (ra) amellerin en faziletlisi sorulmuştu. Cevaben ´Sıkıntı ve darlık anında iyi görünebihnek´ dedi.
Fakir, verdiği bağıştan dolayı hiç bir zengini aklamamalı, vermediği için de kınayıp yargılamamalıdır. Dünya ehlini, sahip oldukları dünyalıklar sebebiyle yüceltip lüzumundan fazla değer vermemelidir. İbnü´l-Mübarek (ra) bu manada şöyle demiştir: Fakirin tevazusu, zenginlere karşı kibirlenmektir.
Ali´nin de (kv) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Zenginin Allah katındaki ödülleri arzu ederek fakir karşısında tevazu göstermesi ne kadar da güzeldir! Bundan da güzeli, fakirin Allah Teala´ya olan güveninden hareket ederek zengine karşı büyüklenebilmesidir.
Fakirliğin gereklerinden biri de, bağışların kesilmemesi veya bir menfaat temin edilmesi maksadıyla haksızlık karşısında susmaması, arzularının emriyle konuşmamasıdır. Bu, din için bir tehlike, müslümanlar için de yanıltmadır. [77]
Fakirliğin faziletlerinden ilki, kırk günden daha uzun bir süre için birikimde bulunmamaktır. Birikim sahibi bir fakirin kırk dirhemden fazla parası olamaz. Bu sınırlamada esas alman kıstas Allah Teala´nın şu buyruğudur: "Ve bir vakit Musa´ya kırk gecelik bir süre ayırmıştık". (Bakara/51) Allah Teala bu ayetinde, Musa peygamberin (as) görüşme yönündeki emeli için kırk gecelik bir sınır koymuştur. Birikim de, bir tür geleceğe dönük emel sahibi olma halidir. Fakirin kırk günlük hayatı emel etmesi, bu süre için birikimde bulunmasını caiz kılmaktadır.
Emeli kısa tutmak ise, bir günlük azıkla yetinmektir. Bu durumda birikimi, bir gün ve bir gece yetecek kadar olacaktır. Emeli kısa tutmanın tezahürlerinden biri de, birikim yapmamaktır.
Fakirin zenginlik sınırı kırk dirhem yani 128 gram gümüş veya muadilidir. Bu, fakirlerin avamı için geçerlidir. Havası içinse, zenginlik günlük bir öğüne sahip olmaktır. Çünkü onların emelleri çok daha kısadır. Zenginliğin bu türünü yukarıdaki hadislerden birinde görmüştük. Orada Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktaydı: Zenginlik, Allah´ın zenginliği yani günlük bir öğün yiyeceğe sahip olmaktır.
Fakirliğin bir diğer fazileti, yarının rızkı için tasalanmamaktır. Allah Teala da kuldan ertesi günün amellerini talep etmemektedir. Fakirin rızıkla ilgili tasasının bulunmayış sebebi şudur: Rızık bilinen ve kısmetlere taksim edilmiş bir paydır. Vekil Teala, her şeyi iyi hesaplayan ve idare edendir. Kulu fakirliğe rıza gösterir, O da kuluna şükranda bulunur. Fakir, Allah Teala´nın nimetinin büyüklüğünden dolayı haline gıpta eder. Fakirliğin kendinden çekilip alınması endişesinden asla kurtulamaz. Bu korku, zenginin servetinin alınmasından duyduğu korkudan daha büyük bir korkudur. Çünkü fakir, halinden çok memnundur.
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: Ey fakirler zümresi, kalplerinizin rızasını verin de fakirliğinizin sevabını kazanın. Aksi halde hiç bir şey alamazsınız!".
Abdurrahman b. Sabit, Ali (kv) vasıtasıyla Allah Resulü´nden (sav) uzun bir hadis rivayet etmiştir. Bu hadisin bir kısmında da O´nun şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "Kulların Allah Teala´ya en sevimli geleni, kendisine verilen rızık ile kanaatkar ve O´ndan memnun olan fakir kuldur".
Fakir, rahatlık halinde tasalanman, musibet ve darlık halinde mutlu olmalıdır. Diğer yoksulları sevmeli, onları ehli dünyaya tercih etmeli, zenginlere acımalı ve onları zenginlikleri sebebiyle kı-namamalıdır. Fakirleri daima tercih etmeli, onları kendine yaklaştırmalı, ahlakını düzeltmeye, sabrını paylaşmaya, iffet perdesiyle yoksulluğunu Örtmeye çalışmalıdır. Zengin görünüp yoksulluğunu ifşa etmemelidir.
Allah Teala´nın kudsi bir rivayette şöyle buyurduğu haber verilmiştir: Fakirliğin size doğru geldiğini gördüğünüzde, ´Merhaba! Sa-lihlerin simgesi!´ deyin. Zenginliğin geldiğini gördüğünüzde ise, ´Ey cezası öne alınmış günah!´ deyin.
Rivayete göre Musa (as) Rabbine şöyle niyaz etmişti: Ey Allahım! Yarattıkların içinde Senin için sevebileceğim dostların kimleredir? Allah Teala da şöyle buyurmuştu: Bütün fakirler, fakirler! Buradaki tekrar, iki anlama gelmektedir. İlki, fakirliği kesin olanlar, diğeri ise ihtiyaç ve zaruret halleri had safhada olanlardır. Rivayete göre İsa (as) da şöyle demiştir: Ben, fakirliği çok sever, zenginliğe ise buğzederim. Ona, hangi isminin daha sevimli geldiği sorulduğunda ´Miskin=Fakir´ ismi olduğunu söylemiştir.
Allah Resulü de (sav) Rabbinden öğrendiği bir dua ile şu şekilde niyazda bulunmuştur: "Sen´den güzellikler, hayırlı işler yapma fırsatı ve fakirleri sevme fazileti niyaz ederim".
Fakirin zengine üstünlüğü noktasında dikkate alınacak bir husus da şudur: Yaratılmışların en üstünü Allah Resulü´dür. O´nun yoluna katılan, yakınlaşan ve benzemeye çalışan da elbette üstün olacaktır. Çünkü O, misal alınmaya en layık olandır. Bir diğeri de fakirlerdir. Zira Allah Teala onları vasfederken şöyle buyurmaktadır: "Ey Resulüm! Binek temin etmen için sana geldiklerinde, ´Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum´ deyince, harcayacak para bulamamaları sebebiyle gözyaşı döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru değildir". (Tevbe/92)
Ayet yokluk bakımından onları Allah Resulü´yle benzer kılmaktadır. Elbette burada Allah Resulü´nün (sav) sergilediği hal, en mkemmeli idi. Fakirlerin halinin bu şekilde vasfedilmesi, onların da diğerlerinden üstün olduklarını göstermektedir. Bu ayetin devamında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ayıplamak gerekirse, zengin ve varlıklı olmalarına rağmen savaşa katılmamak için bahaneler ileri sürenler ayıplanmalıdır". (Tevbe/93)
Allah Teala başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Hayır! Rabbinin bunca nimetlerine rağmen kafir insan kendisini kimseye muhtaç değilmiş zannedip azar". (Alak/6) Bu ayette zenginler, ´azmak´ kelimesiyle nitelenmekte ve haklarında kesin bir delil konulmaktadır. Fakirlerin sıfatlarını anlatırken ise, ´Cahiller onları zengin sanırlar buyrulmaktadır.
