ecenur
Fri 7 May 2010, 04:20 pm GMT +0200
Hidaye Tercümesi / Ezan
Namazın Sıhhatinin Şartları
Namazın Keyfiyeti
Namazdaki Okuyuş Hakkında Bir Fasıl
EZAN BABI
(Ezan yalnız beş vakit namazın farzları ile cuma namazı için sünnettir.) Ezan hakkmda mütevatir olan nakle binaen ezan (başka namazlarda sünnet değildir.) (Ezanın keyfiyeti malumdur) ve gökten inmiş olan meleğin tarif ettiği şekildedir. (Ezanda terci´ yoktur.) Terci´: İki şehadet kelimesini ikişer defa önce sessiz, sonra sesli olarak okumaktır. İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) Ebû Mahdûre (Radiyallâhü anh)´m «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) bana ezanda terci yapmamı emir buyurdu» ([1]) hadisine dayanarak: -Ezanda terci vardır.» demiştir. Biz diyoruz ki: Ezan hakkında varid olan meşhur hadislerin hiç birinde tercie dâir bir rivayet yoktur. Ebû Mahdûre (Radıyal-lâhü anh) ise, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ezanı öğretirken, ezan kelimelerinin tekrarını terci sanmıştır.
(Sabah ezanında hayye alalfelah´tan sonra iki kez esselâtu hayran minennevm denilir.) Zira Bilâl-ı Habeşi (Radıyallâhü anh) bir sabah, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ezandan sonra mescide gelmediğini görünce kapıya giderek iki kez esselatü hayrün minennevm demiş ve Peygamber Efendimiz (Sallal-
lahü Aleyhi ve Sellem) uyanınca; Yâ Bilâl bu ne güzel şey, bunu ezana kat» ([2]) buyurmuştur. Bunun sabah yalnız sabah ezanında söylenmesi de, sabah saatlarının uyku ve gaflet zamanı olduğu içindir.
(Kamet de ezan gibidir. Ancak kamette HAYYEALELFELAH´tan sonra iki kez KAD KAMETİSSALAH denilir.) Meşhur olan rivayete göre ezanı öğreten melek, kametin de ezan gibi olduğunu söylemiştir. ([3]) İmam-Şafiî (Radıyallâhü anh) :«Kamette kelimeler birer defa söylenir- demiş ise de, bu hadis onun görüşüne karşı bir delildir. (Ezanda kelimeler ağır ağır ve aralıklı olarak, kamette ise anlarda ve aralıksız olarak söylenir.) Zira Peygamber Efendimiz, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). Bilâl (Radıyallâhü anh)´a:"Ezan okurken kelimeleri ağır ağır ve aralıklı olarak, kamet getirirken ise, ardarda ve aralık vermeden oku» ([4]) diye buyurmuştur ki bu, ezan ve kametin mustahap olan şeklidir. (Kişi yüzünü kıbleye vererek ezan okur ve kamet getirir.) Çünkü ezanı öğreten melek yüzünü kıbleye vererek ezan okumuştur. Şayet kişi yüzünü kıbleye vermeden ezan okursa -gaye hasıl olduğu için- caiz ise de sünnete aykırı olduğundan mekruhtur. (HAYYEALESSELAH ve HAYYEALELFELAH kelimeleri söylenirken yüz sağa ve sola dönderiür.) Çünkü bu iki. kelime birer hitap mahiyetinde olup onlarla müslümanlar namaza çağırılır. Müezzin başını minarenin şerefesinden dışarı çıkarıp sağa sola dönder-meye imkân bulamadığı takdirde (Ayaklarının aynı yerden ayrıl maması şartıyla şerefe içinde dönmesi) ki bu da şerefenin geniş ok duğu zaman mümkün olur (iyidir.) Zira sünnet, müezzinin ezanı bitirinceye kadar aynı yerde durmasıdır. (Ezanda en iyisi, kişinin parmaklarını kulaklarına sokarak ezan okumasıdir.) Çünkü bunu, sesin yükselmesine yardımcı olduğu için Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) B i I â l´e emretmiştir. ([5]) Şayet müezzin parmaklarını kulaklarına sokmasa da yine İyidir.) Zira parmaklan kulağa sokmak asli bir sünnet değildir.
(Sabah ezanından sonra çağrıyı tekrarlamak iyi bir usul ise de başka namazlarda mekruhtur.) Sabah ezanmdan sonra çağrıyı tekrarlama usûlü, Ashab-ı Kiram devrinden sonra namaza karşı genel bir gevşeklik baş gösterdiği için Küfe uleması tarafından ihdas edilmiştir. Bu usûlün sabah namazına tahsis edilmesi de -yukarda söylediğimiz üzere- sabah saatlerinin uyku ve gaflet zamanı olduğu içindir. Dini hayatta genel bir gevşekliğin baş göstermesi üzerine sonraki ulema bu usûlü bütün namazlarda istihsan etmişlerdir.
İmam Ebû Yûsuf: -Müezzinin bütün namazlarda memleket idarecisine «Ey Emir, Allah´ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerine olsun. Haydi namaza, haydi felaha. Allah senden razı olsun. Namaz vaktidir» demesinde bir sakınca görmüyorum» demiştir. İmam Muhammed ise, içtimai hayatta ve dini emirler muvacehesinde insan fertleri arasında bir fark bulunmadığını söy-liyerek İmam Ebû Yûsuf´un bu sözünü yadırgamıştir.
tmam Ebû Yûsuf, yöneticiler halkın işleriyle uğraştıkları için cemaatı kaçormasınlar diye bu çağınyı yöneticilere tahsis etmiştir, ki hakim ile müftü de aynı durumdadırlar. imam Ebû Hanife´ye göre (Müezzin akşam namazından başka bütün namazlarda ezan ile kamet arasında oturur. Çünkü ezan ile kameti ardarda okumamak ve birbirinden ayırmak gerekir.) Zira ezan ile kameti peşpeşe okumak mekruhtur. Diğer iki imam ezan ile kamet arasında oturmayıp da, onları biribirinden sadece hafif bir ara verme ile ayırmak kâfi gelmez. Zira ezanın kelimeleri arasında da hafif duruşlar yapılır. O halde iki hutbe arasında nasıl oturuluyorsa, ezan ile kamet arasında da oturulmahdır» diyerek akşam, namazını da bu hükümden istisna etmemişlerdir. Akşam namazının tehiri mekruh olduğu için. İmam Ebü Hani f e akşam namazının ezam ile kameti arasında oturmanın akşam namazının mekruh vakte girmesine sebeb olabileceğini düşünerek : «Aralarında hafif bir duruş kâfidir- demiştir. Zira her ne kadar ezanın kelimeleri arasında da hafif duruluyorsa da, ezan ile kametin hem eda şekilleri değişiktir ve hem de herbiri ayn bir yerde okunur, iki hutbe ise öyle değildir. Onun için iki hutbeyi biribirinden ayırmak, ancak aralannda oturmakla olur.
