saniyenur
Tue 24 July 2012, 11:54 am GMT +0200
Fakir Ve Muhtaçlar
Hz. Peygamber fakirlerin ve muhtaçların gerçek dostu idi. Sözleri ve fiilleri ile ashabının dikkatini bu konuya çekmiştir. Fakirlere karşı çok düşünceli ve yardımcı idi; ashabının da öyle olmasını istemiştir. Kur'ân fakirlerin ve muhtaçların durumları ile ilgilenmeyi ve onlara ellerinden geldiğince yardım etmeyi mü'minler üzerine farz kılmıştır. Kefaret kabul edilen her küçük veya büyük günaha karşılık müslümanlardan fakirleri doyurmaları istenmiştir (2: 184).
Oruç tutamayan yaşlı kimselerin de fidye olarak fakirleri doyurmalarına izin verilmiştir; zihar işleyen kişiler de kefaret olarak 60 fakiri doyurmak zorundadırlar (58: 4). Yeminden dönmenin* kefareti (5: 92) ve ihramda iken Allah'ın yasaklarını çiğneyerek av için hayvan öldürenin kefareti de (5: 98) fakirleri doyurmaktır. İslâm'da yoksullara yardım etmek o kadar önemlidir ki, Hesap Gününde kâfirler için "onlar ne yoksulu doyurur ve ne de buna teşvik ederlerdi" denilerek "o kâfirlerin cehenneme atılacakları" haber verilmektedir (69: 34; 74: 44; 89: 18). Yoksulun hakları ile ilgilenmemek Kur'ân'da kâfirlerin temel özelliklerinden biri olarak tarif edilmektedir (107: 3).
Müslümanlara, miras paylaşılırken eğer fakirler orada bulunuyorsa onları da nasiplendirmeleri tavsiye edilmiştir (4: 8). Yine yoksullara karşı iyi ve cömert olmak Allah'a itaatkâr olmak, ana babaya, akraba ve yetimlere iyi davranmak emirlerinden sonra Müslümanların yerine getirmek zorunda oldukları dördüncü bir emirdir (4: 36). Farz olan zekattan (9: 60) ve savaş ganimetlerinden (8: 41) fakirlere de bir pay. vardır. Sadaka verirken fakirleri gözetmek Müslümanlann vazifesidir (2: 215). Fakirlere yapılan yardım toplumun zengin kesiminin onlara karşı bir lûtfu değil, zenginliklerinden fakirlere giden mecburi bir hissedir (17: 26). Rum sûresinde yer alan âyette şöyle buyurulmaktadır: "...yoksula, yolcuya (zekat ve sadakadan) hakkını ver. Allah'ın yüzünü (rızasını) İsteyenler için bu, daha hayırlıdır ve onlar kurtuluşa erenlerdir." (30: 38). Yine Kur'ân'da mü'minlerin bir özelliği olarak fakiri yalnızca Allah rızası için doyurduklarından bahsedilmektedir (76:8). Kıtlık veya yokluk dönemlerinde, mal azlığı ortaya çıktığında bu emirler daha da bağlayıcı hâle gelmektedir. Bu hâl karşısında mü'minler fakirleri doyurmak için servetlerinden daha çok harca-mahdırlar (90: 16).
Kur'ân, toplumun fakir üyelerine yardım konusuna büyük önem vermiştir. Çünkü bu onların zenginler üzerindeki hakkıdır. Hz. Peygamber daima fakirlere ve muhtaçlara yardım eder, onlann ihtiyaçlarını karşılamak için elindeki herşeyi harcardı; öyle ki, kendisine ve ailesine bile yiyecek kalmazdı. Hz. Peygamber'in ev halkının, fakirlere ve muhtaçlara verildiğinden dolayı yiyeceksiz ve aç kalması nadiren vâki olan bir olay değildi. Hz. Peygamber, sefaletlerini hissettirmemek için fakirlere büyük bir şefkat ve merhametle yaklaşırdı.
Abdullah b. Amr el-Âs şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Mescid-i Nebevî'de otururken fakir muhacirler de bir başka köşede halka şeklinde oturuyorlardı. Bir müddet sonra Rasûlullah gelerek içlerine oturdu. Onu görünce ben de onlara dahil oldum. Rasûlullah : 'Fakir muhacirlere müjdeler olsun. Onlar cennet bahçelerine zenginlerinden kırk yıl önce girecekler.' buyurdu. Bunları duyanların sevinçten parlayan yüzlerini görünce ben de onlardan biri veya onlarla olmayı arzuladım" (Buhari ve Müslim).
Peygamber "Allah'ım, beni yoksul olarak yaşat, yoksul olarak öldür ve yoksullarla haş-reyle" diye dua edince Hz. Aişe; "Niçin, ey Allah'ın Rasûlü?" diye sordu. O da; "Çünkü onlar cennete zenginlerden önce girecek" buyurdu. Peygamber daha sonra şöyle dedi: "Ey Aişe! Hiçbir zaman muhtaç birini kapından boş çevirme. Verebileceğin yarım bir hurma dahi olsa. Aişe! Fakirleri sev, onları yakınma al ki, Allah da kıyamet gününde seni yakınına alsın." (Tirmizi, Beyhaki ve İbni Mâce).
Bir grup fukara Peygamber'e gelerek dediler ki: "(Ey Allah'ın Rasûlü!) Servetü sâmân sahihleri en yüksek dereceleri (kazanıp ve) naim-i mukim (devletine ermek fazilet ve saadetin)! alıp gittiler. (Hem) bizim kıldığımız gibi namaz kılıyor, bizim tuttuğumuz gibi oruç tutuyorlar. (Hem de) onlann fazla malla-n var da onunla sadaka veriyorlar." Rasûlullah buyurdu ki: "Size bir şey haber vereyim mi? Ki, onu yaptığınız takdirde hem (bu hususlarda) sizi geçmiş olanlara yetişesiniz, hem de sizden sonraya kalanlardan hiç kimse size yetişemesin. Ve içlerinde bulunduğunuz cemaat içinde en hayırlı siz olasınız." Fukara, "söyle yâ Rasûlullah!" dediler. Peygamber; "Her farz namazdan sonra 33 kere subhanallah diyerek teşbih, 33 kere elhamdülillah diyerek tahmid eder ve 33 kere Alla-hüekber diyerek tekbir edersiniz" buyurdu. Bir kaç gün sonra bu fakir sahabiler Peygamber'e gelerek; "Ey Allah'ın Rasûlü! Zengin kardeşlerimiz de bu vazifeyi öğrendiler, bizim yaptığımızı yapmaya başladılar" dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah; "Bu dediğiniz Allah'ın bir fazl-u ihsanı ki dilediğine verir" buyurdu (Buhari ve Müslim).
Hz. Peygamber zekatın her kabile ve kasabanın zenginlerinden toplanması ve bu beldenin fakirlerine harcanması ile ilgili emirler vermiştir. Ashab bu emirlere sıkı sıkıya uymuş ve hiçbir zaman bir beldenin zekatını diğer bir beldeye göndermemişlerdir (Ebu Davud).
Bir gün Hz. Ebû Bekir, fakir muhacirlerden Selmân ve Bilâl'i azarladı. Onlar bunu Rasûlullah'e şikâyet ettiler. Peygamber Ebu Bekir'e: "Onları kırmadın değil mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir gidip onlardan özür diledi. (Mİşkat). Medine yakınlarında fakir bir kadın yaşıyordu. Bu kadın hastalandı ve şifa burmasından hemen hemen ümit kesildi. Her an ölmesi bekleniyordu. Peygamber, bu kadının cenaze namazını kendisinin kıldıracağını söyledi, Tevafuken hasta gece vefat etmişti ve gece defnedilmişti. Sabahleyin Peygamber'e haber verilince: "Bana vefatım niçin bildirmediniz" ihtarında bulundu. "Gece karanlığında sizi rahatsız etmek istemedik", diye cevap vermişlerdir. Bunun üzerine Peygamber kabrini ziyaret edip namaz kılmıştır (Buhari).
Ibni Cerir'in rivayetine göre; "Bir gün Rasûlullah ile beraber mescidde otururken bir kabile geldi. Hâlleri ve görünüşleri çok kötüydü. Üstlerinde yırtık pırtık bir paçavra ancak vardı, yan çıplak-yalın ayak bir deri bir kemik kalmış, kılıçlan boyunlarına asılmış sersefil bir vaziyetteydiler. Onları bu halde gören Rasûlullah çok müteessir oldu. Yüzünün rengi kaçtı ve zihni altüst olarak içeri girdi. Sonra dışarı çıkarak Bilâl'e ezam okumasını söyledi. Namazdan sonra halka hitab ederek bu kabileye yardım etmelerini istedi." (Müslim).
Hz. Peygamber'e bir adam geldi ve birşey-ler dilendi. Peygamber o an elinde bir şeyi olmadığını, fakat onun için ödünç alıp adama vereceğini söyledi. Bunun üzerine Ömer Faruk; "Allah, kullarına taşıyabileceklerinden ağır yük yüklemez" deyince Peygamber sükût etti. Orada oturan bir Ensârî; "Yâ Rasûlullah! Ona 'Rabbimiz Allah'tır, yoksulluk korkusu yoktur', diye cevap ver" deyince Peygamber tebessüm etti, yüzünde saadet emareleri belirdi ve "evet, ben bununla emrolundum" dedi (Tirmizi).
Bir keresinde Hz. Peygamber bir dilenci için yarım vesk buğday ödünç aldı. Alacaklı alacağını istemeye geldiğinde Rasûlullah şöyle buyurdu: "Ona bir vesk buğday veriniz; yarısı borcumuz için, diğer yansı ise iyi niyet ve cömertliğimizin bir işareti olarak."