Zenginlik tercih edilmeyen konumunda olmasaydı, ayette geçen kimselerin eksiklik yönündeki sıfatlarına nisbet edilmezdi. Zenginlik, dünyü kapılarından biridir, Kınanmış olan övünç ve kibirin kaynağı da odur. Fakirlik ise ahiret kapılarından biridir. O, övülmüş sıfatlar olan zühd ve tevazünün da temelidir.
Marifet ehline göre zenginlik, hakkında tartışma yapılmaması gereken sıfatlardan biri olup onunla sınanan kimseler için de hoş olmayan bir durumdur. Zenginlik, kibir, övülmeyi sevmek, her yerde anılmayı istemek gibi yerilmiş sıfatlardandır. Bunlardan her hangi birinden hoşlanan ve sahip olmak isteyen kimse Allah Teala ile rekabete girmiş olur. Çünkü bunlar yalnız O´nun hakkı olan sıfatlardır. Fakirler, bu sıfatları asıl sahibi olan Allah Teala´ya irca ederler. Çünkü bunlar Rububiyet sıfatlarıdır. Bunu, korku ve sevgi saikiyle yaparlar.
Fakirlik, aynı zamanda kulluk sıfatlarından biri olup rica, korku, tevazu zilletten pek farklı değildir. Bunlardan hoşlanan ve bu sıfatlan kazanmaya çalışanlar ise, kulluk (ubûdiyet) sıfatının hakikatine erenlerdir. Allah Teala da kulunun bu sıfatların hakikat-larına ermelerinden hoşlanır. Çünkü o, netice itibarıyla zelil bir kuldur. İlahi sıfatları noktasında Zatı ile rekabete girmesini ise asla istemez. Çünkü O, çok Yüce ve herşeyin Meliki´dir. Zenginlik sevgisi, ebediyet arzusunu gösterir.
Seni (ra) şöyle derdi: Zenginlik sevgisi, Rububiyet´te şirk koşmadır. Çünkü ebedilik (bekâ), el-Bâki olan Allah Teala´nın sıfatlarından biridir. Zenginliği fakirlikten üstün tutan kimse, zenginliği sever. Bunun tezahürü de, zenginlere duyulan sevgidir. Çünkü bir sıfatı sevmek, o sıfat ile vasfedileni sevmenin delilidir. Bir şeyi sevmek, aynı zamanda onun zıddını sevmemeyi gerektirir. Buna göre fakirleri sevmeyen biri, -zenginliği sevdiği için- fakirlikten hoşlanmayacaktır. Böyle biri arzuyu zühde, çokluğu azlığa, ululuğu zillet ve tevazuya tercih eder. Böyle bir yaklaşımda, dünyanın ahirete yeğlenmesi ve fakirliğin özendirilmesi yönünde Allah Resulü (sav), Sahabe ve Tabiun´dan gelen bütün bilgilerin yerle bir edilmesi söz-konusudur.
Denildi ki: Selef-i Salih devrinde fakirlik, müminlerin şerefi sayılırdı. Onların gözünde fakir müminler, günümüzdeki (Hicri IV. asır) eşraf gibi görülürlerdi. Allah Teala´yı hakkıyla bilen alimlere göre de, bu sözde hiç bir yanlışlık veya eksiklik sözkonusu değildir.
Fakirler, kendi aralarında üç dereceye ayrılırlar:
1. Zengin fakirler; bunlar, ancak ihtiyaç halinde el açan, kendi kendilerine yeten ve zor kafi gelene kanaat eden kimselerdir. Onlar, zenginlerin temizleridir. Allah katında kendileri için ziyade sevap olacaktır. Yüce Allah, zenginlerin mallarında onlar için belirli bir pay bulunduğunu haber vermiştir. Çünkü aralarında; tamamen mahrum olanlar, zaruret halinde isteyenler, kanaatkarlar ve istemeden alanlar vardır.
2. Fakir fakirler; bunlar, fakirlik halinin özüne vakıf olmuş, kendileri için hâl olarak fakirliği seçmiş, iffet ve namus ehlinin faziletine dair sahip oldukları bilginin derinliği sebebiyle fakirliği zenginliğe tercih etmiş kimselerdir. El açarak kendilerini çiğnetmez ve konuşmalara konu olmazlar. Rablerinden gelen az bir rızka rıza gösterirler. Gördüğünüzde simalarından tanırsınız. Cahil biri, hiç el açmadıkları ve serzenişte bulunmadıkları için onları zengin sanır.
Bunlar arasında; dünya için çalışmaktan kurtarılmış mahrumlar, sebep ve vasıtalara sarılmaktan muaf tutulmuşlar, mihnet ve zillet olmaksızın kendilerine ulaştırılan ile kanaat edenler ve ancak zaruret halinde isteyenler bulunur. Onlar, bulundukları hali takdir etmesinden dolayı Allah Teala´dan razıdırlar. Bunlar hakkında şöyle denilmiştir: Kendisine dünyalık namına her hangi bir şey verilen kimseye şu üç hususun hepsi verilmiş demektir: Meşguliyet, vehim ve uzun hesap.
3. Fakir zenginler; bunlar cömertlik ve ikramseverlikle tanınmış kimselerdir. Bağış ve infak erbabı olarak tanınmışlardır. Onlar devamlı alır verirler. Biriktirmeyi sevmezler. Servet yapmak gayesini gütmezler. Menedilmeleri halinde şükrederler. Çünkü Mene-den´in (=el-Mâni´), aynı zamanda Veren (=el-Mu´tî) olduğunu bilirler. O´nun menetmesi de, bir anlamda vermesidir. Darlığa düştük-lerinderızkında Geniş Olan´a (=el-Vâsi´) hamdederler. Çünkü O, her zaman Övülen (el-Mahmûd)´dur. O´nun verdiği darlık, bolluktur.
Bu zümreye dahil olanlar, kendilerine verilenleri derhal infak edip dağıtırlar. Dünya hakkında tam bir zühde sahiptirler. Zira ya-kini bir imana sahiptirler´ Zenginlik olarak sahip oldukları yakini iman kendilerine yeter.
