- Eve dönüş stratejisi

Adsense kodları


Eve dönüş stratejisi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Sat 18 August 2012, 02:41 pm GMT +0200
Eve dönüş stratejisi ya da Angelopoulos filmleri
Hasan Hüseyin ÖZ • 90. Sayı / DOSYA YAZILARI


- Yine yolunu mu kaybettin?
- Döndüm.
- Her yerim dondu. Bütün gün telefon direklerine kuş gibi tünedim durdum. Ama döndüm.
- Rüzgârın şiddeti yüzünden sınırdaki bütün hatlar koptu adamların çoğu bütün gece çalışıp telleri onaracak.
- Bizim evimiz sizin evinizdir.
- Evimiz... Sınırı geçtik ama hâlâ buradayız. Kaç sınır geçmesi gerek insanın evine ulaşması için?
- Bizimle yemeğe kalır mısınız?
- Geç oldu.
(Ulysses Gaze filminden)

***
Muhayyel bir geçmiş… Ve onun üzerine inşa edilen kimlik! Osmanlı topraklarının üzerinde yaşamış toplumların ortak kaderi: Modern zamanlarda oluşturulan hayali cemaatlerin çaresiz kıvranışlarını seyrediş…

“Su akar yatağını bulur” lakin…

Son dönem Angelopoulus filmleri yatağını arayan suyun hikâyesi gibi… Zamanın Tozu, Sonsuzluk ve Bir Gün, Ağlayan Çayır ve nihayet Ulysses Gaze’nin ana karakterleri, bu yatağı arar gibidir. Fakat asıl vatanın kaybedilmesinin “hazin” hikâyesi ile aranılanın “trajedi”yle yan yana anılması, o yatağın “muhayyel”le çatışmasının oluşturduğu açmazdan kaynaklanıyor.

Hazin… Çünkü dünün sahih algısının depreştiği yerdir burası ve her sahih acı bir hüzün, bir burun sızlaması ve nihayet o sahihliğin verdiği güçle de bir umut söz konusu olur. Kaybedilenin sahihliği, en yakının anlattığı acı hikâyelerin sıcaklığından kaynaklanır. Hüzünde kurmaca yoktur… Tam da dokunduğu yerden uzak kalmanın oluşturduğu bir sahihlikle insan, ayrı olmanın/gurbette bulunmanın yabancılık duygusunu yaşar ve hazin hikâyenin öznesi olur…

Trajedi… Esatirle karışmış “malumat”ın dayatmasıyla oluşmuş kimliğin yıkımı. Kurmacadır trajedi. Sahih kimliğin, yaşayagelen hikâyenin umutsuz “yıkım”ı. Muhayyel, esatirle oluşturulur çünkü! Trajedi de tam burada başlar; “Yatağı değiştirilen akışın”, ulaşmak istediği yerden ziyade azala azala nihayet kurumaya kadar varan umutsuzluğunun hikâyesi.
Ulysses Gaze filminde taksi şoförünün karla kaplı tabiata bağırışı tam da bu trajediye denk geliyor.

Şoför:
“- Bir şey söyleyeyim mi? Yunanistan ölüyor. Yunan halkı olarak ölüyoruz. Bizim devrimiz kapandı. Taşlar ve heykeller arasında yaşadığımız 3.000 yıldan sonra artık ölüyoruz. Yolun sonuna geldik.”

***

Yunan taksi şoförünün sözü, Martin Bernal’in “Uydurmaca Yunan” dediği esatirin oluşturduğu yapay kimliğin çatırdamasıydı belki de. Bernal’e göre, Batı dünyasının kök arayışları çerçevesinde oluşturduğu Yunanî kimlik, aynı zamanda yapay bir zemin üzerindeki zorlamanın ifadesiydi. Beyaz adamın “biricik”liğinin temel kaynaklarından biriydi. Fakat Batı’nın Yunan tanımı Mora yarımadasında ikamet eden ve kendilerine Yunan diyen Ortodoks halkı kuşatmıyordu. Mora yarımadasındaki halk, onların gözünde tedhiş için kullandığı “ara halk”lardan biriydi nihayetinde!

Angelopoulos’un filmleri bir yönüyle “araf”ın hikâyesiydi. Bütün Balkan coğrafyasının 90’lı yıllarda yaşadığı yıkımı ve trajediyi anlattığı ve Bosna savaşında yapılan katliam sahnesiyle biten Ulysses Gaze filmi, işte bu arafta bulunuşu yansıtıyordu. Balkan savaşları, iç savaşlar ve komünist devrim, darbeler ve nihayet Yugoslavya’nın dağılışı sırasında yaşananlar, bu araf bölgesinde boğazlama ve kıyım hikâyeleriyle dolu olduğunu gösteriyor… Araf ve savrulma, kıyımın sebebi ve sonucu…

***

Savrulma

“Yolculuğumun burada sona ereceğini hayal ederdim. Ne garip değil mi? Hep böyle olmuyor mu? Sonum, başlangıcım aslında.” (Ulyses Gaze)

Bir yurt arayışı… Trajediyle biten bir yolculuk sanki! Angalopoulos son dönem filmlerinin hep bu yolculuk çerçevesinde şekillendiğini görürüz. Bir nevi eve dönüş stratejisi geliştirir. Peki, ev neresi?