Hz. Peygamber'in elinin fakirlere ve muhtaçlara vermede esen bir rüzgâr gibi olduğu rivayet edilmiştir. Hiç kimse isteyip de eli boş dönmemiştir. Ne zaman muhtaç biri gelse yiyecekte olduğu kadar giyecekte de onu kendisine üstün tutmuştur.
Kûfî hatla bezenmiş bir mezar taşı.
Ebû Hureyre'den rivayetle Rasûlullah; "Yaşlılar ve fakirler için çalışan Allah yolunda cihad etmiş gibidir" ve yine "namaza duran ve hiç yorulmak bilmeyen veya sürekli oruç tutan kişi gibidir" buyurmuştur (Buhari ve Müslim).
Ebu Hureyre'den rivayetle Rasûlullah; "Dul kadınlarla miskinlerin işlerine koşanlar, Allah yolunda cihad etmiş gibi ecirlenirler. Bilemeden gece ibadet eden, iftar etmeden gündüzleri oruç tutan gibidir" buyurdu. (Buhari ve Müslim).
Yine Ebu Hureyre, Rasûlullah'den şöyle nakleder: "Bir zamanlar bir ormanda bir buluttan 'falanca kişinin arazisini sula' sözünü işiten bir kişi vardı. Bulut hareket etti ve taşlık bir arazi üzerine sularını boşalttı, öyle ki ırmaklar suyla doldu. Bulutu takip eden o zât bahçesinin başında duran ve akarsuyun yönünü çeviren başka birine rastladı. Onun ismini sordu ve buluttan duyduğu ismi cevap olarak aldı. Bahçenin sahibi o zâta niçin kendi ismini araştırdığını sordu. O zât da cevap olarak 'senin bahçenin üzerine yağan şu buluttan sanki biri buluta gitmesini ve senin bahçeni sulamasını söylüyormuş gibi bir ses duydum. Rahmeti ve Nimeti için Allah'a nasıl şükrediyorsun?' sualini yöneltti. Bahçe sahibi 'bahçenin mahsulüne dikkat ederim. Onun üçte birini sadaka olarak fakirlere veririm, üçte birini aileme harcarım, diğer üçte birini ise bahçem için kullanırım.' Bir başka rivayette ise 'üçte birini fakirlere, dilencilere ve yolculara veririm' dedi." (Müslim).
Hz. Peygamber'in "sadaka vermek herkese farzdır" buyurduğu rivayet edilmiştir. Halk verecek birşeyleri olmadığında ne yapacaklarını sorunca Peygamber "ellerinizle kazanın, kendinizi faydalandırın ve sadaka verin" buyurdu. Halk "bu da mümkün değilse?" deyince Peygamber "sıkıntı içindeki muhtaçlara yardım edin" buyurdu (Müslim).
Muaz b. Cebel'den rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Size Cennetin padişahlarının kim olduğunu söyleyeyim mi? İnsanların hiçbirisinin gözetmediği yırtık ve eski elbiseler giyen zayıflar ve yoksullar. Allah'a olan imanlarından ve ümitlerinden dolayı Al-lah'dan dilekte bulunurlarsa Allah dileklerini yerine getirir." (İbni Mâce).
Harise b. Vehâb'dan rivayetle Rasûlullah; "Size cennet halkının fakirler ve çaresiz kimseler olduğunu söyleyeyim mi?" buyurmuştur (İbni Mace).
Sehl, bir adam yanlarından geçerken Hz. Peygamber'in ashabına "bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?" dediğini rivayet etmiştir. Ashab; "Ey Allah'ın Rasûlü! Bu öyle bir adamdır ki, kiminle evlenmek istese o kişi müşerref olur; kime aracılık yapsa kabul olur; konuşması ilgiyle dinlenir" dedi. Bir süre sonra yanlarından bir başka adam geçti. Peygamber ashaba, "bu adam hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sordu. Onlar da; "Bu, fakir muhacirlerden biridir. Evlilik için teklif gönderse kimse kabul etmez; tezkiyesi dikkate alınmaz; birşey söylemek istese dinlenmez" dediler. Peygamber: "Bütün dünya ilki gibi zenginlerle dolu olsa bile bu adam hepsinden daha iyidir" buyurdu, (İbn-i Mace)
Ebû Hureyre, Cafer b. Ebû Tâlib'in fakirleri sevdiğini ve onlarla beraber oturduğunu rivayet etmiştir. Bu sebepten Hz. Peygamber ona "Ebû'l mesâkin (miskinlerin babası)" derdi (İbni Mace). Habbab, "Sabah akşam Rab'lerinin rızasını isteyerek, O'na yalvaranları kovma..." (6:52) ayet-i kerimesinin tefsiri ile ilgili şu rivayette bulunmuştur: "Bazı kabile reisleri (Akra' b. Habis Ternimî ve Ayniye b. Hatan el-Fesarî) Hz. Peygamber'i görmeye geldiklerinde Suheyb, Habbab, Bilâl, Ammar gibi diğer bazı yoksul müslü-manlar da Hz. Peygamber ile beraber oturuyorlardı. Bu kişileri gören kabile reisleri, Hz. Peygamber'den böyle kişilerin yanında olmadığı bir başka vakit tayin etmesini söylediler. Böylelikle Arablar onların soylu olduğunu anlayabileceklerdi. 'Sana Araplardan pekçok kafile geliyor. Eğer bu kafileler bizi kölelerle otururken görürlerse utanç y Onun İÇ*11 geldiğimizde onları geri çevir, biz gittikten sonra onları geri çağırabilirsin' dediler. Peygamber bunu duyunca 'Evet mümkündür' dedi. Bunun üzerine kabile reisleri 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bununla ilgili bir de yazı yazılırsa uygun olur' dediler. Peygamber kâğıt istedi ve Hz. Ali'ye bunu yazmasını söyledi." Habbab, Cebrail gelip yukarıdaki ayeti vahyettiğinde kendilerinin bir köşede sabırla oturmakta olduklarını da söylemiştir.
Daha sonra Allahu Teâlâ, Akra' ve Ayniye hakkında "Böylece biz onların kimini kimi ile denedik ki: 'Allah, aramızdan şunlara mı lûtfu lâyık gördü?' desinler. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil mi?" (6: 53) ve "(Ey Muhammed!) Âyetlerimize inananlar, sana geldikleri zaman: 'Size selâm olsun' de, Rabb'iniz, rahmeti kendi üzerine yazdı..." (6: 54). Habbab bu ayetler nazil olurken Hz. Peygamber'e çok yakın oturduklarım, öyle ki, Peygamber'in dizinin kendi dizine değdiğini söylemiştir. Peygamber onlarla beraber oturmaya devam etti ve gitmeye niyetlenince kalktı; onların ayağa kalkmalarını beklemeden gitti. Daha sonra şu âyet geldi: "Nefsini, sabah akşam rızasını isteyerek Rab'lerine yalvaranlarla beraber tut..." (18: 28). Habbab, âyetin sonunda geçen furuten kelimesi ile bu iki kabile reisine işaret edildiğini söylemektedir. Allahu Teâlâ onlara şu âyetleriyle de değinmektedir: "Onlara şu iki adamı misâl olarak anlat..." (18: 32) ve "Onlara dünya hayatının, tıpkı şöyle olduğunu anlat..." (18:45).
Habbab, bu olaydan sonra Peygamber'in kendileri kımıldamadığı müddetçe birlikte oturduğunu, önce kendilerinin kalkarak Peygamber'den ayrıldıklarını söylemiştir (İbni Mace).
Peygamber sık sık fakirlerle oturur ve onlarla meseleleri hakkında konuşurdu. Hakikatte, Islâmı en önce kabul edenlerin çoğu fakir ve muhtaç kimselerdi. Peygamber onlara çok iyi davranmıştır. Bir gün Mekke'nin ileri gelenleriyle oturmuş, onları İslâm'a davet ediyorken fakir ve âmâ olan Abdullah b. Ümmi Mektûm çıka geldi ve Rasûlullah'e bir-şey sormak istedi. Mekkeli liderlere hararetle İslâm'ı anlatmaya dalmış olan Rasûlullah, Ümmi Mektûm'un daha sonra gelerek meselesini arzedebileceğini, gerçekten âcil bir meselesi olmadığını düşünerek onu ihmal etti. Bu olay üzerine Yüce Allah Abese sûresini vahyetti (Tirmizi):
"Surat astı ve döndü; kör geldi diye. Ne bilirsin belki o arınacak? Yahut öğüt dinleyecek de öğüt, kendisine yarayacak. Kendisini zengin görüp tenezzül etmeye gelince; sen ona yöneliyorsun. Onun arınmamasından sana ne? Fakat koşarak sana gelen, (Allah'tan) korkarak gelmişken, sen onunla ilgilenmiyorsun. Hayır (olmaz böyle şey); o (öğüt, inen Kur'ân âyetleri), bir hatırlatmadır. Dileyen onu düşünüp alır." (80: 1-12).
Bundan sonra Peygamber fakirlere ve muhtaçlara daha çok önem verdi. Fakirler Peygamber ile beraber Kabe'de namaz kılarlarken Mekke'nin ileri gelenleri onları alaya alır ve dış görünüşlerine bakıp "mü'minle-rin mümtazlarından olan, Allah'ın nimet verdiği şu ve şu insanların geçmiş hayatına bir bakın" diyerek gülüp eğlenirlerdi. Bu ve benzeri tahkîr edici sözler Kureyş'in reisleri tarafından sürekli sarfediliyordu. Rasûlullah bu sözlerin hiçbirini nazarı itibare almayarak fakir ve zayıf Müslümanlara olan yardım ve dostluğunu devam ettirmiştir.
Sa'd b. Ebû Vakkas mîzaç olarak biraz kibirli ve kendisini yoksullardan üstün gören biri idi. Rasûlullah ona; "Sahip olduğun maişet ve başarıyı fakirler(in çalışmasın)e .borçlusun." buyurdu (Müslim).