İbrahim b. Edhem (ra), Horasan´dan ziyaretine gelen Şakik b. Edhem´e (ra) şöyle demişti: Fakir arkadaşların nasıllar? ´Kendilerine verildiğinde şükrediyor, başkalarını kendilerine tercih ediyorlar! Bunun üzerine onun başını öptü ve şöyle dedi: Doğru söylediniz üstad.
Bişr b. el-Hars (ra) şöyle demiştir: Fakirler üç kısma ayrılır: . El açmayan ve verildiğinde almayan fakir; bu fakir, İlliyyun´da ruhanilerle beraber olacaktır. 2. El açmayan, ama verildiğinde alan fakir; bu, Kudüs avlusunda mukarrebun ile beraber olacaktır.
3. ihtiyaç halinde isteyen fakir; bu da sâdıklarla berebar olacaktır. Halindeki dürüstlük, el açmasına kefaret olur.
Bir keresinde İbrahim b. Edhem´e altmış bin dirhem takdim edilmişti. Borç içindeydi ve görmesi gereken bir çok ihtiyacı vardı. Buna rağmen parayı geri çevirdi. Davranışı sebebiyle kınanınca şöyle dedi: Altmış bin dirhem yüzünden ismimin ´fakirler diva-nı´ndan silinmesini istemedim.
Aişe validemizin (ra) yüzbin dirhem borcu vardı ve gömleği de yamalıydı. Hizmetçisi, ´Bir dirhem verseniz de et alsam, yemek ye-seniz´ deyince ona şöyle cevap verdi: Bana hatırlatsaydm yapardım. Allah Resulü (sav) bana şöyla vasiyet etmişti: "Bana kavuşmak istersen, fakirler gibi yaşa! Zenginlerle oturmaktan sakın! Yır-tılıncaya kadar elbiseni değiştirme [78]
Allah Resulü´nün (sav), fakirlere "Bu, Allah´ın lütfudur, onu dilediğine verir" buyruğunun manası, yanlışlıkla zenginlerin üstünlüğüne delilmiş gibi kullanılmak istenmiştir. Bu buyruk, zenginlerin fakirlerden üstün görülmesine delalet etmez. Ancak böyle bir vehme kapılmak mümkündür. Halbuki bu, Allah Resulü´nün buyruğunun ilk kısmından çıkarılan manadır.
İlk kısımda, hiç kimsenin sizi geçmemesi, hiç kimsenin de size yetişmemesi teşvik edilmektedir. Denildi ki: Zenginler bunu duyduklarında yukarıda ifade edilen şekilde konuştular. Fakirlerin kalpleri ise türlü duygularla doldu. Bunun üzerine Allah Resulü´ne (sav) giderek durumu ona sordular. O da şöyle buyurdu: İşin aslı size söylediğim gibidir. Yani sizi kimse geçmesin. [79] Bu buyruk, sözün ilk kısmı için sübut bulduğunda Allah Resulü (sav) o noktada masum olmaktadır. Eğer öyle olmasaydı, sözün ilk kısmı, son kısmıyla çelişirdi. Bu da caiz değildir.
Hadis, tevil edildiği gibi zahirine yorulursa mana şöyle olmaktadır: Zenginlik, Allah Teala´nm dünyadaki bir lütfudur ve zenginlerin ahirette bu lütuf sebebiyle her hangi bir üstünlükleri olamaz. Ancak ilk kısım, onların faziletine işaret etmekte ve onlar için de uygun olmaktadır.
Allah Teala verdiği zenginlikle onlara dünyada bir üstünlük bahsetmiştir. Ama onlara verilen bu fazlalık, fakirlerden daha üstün bir makama yerleştirilmelerini gerektirmez. Çünkü fakirlerin makam ve hal bakımından zenginlerden üstün oldukları, fakirlik vasfı ile teyid edilmiştir. Bu zikir ve teşbih bulunmaksızın dahi fakirlerin yaşadıkları sabır hali, diğerlerine bahşedilen lütfa rağmen fakirlerin ağır basışının delili mahiyetindedir.
Sonuç itibarıyla Allah Teala´nm zenginleri muhatap alan bu buyruğu, O´nun zenginleri size üstün tutuşunun ve rahmetinin bir ifadesidir. Onlar, sırf bu maddi güçleri sebebiyle üstün görülmüşlerdir. Ayrıca zenginler için zenginliğin de, Allah Teala´ya götüren yollardan biri olduğunu inkar etmemiz mümkün değildir. Fakat bize göre, fakirlerin izledikleri yol, zenginlerin yolundan daha faziletlidir. Çünkü o, misal alınmaya en çok değen yoldur. Bu misal alınma ve benzeme hali, peygamberlerle olan benzerlik bakımındandır.
"Ne diriler, ne de ölüler denk olurlar" (Fatır/22) ayetinin tefsi-riyle ilgili olarak Hasan el-Basri´nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Burada kasdedilen iki zümre zenginlerle fakirlerdir. Ha-san´a göre, fakirler Rableri sayesinde diri olanlar, zenginler de dünyaya sarılmaları sebebiyle ölü olanlardır.
Süfyan-ı Sevri (ra) ise şöyle demiştir: Fakirir zenginlerle içli dışlı olduğunu gördüğünüzde onun riyakâr olduğunu bilin. Sultanla içli dışlı olduğunu gördüğünüzde ise hırsız olduğunu bilin. Ariflerden bir zat ise şöyle demiştir: Fakir, zengin birine meyletmeye başladığı zaman bağı gevşer. Zenginlere tamah ettiğinde, masumiyeti kopar. Onlarla sükunet bulmaya başladığında ise yoldan çıkar. Yukarıda rivayet edilen bütün hadis ve sözlerden sonra, zenginliği fakirlikten üstün görmeye devam eden kimse, en iyi şartlarda sünnetleri bilmeyen cahil biridir. O, cehaleti sebebiyle arzu ve düşüncelerini, hadis ve Sahabe sözlerine tercih ederek böyle bir kanaate sahip olmaktadır. Her hangi bir konuda hadis veya Sahabe sözü bulunduğu zaman, orada görüşe yer yoktur. Onu bilmesine rağmen muhalefet etmek, inad ve karşı çıkıştan ibarettir. Cehalet ve arzulardan Allah Teala´ya sığınır ve O´ndan ilim ve takvaya muvaffak kılmasını niyaz ederiz. [80]
Yüceler Yücesi Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Allah´ın nasip ettiği bu ganimet malları, hicret eden o fakirlere aittir ki, onlar Allah´ın lütfunu ve rızasını talep etmek, Allah´ın dinine ve Resulü´ne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edilmişlerdir". (Haşr/8) Yine O, fakir kulları hakkında şöyle buyurmuştur: "Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar yeryüzünde dolaşma imkanı bulamazlar. Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır". (Bakara/273)
Allah Teala, dostlarının fakirlik sıfatını; hicret ve adanmışlıkla övülmelerinin önüne geçirmiştir. O, sevdiklerini sevdiği sıfatlarla anar. Eğer fakirlik, O´nun için sıfatların en sevimlisi olmasaydı, sevdiklerini onunla tavsif etmez, o sıfatla şereflendirmezdi.