îmam-ı Şafii akşam namazını da diğer namazlara kıyas ederek: «Akşam namazınm ezanı ile kameti, aralarında iki rekât namaz kılmakla biribirinden ayrılır» demiştir. Halbuki -yukarıda belirttiğimiz üzere- akşam namazının tehiri mekruh olduğu için akşam namazı diğer namazlardan farklı olup onlara kıyas edilemez. ( Y a k u p demiştir ki: imam Ebû Hanife´yi gördüm. Akşam ezanını okuduktan sonra hemen kamet getirirdi, Ezan ile kamet arasında oturmazdı.) İmam Ebü Hanif e´ nin böyle yapmasından, müezzinin hem akşam namazında ezan ile kamet arasında oturmamasınm ve hem de fıkıh hükümlerirıi bilen bir kimse olmasının müstahap olduğu anlaşılır. Zira Peygamber-Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm); «İçinizde en iyileriniz size müezzinlik yapar.» ([6]) buyurmuştur. (Kaza namazı İçin de ezan okunur ve kamet getirilir.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz bir yolculukta Ashabıyla birlikte uykuda kalarak kaçırdığı sabah namazını kaza ederken hem ezan okutmuş ve hem de kamet getirtmiştir. ([7]) Bu hadis bizim için «Kaza namazı için ezan yoktur. Yalnız kamet getirilir.» diyen İm a m -1 Ş â f i i´nin görüşüne karşı bir delildir. ([8]) (Şayet kişi bir kaç namazı kazaya bırakmış ise birinci namaz için) yukarıda geçen hadise binaen (hem ezan okur, hem kamet) getirir. Diğer namazlarda ise, isterse hem ezan okur. Hem kamet getirir) ki kaza namazı da eda namazı gibi olsun (isterse yalnız, kamet getirir.) Çünkü ezan, hazır olmayanların namaza gelmeleri içindir. Bunlar ise hepsi hazırdırlar. Ben diyorum ki: Rivayete göre imam Muhammed: -Diğer namazlar için ezan okunmaz, yalnız kamet getirilir- demiştir. Derler ki: Hanefi fıkhının bütün imamları bu görüşte olabilirler.
(Ezan okurken ve kamet getirirken abdestlî olmak daha uygun ise de, abdestsiz olarak da ezan okunsa caizdir.) Çünkü ezan namaz değil, bir zikirdir. Bunun için nasıl Kur´an okurken abdestli olmak müstehap ise, bunda da müstahaptır. (Fakat abdestsiz olarak kamet getirmek mekruhtur.) Çünkü abdestsiz kamet getiren kimse, namaz için abdest almak zorunda olduğundan getirdiği kamet ile namazı biribirinden ayrılmış olur. Abdestsiz ezan ve kametin hükmü hakkında iki rivayet daha vardır: Birine göre kamet de ezan gibi olup abdestsiz getirmek mekruh değildir. Çünkü kamet ikinci ezan demektir. Diğerine göre ezan da kamet gibi olup abdestsiz okumak mekruhtur. Zira abdestsiz ezan okuyan kimse, kendisinin yapmayacağı bir, ibadete başkalarını çağırmış olur.
ECünüp olarak ezan okumak) kesin olarak (Mekruhtur) onun hakkında başka bir rivayet yoktur. Çünkü ezan gerçekte namaz olmamakla beraber bazı yönlerden namaza benzediği için cünüblükte onun namaza benziyen yönü göz önünde bulundurulmuştur. Abdest-sizlik ise, cünüblüğe göre daha hafif olduğu için. onda ezanın gerçekte namaz olmadığı yönüne bakılmıştır. Câmi-ülsağiyr´de «Kişi abdestsiz olarak ezan okursa, bir daha okumasına gerek yoktur. Fakat cünüb olarak okuyan kimsenin guslettikten sonra bir daha okuması kanaatimce daha iyidir» diye geçmektedir.
(Abdestsiz veya cünüb olarak ezan okuyan kimse, abdest aldıktan veya guslettikten sonra bir daha okumadan namaz kılarsa namazında bir eksiklik olmaz.) Zira abdestsiz okunan ezanın bir daha okunması hakkında herhangi bir rivayet yoktur. Cünüb olarak okunan ezanın da her ne kadar bir daha okunması hakkında iki rivayet varsa da, büsbütün ezansız ve kametsiz namaz caizdir. Şayet okumak isterse, yalnız ezan okunur, kamet getirilmez. Çünkü ezan -cuma namazında olduğu gibi- bazan tekrarlanır. Kametin tekrarı ise hiç bir yerde yoktur. (Kadın da ezan okuduğu zaman durum böyledir) yani bir daha ezan okumak sünnete uyması için müstah iptir. (Herhangi bir namaz için, vakti girmeden ezan okunamaz.) Zira ezan namaz vaktinin girdiğini bildirmek içindir. Vakit girmeden okunan ezan ise, şaşırtmaktan başka bir şey değildir. î m a m Ebû.Yûsuf: «Sabah namazı için gecenin son yarısında ezan okunabilir» demiştir, ki îmam-ı Şafii de buna kaildir. Zira Mekke ve Medine halkı hep öyle yapagelmişlerdir. Bizim bunlara karşı olan delilimiz. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Bilâl´a -elini sağa sola uzatarak- «Tan yerinin şu tarafta bu tarafta ağardığını görmedikçe ezan okuma- ([9]) diye Duyurmasıdır. (Yolculukta olan kimse için de ezan ile kamet müstahaptır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E bû M e 1 i k e´nin iki oğluna; Yolculuğa çıktığınız zaman ezan okuyun, kamet getirin ve hanginiz Kur´an-ı daha çok biliyorsa o size imamlık etsin» ([10]) buyurmuştur. (Yolculukta olan kimsenin ezan ile kametin ikisini birlikte terk etmesi mekruhtur.) Yalnız kamet getirmesi caizdir. Çünkü ezan, okunduğu yerde olmayanların namaza gelmeleri içindir. Yolculukta olan kimseler ise hep aynı yerdedirler. Kamet ise, namaza başlandığını bildirmek olduğu için hazır olanlara da gereklidir.