Ebû Hureyre'den rivayetle Rasûlullah; "Yemeklerin en kötüsü, zenginlerin çağrılıp da fakirlerin unutulduğu velime (düğün yemeğedir" buyurmuştur (Buhari ve Müslim). Ebu Derda'nm rivayetine göre Rasûlullah: "Bana, aranızdaki fakirleri arayıp bulun; çünkü siz ancak fakirleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız" buyurdu (Ebû Davud).
İbni Ömer'den rivayetle Hz. Peygamber: "Müslüman müslümanın kardeşidir... Bir müslüman, kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah ahiret gününde onun bir sıkıntısını giderir" buyurmuştur (Buhari ve Müslim).
Enes'ten rivayetle Rasûlullah; "Beni memnun etmek isteyen, ümmetimden birinin ihtiyacını karşılasın; beni memnun eden Allah'ı memnun etmiş olur; Allah'ı memnun eden de Allah tarafından Cennete dahil edilecektir" buyurmuştur. Rasûlullah yine şöyle buyurmuştur: "Darda kalana yardım eden için, Allah 73 kere mağfiret eder. Birini dünyadaki refahı için ayırır, 72'sini de, kıyamet gününde o kişinin derecesi kılar" (Beyhaki, Şuub-el İman).
Hz. Peygamber'in fakirlere ve muhtaçlara karşı olan cömert ve iyi davranışlarına işaret eden pek çok hadis vardır. Fakirlerle ve ihtiyaçlarıyla her zaman ilgilenmiş, ashabına sözleri ve fiilleri ile fakirler ile ilgili ayrıntılı emirler bırakmıştır, insanların gözünde fakirlerin konumunu yükseltmiş; fakirliğin ne bir günah ve ne de bir suç olduğunu önemle vurgulamıştır. Hz. Peygamber'e göre fakirlik sadece bazı kişilerin hayatlarını kazanamamalarından dolayıdır ve bunları gözetmek toplumun sorumlulukları içindedir. Durumu müsait olanların toplumun fakirlerinin ihtiyaçlarını gidermesi farzdır.
Yetimler ve dullar: Hz. Peygamber fakirler ve muhtaçlarla olduğu kadar yetimler ve dullarla da İlgilenmiştir. Gerçekte O, her zayıf ve muhtaç insanın dostu olmuş ve onların rahatı için herşeyi yapmak istemiştir. Kur'ân ve Sünnette yetimlere ve dullara yardım konusunda pekçok emir vardır. Yetimlere yardım etmek her müslümana farzdır. (4: 36) ve mü'minler "...yoksullar da (miras) tak-sim(in)de hazır bulunursa bir şeyler vererek onları da ondan nzıklandırmakla (gönüllerini hoş etmekle) ve onlara güzel söz söylemekle" (4:8) emrolunmuştur.
İnsanlara ölümlerinde, ailesi ve çocukları muhtaç kalacak diye korkmalan hatırlatılarak şu âyet nazil olmuştur: "Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri nice olur) diye korkanlar, (öksüzlerin hakkına dokunmaktan çekinip) titresinler. Allah'tan korksunlar ve doğru söz söylesinler." (4: 9).
Yetimlerin dertleri daha ciddî ve âciliyet kesbettiğinden zekattan ayrılan pay konusunda onlara fakir ve miskinlere nazaran öncelik tanınmıştır. Ganimetlerden de payları vardır (8: 41).
Müslümanlara, Allah yolunda infakta bulunacakları zaman yetimler için de bir şeyler ayırmaları, çünkü onların (fakir) ana baba ve akrabadan sonra yardıma en lâyık oldukları daima hatırlatılmıştır. Zengin olan kardeşlerinin yetimlere yardım etmesi, yetimlerin onlar üzerinde olan bir hakkıdır ve yetimlere yapılan yardımlar asla bir lütuf değildir. Bu sebeple müslümanlar yetimlere haklarını verme ve bu konuda ihmalkâr davranmamakla yolunmuşlardır. Yetimlerin doyurulmasına valnızca Allah rızası için yardım etmek ve hiçbir dünyevî menfaat ya da nam gözetmemek muttaki müslümanlann görevidir (76: 8-û) Kur'ân'da yetimleri itip-kakan ve onlara güçlüklerinde yardım etmeyenler şiddetle ye-rjlmiştir (107: 2). Fazilet ve iyilik yolunun zorluklarla dolu olduğu da bir hakikattir; bu yola ulaşmak için maddî olduğu kadar şahsî fedakârlıklarda da bulunulmalıdır: "Ona iki tepe (iki hedef: hayır ve şer yolunu) gösterdik. Fakat o (hedefe varmak, yapılan iyiliklere şükretmek için) sarp yokuşu geçemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, yahut doyurmaktır: açlık gününde, akraba olan yetimi, yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu." (90:10-16).
Hz. Peygamber'in, yetimlere yardımın ne kadar elzem olduğunu belirten pek çok hadîsi vardır. Sehl b. Sa'd, Rasûlullah'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yetimin işlerini deruhde eden kimse ile cennette (şehadet parmağıyla orta parmağını işaret ederek) şöylece beraber bulunacağız." (Buhari). Ebu Hu-reyre'nin rivayetine göre Rasûlullah: "Kim, dul kadınların veya fakirlerin işine koşar, gayret ederse, Allah yolunda cihad etmiş gibi ecir alır" buyurmuştur.
Yine Ebû Hureyre'nin bir rivayetinde Rasûlullah; "Müslümanlann evleri arasında en iyi ev, içinde iyi davramlan bir yetim olanıdır, müslümanların evleri arasında en kötü ev ise içinde kötü davramlan bir yetim olanıdır" buyurmuştur (İbni Mace).
Ebû Ümâme'nin rivayetine göre Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Kim Allah rızası için bir yetimin başım okşarsa, elinin değdiği her saç için sevap alacaktır" dedikten sonra elinin iki parmağını birleştirerek; "Ve kim vesayetindeki kız veya erkek yetim çocuğa iyi davranırsa, o ve ben bu iki parmak gibi cennette beraber olacağız" (Ahmed ve Tirmizi).
Ibni Abbas'tan rivayetle Peygamber; "Eğer bir kişi bir yetimin yiyeceğini ve İçeceğini temin ederse, affedilmeyecek bir günah işlemedikçe Allah ona cenneti vâcib kılar. Ve eğer bir kişi üç tane kızı veya kızkardeşe bakar, onları terbiye eder ve Allah onları fazlından zengin edene kadar onlara iyi davranırsa Allah ona cenneti vâcib kılar" buyurmuştur. Ebû Hureyre'nin rivayetine göre birisi Peygamber'e katı kalpli olarak şikâyet edildiğinde: "Yetimlerin başım okşayın ve fakirleri doyurun" buyurdu (Müsned-i Ahmed).
Çocuklar: Hz. Peygamber bütün çocukları çok severdi ve yolu üzerinde ne zaman bir çocuğa veya çocuklara rastlasa onlarla konuşur ve onları dizine alırdı. Bir seferden dönerken yolda çocuklarla karşılaşırsa bineğinden aşağı iner, onları öper ve bineğiyle gezdirirdi. Çocuklarla karşılaştığında selâmı önce o verirdi (Ebu Davud). Bundan dolayı bütün çocuklar onu çok sever, geldiğini görünce muhabbet ve iştiyakla O'na doğru koşarlardı. O çocukların sâdık bir dostu idi. Hz, Aişe'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Bir kere Peygamber'e bedevî bir Arap gelip; 'Ya Rasûlullah! Siz çocuklarınızı Öper (sever) misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız' demişti. Rasûlü Ekrem: 'Allah senin gönlünderı merhamet ve şefkati çekip çıkarmıştır, ben ne yapabilirim?1 diye cevap verdi." (Buhari).
Bir gün Hâlid b. Said küçük kızıyla beraber Hz. Peygamber'in yanına geldi. Kızı kırmızı bir elbise giymişti. Hz. Peygamber ona "Sene" dedi. Hesne Habeşistan'da doğmuştu. Habeş dilinde "Sene", "Hesne" demekti. Küçük kız Hz. Peygamber'in sırtında bulunan nübüvvet mührüyle oynamaya başladı. Hâlid, kızını azarlayınca Peygamber onu susturarak çocuğun oynamasına müsaade etti (Buhari).
Bir salıabi çocukluğunda Ensâr'ın bahçelerine giderek hurma ağaçlarını taşladığını ve hurmalarını yediğini rivayet etmiştir. Peygamber'e getirildiğinde "niye taş atıyorsun?" diye soruldu. Çocuk "hurma yemek için" dedi. Daha sonra Rasûlullah; "toprağa düşen hurmaları ye ve taş atma" buyurarak çocuğun başını okşadı ve ona duada bulundu (Ebu Da-vud).
Hz. Peygamber, çocuklanna karşı müşfik ve onlara düşkün olan kadınları takdir etmek suretiyle kadınları şefkatli olmaya teşvik etmiştir. Bir seferinde iki çocuğundan birini sırtına' almış, diğerini de elinden tutmuş olduğu halde huzuruna gelen bir kadına, diğer bir seferinde de Hz. Aişe'nin ikram ettiği üç hurmadan ikisini beraberindeki iki çocuğuna birer tane verip üçüncüsünü kendine ayırdığı halde az sonra üçüncüyü de çocuklanna yarımşar veren kadına bu şefkatinden dolayı takdîr ve senalarda bulunmuştur (İbni Mâce).