Allah Resulü (sav) de fakirliği emretmiş ve birçok hadisinde fakirliğin faziletlerini haber vermiştir. Bu hadislerin bir kısmını burada zikredeceğiz. İsmail b. Ayaş, Abdullah b. Dinar vasıtasıyla İbni Ömer´den (ra) şu hadisi rivayet etmiştir: "Allah Resulü (sav) ashabına insanların en hayırlısının kim olduğunu sordu. Sahabe, ´Maddi durumu iyi olup malı ve canından Allah´ın hakkı olanı verendir1 dediler. Allah Resulü (sav) ´Ne mutlu ona! Ama o değil´ buyurdu. Bunun üzerine, İnsanların en hayırlısı kimdir ey Allah Resulü?´ diye sordular. O şöyle buyurdu: Çabasını ortaya koyan fakirdir".
Fakirlikle ilgili Bilal (ra) hadisi de şöyledir: "Allah Resulü (sav) onu buyurdu ki: Allah ile fakir olarak karşılaş! O´nunla zengin olarak karşılaşma!" İbnü´l-A´rabî´den (ra) rivayet edilen hadis de şöyledir: "Allah Resulü (sav) ona şöyle buyurmuştur: Halinden memnun olan fakirden daha faziletli kimse yoktur!". Bir diğer hadiste de Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Allah Teala, çoluk çocuk sahibi, iffetli fakiri´sever" [68]
Konuyla ilgili en çok bilinen iki hadis de şunlardır: "Ümmetimin fakirleri, cennete zenginlerinden beşyüz yıl önce girerler" [69] Diğeri de şudur: "Allahım beni fakir olarak dirilt! Ümmetimi de fakir olarak dirilt ve beni fakirler zümresinde hasret" [70] Bu, Allah Resulü´nün (sav) fakirlere verdiği değerin büyüklüğünün ve onları yerleştirdiği mertebenin yüksekliğinin en açık delilidir. O, bu hadislerinde fakirliğin faziletini vurgulamakta ve ümmetini ona teşvik etmektedir. Yine O, başka bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Bu ümmetin en hayırlıları fakirleridir. Cennete en çabuk yerleşecek olanları da zayıflarıdır".
İsmail Peygamberle (as) ilgili olarak şöyle bir haber rivayet edilmiştir: Musa Peygamberin (as) haberini açıklama mahiyetindeki bu haber şöyledir: İsmail (as) Rabbi´ne şöyle dua etmiştir: Ey Rabbim! Seni nerede arayayım? Bunun üzerine Allah Teala şöyle buyurdu: Benim yüzümden kalbi kırılanların yanlarında! İsmail (as) ´Ey Rabbim! Onlar kimdir?´ deyince Allah Teala şöyle buyurdu: Samimi ve dürüst fakirlerdir!
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: İki şey dışında bütün ameller hazinelere atılmış durumdadır. O ikisi ise mühürlenmiş vaziyette bekletilirler. Onlar, ancak şehidlerin tabiatıyla tabi-atlananlara verilirler: Marifet ve onunla birlikte verilen fakirlik. O şöyle derdi: Bir fakirin gücünün yetmediği bir lezzet ve şehvet karşısında çektiği tek nefes, zengin birinin bütün ömrü boyunca yaptığı ibadetten daha faziletlidir.
Bişr b. el-Hars (ra) şöyle derdi: İbadetle meşgul olan bir zengin Çöplüğün üstündeki bostan gibidir. Fakirin ibadeti ise, güzel bir hanımın boğazmdaki mücevher gerdanlık gibidir. O şöyle derdi: İbadet zenginlere yakışmaz. Yine o şöyle demiştir: Takva, ancak fakirlikte güzel yapılabilir. Adamın biri kendisine şöyle demişti: Ey Ebu Nasr! Benim için Allah Teala´ya dua ediver, fakirlik bana da aileme de zarar vermeye başladı. Bunun üzerine Bişr (ra) şöyle dedi: Ailen, ´Evimizde un da, ekmek de kalmadı´ deyince Allah Teala´ya dua et. O anda edeceğin dua, benim duamdan daha üstündür.
Selef-i Salih´ten bir zat şöyle demiştir: Allah Teala´yı hakkıyla bilen marifet erbabı, bu ilmi (=marifet) kimden alacaktır? Çoğu, bu ilmin zenginlerden öğrenilmesini mekruh görmüş ve onun zenginlere yakışmadığını ileri sürmüşlerdir. Fakirlerden biri şöyle demiştir: Marifet ilmi, Allah Teala tarafından dünyaya karşılık olarak fakirlere nasip edilmiştir. O ilim, ancak fakirlere zahir olur ve ancak onlarda bulunur. Allah Teala bu ilim ile onları dünyada rahatlatmış ve dünya hayatında O´nun rızası için terkettiklerine karşılık bir bedel olarak bahsetmiştir. Yarın ahirette de onlar için saklanan göz aydınlığını hiç bir nefis bilmez.
"Öyle ki melekler her kapıdan yanlarına girip; ´Sabretmenize karşılık selam size! Dünya yurdunun ne güzel akıbetidir bu!´ diyecekler" (Ra´d/23) buyruğunun tefsiri, dünya hayatında çekilen fakirlik şeklinde yapılmıştır. [71]
Fakirliğ İn Gerekler İ
Fakirlik ehline göre fakirlik halinin gereklerinin başında; hayati ihtiyaç varolmadıkça istemekten kaçınarak fakirliğe karşı sabır ve tahammülde bulunmak gelir. İnsanlara isteyen gözlerle bakmaktan uzak durmak gerekir. İhtiyaç halinde dahi ilmin kendisine yasakladığı bir şeyi almamak gerekir. İlahi hükümlerle çizilmiş sınırlardan hiçbirini çiğnememesi gerekir.
İhtiyaç halinde bir şey istemek durumunda kaldığı zaman, kanaatkârlıktan ayrılmamalıdır. İhtiyacından fazlasının verilmesi halinde biriktirme cihetine gitmemelidir. Bir daha istememek için elinde tutmasında bir mahzur yoktur. İsterken de seçici davranmalı ve takva ehlinden vazgeçmemelidir. Kimden isteyebileceğini iyi araştırmalıdır. Çünkü bu noktada vera´ sahibi olması gerekmektedir. Helal haram ayırmaksızın yiyen ve işinde haramdan sakınmayan kimselerden hiç bir talepte bulunmamalıdır. İhtiyaç sahibi ve aç bir kulun, soyunu devam ettirmesi ve nefsini teskin etmesi için evlendirilmesi de din kardeşleri üzerine düşen bir mesuliyettir. Yokluk ve çıplaklık halindeki bir kulun, barındırılması ve giydirilmesi de müslümanlara düşen bir görevdir. Bu, üzerlerine yazılı bir farzdır. Bir kısmının yapması, bu farziyeti diğerlerinden düşürür. Bu şartlardaki bir kul, istediği zaman bundan dolayı hiç bir günaha maruz kalmaz.