Zamanın Tozu filminde bu sorunun cevabını verir gibidir:
“Benim yuvam anlattığım öyküler.” Fakat bu filmde de bu sözden sonra uzun bir yolculuk hikâyesi vardır. Bu yüzden hemen hemen bütün filmlerinde muhayyele yolculuktur bu.
İşte tam bu noktada savrulma başlıyor. Kendisine dayatılan muhayyel geçmişten kurtulmak isteyen karakterler, yine belirsizliğe doğru yolculuk yaparken trajediyle yüzleşiyor ve boşlukta çaresizce dönüp duruyorlar.

Evet, ev neresi? Ulaşılmak istenen nokta nerede duruyor? “Sonum, başlangıcım aslında” derken hangi nokta kastediliyor?

Modern zamanların en büyük açmazlarından biri bu… Bize dayatılanla kendimiz olduğumuz yer arasındaki büyük çatışma, bugünkü insanlığın özgürlük söylemleri arasında kaybolduğu yer olarak duruyor. Savrulan insan! Fıtratıyla ona biçilen rol arasında gidip gelen çaresiz varlık…

***

Eve/Yuvaya dönüş

“Evimiz... Sınırı geçtik ama hâlâ buradayız. Kaç sınır geçmesi gerek insanın evine ulaşması için?”

Savrulma sonrası bir duruş ve sorgulayış… “İlk yer”e nisbet “yeni yer”de oluşan sabite ve bu sabitenin muhayyel anaforun, geri dönüş stratejisini tetikler. Fakat savrulma, iradî bir gidiş değildir. Dolayısıyla insan her ne kadar bir yerde sabitmiş gibi görünse de, bu sabitliği savrulmanın oluşturduğu korkunun kokusunu üfleyip durmaktadır. Yolunu kaybetmek belki de bu sabitenin adı. Geri dönüş yolu bu yüzden meçhullerle doludur artık.

Aristocu dramın dayatıldığı batı sinema gerçekliğinde, mesafelerin aşılması trajik bir unsuru beraberinde taşır. Angalopoulos filmleri de tam burada durmaktadır. Bize ait coğrafyanın kendine has kıvranışları ile batılı muhayyelin oluşturduğu kıvranışlar arasında gidip gelir. Fakat bu arayış, bir aşma çabasıdır. Bu yüzden Osmanlı coğrafyasının üzerinde yerli kavramıyla açıklanabilecek bir sinemadan bahsedilecekse bu gelgitin anlaşılması gerekiyor ilk önce:

Bugünkü oluşturulan zeminle hesaplaşmadan yerlilik nasıl mümkün? Bir başka açmazla karşı karşıyayız burada da: Neye nisbetle hesaplaşma?

Evden uzağız ve evle ilgili elimizde bize anlatılanlardan başka bir şey yok. Arada oluşturulmuş sınırlar da benim “ora”ya gitmemi engelliyor. Muhayyelin oluşturduğu bu sınırlar “ora”nın da muhayyel kalmasını sağlıyor bu yüzden. Dolayısıyla nisbet ölçüm de muhayyel! Benim vatanım muhayyel mi? Yoksa yukarıdaki araf metaforundan mülhem, bir araftan başka bir arafa mı sürüklendim?

***

“Bura”sı ve “ora”sı

Ulysses: Kule… Tarihte en meşhur kule metaforu da Babil… “Bura”sı ve “ora”sı kavramları ilk önce “yer”deki birliğin bozulup göğe doğru ayrışmanın sonucunda ortaya çıkmış iki zamir. İsme nisbet isimden uzaklaşma. Ve her bina/kule birbirine eklemlenme ya da sentetik bir kurulum olarak var. “Yer”i örterek yeni yer oluşturarak!... Ve her sentez yeni bir dilin oluşumu.

Burası ve orası arasındaki oluşan uçurum/ya da sınırlar, saf olan yerin hikâyesini de bozmaya başlar. Bir nevi sürgündür insan artık “bura”ya mekân algısına nisbetle. Heidigger’in paradigmasına göre oradaki varlıkla kendini tanımlamaya muhtaç olan ben, oraya dokunmaya çalıştıkça uzaklaşırım ve bu uzaklaşma beni yersiz yurtsuz kılar. Elimde sadece dil ve yeni oluşan hikâyelerim vardır.