Rasûlullah: "Allah'ın kendisine çocuk sevgisini takdir ettiği kimse farzlarını yerine getirirse cehennemden uzak kain"" buyurmuştur. (Buhari)
Çocuk ağlaması duyduğunda namazı kısa kıldırmak Peygamber'in mutad bir davranışı idi (Buhari)
O'nun sevgi ve şefkati sadece mü'minlerin çocuklanna mahsus değildi. Müşriklerin ço-cuklan da dahil bütün çocuklara karşı aynı duyguyu taşırdı. Bir savaşta, savaşan kuvvetler arasında bulunan çocuklar da öldürülmüştü. Olayı öğrendiğinde Rasûlullah çok kederlenmiş ve üzülmüştü. Birisi "Ey Allah'ın Rasûlü, onlar müşriklerin çocuklanydı" deyince O; "Çocuklar müşriklerin de olsa sizden iyidirler. Sakın çocukları Öldürmeyin! Sakın çocukları öldürmeyin! Her kişi İslâm fıtratı üzerine doğar" buyurdu (Müsned-i Ahmed).
Mevsimin ilk meyvesi veya başka bir mahsûl getirildiğinde bunu topluluğun en küçüğüne vermek onun sünnetiydi (Mucemu's-Sağir). Hz. Peygamber çocuklarla ne zaman karşı-laşsa onlan Öper ve severdi. Bir keresinde torunlarından birini öperken Peygamber'i gören Akra' b. Habis bunu garip karşılayarak; "Benim on çocuğum var, hiçbirini de Öpmedim" dedi. Hz. Peygamber ona şu cevabı verir: "Şefkatli olmayana merhamet edilmez." (Buhari, Tirmizî, Ebû Davud).
Hicret esnasında Hz. Peygamber Medine'ye girerken Ensâr'ın küçük kızlan evlerinden dışarıya çıkarak neşeyle şarkılar söylüyorlardı. Önlerinden geçerken Peygamber; "Küçük kızlar, beni seviyor musunuz?" diye sordu. Hepsi birden "Evet, ey Allah'ın Rasûlü!" dediler. O da; "Ben de sizi seviyorum" buyurdu.
Hz. Aişe genç yaşta evlenmişti, daha evlenmeden az bir zaman önce mahallesindeki kızlarla oyun oynardı. Hz. Peygamber evlerine geldiğinde kızlar O'ndan çekinerek köşelere, oraya buraya saklanırlardı. Hz. Peygamber onlan rahatlatır, oyunlanna devam etmelerini söylerdi (Ebu Davud). Hayatı boyunca gösterdiği davranışlar Hz. Peygamber'in çocuklara olan sevgi ve şefkatinin pekçok misalleri ile doludur. O çocuklara karşı çok müşfik ve merhametli idi. Ashabına sık sık çocuklara karşı merhametli olmalarını tavsiye ederdi. Şöyle buyurmuştur: "Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize hürmet göstermeyen bizden değildir" (Tirmizi, Ebû Davud).
Enes, çocuklara karşı Rasûlullah'dan daha müşfik davranan kimse görmediğini söylemiştir. (Müslim). Yine Enes, kendisi henüz bir çocukken Rasûlullah'in onlara geldiğini ve kendisine selâm verdiğini rivayet etmiştir (İbni Mace).
Hz. Peygamber çocuklara sevgisini izharda, durumu icabı onları bineğine de almıştır. Hadis ve Sünnet kitaplarında, Hz. Peygamber'in çocuk sevgisini ve çocuklara olan alâkasını gösteren yukarıdakilere benzer daha pekçok olay rivayet edilmiştir.
Köleler: Hz. Peygamber kölelerin ve diğer mazlum insanların en büyük dostu ve yardımcısı idi. Onları bulundukları menfî konumdan kurtarıp toplumda daha iyi bir yere ulaştırmak için çok gayret gösterdi. Zamanında pek çok köle ve cariye hürriyetlerine kavuştular. O kölelerin haklarının en büyük savunucusu idi. Dinî vazifelerin yerine getirilmesi gibi konularda hataların kefareti olarak köle âzad edilmesi şartını getirmiştir. Bu, kefareti ödemenin ilk ve öncelikli yolu idi, fakat eğer kişi fakir ve bunu karşılayamayacak durumda ise ancak o zaman başka kefaret yollarını kullanmasına izin verilirdi. Meselâ, bir mü'minin kazaen öldürülmesi durumunda suçlu, bir köleyi hürriyetine kavuşturması ve diyet ödemesi karşılığında salıverilir (4: 92). Kişinin, işlediğinde fakirleri doyurmakla ya da köle âzad etmekle emrolunduğu daha başka dinî ve ahlâkî vecibelere ilişkin hatalar da vardır (5: 92).
Ayrıca Müslümanlar gerçek takvaya (birr) ulaşmak için kazançlarını hayır yolunda infak etmek ve köle âzad etmek gibi müşahhas iyilikler yapmakla emrolunmuşiardır (2: 177).
Köleleri âzad etmek ve dünyanın değişen şartlarının kurbanı olan bu ve benzer insanların durumlarını düzeltmek için zekat müessesesi de vardır (9: 60). Servetini fakirleri doyurmak ve köleleri âzad etmek için harcaması kişinin nefsine zor gelir. Kur'ân'da, hayatın bu katı gerçeğine, Müslümanların dikkati çok çarpıcı ve dramatik bir şekilde çekilmiştir: "Ona iki tepe (İki hedef: hayır ve şer yolunu) gösterdik. Fakat o (hedefe varmak, yapılan iyiliklere şükretmek için) sarp yokuşu geçemedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? Bİr boynu (kölelik zincirinden) çözmek, yahut doyurmaktır: açlık gününde, akraba olan yetimi, yahut hiçbir şeyi olmayan yoksulu." (90:10-16).
Rasûlullah ashabına köleleri için; "Onlar sizin kardeşlerinizdir, yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin" buyurmuştur. Kölelerin kendilerine "köle" denmesinden utandıklarını bildiği için ashabına "kölem" veya cariyem" yerine "oğlum" veya "kızım" diye hitap etmelerini tavsiye ederdi. Her zaman kölelere karşı şefkatli olan Rasûlullah'in vefatından önceki son vasiyeti; "Köleler hususunda Allah'tan korkun" olmuştu.
Bu paragrafta, Hz. Peygamber'in, insanlığın dikkatini bu talihsiz kölelik olayına çekmesi izah edilmiştir. İnsan haysiyeti ve şerefi kölelik yoluyla alçaltılmışti; kadınlar ve erkekler hayvanlar gibi hatta daha da beter bir şekilde zincire vurulmaktaydı. Bu sebeple Hz. Peygamber her fırsatta köleleri âzad etme olayına büyük önem vermiştir.
Hürriyet akdi (mukâtebe): Bu yönde Hz. Peygamber ilk olarak "hürriyet akdi" kavramını ortaya koymuştur. Bu akde göre köle, efendisine belli bir zaman dilimi içerisinde belli bir miktar parayı ödemeyi ve yahut önceden belirlenmiş bir iş veya hizmeti yapmayı taahhüt etmekte ve bundan sonra sahibi tarafından serbest bırakılmaktadır. Böyle bir durumda Şeriatın emri kölenin mııkâtib yapılmasıdır. İslâm âlimleri genellikle bu emri tavsiye edilebilir ve arzu edilir bir emir olarak kabul etmişlerse de Ömer, İbni Sîrin ve Da-vud bunu mecburi bir emir olarak telakki etmişlerdir. Onlar, böyle bir köleyi mukâtib yapmaya efendisinin mecbur olduğu görüşündedirler. Bu emrin durumu göstermektedir ki burada kölenin efendisinin konumu, bağımsız bir sahip gibi değil, daha çok anlaşmanın taraflarından biri olarak tebarüz etmektedir. Arzu edilen şey bu meseleyi kölenin ve efendisinin kendi aralarında halletmeleridir; şayet bir anlaşmazlık başgösterirse bu, toplumun sorumlu kişilerince giderilir. Ve en son çare olarak İse mesele mahkemeye götürülebilir.
Kur'ân'da bundan şu ifadelerle bahsedilmektedir: "...Ellerinizin altında bulunan (köle ve câriye)lerden, mukâtebe (akdi) yapmak isteyenler (çalışıp belli bir para ödemek karşılığında hürriyetlerini kazanmak isteyenlerde -eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz-mükâtebe yapın. Ve Allah'ın, size verdiği malından onlara da verin..." (24:33).
Buradaki iyilik kelimesi üç şeyi îma etmektedir: (a) Kölenin hürriyet bedelini çalışarak kazanmaya muktedir olması. Hz. Peygamber, "mukâtebeyi, kölenin gereken miktar parayı kazanabileceğinden emin olunca yapın; onun gidip insanlardan buna sebep dilenmesine izin vermeyin" buyurmuştur (İbni Kesir), (b) Kölenin anlaşma şartlarını yerine getirmesi için namuslu, dürüst ve güvenilir olması ve kazanç için eline geçen fırsatları en iyi şekilde değerlendirerek kazançlarını israf etmemesi gerekmektedir, (c) Kölenin sahibi, kölede gayri ahlâkî eğilimler olmadığına ve İslâm'a veya Müslümanlara karşı düşmanca hisler beslemediğine, ayrıca onun serbestliğinin Müslüman toplumun menfaatlerine zarar getirmeyeceğine emin olmalıdır. Diğer bir ifadeyle, köle, Müslüman toplumun sâdık ve mü'min bir mensubu olduğunu ispatlamalıdır. Bu tedbirlerin özellikle köle yapılan savaş esirleri söz konusu olduğunda muhakkak sürekli olduğu belirtilmelidir. (The Meaning of the Qur'an, c. VIII, sh. 143-144).
Burada şu hususu belirtelim; âyetteki "iyilik" şartı hiçbir şekilde dürüst ve muktedir bir kölenin hürriyetini engellemek için kullanılamaz, çünkü kölenin muktedir olup olmamasıyla ilgili en son kararı mahkeme verir. Ayrıca Kur'ân'da Müslümanlar böyle kişilerin hürriyetlerini kazanmasına yardım etmeye teşvik edilmişlerdir. Böyle kölelere beytü'l-mal'dan da yardım edilmesi mümkündür. Ayetin son kısmındaki "Ve Allah'ın, size verdiği malından onlara da verin" ifadesi köle sahiplerine, Müslümanlara ve İslâm devletine yöneltilmektedir. Bu âyette, ilk olarak kölenin sahibinden, bedelin bir kısmını affetmesi istenmektedir. Ashabın, bedelin büyük kısmını kölelerine bağışladıklarını doğrulayan pek çok hadîs vardır. Hz. Ali bedelin dörtte birini bağışlar ve başkalarını da aynı şeyi yapmaya teşvik ederdi. (İbni Cerir).