Denilir ki: İnsanlara el açmanın kefareti, el açanın bu davranı-şmdaki dürüstlüğü ve samimiyetidir. Fakir, ihtiyacını aldıktan sonra bir daha istememelidir. Aklının karışması ve kalbinin değişik mecralara kayması sebebiyle fakirliğin gereklerini yerine getirme hususunda kusurlu davranabilir. Her halükârda ihtiyacını giderdiği anda el açmaya son vermeli, varlık kazanmak için doygunluğundan ötesini biriktirmeye meyletmemelidir. El açmayı alışkanlık, meslek ve sanat haline getirmemelidir.
El açma halinden kurtulma, kendisi için olabilecek en güzel ve en üstün hal olmalıdır. Peygamberler arasında da dilenenler olmuştur. Bu üç peygamber, krallığının alındığı kırk gün zarfında dilenmek zorunda kalan Süleyman (as) ile, gittikleri belde halkından yiyecek istemek zorunda kalan Musa (as) ve Hızır (as) peygamberlerdir.
Allah Resulü´nün (sav) el açma hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "At sırtında dahi gelmiş olsun, el açıp isteyenin (üzerinizde belli) bir hakkı vardır".[72] Bir diğer hadiste ise şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Kavrulmuş bir hayvan tırnağıyla dahi olsun el açanı boş çevirmeyin"[73]
Eğer insanlara el açıp istemek günah ve azgınlık olsaydı, onlara vermek bu kadar teşvik edilmezdi. Onlara yardımda bulunan kimse, kötülük ve azgınlıkta yardımlaşmış olurdu. Halbuki fakirlere yardım etmek, iyilik ve takvadan sayılmıştır. Çünkü bu, insanın iyilik ve takvasının en açık delillerinden biridir. İslam´ın doğurduğu haklardan biri de, yardımlaşmadır. Ayrıca din kardeşlerinin sıkıntılarını gidermek, iyilik ve ihsan babında değerlendirilmiştir.
Ömer (ra) akşam ezanından sonra dilenen birini işitmişti. Hizmetçisine ´Ey Yerfa, şu adamı doyur demişti. Adamın doyrulmasmdan sonra tekrar dilendiğini işitince hizmetçisine, ´Sana şu adamı doyur demedim mi?´ diye çıkıştı. Hizmetçi, adamı doyurduğunu söyleyince, Ömer (ra) dilenciye bakmış ve elinin altında ekmekle dolu bir çuval görmüştü. Bunun üzerine öfkelenerek, ´Sen ihtiyacından dolayı dilenen biri değil tüccarsın!´ dedi ve adamın çuvalını çekip içindekileri sadaka develerinin önüne boşalttı. Ardından da eline sopayı alarak adamı dövdü. Bir yandan da, ´Sen dilenci değil tüccarsın!´ diyordu.
Ali´nin (kv) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Teala´nın insanlarla ilgili olarak takdir ettiği fakirliğin bir ödül, bir de ceza halleri vardır. Kulun yaşadığı fakirliğin kendisi için ödül oluşunun alameti; ahlakının güzelliği, fakirliğine rağmen Rabbine kulluğu, halinden yakınmaması ve fakirliğinden dolayı Rabbine şükretme-sidir. Fakirliğin ceza oluşunun alameti ise; ahlakının bozulması, fakirlik sebebiyle Rabbine isyan etmesi, sürekli yakınması ve sürekli kadere karşı öfkeli olmasıdır. İşin hakikati de gerçekten onun ifade ettiği gibidir.
Allah Resulü (sav), fakirliğin ´ceza´ olarak görülebilecek bu ikinci halinden Rabbine sığınmıştır. Bu, ´nefsin fakirliği´dir. Malda fakirlik, insanlara muhtaç olma sonucunu doğurur. Eşyaya karşı fakirlik hissine kapılmak ise, haldeki samimiyetsizliğin ifadesidir. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: İnsanlara el açmak, çirkin fiillerdendir. Çirkin fiiller arasında da ondan başka helal görülen yoktur.
Allah Resulü (sav) İslam üzere biat aldığı bir topluluğa, işitme ve itaat etmeyi şart koştuktan sonra hafif bir sesle şöyle buyurmuştu: İnsanlardan hiç bir şey dilenmeyin! Allah Resulü (sav) daima iffetli olmayı ve insanlara el açmaktan uzak durmayı emrederdi. O, bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Bizden isteyene veririz. İstemeyeni de Allah muhtaç etmesin" [74] Yine O şöyle buyurmuştur: "Bizden istemeyen, bize daha sevimli gelir" [75] Dilenmemeyi teşvik eden hadislerden biri de şu hadistir: "İnsanlara muhtaç olmayın! El açma ve isteme azaldıkça bu daha hayırlıdır. Bunun üzerine, Teki ya size de mi ey Allah Resulü?´ denildi. ´Evet, bana da´ buyurdu".
Dilenme ve el açma halinden kurtulmak çok iyi bir durum olmasaydı, Allah Resulü (sav) bunun için dua etmezdi. Konuyla ilgili bir hadiste Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Muhtaç olmamasına rağmen dilenen, cehennem korlarını çoğaltandır. İhtiyacı kadar olduğu halde isteyen ise kıyamet günü yüzü kemikten ibaret olarak gelecek ve yüzünde et bulunmayacaktır"[76]Bir diğer hadiste de şu ifade yeralmaktadır: "Dilenciliği, yüzünü ısırıp ısırıp kopartacaktır". Bir başka hadiste ise şöyle buyrulmaktadır: "Allah Teala´nın zenginliğiyle muhtariyetten kurtulun! ´Allah´ın zenginliği nedir?´ diye soruldu. Allah Resulü (sav) de, ya öğle veya akşam yemeğidir, buyurdu".
Konuyla ilgili bir rivayette ise böyle denilmektedir: Elli dirhemi veya muadili altını bulunmasına rağmen dilenen kimse, ihtiyacı olmadığı halde ısrarla dilenen hükmündedir. Kendinde bu miktar dünyalık bulunan kimse, fakirlik dairesinden çıkmaz. Ancak buna rağmen dilenmesi, fakirlerin avamı kapsamından çıkarılmasına yol açar.