(Eğer kişi şehir içinde ve fakat kendi evinde namaz kılıyorsa) cemaatla kılınan namazın şekline uygun olması için, (ezanh ve ka-metli olarak namaz kılar şayet ezan ile kametin ikisini de terk ederse caizdir.) Zira Abdullah ibn-i Mesûd (Radıyallâhü anh) bir gün iki kişiye namaz kıldırırken: «Bizim için semtin ezanı kâfidir- demiştir.[11]
Namazın Sıhhatinin Şartları
(Namaz kılmak istiyen kimse için namaza başlamadan önce abdestsizlik ve pisliklerden -yukarıda anlattığımız biçimde- temizlenmek gerekir.) Cenâb-ı Hak metinleri yukarıda geçen âyetlerde ´-Elbiseni temizle» ve (Eğer cünüb olursanız yıkanıp temizlenin) buyurmuştur. (Namazda avret yerlerini örtmek de gerekir.) Zira Cenâb-ı Hak (Celle Celâlihu) «Ey insan oğulları, her, mescide gidişinizde en güzel elbisenizi giyiniz» ([12]) yani avret yerlerinizi kapatınız, buyurmuştur. Peygamber Efendimiz de (AlcyhıVsalâtü ves´s-selâm) : -Erginlik çağına eren kadının baş örtüsüz namazı yoktur- ([13]) buyurmuştur. (Erkeğin avret yeri göbeğin altından diz kapaklarına kadardır.) Zira Peygamber Efendimiz lAleyhi´s-selâtü ve´s-selâm);-Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapaklaruıuı arasıdır-bir rivayete göre;-Göbeğin altından başlayarak diz kapaklarını geçinceye kadardır.- ([14]) diye buyurmuştur. İ m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) her ne kadar: -Göbeğin kendisi de avrettir» demiş ise de, bu hadisten, göbeğin avret olmadığı anlaşılmaktadır. İmam-ı Şafiî: «Diz kapaklan avret değildir» demiştir. Biz ise, ya bu hadisteki «Diz kapaklarını geçinceye kadar- deyimine veyahut -Diz kapağı avrettendir- ([15]) hadisine dayanarak diz kapaklarının avret olduğu görüşündeyiz.
(Hür olan kadının yüzü ile ellerinden başka bütün vücudu avrettir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm) :«Kadın örtünmesi gereken bir avrettir») ([16]) buyurmuştur. Ancak kadın yüz ve ellerini açmak zorunda olduğu için kadından bu iki uzuv avret sayılmamıştır. Ben diyorum ki: ha-dişin ifâdesi ayağın avret olduğunda nass ise de en sıhhatli olan görüşe göre ayak avret değildir. Zira ayağm avret olmadığına dâir kuvvetli bir rivayet vardır.(Kadın namaz kılarken bacağının dört veyahut üçtebiri açık olursa -İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre- namazı sahih olup bir daha kılması gerekmez. İmam Ebû Yûsuf t «Yarıya yakın bir miktar bile açık olursa namazı yine sahihtir» demiştir.) Çünkü herhangi bir şeye, ancak karşısında olan bir başka şeyin ondan az olduğu zaman «çok- denilir. Zira azlık ile çokluk birer izafi mefhum olup birbirlerine göredirler.
(İmam Ebû Yûsuf´tan, kadının bacağından yarısı açık olduğu zaman namazın sahih olup olmadığı hakkında iki rivayet gelmiştir.) Zira herhangi bir şeyin yansı diğer yarıya göre ne az, ne de çoktur. Çünkü diğer yan ondan az olmadığı için çok değildir ve diğer yarı ondan çok olmadığı için az değildir.
îmam Ebû Yûsuf namazın sahih olduğunu söylerken, bacağın açık olan yarısının kapalı olan diğer yarıdan çok olmadığına, sahih olmadığım söylerken ise, diğer yandan az olmadığına bakmıştır. İmam Ebû Hanife ile İmam, Muhammed: «Herhangi bir şeyin dörtte biri gerek bir çok şer´i hükümlerde ve gerek konuşmalarda o şeyin tamamı yerine kaim olur. Nitekim abdestte başın dörtte birini meshetmek başın tamamını mesh etmek yerine ve hac menasikinde başın dörtte birini traş etmek başın tamamını traş etmek yerine geçer ve nitekim herhangi bir kimse, bir başkasını yalnız ön taraftan gördüğü zaman o kimseyi, dört taraftan biri olan sadece ön taraftan gördüğü halde «Ben falancayı gördüm» der» demişlerdir. (Saç, karın ve oyluk da öyledir.) Yani aynı ihtilâf bunlarda da vardır. Zira bunların her biri başlı başına bir uzuvdur. Saçın baştan sarkan kısmı, her ne kadar gusülde yıkanması gerekmiyorsa da -sahih olan kavle göre- namazda örtünmesi gereken avrettir.. Zira gusülde yıkanmasının vâcib olmayışı, bedenden sayılmadiğı için değil, zorluk olmasın diye yıkanması vâcib olmamıştır. İki bacak arasındaki ön ve arka avretlerde de -ki bunlara ağır avret denilir- aynı ihtilâf vardır. Sahih olan kavle göre zeker ile daşaklar ayn ayn avretlerdir. (Erkeklerin bedeninden nereler avret ise, câriye olan kadınların avreti de oralardır. Cariyenin sırtı ile karnı avrettir. Bu iki yerden yukarı olan kısımlar avret değildir.) Zira H z. Ömer (Radı-yallâhü anh) rastladığı kapalı gezen bir cariyeye:
-At başından o örtüyü. Hür kadınlara benzemek mi istiyorsun?» diye çıkışmıştır. Hem de gelenek oîarak câriye iş kılığında dışarı çıktığı için her çıkışında örtünmeye mecbur tutulmasında zorluk vardır. (Kişi, necis olan elbisesini yıkamak için bir şey bulamadığı zaman necis elbisesiyle namaz kılar ve namazını bir daha yenilemez.)
Bunun iki şekli vardır Eğer elbisenin dörtte biri veyahut daha fazlası temiz ise o elbiseyle namaz kılar. Çıplak olarak kılması caiz değildir. Çünkü herhangi bir şeyin dörttebiri, o şeyin tamamı hükmündedir Eğer elbisenin temiz olan kısmı dörtte birinden az olursa, İmam Muhammed´e göre yine böyledir.