İkinci olarak, Müslümanlardan, yardım isteyen bu durumdaki kölelere yardım yapılması istenmektedir. Zekat verilecek yerlerden biri de âzad edilecek köleyedir (9:60). Bir hadîse göre, bir bedevi Hz. Peygamber 'e geldi ve cennette bir yere sahip olabilmesi için ne yapması gerektiğini sordu. Peygamber; "en önemli şeyi en kısa şekilde sordun. Köle âzad etmelisin ve onların hürriyetlerine kavuşmalarına yardım etmelisin" buyurdu (Beyhaki). Ve üçüncü olarak; İslam devletinin, zekat gelirlerinden bir bölümünü kölelerin âzad edilmesi yolunda harcaması istenmektedir. (The Meaning ofthe Qur'an, c. VI, sh. 144).
İnsanları teşvik etmek ve işin derecesini belirlemek için Hz. Peygamber 63, Hz. Aişe 67, Abbas 70, Hâkim b. Hizam 100, tbni Ömer 1000, Zu'l-Kela Himyerî 8000 ve Ab-durrahman b. Avf 30.000 köle âzad ettiler. Aralarında Hz. Ebu Bekr ve Hz. Osman'ın da bulunduğu diğer sahabeler de pekçok köle âzad ettiler. İnsanlar, Allah'ın rızasını kazanmak için sadece kölelerini âzad etmekle kalmadılar, ayrıca başkalarından köle satın alıp onları da âzad ettiler. Mukâtebe hakkı cariyeler için de söz konusu idi.
Hz. Peygamber'in köle âzad etmeye teşvikleri ve hürriyetlerini kazanmaları için kö-lelelere verdiği maddî desteklerini gösteren pek çok hadîs vardır. Ebû Hureyre'den rivayetle Peygamber: "Her kim kölesinden hissesini âzad etse, o kimseye kendi malından (vererek) köleyi (tamamen, diğer ortaklarından da) halâs etmesi vâcib olur. Şayet köle sahibinin malı yoksa kölenin kıymeti takdir olunur. Sonra köle (diğer ortağın hakkı için) meşakkatsiz çalıştırılır" (Buhari). Yine Ebû Hureyre'den rivayetle Hz. Peygamber: "Bir oğul babasım esir bulup da, satın alıp azad etmedikçe ona karşı borcunu ödeyemez" buyurmuştur (Müslim).
Hz. Peygamber: "Eğer bir kişi mahremi olan bir yakınının sahibi olursa bu kişi hür olur" buyurmuştur. (Tirmizi, Ebu Davud ve İbni Mace). İbni Abbas'tan rivayetle Peygamber (§>: "Bir kişinin cariyesi ona çocuk doğurursa, o kişinin ölümünde o câriye âzad olur" buyurmuştur (Darimi). Abdû'l-Melik babasından rivayetle şu hadisi nakletmiştir: Adamın biri bir köle üzerindeki hissesini bağışladı. Durum Peygamber'e arzedildiğinde O; "Allah'ın ortağı yoktur" buyurdu ve kölenin âzad edilmesine karar verdi (Ebu Davud). Se-fine'den rivayetle: Ümmü Seleme'nin cariyesi idim. O bana, "seni serbest bırakırım, fakat yaşadığın müddetçe Allah'ın Rasûlüne hizmet etmen şartını koşarım" dedi. Ben de, "sen şart koşmasan dahi ben yaşadıkça Allah'ın Rasûlü'nden ayrılmam" dedim (Ebu Davud ve İbni Mace).
Hz. Peygamber, "hürriyetini kazanmak için bir anlaşma yapan köle, anlaşılan bedelin ödenmedik bir dirhemi kaldıkça köledir" buyurmuştur (Ebu Davud). Ümmü Seleme'den rivayetle Peygamber; "Siz kadınlardan birinin bir kölesi âzad olmak için mukâtabe yapıp bedelinin tamamını ödeyebilecek durumda ise, o kadın kendini ondan gizlemelidir" buyurmuştur (Tirmizi, Ebu Davud ve İbni Mace). İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Mükâtib, bir hadde uğrar veya mirasa vâris olursa âzad edildiği kadarına vâris olur." (Ebu Davud ve Tirmizi). Tirmizî'deki diğer bir şekle göre ise bir mukâtibin diyeti vârislerine hür bir ada-mınki kadar ödenir, henüz borçlu bulunduğu sahibine ise köle diyeti ödenir.
Abdurrahman b. Amr el-Ensârî, annesinin bir köleyi azad etmeye niyetlendiğini, bu işi sabaha ertelediğini, ancak o sabah öldüğünü nakletmiştir. Bunun Üzerine Amr el-Ensârî, Hz. Peygamber'e köleyi annesi nâmına âzad ederse, annesinin bundan ecir kazanıp kazanmayacağını sorduğunda, Peygamber kazanacağını söyledi (Mâlik). Abdurrahman b. Ebu Bekr Öldüğünde, kız kardeşi Aişe Köle âzad etmek Allah'ı hoşnut edecek ve Cennette yer kazandıracak bir ameldir. Ebû Zerri'l-Gıfârî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir kere Rasûlullah'a "Ya Rasûlullah! Hangi ibadet efdaldir?" diye sordum. O, "Allah'a iman ve Allah yolunda cihad" buyurdu. (Yine) ben "Hangi esir veya köle (yi âzadlamak) efdaldir?" diye sordum. Rasûlullah: "Kıymeti yüksek ve sahibi yanında rağbeti çok olan" buyurdu (Buhari ve Müslim).
Berâ b. Azib'den rivayetle, bir bedevi Hz. Peygamber'e gelerek "beni cennete götürecek bir amel söyle" demiştir. Hz. Peygamber "çok büyük bir şeyi bir kaç kelimeyle sordun. Köle azad et ve köle azad ettir" buyurmuştur. Adam ikisinin aynı şey olup olmadığ-nı sorduğunda Hz. Peygamber "hayır, bir adamı azad etmen, işi bizzat kendinin yapmasıdır, azad ettirmek ise onun bedeline katkıda bulunmaktır" buyurmuştur (Beyhaki).
Amr b. Abse'den rivayetle Hz. Peygamber; "Kİm içinde Allah'ın anılacağı bir mescid bina ederse, onun için cennette bir köşk bina edilecek ve kim bir MüslÜmam (köle) âzad ederse bu, cehennemden kurtulması için fidye olacaktır" buyurmuştur, (Şerhü's-Sünne).
Vasile b. Eskâ (belki kazaen) bir cinayet işleyerek (cehennemi) hak eden bir arkadaşları için Allah'ın RasûlÜ'ne gittiklerini ve O'nun "eğer arkadaşınız nâmına bir köle bağışlarsanız, Allah onun her bîr uzvunu diğerinin her bir uzvuna karşılık cehennemden âzad edecektir" buyurduğunu nakletmiştir (Ebu Davud ve Nesei). Hz. Peygamber: "En güzel sadaka, bir kölenin âzad edilmesine vesile olmaktır" buyurmuştur (Beyhaki).
Yedi kardeşin hizmetini gören bir hizmetçi vardı. Bunlardan biri hizmetçiyi tokatladı. Rasûlullah bunu öğrenince "onu âzâd edin" buyurdu. Onlar, "bizim ondan başka hizmetçimiz yoktur" dediler. Rasûlullah: "Hi/metçi onlara ihtiyaçları bitene kadar hizmet etsin. İhtiyaçları kalmayınca da onu âzad etsinler" buyurdu (Ebu Davud).
Bir adamın sürekli haklarında şikâyetçi olduğu iki kölesi vardı. Onları döver, eziyet eder lâkin köleler bildikleri yoldan dönmezlerdi. Adam Rasûlullah'a geldi, kölelerim şikâyet ederek bu derdin çaresini sordu. Rasûlullah; "Eğer verdiğin ceza suçlarına eşitse mesele yok, aksi takdirde Allah seni onlara verdiğin fazla ceza miktarınca cezalandırır" buyurdu. Bunu duyan adam üzüntüsünden ağlamaya başladı. Rasûlullah, Kur'ân'dan "Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz" (21: 47) âyetini okudu. Bunun üzerine adam "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben onları kendimden ayırsam daha iyi ederim. Şâhidimsin, onlan âzad ettim" dedi. (Siret'ün-Nebi, c. U, sh. 383-86)
İnsanlar kölelerini evlendirirlerdi. Fakat istedikleri zaman da zorla ayırırlardı. Adamın biri kölesini cariyesi ile evlendirmişti. Sonra da onları ayırmak istedi. Köle bu durumu mescidde vaaz eden Rasûlullah'e şikâyet etti. Rasûlullah orada bulunanlara hitaben; "İnsanlar neden köleleri önce evlendirir, sonra da ayırırlar? Evlenme ve boşanma hakkı sadece kan-kocaya aittir" buyurdu (İbni Mace)
Ebû Hureyre'den rivayetle Hz. Peygamber; "Kim bir köleyi masum olduğu halde zina ile suçlarsa Allah ona kıyamet gününde haddini uygulayacaktır, çünkü yalan yere suçlama o günahı işlemek gibidir" buyurmuştur (Tirmizi).
Kölelere karşı olan müşfik davranışlarından dolayı pek çok müşriğin kölesi kaçarak Peygamber'e geliyor ve O da onlan âzad ediyordu (Ebu Davud). Savaş ganimetleri paylaşıldığında köleler de haklarım alırlardı. Yeni azad edilmiş kölelerin herhangi bir gelir kaynağı olmadığı için, her yeni zekat veya ganimet alındığında Hz. Peygamber onlardan ilk payı azadlı kölelere verirdi.