Tam acıkmadan önce, doyduktan sonra, biriktirmek için ve günlük yemeği bulunduğu halde dilenen kimse de bu davranışı sebebiyle fakirlerin havassı zümresinden çıkartılır. Süfyan-ı Sevri´ye (ra) amellerin en faziletlisi sorulmuştu. Cevaben ´Sıkıntı ve darlık anında iyi görünebihnek´ dedi.
Fakir, verdiği bağıştan dolayı hiç bir zengini aklamamalı, vermediği için de kınayıp yargılamamalıdır. Dünya ehlini, sahip oldukları dünyalıklar sebebiyle yüceltip lüzumundan fazla değer vermemelidir. İbnü´l-Mübarek (ra) bu manada şöyle demiştir: Fakirin tevazusu, zenginlere karşı kibirlenmektir.
Ali´nin de (kv) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Zenginin Allah katındaki ödülleri arzu ederek fakir karşısında tevazu göstermesi ne kadar da güzeldir! Bundan da güzeli, fakirin Allah Teala´ya olan güveninden hareket ederek zengine karşı büyüklenebilmesidir.
Fakirliğin gereklerinden biri de, bağışların kesilmemesi veya bir menfaat temin edilmesi maksadıyla haksızlık karşısında susmaması, arzularının emriyle konuşmamasıdır. Bu, din için bir tehlike, müslümanlar için de yanıltmadır. [77]
Fakirliğin faziletlerinden ilki, kırk günden daha uzun bir süre için birikimde bulunmamaktır. Birikim sahibi bir fakirin kırk dirhemden fazla parası olamaz. Bu sınırlamada esas alman kıstas Allah Teala´nın şu buyruğudur: "Ve bir vakit Musa´ya kırk gecelik bir süre ayırmıştık". (Bakara/51) Allah Teala bu ayetinde, Musa peygamberin (as) görüşme yönündeki emeli için kırk gecelik bir sınır koymuştur. Birikim de, bir tür geleceğe dönük emel sahibi olma halidir. Fakirin kırk günlük hayatı emel etmesi, bu süre için birikimde bulunmasını caiz kılmaktadır.
Emeli kısa tutmak ise, bir günlük azıkla yetinmektir. Bu durumda birikimi, bir gün ve bir gece yetecek kadar olacaktır. Emeli kısa tutmanın tezahürlerinden biri de, birikim yapmamaktır.
Fakirin zenginlik sınırı kırk dirhem yani 128 gram gümüş veya muadilidir. Bu, fakirlerin avamı için geçerlidir. Havası içinse, zenginlik günlük bir öğüne sahip olmaktır. Çünkü onların emelleri çok daha kısadır. Zenginliğin bu türünü yukarıdaki hadislerden birinde görmüştük. Orada Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktaydı: Zenginlik, Allah´ın zenginliği yani günlük bir öğün yiyeceğe sahip olmaktır.
Fakirliğin bir diğer fazileti, yarının rızkı için tasalanmamaktır. Allah Teala da kuldan ertesi günün amellerini talep etmemektedir. Fakirin rızıkla ilgili tasasının bulunmayış sebebi şudur: Rızık bilinen ve kısmetlere taksim edilmiş bir paydır. Vekil Teala, her şeyi iyi hesaplayan ve idare edendir. Kulu fakirliğe rıza gösterir, O da kuluna şükranda bulunur. Fakir, Allah Teala´nın nimetinin büyüklüğünden dolayı haline gıpta eder. Fakirliğin kendinden çekilip alınması endişesinden asla kurtulamaz. Bu korku, zenginin servetinin alınmasından duyduğu korkudan daha büyük bir korkudur. Çünkü fakir, halinden çok memnundur.
Rivayete göre Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: Ey fakirler zümresi, kalplerinizin rızasını verin de fakirliğinizin sevabını kazanın. Aksi halde hiç bir şey alamazsınız!".
Abdurrahman b. Sabit, Ali (kv) vasıtasıyla Allah Resulü´nden (sav) uzun bir hadis rivayet etmiştir. Bu hadisin bir kısmında da O´nun şöyle buyurduğu zikredilmektedir: "Kulların Allah Teala´ya en sevimli geleni, kendisine verilen rızık ile kanaatkar ve O´ndan memnun olan fakir kuldur".
Fakir, rahatlık halinde tasalanman, musibet ve darlık halinde mutlu olmalıdır. Diğer yoksulları sevmeli, onları ehli dünyaya tercih etmeli, zenginlere acımalı ve onları zenginlikleri sebebiyle kı-namamalıdır. Fakirleri daima tercih etmeli, onları kendine yaklaştırmalı, ahlakını düzeltmeye, sabrını paylaşmaya, iffet perdesiyle yoksulluğunu Örtmeye çalışmalıdır. Zengin görünüp yoksulluğunu ifşa etmemelidir.
Allah Teala´nın kudsi bir rivayette şöyle buyurduğu haber verilmiştir: Fakirliğin size doğru geldiğini gördüğünüzde, ´Merhaba! Sa-lihlerin simgesi!´ deyin. Zenginliğin geldiğini gördüğünüzde ise, ´Ey cezası öne alınmış günah!´ deyin.
Rivayete göre Musa (as) Rabbine şöyle niyaz etmişti: Ey Allahım! Yarattıkların içinde Senin için sevebileceğim dostların kimleredir? Allah Teala da şöyle buyurmuştu: Bütün fakirler, fakirler! Buradaki tekrar, iki anlama gelmektedir. İlki, fakirliği kesin olanlar, diğeri ise ihtiyaç ve zaruret halleri had safhada olanlardır. Rivayete göre İsa (as) da şöyle demiştir: Ben, fakirliği çok sever, zenginliğe ise buğzederim. Ona, hangi isminin daha sevimli geldiği sorulduğunda ´Miskin=Fakir´ ismi olduğunu söylemiştir.
Allah Resulü de (sav) Rabbinden öğrendiği bir dua ile şu şekilde niyazda bulunmuştur: "Sen´den güzellikler, hayırlı işler yapma fırsatı ve fakirleri sevme fazileti niyaz ederim".