İmam-ı Şafii´ nin de iki görüşünden biri bu yoldadır. Zira necis elbise ile namaz kılan kimse, namazm sıhhati için bir tek şartı, çıplak olarak namaz kılan kimse ise, birden çok farzları yerine getirmemiş olur. ([17]) İmam Ebü Hanife i!e İmam Ebû Yûsuf´a göre ise bu durumda olan kişi muhayyerdir, isterse çıplak olarak, isterse ki -en iyisi budur- necis elbise ile namaz kılar. Çünkü gerek necis elbise ile ve gerek çıplak olarak namaz kılmak, zaruret bulunmazsa caiz değildir. Namazda caiz görülen necaset miktan ile avretin açık olma miktarının ikisi de dörtte birdir. O halde ikisi namazın hükmünde müsavidir. Necasetle namaz kılmanın çıplak olarak namaz kılmaktan iyi olmasının sebebi de şudur: Çünkü elbisenin temiz olması yalnız namaz için şarttır. Avret yerlerinin kapatılması ise her zaman gereklidir. (Avret yerlerini kapatacak esvap bulamayan kimse, çıplak olarak ve fakat oturarak namaz kılar. Rüku ile secdeleri de işaretle yapar.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. (Şayet ayakta kılarsa yine caizdir.), Zira oturarak namaz kılmada ağır avret yerleri kapalı olarak namaz kılma imkânı bulunuyor. Ayakta namaz kılanın da rükû ve secdeleri hakkıyia yapması mümkündür. Bunun için, kişi hangisini arzu ederse onu yapabilir. (Bununla beraber oturarak kılması daha evlâdır.) Çünkü avret yerlerini kapatmak yalnız namazda değil, her zaman gereklidir. Hem de onun yerine geçecek başka bir şey yoktur. Tam rüku ve secdeler yerine ise, işaretler geçer.
(Namazın sıhhat şartlarından biri de niyetdir. Kişi namaza başlamadan, kılmak istediği namaza niyet ederek ve ara vermeden if-titah tekbiresini alarak namaza başlar.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm); Ameller ancak niyete göredir- ([18]) buyurmuştur. Aynca namaza başlarken ayağa kalkıp kıbleye karşı durulur. Ayakta durmak ise, namaz için olabildiği gibi herhangi bir iş için de olabilir. Eğer namaza niyet getirilmezse, bu duruş normal diğer duruşlarda farklı olarak ibadet vasfını taşımış olmaz. İftitah tekbiresinden önce edilen niyet de -eğer araya namaza uygun düşmiyen bir davranış girmezse- makbuldür, îftitah tekbiresinden sonra ise edilen niyet muteber değildir. Çünkü niyetten önce geçen kısım, niyetsiz olarak yapıldığı için ibadet sayılmaz. Oruçta tan yeri ağardıktan sonra getirilen niyete ise, zaruret için cevaz verilmiştir. Niyet mana itibarıyla kasıt demek ise de, burada kişi hangi namazı kılmak istiyorsa kalbinde o namazı kasdetmesi gerekir. Eğer kişinin kalbinde böyle bir kasıt yoksa, diliyle söylemesinin hiç değeri yoktur, âonra, eğer kişinin kılmak istediği namaz nafile ise ona mutlak niyet kâfidir. Sahih olan kavle göre sünnet olan her namaz için de mutlak niyet kâfidir. Farz namazların niyetinde ise -farzlar değişik olduğu için- kılmak istenen namazın belirtilmesi (Meselâ öğle namazının farzı, ikindi namazının farzı diye ayırd edilmesi) gerekir.
(Eğer kişi imama uyarak namaz kılıyorsa, aynca imama uyma niyetini de getirmesi gereklidir.) Çünkü cemaatle kılınan namazm, imamın herhangi bir yanlış davranışı yüzünden fesada gittiği için, kişinin bunu önceden kabullenmesi gerekir. (Namazın sıhhat şartlarından biri de kıbleye yönelik olarak namaz kılmaktır,) Zira Cenâb-ı Hak (Celle CelâÜhu); «Nerede olursanız yüzlerinizi onun (Mescidi Haram´ın) semtine çevirin- ([19]) buyurmuştur. Sonra Mekke´de olanlar için, bizzat kıbleye, Mekke dışında olan kimseler için de -sahih olan kavle göre- kıblenin bulunduğu yöne yüzlerini çevirmeleri gereklidir. Çünkü insana, gücünün yettiği kadar teklif vaki olur. (Korku içinde namaz kılan kimse, hangi yöne yüzünü çevirebi-lıyorsa, o yöne çevirerek namaz kılar.) Çünkü bu kimse mazur olduğu için, kıbleyi bilemiyen kimse hükmündedir.
(Eğer kişi kıbleyi bilemiyor ve yanında kendisinden soracak kimse de bulunmuyorsa, ictihad ederek namaz kılar.) Zira Ashap (Radıyallâhü anhümVın kıbleyi hep ictihad ederek namaz kılarlardı. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onlara niçin böyle yapıyorsunuz? diye kınamaydı. Kaldı ki daha üstün bir imkân bulunmadığı zaman zahir olan delil ile amel etmek vâcibtir. Başkasından sormak ise, ictihad etmekten daha üstün bir imkândır.
(Namaz kıldıktan sonra kıblede yanlış olduğunu öğrenen kimse, namazını bir daha kılmaz.) İmamı Şafii (Allah rahmet eylesin) :
-Eğer namazda arkasını kıbleye vermiş olduğunu öğrenirse, bir daha namazını kılmak zorundadır» demiştir. Biz diyoruz ki: Kişinin yapabildiği şey ancak ictihad etmek idi, ki bunu yapmıştır. Teklif de ancak yapılabilen şeyle olur. (Eğer karanlık bir gecede bir kaç kişiye imamlık eden kimse, yaptığı ictihad sonunda yüzünü doğuya, arkasındaki kimselerden herbiri de keza ictihad ederek yüzünü bir başka yöne çevirip namaz kılar ve hiçbiri imamın nasıl yaptığım bilmezse, hepsinin namazı sahihtir.) Çünkü hepsi de ictihad etmiş ve kıble sandıklan yöne yüzlerini çevirerek namaz kılmışlardır. Kabe içinde namaz kılan cemâatin imama muhalefetleri namazın sıhhatına nasıl mani değilse, bunlarında imama muhalefetleri mani değildir. (İmamın nasıl yaptığını bilen kimsenin namazı ise sahih değildir.) Zira bu kimseye göre imam kıblede yanılmıştır. Kıyam farzını yerine getirmediği için (imamdan ilerde duran kimsenin namazı da sahih değildir.)[20]
Namazın Sıhhatinin Şartları
Namazın Keyfiyeti
Namazdaki Okuyuş Hakkında Bir Fasıl
EZAN BABI
(Ezan yalnız beş vakit namazın farzları ile cuma namazı için sünnettir.) Ezan hakkmda mütevatir olan nakle binaen ezan (başka namazlarda sünnet değildir.) (Ezanın keyfiyeti malumdur) ve gökten inmiş olan meleğin tarif ettiği şekildedir. (Ezanda terci´ yoktur.) Terci´: İki şehadet kelimesini ikişer defa önce sessiz, sonra sesli olarak okumaktır. İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) Ebû Mahdûre (Radiyallâhü anh)´m «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) bana ezanda terci yapmamı emir buyurdu» ([1]) hadisine dayanarak: -Ezanda terci vardır.» demiştir. Biz diyoruz ki: Ezan hakkında varid olan meşhur hadislerin hiç birinde tercie dâir bir rivayet yoktur. Ebû Mahdûre (Radıyal-lâhü anh) ise, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ezanı öğretirken, ezan kelimelerinin tekrarını terci sanmıştır.