Hz. Peygamber; "Kişi, cariyesini siizel bir surette terbiye ve güzel bir şekilde talimine ihtimam eder, sonra da onu âzadlayarak nikâh edip evlenirse, o kimseye iki ecir vardır" buyurmuştur (Buhari).
Hz. Peygamber kendisi de Cüveyriye ve Safiye'yi âzad etmiş ve sonra onlarla evlenmiştir. Ebu Bekir Sıddık'dan rivayetle Peygamber: "Kötü huylu insan cennete giremez" buyurdu. Sahabe: "Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bize bu ümmetin çoğunluğunun köle ve yetimler olduğunu söylemedin mi?" diye sorduklarında Peygamber; "Onları kendi çocuklarınız gibi gözetin, yediğinizden yedirin" buyurdu. Daha sonra; "Ey Allah'ın Rasûlü! Bize faydalı olacak bir ibadet söyle" dediler. O da: "Eğer cihad için bir at besler ve onun üzerinde cihada giderseniz, bu size yeter. Yine köleniz (eğer onu âzad ederseniz cennete girmeniz için) size yeter ve eğer o (devamlı) namaz kılıyorsa (müslamansa) o halde sizin kardeşinizdir. (Herkesten daha fazla azad edilmeye lâyıktır)" buyurmuştur (îbni Mace). Peygamber Veda Haccında da müslüman-lann her halükârda yerine getirmekle yükümlü oldukları köle haklarından bahsetmiştir (Müslim).
Ebu Hureyre'den rivayetle Peygamber: "Köle ve cariyelerinize (toplumun) âdetlere göre yedirin ve giydirin, güçlerinin üzerinde iş yüklemeyin" buyurmuştur (Mâlik). Yine Peygamber'in yaşı küçük kölelere iş verilmemesini buyurduğu nakledilmişitir (Mâlik). Selmâ binti Muâkil, amcasının onu Hubab b. Ömer'e sattığını ve sonra kendisinin Abdur-rahman b. Hubab'ı doğurduğunu söylemiş\ir. Hubab öldü. Hanımı Selmâ'nın borçlarına karşılık satılmasını vasiyet etmişti. Selmâ bunu duyunca Rasûlullah'e giderek meseleyi anlattı. Rasûlullah; "Hubab'ın mirasçısı kimdir?" diye sordu. Kardeşi Ebû'l-Yesar b. Umre olduğunu söylediler. Bunun üzerine Rasûlullah, Ebû'l-Yesar'a, Selmâ'yı âzad etmesi haberini gönderdi. Selmâ bu haber üzerine s alı verildiğini ve Hz. Peygamber'in, kendi yerine onlara bir câriye verdiğini söyledi (Ebu Davud). Hz. Ali; "Allah Rasûlü bana, kardeş olan iki genç köle verdi. Onlardan birini sattığımda bana 'genç kölene ne oldu ya Ali?' diye sordu. Sattığımı söylediğimde, 'onu geri al, onu geri al' buyurdu" demiştir. (Tirmizi ve İbn-i Mace). Yine Hz. Ali bir cariyeyi çocuğundan ayırdığını, fakat Hz. Peygamber kendisine bunu yasaklayınca anlaşmayı iptal ettiğini rivayet etmiştir (Ebu Davud).
İmam ve fâkihlerin çoğunluğu ümmul-ve-led'm, sahibinin ölümünden sonra serbest kalması gerektiği fikrindedirler. O sahibine çocuk doğurmuş bir câriye idi. Ne satılabilir, ve verilebilir ne de miras olarak birine,bırakılabilir; bu yüzden de âzad edilmesi gerekir. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hangi müslüman kimse müslüman bir köleyi âzad ederse, Allah onun kemiklerinden her bir kemiğini âzad ettiği kişinin kemikleri karşılığında ateşten koruyacaktır. Hangi müslüman kadın müslüman cariyeyi âzad ederse, Allah kıyamet günü âzad ettiği cariyenin her bir kemiğine karşılık onun bir kemiğini ateşten âzad edecektir" (Ebu Davud).
Hz. Peygamber: "Her kim bir köle âzad ederse bu, âzad edenin cehennemden kurtulmasına vesile olacaktır" buyurmuştur. Peygamber'e esirler getirildiğinde, aynlmalarından hoşlanmadığı için aileleri beraberce köle olarak dağıttığı nakledilmiştir (İbni Ma-ce).
Kısaca, Hz. Peygamber kölelerine şefkat ve merhametle davrandı ve ashabına da Öyle davranmalarını öğütledi. Kendi kölelerini genellikle salıvermiş ve ashabına da kendi kölelerini azad etmelerini ve başka kölelere hürriyetlerini kazanmaları İçin yardım etmelerini emretmiştir. Peygamber, ashabına köleleri salıvermeye durumları müsait değilse, o zaman onlara kardeşleri gibi davranmalarını, yediklerinden yedirmelerini, giydiklerinden giydirmelerini tavsiye etmiştir. Gerçekte Hz. Muhammed kölelerin hürriyetlerini kazanmaları ya da köle iken durumlarının düzeltilmesi hususunda en ileri düzenlemeleri yapmıştır. Köleler hiç bir ayrıma tâbi tutulmadan kardeş ve evin bir ferdi olarak kabul edildiler. Ailenin diğer fertleriyle birlikte yaşadılar, hareket ettiler ve çalıştılar; onlarla aynı yiyeceği yediler, benzeri giysileri giydiler. Pek çok kez sahibi öldüğünde, kölenin, evin kızıyla evlendiği ve sahibine vâris olduğu vâkidir. Hint sultanlıklarında, bir kölenin sultanın kızıyla evlenip sultanın ölümünden sonra tahta geçişi tarihî bir hakikattir. Bundan dolayıdır ki hanedanlıkları 'köle hanedanı' diye bilinmektedir.
Hizmetçiler: Hz. Peygamber'in hizmetçilerine karşı olan davranışları onun kemâlâ-tının bir başka veçhesidır ve gelecek nesiller için daima mümtaz bir numune olarak kalacaktır. O hizmetçilerine büyük bir şefkat ve nezaketle davrandı; işlerini ihmal ettiklerinde bir kere bile kızmadı, eziyet etmedi ve paylamadı.
Enes, Hz. Peygamber'in, sabah namazını kıldığında Medine'deki hizmetçilerin su dolu kaplan getirdiklerini ve Peygamber'in elini bu kaplara daldırdığını rivayet eder. Hizmetçiler genellikle kaplan sabahın soğuğunda getirirler ve Rasûlullah da elini bunlara batırırdı. (Müslim). Enes'den; "Medinelilere ait bir cariyenin, Rasûlullah'] kolundan tutarak onu istediği yerlere götürdüğü" rivayet edilmiştir (Buhari).
Yine Enes'ten rivayetle aklı dengesi yerinde olmayan bir kadın "Ey Allah'ın Rasûlü, senden birşey istiyorum" dedi. Rasûlullah de "filanın annesi, inşaalah isteğini yerine getirebilirim" buyurdu. Daha sonra kadın istediğine nail olana kadar onunla bir yola gitti (Müslim). Enes, Rasûlullah'in asla uygunsuz söz sarf etmediğini, konuşmalarında lanet ve zemmetme olmadığını, birini azarlarken bütün söylediği şeyin "derdin nedir? Ahım toprağa yapışsın" demekten ibaret olduğunu rivayet etmiştir (Buhari).
Enes bir başka rivayetinde de şöyle demiştir: "Rasûlullah'a sekiz yaşımdan itibaren on yıl hizmet ettim ve o beni elimin zarar verdiği şeylerden ötürü hiç azarlamadı. Ailesinden biri azarladığında ise 'onu bırakın, çünkü bir şey takdir edilmişse o şey olur' demiştir" (Mişkat). Ebû Said el-Hudrî Rasûlullah'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Sizden biri hizmetçisini döverken o Allah'ın adını anarak size yalvarırsa elinizi sakının." (Tirmizî).
Enes, Rasûlullah'a on yıl hizmet etti ve bu sürede Peygamber ona hep iyi davrandı. Bir keresinde şöyle dua etti: "Ey Allah'ım ona çocuklar ve zenginlik ver ve ona her ne verirsen rahmet ve bereketinle ver." Rasûlullah zayıflara, fakirlere, köle ve hizmetçilere daima şefkat ve merhametle davranmıştır; böylelikle onlar toplumun diğer mensuplarından daha farklı muameleye uğramadıklannı hissetmişlerdir. Hz. Peygamber onlarla toplumun zengin fertlerine nazaran daha fazla vakit geçirmiştir. Hizmetçilerin onun şefkatinden oldukça büyük bir pay aldığı ona on yıl boyunca hizmet eden Enes'in ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Kadınlar: Hz. Muhammed'in getirdiği din ile kadın, kaybolan vakar, şeref ve sosyal statüsünü kazandı. Kendi faaliyet sahasındaki tabiî kabiliyet ve meziyetleri doğrultusunda İnsan toplumunun, kültür ve medeniyetinin inşâsında erkeklerle eşit biçimde rol almaya çağrıldı. Hz. Peygamber kadınlara miras, eğitim, ev ile ilgili meselelere iştirak gibi konularda olduğu kadar ahlâkî, dinî ve manevî sahalarda, evlenme ve boşanma ile ilgili meselelerde de pekçok haklar kazandırmıştır. Böylelikle onlar bütün haklarında erkeklerin seviyesine getirilmişlerdi. Hz. Peygamber kadınlara karşı son derece nâzikti ve ashaba da kadınlarına karşı son derece düşünceli olmalarını tavsiye ederdi. Ebu Hureyre'den rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Kadınlar hakkında hayırlı olun. Kadın eğe kemiğinden yaratılmıştır, eğridir; doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kırılması boşanması demektir. Ondan istifade etmek istersen eğri haliyle istifade et; bu cihetle size kadınlar hakkında hayırlı olunuz diyorum" (Buhari ve Müslim). Yine Ebû Hureyre'den rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur; "Mü'min bir erkek mü'min bir kadından nefret etmesin; eğer onun huylarından birini beğenmiyorsa, bir diğerinden hoşlanabilir." (Müslim).