Fakirin zengine üstünlüğü noktasında dikkate alınacak bir husus da şudur: Yaratılmışların en üstünü Allah Resulü´dür. O´nun yoluna katılan, yakınlaşan ve benzemeye çalışan da elbette üstün olacaktır. Çünkü O, misal alınmaya en layık olandır. Bir diğeri de fakirlerdir. Zira Allah Teala onları vasfederken şöyle buyurmaktadır: "Ey Resulüm! Binek temin etmen için sana geldiklerinde, ´Sizi bindirecek bir şey bulamıyorum´ deyince, harcayacak para bulamamaları sebebiyle gözyaşı döke döke dönüp gidenleri de kınamak doğru değildir". (Tevbe/92)
Ayet yokluk bakımından onları Allah Resulü´yle benzer kılmaktadır. Elbette burada Allah Resulü´nün (sav) sergilediği hal, en mkemmeli idi. Fakirlerin halinin bu şekilde vasfedilmesi, onların da diğerlerinden üstün olduklarını göstermektedir. Bu ayetin devamında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ayıplamak gerekirse, zengin ve varlıklı olmalarına rağmen savaşa katılmamak için bahaneler ileri sürenler ayıplanmalıdır". (Tevbe/93)
Allah Teala başka bir ayetinde de şöyle buyurmaktadır: "Hayır! Rabbinin bunca nimetlerine rağmen kafir insan kendisini kimseye muhtaç değilmiş zannedip azar". (Alak/6) Bu ayette zenginler, ´azmak´ kelimesiyle nitelenmekte ve haklarında kesin bir delil konulmaktadır. Fakirlerin sıfatlarını anlatırken ise, ´Cahiller onları zengin sanırlar buyrulmaktadır.
Zenginlik tercih edilmeyen konumunda olmasaydı, ayette geçen kimselerin eksiklik yönündeki sıfatlarına nisbet edilmezdi. Zenginlik, dünyü kapılarından biridir, Kınanmış olan övünç ve kibirin kaynağı da odur. Fakirlik ise ahiret kapılarından biridir. O, övülmüş sıfatlar olan zühd ve tevazünün da temelidir.
Marifet ehline göre zenginlik, hakkında tartışma yapılmaması gereken sıfatlardan biri olup onunla sınanan kimseler için de hoş olmayan bir durumdur. Zenginlik, kibir, övülmeyi sevmek, her yerde anılmayı istemek gibi yerilmiş sıfatlardandır. Bunlardan her hangi birinden hoşlanan ve sahip olmak isteyen kimse Allah Teala ile rekabete girmiş olur. Çünkü bunlar yalnız O´nun hakkı olan sıfatlardır. Fakirler, bu sıfatları asıl sahibi olan Allah Teala´ya irca ederler. Çünkü bunlar Rububiyet sıfatlarıdır. Bunu, korku ve sevgi saikiyle yaparlar.
Fakirlik, aynı zamanda kulluk sıfatlarından biri olup rica, korku, tevazu zilletten pek farklı değildir. Bunlardan hoşlanan ve bu sıfatlan kazanmaya çalışanlar ise, kulluk (ubûdiyet) sıfatının hakikatine erenlerdir. Allah Teala da kulunun bu sıfatların hakikat-larına ermelerinden hoşlanır. Çünkü o, netice itibarıyla zelil bir kuldur. İlahi sıfatları noktasında Zatı ile rekabete girmesini ise asla istemez. Çünkü O, çok Yüce ve herşeyin Meliki´dir. Zenginlik sevgisi, ebediyet arzusunu gösterir.
Seni (ra) şöyle derdi: Zenginlik sevgisi, Rububiyet´te şirk koşmadır. Çünkü ebedilik (bekâ), el-Bâki olan Allah Teala´nın sıfatlarından biridir. Zenginliği fakirlikten üstün tutan kimse, zenginliği sever. Bunun tezahürü de, zenginlere duyulan sevgidir. Çünkü bir sıfatı sevmek, o sıfat ile vasfedileni sevmenin delilidir. Bir şeyi sevmek, aynı zamanda onun zıddını sevmemeyi gerektirir. Buna göre fakirleri sevmeyen biri, -zenginliği sevdiği için- fakirlikten hoşlanmayacaktır. Böyle biri arzuyu zühde, çokluğu azlığa, ululuğu zillet ve tevazuya tercih eder. Böyle bir yaklaşımda, dünyanın ahirete yeğlenmesi ve fakirliğin özendirilmesi yönünde Allah Resulü (sav), Sahabe ve Tabiun´dan gelen bütün bilgilerin yerle bir edilmesi söz-konusudur.
Denildi ki: Selef-i Salih devrinde fakirlik, müminlerin şerefi sayılırdı. Onların gözünde fakir müminler, günümüzdeki (Hicri IV. asır) eşraf gibi görülürlerdi. Allah Teala´yı hakkıyla bilen alimlere göre de, bu sözde hiç bir yanlışlık veya eksiklik sözkonusu değildir.
Fakirler, kendi aralarında üç dereceye ayrılırlar:
1. Zengin fakirler; bunlar, ancak ihtiyaç halinde el açan, kendi kendilerine yeten ve zor kafi gelene kanaat eden kimselerdir. Onlar, zenginlerin temizleridir. Allah katında kendileri için ziyade sevap olacaktır. Yüce Allah, zenginlerin mallarında onlar için belirli bir pay bulunduğunu haber vermiştir. Çünkü aralarında; tamamen mahrum olanlar, zaruret halinde isteyenler, kanaatkarlar ve istemeden alanlar vardır.
2. Fakir fakirler; bunlar, fakirlik halinin özüne vakıf olmuş, kendileri için hâl olarak fakirliği seçmiş, iffet ve namus ehlinin faziletine dair sahip oldukları bilginin derinliği sebebiyle fakirliği zenginliğe tercih etmiş kimselerdir. El açarak kendilerini çiğnetmez ve konuşmalara konu olmazlar. Rablerinden gelen az bir rızka rıza gösterirler. Gördüğünüzde simalarından tanırsınız. Cahil biri, hiç el açmadıkları ve serzenişte bulunmadıkları için onları zengin sanır.
Bunlar arasında; dünya için çalışmaktan kurtarılmış mahrumlar, sebep ve vasıtalara sarılmaktan muaf tutulmuşlar, mihnet ve zillet olmaksızın kendilerine ulaştırılan ile kanaat edenler ve ancak zaruret halinde isteyenler bulunur. Onlar, bulundukları hali takdir etmesinden dolayı Allah Teala´dan razıdırlar. Bunlar hakkında şöyle denilmiştir: Kendisine dünyalık namına her hangi bir şey verilen kimseye şu üç hususun hepsi verilmiş demektir: Meşguliyet, vehim ve uzun hesap.
3. Fakir zenginler; bunlar cömertlik ve ikramseverlikle tanınmış kimselerdir. Bağış ve infak erbabı olarak tanınmışlardır. Onlar devamlı alır verirler. Biriktirmeyi sevmezler. Servet yapmak gayesini gütmezler. Menedilmeleri halinde şükrederler. Çünkü Mene-den´in (=el-Mâni´), aynı zamanda Veren (=el-Mu´tî) olduğunu bilirler. O´nun menetmesi de, bir anlamda vermesidir. Darlığa düştük-lerinderızkında Geniş Olan´a (=el-Vâsi´) hamdederler. Çünkü O, her zaman Övülen (el-Mahmûd)´dur. O´nun verdiği darlık, bolluktur.