Angelopoulos, “bura”dan biri olarak tam da bu noktada durur. Muhayyel bir coğrafyanın, muhayyelle oluşturulmuş tarihinin ortasında, sonucunu bilmediği ve hatta “Sonum, başlangıcım aslında.” dediği bir yolculuğa çıkmış bir sürgündür.

Sürgün çaresizce şöyle söylenmektedir:
“Gidiyordum ama niyetim çok yakında dönmekti. Sonra kayboldum. Bilmediğim yollarda dolaşıp durdum. Ellerimi uzatsam sana dokunabilirdim... Biliyorum ve parçalanmış zaman yeniden bütünleşirdi. Ama bana engel olan bir şey var. Keşke sana döndüm diyebilsem. Ama bana engel olan bir şey var. Yolculuk bitmedi henüz. Henüz bitmedi…”

***

Ve yerlilik

Bu yazının yazılmasına kaynaklık eden kapak konusu çerçevesinde “yer”lilik kavramının arafla yakından ilgisi olduğunu düşünüyorum. Kültürcü müktesebatın oluşturduğu düşünüş biçimlerinin bu noktada açmazla yüz yüze kalacağı hatta yeni bir uzaklaşma aracı olacağı kesindir çünkü.

Yerlilik kavramı kültür aşkın bir çerçevede ele alınmalı. Çünkü yerlilik ile kimlik aynı tanım çerçevesinde ele alınır; kültür ve kimlik ise belirlenen ve belirleyen ilişkisi içindedir. Angelopoulos filmlerindeki kültürle, kimlik arasındaki çatışmaların tam da bizim yerlilik dediğimiz kavramda kesiştiğini görürüz. Muhayyeli aşıp gerçekle yüzleşme çabası diyebileceğimiz bu çatışma, “bura”nın diliyle aktarılıyor filmlerde. Buranın diliyle diyorum, çünkü sanatçı “bu dile doğmuş”tu. Sanata da ancak bu dille ulaşabilirdi. Bir imkân olarak dil kendini, kendi içinde doğmuş olana açar ve onun aşkın olanla temasını sağlardı.

Burada üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan biri, yönetmenin geri dönüş yolculuğuna eşlik eden şeyin şifahi aktarımın olduğudur. Sürgün edilmişliği dahi bu şifahilikte gizlidir. Parçalanmışlıklar, dünün kopuşları ve savruluşlar. Yeni, yazının ideolojik yapısıyla muhayyel bir geçmiş sunarken, şifahi olan yaşayagelenle bağı sağlıyor ve bu ikisinin arasındaki çatışma da sanatçının eve dönüş stratejisini hızlandırıyordu. Bir nevi yazar yeniden şifahi olana kaçıyordu.

Aramakla bulunmaz bulanlar arayanlardır
Aradığımız kültür değil. Aradığımız daha içlerde bir şey. Yani cevher. Angalopoulos’un dilinde gizli olan bu arayış, “aramakla bulunmaz, ama bulanlar arayanlardır” hikmeti çerçevesinde ele alındığında, daha dün kaybettiğimiz cevheri, ancak bu samimi arayışla bulmamızın mümkün olduğunu söylüyor bize.

Arama ve yolculuk metaforları bu toprakların köklerine kadar sinmiş irfanın görünür hale gelmesidir. “Aramakla bulunmaz, ama bulanlar arayanlardır” sözü, muhayyel coğrafya ve muhayyel tarihi aşan bir yolculuğu öğütler bize. İnsanın gerçek yolculuğuna…

Saplanıp kalma bu noktada sapmadır. “Buldum dediğin an kaybetmişsindir” hikmeti de her bulduğumuz şeyin aslında aradığımız şeye perde olduğunu, insanın gerçek hedefinin hep arayış halinde olması gerektiğini söyler bize. Çünkü İmam Rabbani hazretleri “Allah veralardadır, veraların verasındadır…” derken bu hikmeti fısıldar.

Eve dönüş bu noktada gönle dönüştür. Yani içe dönüş… Gönlün yolculuğu çerçevesinde oluşmuş irfanımız, bizim burada bulunuşumuzu ve buradan dünyaya bakışımızı belirler. Burada bulunuşumuz burada saplanıp kalmak anlamına gelmez… Burada bulunuşumuz bir nisbet teşkil eder mutlaklık ifade etmeden. Bir nevi rahimdir burası. Birazdan çıkacağımız bir rahim. Yolculuğumuzun başladığı bir mekân.

Hülasa; Angelopoulos filmlerindeki yerlilik imgesi hep bu arayış ve yolculuk metaforuyla ilişkilendirilebilecek bir yerliliktir. Esatirin oluşturduğu mitolojiden kurtulup gerçeğe yapılan yolculuk.