(Sabah ezanında hayye alalfelah´tan sonra iki kez esselâtu hayran minennevm denilir.) Zira Bilâl-ı Habeşi (Radıyallâhü anh) bir sabah, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ezandan sonra mescide gelmediğini görünce kapıya giderek iki kez esselatü hayrün minennevm demiş ve Peygamber Efendimiz (Sallal-
lahü Aleyhi ve Sellem) uyanınca; Yâ Bilâl bu ne güzel şey, bunu ezana kat» ([2]) buyurmuştur. Bunun sabah yalnız sabah ezanında söylenmesi de, sabah saatlarının uyku ve gaflet zamanı olduğu içindir.
(Kamet de ezan gibidir. Ancak kamette HAYYEALELFELAH´tan sonra iki kez KAD KAMETİSSALAH denilir.) Meşhur olan rivayete göre ezanı öğreten melek, kametin de ezan gibi olduğunu söylemiştir. ([3]) İmam-Şafiî (Radıyallâhü anh) :«Kamette kelimeler birer defa söylenir- demiş ise de, bu hadis onun görüşüne karşı bir delildir. (Ezanda kelimeler ağır ağır ve aralıklı olarak, kamette ise anlarda ve aralıksız olarak söylenir.) Zira Peygamber Efendimiz, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem). Bilâl (Radıyallâhü anh)´a:"Ezan okurken kelimeleri ağır ağır ve aralıklı olarak, kamet getirirken ise, ardarda ve aralık vermeden oku» ([4]) diye buyurmuştur ki bu, ezan ve kametin mustahap olan şeklidir. (Kişi yüzünü kıbleye vererek ezan okur ve kamet getirir.) Çünkü ezanı öğreten melek yüzünü kıbleye vererek ezan okumuştur. Şayet kişi yüzünü kıbleye vermeden ezan okursa -gaye hasıl olduğu için- caiz ise de sünnete aykırı olduğundan mekruhtur. (HAYYEALESSELAH ve HAYYEALELFELAH kelimeleri söylenirken yüz sağa ve sola dönderiür.) Çünkü bu iki. kelime birer hitap mahiyetinde olup onlarla müslümanlar namaza çağırılır. Müezzin başını minarenin şerefesinden dışarı çıkarıp sağa sola dönder-meye imkân bulamadığı takdirde (Ayaklarının aynı yerden ayrıl maması şartıyla şerefe içinde dönmesi) ki bu da şerefenin geniş ok duğu zaman mümkün olur (iyidir.) Zira sünnet, müezzinin ezanı bitirinceye kadar aynı yerde durmasıdır. (Ezanda en iyisi, kişinin parmaklarını kulaklarına sokarak ezan okumasıdir.) Çünkü bunu, sesin yükselmesine yardımcı olduğu için Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) B i I â l´e emretmiştir. ([5]) Şayet müezzin parmaklarını kulaklarına sokmasa da yine İyidir.) Zira parmaklan kulağa sokmak asli bir sünnet değildir.
(Sabah ezanından sonra çağrıyı tekrarlamak iyi bir usul ise de başka namazlarda mekruhtur.) Sabah ezanmdan sonra çağrıyı tekrarlama usûlü, Ashab-ı Kiram devrinden sonra namaza karşı genel bir gevşeklik baş gösterdiği için Küfe uleması tarafından ihdas edilmiştir. Bu usûlün sabah namazına tahsis edilmesi de -yukarda söylediğimiz üzere- sabah saatlerinin uyku ve gaflet zamanı olduğu içindir. Dini hayatta genel bir gevşekliğin baş göstermesi üzerine sonraki ulema bu usûlü bütün namazlarda istihsan etmişlerdir.
İmam Ebû Yûsuf: -Müezzinin bütün namazlarda memleket idarecisine «Ey Emir, Allah´ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerine olsun. Haydi namaza, haydi felaha. Allah senden razı olsun. Namaz vaktidir» demesinde bir sakınca görmüyorum» demiştir. İmam Muhammed ise, içtimai hayatta ve dini emirler muvacehesinde insan fertleri arasında bir fark bulunmadığını söy-liyerek İmam Ebû Yûsuf´un bu sözünü yadırgamıştir.
tmam Ebû Yûsuf, yöneticiler halkın işleriyle uğraştıkları için cemaatı kaçormasınlar diye bu çağınyı yöneticilere tahsis etmiştir, ki hakim ile müftü de aynı durumdadırlar. imam Ebû Hanife´ye göre (Müezzin akşam namazından başka bütün namazlarda ezan ile kamet arasında oturur. Çünkü ezan ile kameti ardarda okumamak ve birbirinden ayırmak gerekir.) Zira ezan ile kameti peşpeşe okumak mekruhtur. Diğer iki imam ezan ile kamet arasında oturmayıp da, onları biribirinden sadece hafif bir ara verme ile ayırmak kâfi gelmez. Zira ezanın kelimeleri arasında da hafif duruşlar yapılır. O halde iki hutbe arasında nasıl oturuluyorsa, ezan ile kamet arasında da oturulmahdır» diyerek akşam, namazını da bu hükümden istisna etmemişlerdir. Akşam namazının tehiri mekruh olduğu için. İmam Ebü Hani f e akşam namazının ezam ile kameti arasında oturmanın akşam namazının mekruh vakte girmesine sebeb olabileceğini düşünerek : «Aralarında hafif bir duruş kâfidir- demiştir. Zira her ne kadar ezanın kelimeleri arasında da hafif duruluyorsa da, ezan ile kametin hem eda şekilleri değişiktir ve hem de herbiri ayn bir yerde okunur, iki hutbe ise öyle değildir. Onun için iki hutbeyi biribirinden ayırmak, ancak aralannda oturmakla olur.