Bu zümreye dahil olanlar, kendilerine verilenleri derhal infak edip dağıtırlar. Dünya hakkında tam bir zühde sahiptirler. Zira ya-kini bir imana sahiptirler´ Zenginlik olarak sahip oldukları yakini iman kendilerine yeter.
İbrahim b. Edhem (ra), Horasan´dan ziyaretine gelen Şakik b. Edhem´e (ra) şöyle demişti: Fakir arkadaşların nasıllar? ´Kendilerine verildiğinde şükrediyor, başkalarını kendilerine tercih ediyorlar! Bunun üzerine onun başını öptü ve şöyle dedi: Doğru söylediniz üstad.
Bişr b. el-Hars (ra) şöyle demiştir: Fakirler üç kısma ayrılır: . El açmayan ve verildiğinde almayan fakir; bu fakir, İlliyyun´da ruhanilerle beraber olacaktır. 2. El açmayan, ama verildiğinde alan fakir; bu, Kudüs avlusunda mukarrebun ile beraber olacaktır.
3. ihtiyaç halinde isteyen fakir; bu da sâdıklarla berebar olacaktır. Halindeki dürüstlük, el açmasına kefaret olur.
Bir keresinde İbrahim b. Edhem´e altmış bin dirhem takdim edilmişti. Borç içindeydi ve görmesi gereken bir çok ihtiyacı vardı. Buna rağmen parayı geri çevirdi. Davranışı sebebiyle kınanınca şöyle dedi: Altmış bin dirhem yüzünden ismimin ´fakirler diva-nı´ndan silinmesini istemedim.
Aişe validemizin (ra) yüzbin dirhem borcu vardı ve gömleği de yamalıydı. Hizmetçisi, ´Bir dirhem verseniz de et alsam, yemek ye-seniz´ deyince ona şöyle cevap verdi: Bana hatırlatsaydm yapardım. Allah Resulü (sav) bana şöyla vasiyet etmişti: "Bana kavuşmak istersen, fakirler gibi yaşa! Zenginlerle oturmaktan sakın! Yır-tılıncaya kadar elbiseni değiştirme [78]
Allah Resulü´nün (sav), fakirlere "Bu, Allah´ın lütfudur, onu dilediğine verir" buyruğunun manası, yanlışlıkla zenginlerin üstünlüğüne delilmiş gibi kullanılmak istenmiştir. Bu buyruk, zenginlerin fakirlerden üstün görülmesine delalet etmez. Ancak böyle bir vehme kapılmak mümkündür. Halbuki bu, Allah Resulü´nün buyruğunun ilk kısmından çıkarılan manadır.
İlk kısımda, hiç kimsenin sizi geçmemesi, hiç kimsenin de size yetişmemesi teşvik edilmektedir. Denildi ki: Zenginler bunu duyduklarında yukarıda ifade edilen şekilde konuştular. Fakirlerin kalpleri ise türlü duygularla doldu. Bunun üzerine Allah Resulü´ne (sav) giderek durumu ona sordular. O da şöyle buyurdu: İşin aslı size söylediğim gibidir. Yani sizi kimse geçmesin. [79] Bu buyruk, sözün ilk kısmı için sübut bulduğunda Allah Resulü (sav) o noktada masum olmaktadır. Eğer öyle olmasaydı, sözün ilk kısmı, son kısmıyla çelişirdi. Bu da caiz değildir.
Hadis, tevil edildiği gibi zahirine yorulursa mana şöyle olmaktadır: Zenginlik, Allah Teala´nm dünyadaki bir lütfudur ve zenginlerin ahirette bu lütuf sebebiyle her hangi bir üstünlükleri olamaz. Ancak ilk kısım, onların faziletine işaret etmekte ve onlar için de uygun olmaktadır.
Allah Teala verdiği zenginlikle onlara dünyada bir üstünlük bahsetmiştir. Ama onlara verilen bu fazlalık, fakirlerden daha üstün bir makama yerleştirilmelerini gerektirmez. Çünkü fakirlerin makam ve hal bakımından zenginlerden üstün oldukları, fakirlik vasfı ile teyid edilmiştir. Bu zikir ve teşbih bulunmaksızın dahi fakirlerin yaşadıkları sabır hali, diğerlerine bahşedilen lütfa rağmen fakirlerin ağır basışının delili mahiyetindedir.
Sonuç itibarıyla Allah Teala´nm zenginleri muhatap alan bu buyruğu, O´nun zenginleri size üstün tutuşunun ve rahmetinin bir ifadesidir. Onlar, sırf bu maddi güçleri sebebiyle üstün görülmüşlerdir. Ayrıca zenginler için zenginliğin de, Allah Teala´ya götüren yollardan biri olduğunu inkar etmemiz mümkün değildir. Fakat bize göre, fakirlerin izledikleri yol, zenginlerin yolundan daha faziletlidir. Çünkü o, misal alınmaya en çok değen yoldur. Bu misal alınma ve benzeme hali, peygamberlerle olan benzerlik bakımındandır.
"Ne diriler, ne de ölüler denk olurlar" (Fatır/22) ayetinin tefsi-riyle ilgili olarak Hasan el-Basri´nin (ra) şöyle dediği rivayet edilmiştir: Burada kasdedilen iki zümre zenginlerle fakirlerdir. Ha-san´a göre, fakirler Rableri sayesinde diri olanlar, zenginler de dünyaya sarılmaları sebebiyle ölü olanlardır.
Süfyan-ı Sevri (ra) ise şöyle demiştir: Fakirir zenginlerle içli dışlı olduğunu gördüğünüzde onun riyakâr olduğunu bilin. Sultanla içli dışlı olduğunu gördüğünüzde ise hırsız olduğunu bilin. Ariflerden bir zat ise şöyle demiştir: Fakir, zengin birine meyletmeye başladığı zaman bağı gevşer. Zenginlere tamah ettiğinde, masumiyeti kopar. Onlarla sükunet bulmaya başladığında ise yoldan çıkar. Yukarıda rivayet edilen bütün hadis ve sözlerden sonra, zenginliği fakirlikten üstün görmeye devam eden kimse, en iyi şartlarda sünnetleri bilmeyen cahil biridir. O, cehaleti sebebiyle arzu ve düşüncelerini, hadis ve Sahabe sözlerine tercih ederek böyle bir kanaate sahip olmaktadır. Her hangi bir konuda hadis veya Sahabe sözü bulunduğu zaman, orada görüşe yer yoktur. Onu bilmesine rağmen muhalefet etmek, inad ve karşı çıkıştan ibarettir. Cehalet ve arzulardan Allah Teala´ya sığınır ve O´ndan ilim ve takvaya muvaffak kılmasını niyaz ederiz. [80]