Câbir'in rivayetine göre Hz. Peygamber Veda Haccmda irad ettiği hutbesinde kadınlara iyi muamelenin önemini şu sözlerle vurguladı: "Kadınların hakkını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz, kadınları Allanın emaneti olarak aldınız... Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları meşru bir şekilde her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir" (Müslim). Bir sahabe Rasûlullah'a bir kadının kocası üzerindeki haklarını sordu. Şöyle buyurdular: "Yediğinden yedireceksin, kendine elbise aldığında onu da giydireceksin, yüzüne vurmayacaksın, çirkinsin demiyeceksin, onu yalnız bırakmayacaksın, kendi evinin içinde olursa başka." (Ahmed, Ebû Davud ve İbni Mace).
Ebû Şürayh'tan rivayetle Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Ey Allahım, yetimlerin ve kadınların haklarına riayet etmemiş olmaktan sana sığınırım" (Nesei). Yetimlerin ve kadınların haklarına riayet etmeyen kişiyi Hz. Peygamber günahkâr olarak nitelemiştir. O, bu haklardan her zaman korkmuş ve insanları bunları ihlâl etmekten men etmiştir.
Hz. Peygamber kadınları haklan konusunda öylesine teşvik etmiştir ki, kadınlar serbestçe O'na gelerek meseleleri hakkında soru sorarlardı. Ve erkekler, kadınların haklan ile ilgili kendilerine ağır gelebilecek vahiyler gelebileceği korkusuyla kadınlara karşı hiçbir şey söylemiyorlardı. Hz. Peygamber'in kadınlara karşı davranışları, onları, haklarını isteme konusunda daha da cesur kılmıştır.
Rasûllullah, süt teyzesi olan Ümmü Harâm'ı, Küba'da ziyareti bir vazife bilirdi. O da her gelişinde Rasûlullah'a yemek yedirirdi (Buhari). Rasûlullah Enes b. Mâlik'in validesi Ümmü Süleym'e de büyük değer verir, hürmet ederdi. Sık sık onun evine gider ve kendisi için sermiş olduğu şiltede bir süre dinlenirdi. Enes'den rivayet olunduğuna göreninesi Müleyke, Rasûlullah'i hazırladığı bir yemeğe davet etmişti. Yemekten sonra Rasûlullah; "Haydin, kalkınız da size namaz kıldırayım" dedi. Enes der ki: Kullanıla kullanıla simsiyah kesilmiş (eski) bir hasırımız vardı. Onu hemen alıp üzerine yumuşasın diye biraz su serptim. Rasûlullah namaza durdu. Yetim ile beraber ben de ardında saf olduk. Ninem de arkamızda durdu. Rasûlullah bize iki rekat kıldırdıktan sonra teşrîf etti (Buhari).
Bir gün çok sayıda kadın akrabası Hz. Peygamber'in etrafına oturmuş, yüksek sesle konuşuyorlardı. Ömer içeri girince hepsi çekildi. Rasûlullah güldü. Ömer: "Ey Allah'ın Rasûlü! Allah seni hep mütebessim kılsın. Niye güldün?" diye sordu. Rasûlullah: "Bu kadınlara şaştım, seninsesini duyar duymaz hepsi bir köşeye saklandı." Ömer, kadınları kastederek; "Benden değil, Rasûlul-lah'dan korkun" dedi. Kadınların hepsi, "Sen Rasûlullah'dan daha hiddetlisin" dediler (Buhari). Bir bayram günü Aişe'nin odasında yüzü örtülü bir şekilde uyuyordu. Küçük kızlar şarkı söylüyor ve def çalıyorlardı. Eve gelen Ebu Bekir çocuklara susmalarını söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber; "Bırak söylesinler, bugün onlara bayramdır" buyurdu (Müslim).
Kadınlar genellikle narin ve hassas tabiatlıdırlar; bu sebeple Hz. Peygamber onlara şefkat ve sevgiyle muamele edilmesinin lüzumuna hatırlatırdı. Bir sefer esnasında Ümmü'l-mü'minîn Hz. Safiye beraberindeydi. Safiye, deveye Hz. Peygamber ile birlikte biniyordu. O deveye binecekken Peygamber dizini uzattı, o da ayağını Rasûlullah'ın dizine koyarak bindi (Buhari). Bir keresinde devenin ayağı sürçtü; Rasûlullah ve Safiye, her ikisi de düştüler. Ebu Talha, Rasûlullah'a doğru koştu. Fakat O, "önce kadınlara yardım edin" buyurdu (Buhari). Hz. Peygamber'in kadınların zayıf ve hassas tabiatlarını nazarı dikkate aldığı şu hâdiseyle gösterilmektedir: Bir defasında hanımları onunla birlikte yolculuğa çıkmışlardı. Sürücüsü develeri (mü'minlerin anneleri hevdec-lerinde olduğu hâlde) hızlı sürmeye başladı. Bunun üzerine Peygamber (kadınları kastederek); "Dikkat et, bunlar camdan mâmül şişe (karûre) gibidirler." buyurdu (Müslim). Peygamber iki parmağım yanyana getirerek "Yetişkin hâle getirene kadar iki kıza bakan ile ben Kıyamet gününde böyle olacağız." buyurmuştur (Müslim). Hz. Peygamber yine; "Kim kızlarla imtihan edilir (sadece kız çocukları olursa) de onlara iyi muamele eder, din yolunu gösterir ve iyi bakarsa bu onun için Kıyamet gününde bir kalkan olacaktır." buyurmuştur (Müslim). Yine; "Sizlerden kim üç kızını veya üç kızkardeşini onlara iyi muamele ederek everirse, o şüphesiz cennete girecektir" buyurmuştur. Ve Hz. Ai-şe'den rivayetle Hz. Peygamber; "Kim kızlarla imtihan edilir ve sabır gösterirse onlar, onun için ateşe perde olacaklardır" buyurmuştur (Müslim).
Böyle pek çok hadis Hz. Peygamber'in kadınlara olan güzel davranışlarını ve onların seviyesini erkeklerin nazarında olduğu kadar kendi nazarlarında da nasıl yükselttiğini göstermektedir. Kim kadınlara Hz. Peygamber'den daha hayırlı bir dost olabilir?
Düşmanlarına davranışı: Hz. Peygamber düşmanlarına en ufak bir ayrım yapmaksızın diğer İnsanlara gösterdiği nezaket ve merhameti göstermiştir. Onun büyüKİüğünün tezahürlerinden biri de, en azılı düşmanlarına karşı bile şahsı nâmına intikam peşinde olmayışı, aksine onları affetmiş olmasıdır. Onlara çok merhametli ve âdil davranmış, adaletin uygulanmasında hiçbir zaman dost-düşman farkı gözetmemiştir. Bu konudaki ebedî eşitlik kanunları şöyledir: "Ey iman edenler! Allah için adaletle şahitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (5: 8), Düşmanlarına karşı dahi adaletten ayrılmamaları hususunda mü'minler şöylece uyarılmaktadırlar: "...Sizi Mescid-i Hârâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğinz kin, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve düşmanlık üzerinde yar-dımlaşmayın, Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir." (5:2). Hz. Peygamber hayatı boyunca bu ilkeyi esas almıştır.
Pir insan için yapılması en güç işlerden biri düşmanlarına adaletli davranmak ve kendi elinde iken onları serbest bırakmaktır. İşte bu vasıf İslâm Peygamberi'nde en mükemmel şekliyle vardı. Her medeniyet ve toplumda düşmandan Öç almak meşru bir hak olarak kabul edilir ve çok az insan kendi hâkimiyeti altında iken düşmanını affeder. Hristiyan güçler Müslümanları mağlup ettiğinde İspanya ve Filistin'de yapılan katliamlar çok iyi bilinen tarihî gerçeklerdir. Bu Hristiyan güçler Filistin'de ve İspanya'da sokak sokak, ev ev kadm-çocuk, genç-İhtiyar demeden halkı kitleler hâlinde katlettiler.
Hz. Muhammed nefret ve intikam gibi düşük insanî duygulardan çok uzaktı. O'nun Mekke'deki eski düşmanlarından Öç almasını sağlayan en iyi olay Mekke'nin fethi olmuştur. Hz. Peygamber'i ve ashabını yurtlarından süren, hertürlü acı ve işkenceyi tattıran, savaş açan, öldürmek ve dinini yoketmek için başvurulmadık çâre bırakmayan bu insanlar şimdi O'nun merhametine sığınmışlardı. Fakat O, "üzerinize bir suç yoktur, gidin; hepiniz serbestsiniz" buyurarak hepsini serbest bırakmıştı.
Vahşi, Hz. Peygamber'in sevgili amcası ve İslâm'ın kılıcı Hz. Hâmza'yı öldüren köle, fetih gününde gelerek İslâm'ı kabul etti. Hz. Peygamber onu bile sadece; "bana görünme, çünkü amcamı hatırlatıyorsun" buyurarak affetmiştir (Buhari). Ebu Süfyan'm karısı Hind, Hz. Hamza'nın ciğerini ve kalbini sökerek parçalara ayıran bu kadın Hz. Peygamber'e biat ederek İslâm'ı kabul ettiğinde Peygamber ona hiçbir şey demedi. O, Peygamber'in yüce tabiatından öyle etkilenmişti ki ağzından kendiliğinden şu sözler döküldü: "Ey Allah'ın Rasûlü! Benim gözümde senin çadırından daha ziyade nefret edilen çadır yoktu, fakat bugün, benim gözümde senin çadırından daha sevgili çadır yoktur" buyurdu. (Buhari).