îmam-ı Şafii akşam namazını da diğer namazlara kıyas ederek: «Akşam namazınm ezanı ile kameti, aralarında iki rekât namaz kılmakla biribirinden ayrılır» demiştir. Halbuki -yukarıda belirttiğimiz üzere- akşam namazının tehiri mekruh olduğu için akşam namazı diğer namazlardan farklı olup onlara kıyas edilemez. ( Y a k u p demiştir ki: imam Ebû Hanife´yi gördüm. Akşam ezanını okuduktan sonra hemen kamet getirirdi, Ezan ile kamet arasında oturmazdı.) İmam Ebü Hanif e´ nin böyle yapmasından, müezzinin hem akşam namazında ezan ile kamet arasında oturmamasınm ve hem de fıkıh hükümlerirıi bilen bir kimse olmasının müstahap olduğu anlaşılır. Zira Peygamber-Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm); «İçinizde en iyileriniz size müezzinlik yapar.» ([6]) buyurmuştur. (Kaza namazı İçin de ezan okunur ve kamet getirilir.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz bir yolculukta Ashabıyla birlikte uykuda kalarak kaçırdığı sabah namazını kaza ederken hem ezan okutmuş ve hem de kamet getirtmiştir. ([7]) Bu hadis bizim için «Kaza namazı için ezan yoktur. Yalnız kamet getirilir.» diyen İm a m -1 Ş â f i i´nin görüşüne karşı bir delildir. ([8]) (Şayet kişi bir kaç namazı kazaya bırakmış ise birinci namaz için) yukarıda geçen hadise binaen (hem ezan okur, hem kamet) getirir. Diğer namazlarda ise, isterse hem ezan okur. Hem kamet getirir) ki kaza namazı da eda namazı gibi olsun (isterse yalnız, kamet getirir.) Çünkü ezan, hazır olmayanların namaza gelmeleri içindir. Bunlar ise hepsi hazırdırlar. Ben diyorum ki: Rivayete göre imam Muhammed: -Diğer namazlar için ezan okunmaz, yalnız kamet getirilir- demiştir. Derler ki: Hanefi fıkhının bütün imamları bu görüşte olabilirler.
(Ezan okurken ve kamet getirirken abdestlî olmak daha uygun ise de, abdestsiz olarak da ezan okunsa caizdir.) Çünkü ezan namaz değil, bir zikirdir. Bunun için nasıl Kur´an okurken abdestli olmak müstehap ise, bunda da müstahaptır. (Fakat abdestsiz olarak kamet getirmek mekruhtur.) Çünkü abdestsiz kamet getiren kimse, namaz için abdest almak zorunda olduğundan getirdiği kamet ile namazı biribirinden ayrılmış olur. Abdestsiz ezan ve kametin hükmü hakkında iki rivayet daha vardır: Birine göre kamet de ezan gibi olup abdestsiz getirmek mekruh değildir. Çünkü kamet ikinci ezan demektir. Diğerine göre ezan da kamet gibi olup abdestsiz okumak mekruhtur. Zira abdestsiz ezan okuyan kimse, kendisinin yapmayacağı bir, ibadete başkalarını çağırmış olur.
ECünüp olarak ezan okumak) kesin olarak (Mekruhtur) onun hakkında başka bir rivayet yoktur. Çünkü ezan gerçekte namaz olmamakla beraber bazı yönlerden namaza benzediği için cünüblükte onun namaza benziyen yönü göz önünde bulundurulmuştur. Abdest-sizlik ise, cünüblüğe göre daha hafif olduğu için. onda ezanın gerçekte namaz olmadığı yönüne bakılmıştır. Câmi-ülsağiyr´de «Kişi abdestsiz olarak ezan okursa, bir daha okumasına gerek yoktur. Fakat cünüb olarak okuyan kimsenin guslettikten sonra bir daha okuması kanaatimce daha iyidir» diye geçmektedir.
(Abdestsiz veya cünüb olarak ezan okuyan kimse, abdest aldıktan veya guslettikten sonra bir daha okumadan namaz kılarsa namazında bir eksiklik olmaz.) Zira abdestsiz okunan ezanın bir daha okunması hakkında herhangi bir rivayet yoktur. Cünüb olarak okunan ezanın da her ne kadar bir daha okunması hakkında iki rivayet varsa da, büsbütün ezansız ve kametsiz namaz caizdir. Şayet okumak isterse, yalnız ezan okunur, kamet getirilmez. Çünkü ezan -cuma namazında olduğu gibi- bazan tekrarlanır. Kametin tekrarı ise hiç bir yerde yoktur. (Kadın da ezan okuduğu zaman durum böyledir) yani bir daha ezan okumak sünnete uyması için müstah iptir. (Herhangi bir namaz için, vakti girmeden ezan okunamaz.) Zira ezan namaz vaktinin girdiğini bildirmek içindir. Vakit girmeden okunan ezan ise, şaşırtmaktan başka bir şey değildir. î m a m Ebû.Yûsuf: «Sabah namazı için gecenin son yarısında ezan okunabilir» demiştir, ki îmam-ı Şafii de buna kaildir. Zira Mekke ve Medine halkı hep öyle yapagelmişlerdir. Bizim bunlara karşı olan delilimiz. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Bilâl´a -elini sağa sola uzatarak- «Tan yerinin şu tarafta bu tarafta ağardığını görmedikçe ezan okuma- ([9]) diye Duyurmasıdır. (Yolculukta olan kimse için de ezan ile kamet müstahaptır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) E bû M e 1 i k e´nin iki oğluna; Yolculuğa çıktığınız zaman ezan okuyun, kamet getirin ve hanginiz Kur´an-ı daha çok biliyorsa o size imamlık etsin» ([10]) buyurmuştur. (Yolculukta olan kimsenin ezan ile kametin ikisini birlikte terk etmesi mekruhtur.) Yalnız kamet getirmesi caizdir. Çünkü ezan, okunduğu yerde olmayanların namaza gelmeleri içindir. Yolculukta olan kimseler ise hep aynı yerdedirler. Kamet ise, namaza başlandığını bildirmek olduğu için hazır olanlara da gereklidir.