İslâm'ın en azılı düşmanı Ebu Cehil'in oğlu İkrimi Mekke'nin fethi gününde Yemen'e kaçmıştı. Karısı İslâm'ı kabul etti, Yemen'e giderek onu sakinleştirdi, o da İslâm'ı kabul ederek Hz. Peygamber'in huzuruna geldi. Onu gören Peygamber heyecan ve sevinçle ayağa kalktı, ona doğru Öyle bir hızla gitti ki, giysisinin üst kısma düştü ve Hz. Peygamber üstsüz kaldı (Muvatta). Ve "Ey hicret eden süvari, dönüşün bizi hoşnut etmiştir" buyurdu. (Tirmizi)
Safvân b. Ümeyye, Mekke liderlerinden ve İslâm'ın azılı düşmanlarından idi. Umeyr b. Vehb'i mükâfaat karşılığında Hz. Peygamber 'i öldürmekle görevlendirdiği için fetih gününde Cidde'ye kaçmış ve oradan deniz yoluyla Yemen'e gitmeye karar vermişti. Umeyr b. Vehb, Hz. Peygamber'e gelerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Safvân b. Ümeyye, kabilesinin reisidir. Korkusundan kaçtı; kendisini denize atabilir." Hz. Peygamber; "emân verilmiştir" buyurdu. Umeyr "Ey Allah'ın Rasûlü! Bana onun emniyette olduğuna dair bir alâmet ver ki, onu görünce bana güvensin" dedi. Peygamber ona sangım verdi. O da bunu Safvân'a götürdü. Fakat Safvân, dönerse hayatını kaybedeceğinden endişe ediyordu. Umeyr ona "belli ki sen Rasûl'ün merhametinden ve affediciliğinden haberder olmamışsın" dedi. Bunun üzerine Safvân, Umeyr'le birlikte Peygamber'e gitti ve ilk sözü, "Umeyr bana, senin emân verdiğini söyledi" demek oldu. Peygamber, "doğrudur" buyurdu. Safvân kendisine (düşünmesi için) iki ay mühlet verilmesini istedi. Hz. Peygamber , "iki değil, dört ay mühlet verilmiştir" buyurdu. Daha sonra Safvân kendi isteğiyle Müslüman oldu (İbni Hişam).
Hebbâr b. Esved, Hz, Peygamber'in kızı Zeyneb'e büyük bir kötülükte bulunmuştu. Zeyneb, Mekke'den Medine'ye hicret ederken hamile idi. Hebbâr onu bindiği deveden mız-rağıyla yere düşürdü. Zeyneb fena halde yaralandı ve çocuğunu kaybetti. Hebbâr bunun yanında daha başka suçlar da işlemişti. Bu sebeple Fetih Gününde, yakalandıklarında Öldürülecek kişiler içinde idi. Hebbâr İran'a kaçmak istemişti. Fakat Hz. Peygamber'in affına sığınarak huzuruna geldi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Ben İran'a kaçmak istemiştim, ama senin lûtuflarını ve bağışlayıcılığını hatırladım. Hakkımda duyduğun bütün şeyler doğrudur. Cahilliğimi ve suçumu kabul ediyorum. Şimdi İslâm'ı kabul etmeye geldim" dedi. O anda merhamet duygusu her şeye üstün geldi ve dost ile düşman arasında ayrım olmadı (İbni İshak). Bedir savaşı gününden Mekke'nin fethi gününe kadar Ebu Süfyan'ın yaptıkları kimseye gizli değildi. Onun Hz. Peygamber'e karşı düşmanlığı, kışkırtmaları ve savaşları biliniyordu. Mekke'nin fethi gününde Hz. Abbas onu Rasûiullah'a getirince Rasûlullah ona sevgi ve şefkatle muamelede bulundu. Ömer, onu geçmiş suçlarından dolayı öldürmek istedi. Fakat Rasûlullah onu bundan men etti. Sadece onu affetmekle kalmadı. Evini "her kim Ebu Süfyan'ın evine girerse emindir" diyerek haram bölge ilân etti (Buhari ve Müslim). İnsanlık tarihinde fatihlerin düşmanlarına bu sekide davranışının başka hiçbir örneği yoktur.
Medine devrinde, çevredeki Arap kabileleri birer birer İslâm'ın sancağı altında toplanırken Benî Hanîfe kabilesi düşmanlığını sonuna kadaf sürdürdü. Kabilenin şeflerinden Sümâme b. Üsâl, müslümanlar tarafından yakalanıp Hz. Peygamber'e getirilmişti. Mescidin direklerinden birisine bağlanması emredildi. Daha sonra Hz. Peygamber mescide çıktığında ona isteğini sordu. Sümâme; "Gönlümde hayır ümidi var yâ Muhammed! Eğer beni öldürürsen kanlı bir caniyi öldürmüş olursun. Ve eğer bana af nimetini gösterirsen rıîmete karşı şükreden bir kişiye iyilik etmiş olursun. Eğer fidye için mal istersen, söyle, onu vereyim" dedi. Bu cevap üzerine Peygamber sessiz kaldı. İkinci gün de, aynı şeyi tekrar etti, üçüncü günde de aynı cevabı verdi, sonunda Hz. Peygamber serbest bırakılmasını emretti. Beklentilerinin çok fev-kindeki bu muamele Sümâme üzerinde büyük bir tesir bıraktı. Hemen mescidin yakınında bir suya koştu. Gusledip sonra mescide girdi ve Rasûlullah (S)'in huzuruna varıp Kelime-i şehâdet getirdi. Sonra şu sözleri söyledi: "Yâ Muhammed! Vallahi şu yer üzerinde bana senin yüzünden daha düşman hiçbir yüz yoktu. Fakat bu sabah, senin mübarek sıman bana yüzlerin en sevimlisi göründü. Vallahi dinlerden hiçbir din bana senin dininden ziyade düşman gelmezdi. Fakat bu sabah senin dinin bana göre dinlerin en sevimlisidir. Vallahi memleketlerden hiçbir şehir bana senin belden kadar menfur değildi. Fakat bu sabah belden nazarımda şehirlerin en sevimlisidir." (Buharî).
Kureyş, Hz. Muhammed Mekke'de iken ona, ailesine ve ashabına kelimelerin tarif edemeyeceği sertlik ve acımasızlıkta zarar vermişti. Hz. Peygamber'i ve kabilesini Ebû Tâlib mahallesi'nde üç yıl kuşatma altında tutarak boykot ettiler ve hiçbir yiyecek gitmesine izin vermediler. Oradakiler binbir mahrumiyet, sıkıntı ve acı içinde aç kaldılar, ızdırap çektiler. Onların bu hâli Kureyşlileri düşmanlıkta daha da azgınlaştırdı. Buna karşılık Hz. Peygamber (a) kıtlık günlerinde Yemâame'den Mekke'ye buğday gitmesine izin vererek Mekke'lileri açlık tehlikesinden kurtardı.
Câbir'den rivayet edilmiştir ki: "Biz Rasûlullah ile beraber Zâtü'r-Rıkâ'da bulunuyorduk. Gölgeli bir ağacın yanma vardığımızda, orada Rasûlullah'i bıraktık. Rasûlullah, kılıcını ağacın üzerine asıp uykuya dalmıştı. Uyandığında, kılıcını başucun-da duran bir müşriğin elinde görmüş. Adam; "Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" demiş. Rasûlullah: "Allah!" deyince müşrik kalakalmış. Ashabı yarana vardığında kılıcı yerdeydi. Rasûlullah olayı ashabına anlattı ve müşrik bedeviye bir ceza vermedi (Buharı).
Daha önce değindiğimiz gibi, Umeyr b. Vehb Hz. Peygamber'in düşmanı idi. Bedir Sa-vaşı'nda Öldürülenlerin öcünü almak üzere Safvân b. Ümeyye tarafından mükâfaat vaadiyle Medine'ye yollandı. Görevi gizlice Hz. Peygamber'i öldürmekti. Umeyr Medine'de zehirli kılıcıyla birlikte yakalanarak Peygamber'in huzuruna getirildi. Onu dövmek isteyen Hz. Ömer'i bundan Peygamber men ederek Umeyr'i yakınma aldı ve komplosunu açığa çıkardı. Umeyr çok şaşırdı. Hz. Peygamber ona birşey söylemedi. Bu yumuşak ve iyi muameleye hayran kalan Umeyr İslâm'ı kabul etti. Mekke'ye döndüğünde İslâm'ın çağrısını yaymaya başladı. Bu Hicretin üçüncü yılında vukubuldu (Taberi).
Bir başka defa da suikastçı bir kişi yakalanıp Hz. Peygamber'e getirilmişti. Adam, Peygamber'i görünce korktu. O ise, sakin olmasını, kendisini öldürmek istemiş olsa bile öldüremeyeceğini söyledi (Ahmed).
Hudeybiye Antlaşması sırasında Hz. Peygamber'i öldürmek içki karanlıkta Tenim dağından Kureyş kabilesi mensubu 80 adam geldi, fakat tevafuken Müslümanlar tarafından yakalandılar. Hz. Peygamber onları serbest bıraktı ve hiçbir şey söylemedi. Kur'ân'ın şu âyeti sözkonusu hadiseden bahsetmektedir: "Mekke'nin göbeğinde, onlara karşı size zafer verdikten sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çeken O'dur. Allah, yaptıklarınızı görmektedir." (48: 24). (Tirmizi).
Enes b. Mâlik'in rivayetine göre, Hayber'de bir Yahudi kadım Hz. Peygamber'e, zehirleyerek kızartılmış bir koyun takdim etmişti. Rasûlullah bundan yemiş, kendisiyle beraber Bişr b. Berâ' da yemişti. Fakat