(Eğer kişi şehir içinde ve fakat kendi evinde namaz kılıyorsa) cemaatla kılınan namazın şekline uygun olması için, (ezanh ve ka-metli olarak namaz kılar şayet ezan ile kametin ikisini de terk ederse caizdir.) Zira Abdullah ibn-i Mesûd (Radıyallâhü anh) bir gün iki kişiye namaz kıldırırken: «Bizim için semtin ezanı kâfidir- demiştir.[11]
Namazın Sıhhatinin Şartları
(Namaz kılmak istiyen kimse için namaza başlamadan önce abdestsizlik ve pisliklerden -yukarıda anlattığımız biçimde- temizlenmek gerekir.) Cenâb-ı Hak metinleri yukarıda geçen âyetlerde ´-Elbiseni temizle» ve (Eğer cünüb olursanız yıkanıp temizlenin) buyurmuştur. (Namazda avret yerlerini örtmek de gerekir.) Zira Cenâb-ı Hak (Celle Celâlihu) «Ey insan oğulları, her, mescide gidişinizde en güzel elbisenizi giyiniz» ([12]) yani avret yerlerinizi kapatınız, buyurmuştur. Peygamber Efendimiz de (AlcyhıVsalâtü ves´s-selâm) : -Erginlik çağına eren kadının baş örtüsüz namazı yoktur- ([13]) buyurmuştur. (Erkeğin avret yeri göbeğin altından diz kapaklarına kadardır.) Zira Peygamber Efendimiz lAleyhi´s-selâtü ve´s-selâm);-Erkeğin avret yeri göbeği ile diz kapaklaruıuı arasıdır-bir rivayete göre;-Göbeğin altından başlayarak diz kapaklarını geçinceye kadardır.- ([14]) diye buyurmuştur. İ m a m -1 Şafii (Allah rahmet eylesin) her ne kadar: -Göbeğin kendisi de avrettir» demiş ise de, bu hadisten, göbeğin avret olmadığı anlaşılmaktadır. İmam-ı Şafiî: «Diz kapaklan avret değildir» demiştir. Biz ise, ya bu hadisteki «Diz kapaklarını geçinceye kadar- deyimine veyahut -Diz kapağı avrettendir- ([15]) hadisine dayanarak diz kapaklarının avret olduğu görüşündeyiz.
(Hür olan kadının yüzü ile ellerinden başka bütün vücudu avrettir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm) :«Kadın örtünmesi gereken bir avrettir») ([16]) buyurmuştur. Ancak kadın yüz ve ellerini açmak zorunda olduğu için kadından bu iki uzuv avret sayılmamıştır. Ben diyorum ki: ha-dişin ifâdesi ayağın avret olduğunda nass ise de en sıhhatli olan görüşe göre ayak avret değildir. Zira ayağm avret olmadığına dâir kuvvetli bir rivayet vardır.(Kadın namaz kılarken bacağının dört veyahut üçtebiri açık olursa -İmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre- namazı sahih olup bir daha kılması gerekmez. İmam Ebû Yûsuf t «Yarıya yakın bir miktar bile açık olursa namazı yine sahihtir» demiştir.) Çünkü herhangi bir şeye, ancak karşısında olan bir başka şeyin ondan az olduğu zaman «çok- denilir. Zira azlık ile çokluk birer izafi mefhum olup birbirlerine göredirler.
(İmam Ebû Yûsuf´tan, kadının bacağından yarısı açık olduğu zaman namazın sahih olup olmadığı hakkında iki rivayet gelmiştir.) Zira herhangi bir şeyin yansı diğer yarıya göre ne az, ne de çoktur. Çünkü diğer yan ondan az olmadığı için çok değildir ve diğer yarı ondan çok olmadığı için az değildir.
îmam Ebû Yûsuf namazın sahih olduğunu söylerken, bacağın açık olan yarısının kapalı olan diğer yarıdan çok olmadığına, sahih olmadığım söylerken ise, diğer yandan az olmadığına bakmıştır. İmam Ebû Hanife ile İmam, Muhammed: «Herhangi bir şeyin dörtte biri gerek bir çok şer´i hükümlerde ve gerek konuşmalarda o şeyin tamamı yerine kaim olur. Nitekim abdestte başın dörtte birini meshetmek başın tamamını mesh etmek yerine ve hac menasikinde başın dörtte birini traş etmek başın tamamını traş etmek yerine geçer ve nitekim herhangi bir kimse, bir başkasını yalnız ön taraftan gördüğü zaman o kimseyi, dört taraftan biri olan sadece ön taraftan gördüğü halde «Ben falancayı gördüm» der» demişlerdir. (Saç, karın ve oyluk da öyledir.) Yani aynı ihtilâf bunlarda da vardır. Zira bunların her biri başlı başına bir uzuvdur. Saçın baştan sarkan kısmı, her ne kadar gusülde yıkanması gerekmiyorsa da -sahih olan kavle göre- namazda örtünmesi gereken avrettir.. Zira gusülde yıkanmasının vâcib olmayışı, bedenden sayılmadiğı için değil, zorluk olmasın diye yıkanması vâcib olmamıştır. İki bacak arasındaki ön ve arka avretlerde de -ki bunlara ağır avret denilir- aynı ihtilâf vardır. Sahih olan kavle göre zeker ile daşaklar ayn ayn avretlerdir. (Erkeklerin bedeninden nereler avret ise, câriye olan kadınların avreti de oralardır. Cariyenin sırtı ile karnı avrettir. Bu iki yerden yukarı olan kısımlar avret değildir.) Zira H z. Ömer (Radı-yallâhü anh) rastladığı kapalı gezen bir cariyeye:
-At başından o örtüyü. Hür kadınlara benzemek mi istiyorsun?» diye çıkışmıştır. Hem de gelenek oîarak câriye iş kılığında dışarı çıktığı için her çıkışında örtünmeye mecbur tutulmasında zorluk vardır. (Kişi, necis olan elbisesini yıkamak için bir şey bulamadığı zaman necis elbisesiyle namaz kılar ve namazını bir daha yenilemez.)
Bunun iki şekli vardır Eğer elbisenin dörtte biri veyahut daha fazlası temiz ise o elbiseyle namaz kılar. Çıplak olarak kılması caiz değildir. Çünkü herhangi bir şeyin dörttebiri, o şeyin tamamı hükmündedir Eğer elbisenin temiz olan kısmı dörtte birinden az olursa, İmam Muhammed´e göre yine böyledir.
İmam-ı Şafii´ nin de iki görüşünden biri bu yoldadır. Zira necis elbise ile namaz kılan kimse, namazm sıhhati için bir tek şartı, çıplak olarak namaz kılan kimse ise, birden çok farzları yerine getirmemiş olur. ([17]) İmam Ebü Hanife i!e İmam Ebû Yûsuf´a göre ise bu durumda olan kişi muhayyerdir, isterse çıplak olarak, isterse ki -en iyisi budur- necis elbise ile namaz kılar. Çünkü gerek necis elbise ile ve gerek çıplak olarak namaz kılmak, zaruret bulunmazsa caiz değildir. Namazda caiz görülen necaset miktan ile avretin açık olma miktarının ikisi de dörtte birdir. O halde ikisi namazın hükmünde müsavidir. Necasetle namaz kılmanın çıplak olarak namaz kılmaktan iyi olmasının sebebi de şudur: Çünkü elbisenin temiz olması yalnız namaz için şarttır. Avret yerlerinin kapatılması ise her zaman gereklidir. (Avret yerlerini kapatacak esvap bulamayan kimse, çıplak olarak ve fakat oturarak namaz kılar. Rüku ile secdeleri de işaretle yapar.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. (Şayet ayakta kılarsa yine caizdir.), Zira oturarak namaz kılmada ağır avret yerleri kapalı olarak namaz kılma imkânı bulunuyor. Ayakta namaz kılanın da rükû ve secdeleri hakkıyia yapması mümkündür. Bunun için, kişi hangisini arzu ederse onu yapabilir. (Bununla beraber oturarak kılması daha evlâdır.) Çünkü avret yerlerini kapatmak yalnız namazda değil, her zaman gereklidir. Hem de onun yerine geçecek başka bir şey yoktur. Tam rüku ve secdeler yerine ise, işaretler geçer.
(Namazın sıhhat şartlarından biri de niyetdir. Kişi namaza başlamadan, kılmak istediği namaza niyet ederek ve ara vermeden if-titah tekbiresini alarak namaza başlar.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-selâtü ve´s-selâm); Ameller ancak niyete göredir- ([18]) buyurmuştur. Aynca namaza başlarken ayağa kalkıp kıbleye karşı durulur. Ayakta durmak ise, namaz için olabildiği gibi herhangi bir iş için de olabilir. Eğer namaza niyet getirilmezse, bu duruş normal diğer duruşlarda farklı olarak ibadet vasfını taşımış olmaz. İftitah tekbiresinden önce edilen niyet de -eğer araya namaza uygun düşmiyen bir davranış girmezse- makbuldür, îftitah tekbiresinden sonra ise edilen niyet muteber değildir. Çünkü niyetten önce geçen kısım, niyetsiz olarak yapıldığı için ibadet sayılmaz. Oruçta tan yeri ağardıktan sonra getirilen niyete ise, zaruret için cevaz verilmiştir. Niyet mana itibarıyla kasıt demek ise de, burada kişi hangi namazı kılmak istiyorsa kalbinde o namazı kasdetmesi gerekir. Eğer kişinin kalbinde böyle bir kasıt yoksa, diliyle söylemesinin hiç değeri yoktur, âonra, eğer kişinin kılmak istediği namaz nafile ise ona mutlak niyet kâfidir. Sahih olan kavle göre sünnet olan her namaz için de mutlak niyet kâfidir. Farz namazların niyetinde ise -farzlar değişik olduğu için- kılmak istenen namazın belirtilmesi (Meselâ öğle namazının farzı, ikindi namazının farzı diye ayırd edilmesi) gerekir.
(Eğer kişi imama uyarak namaz kılıyorsa, aynca imama uyma niyetini de getirmesi gereklidir.) Çünkü cemaatle kılınan namazm, imamın herhangi bir yanlış davranışı yüzünden fesada gittiği için, kişinin bunu önceden kabullenmesi gerekir. (Namazın sıhhat şartlarından biri de kıbleye yönelik olarak namaz kılmaktır,) Zira Cenâb-ı Hak (Celle CelâÜhu); «Nerede olursanız yüzlerinizi onun (Mescidi Haram´ın) semtine çevirin- ([19]) buyurmuştur. Sonra Mekke´de olanlar için, bizzat kıbleye, Mekke dışında olan kimseler için de -sahih olan kavle göre- kıblenin bulunduğu yöne yüzlerini çevirmeleri gereklidir. Çünkü insana, gücünün yettiği kadar teklif vaki olur. (Korku içinde namaz kılan kimse, hangi yöne yüzünü çevirebi-lıyorsa, o yöne çevirerek namaz kılar.) Çünkü bu kimse mazur olduğu için, kıbleyi bilemiyen kimse hükmündedir.
(Eğer kişi kıbleyi bilemiyor ve yanında kendisinden soracak kimse de bulunmuyorsa, ictihad ederek namaz kılar.) Zira Ashap (Radıyallâhü anhümVın kıbleyi hep ictihad ederek namaz kılarlardı. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de onlara niçin böyle yapıyorsunuz? diye kınamaydı. Kaldı ki daha üstün bir imkân bulunmadığı zaman zahir olan delil ile amel etmek vâcibtir. Başkasından sormak ise, ictihad etmekten daha üstün bir imkândır.
(Namaz kıldıktan sonra kıblede yanlış olduğunu öğrenen kimse, namazını bir daha kılmaz.) İmamı Şafii (Allah rahmet eylesin) :
-Eğer namazda arkasını kıbleye vermiş olduğunu öğrenirse, bir daha namazını kılmak zorundadır» demiştir. Biz diyoruz ki: Kişinin yapabildiği şey ancak ictihad etmek idi, ki bunu yapmıştır. Teklif de ancak yapılabilen şeyle olur. (Eğer karanlık bir gecede bir kaç kişiye imamlık eden kimse, yaptığı ictihad sonunda yüzünü doğuya, arkasındaki kimselerden herbiri de keza ictihad ederek yüzünü bir başka yöne çevirip namaz kılar ve hiçbiri imamın nasıl yaptığım bilmezse, hepsinin namazı sahihtir.) Çünkü hepsi de ictihad etmiş ve kıble sandıklan yöne yüzlerini çevirerek namaz kılmışlardır. Kabe içinde namaz kılan cemâatin imama muhalefetleri namazın sıhhatına nasıl mani değilse, bunlarında imama muhalefetleri mani değildir. (İmamın nasıl yaptığını bilen kimsenin namazı ise sahih değildir.) Zira bu kimseye göre imam kıblede yanılmıştır. Kıyam farzını yerine getirmediği için (imamdan ilerde duran kimsenin namazı da sahih değildir.)[20]