- Eşinizi ilginizle boğmayın

Adsense kodları


Eşinizi ilginizle boğmayın

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Tue 1 May 2012, 01:33 pm GMT +0200
EŞİNİZİ İLGİNİZLE BOĞMAYIN

Temmuz 2011 70.SAYI

Evlilikte “ilgi” meselesi içinden çıkılması en zor konulardan biridir. Zira ilgi kavramının anlamı kişiye göre değişiyor. Kimi ufacık bir jest gösteren eşinden memnun olurken kimi de bir ömrün her anının kendine ayrılmasını bekliyor. Beklentilerin farklılığı gibi karşılanma şekli de farklı olunca durum tam bir muammaya dönüşebiliyor. Haliyle şikayetler de türlü türlü oluyor ve ardı arkası kesilmiyor.

Mesela beklentilerinin karşılanamamasından dem vuran kadınların “Eşim bana hiç değer vermiyor, onun için yaptığım onca fedakarlığa rağmen ‘Sen ne yapıyorsun ki’ diyor bir de üstüne” sözleri pek çoğumuza tanıdık gelir. Yahut beyler eşlerinin bu sitemlerine karşılık hemen savunmaya geçerek başlalar sıkıntılarını anlatmaya: “Ne yapsam memnun olmuyorsun, hep daha fazlasını arzuluyorsun. Sürekli sevgi, alaka istiyor, her şeyi beraber yapalım diyorsun…” İlişkide şikayet eden taraf değişse de şikayetler aynı oluyor çoğu zaman. Bir türlü memnun olamayan karı koca, ne birlikteliklerinden bir tat alıyor ne de ayrı geçirdikleri zamanın keyfine varıyorlar.

BAĞLI MIYIZ YOKSA BAĞIMLI MI?


Eşlerin bu tarz tutum ve beklentilerinin birbirlerini hayatın merkezine almalarından kaynaklandığına dikkat çeken psikolojik danışman Fatma Ülger; tek vücut, tek zihin, tek ruh olmaya çalışılan ilişkilerde “bağımlılık” oluştuğuna özellikle vurgu yapıyor. Tüm o zorlu süreçlerin ve stresin ardından birlikte bir hayata merhaba diyen karı koca bir anda tüm hayatlarını eşlerine adayabiliyorlar. Evlilikte normal olan pek tabi eşini düşünmektir, fakat ipin ucu kaçınca bir de bakıyoruz ki kadın kocası olmadan hiçbir iş yapamaz olmuş. Ne eski arkadaşları ile görüşüyor ne de kendine bir meşgale ediniyor. Her şeyi birlikte yapmak arzusu ile sürekli eşine söylenip sitem ediyor. Ya da tam aksine, erkek yapıyor aynı şeyi. Eve geldiği andan itibaren her işi eşi ile beraber yapmak istiyor. Kadının işi, temizliği, yemek yapma telaşı var mı diye düşünmeden “Neden yanımda oturmuyorsun, sonra yap, şimdi gitme” vb nedenler ile eşinin işlerini sürekli erteliyor. Pek çoğumuza tanıdık gelen bu örnekler ne yazık ki ilişkimizi kör eden en büyük hastalığın sinyalini veriyor bizlere; “eşini hayatın merkezine alma” hastalığı…

İnsanın kendine ait bir alanı olması gerektiğinin altını çizen psikolojik danışman Fatma Ülger, eşlerin birbirlerini merkez yapmalarının zamanla saplantıya dönüştüğüne dikkat çekerek ekliyor: “Eşler bağımlı olmaya başladıklarında gölge gibi takip ederler birbirlerini. En küçük kararları alırken dahi eşine sormadan yapamazlar. Bu nedenle bağımlı kişi eşini kendi gölgesine almak, burada tutmak ister. Çiftin başbaşa geçirdiği zaman artar, ancak arkadaşlar ve aileler ile iletişim azalır, iletişim çemberi daralır. Bu durum, bireylerin birbirine olan mecburiyetlerini arttırabilir. Kişi beynini ‘O benim her şeyim, ben onsuz yapamam, onsuz olmayı hayal edemiyorum’ gibi gerçekçi olmayan düşüncelerle doldururken; bir taraftan da yaşadığı ilişkinin bitmemesi için mükemmel eş olmak, her türlü beklentiyi karşılamak, her anını doldurarak başkasına muhtaç olmamasını sağlamak gibi eylemleri gerçekleştirmeye girişir.  Hatta onu hemcinslerinden uzak tutmaya da çalışabilir. Ayrılık düşüncesine dahi tahammül edemez.”

EŞLER BİRBİRİNE NEFES ALDIRMALI

Bu durumun neticesi olarak da hem her anı beraber geçirme arzusunda olan hem de birbirinden bunalıp kendine çıkış kapısı arayan mutsuz, huzursuz ve en önemlisi kendine ait “kimlik” özleminde olan eşler meydana gelir. Üstelik merkeze alma düşüncesi çiftlerden her ikisi için de geçerli değilse çok daha vahim bir tablo oluşur. Bir tarafta kendine ait alanın olması için çırpınan kadın yahut erkek, öte yanda “Sen benim merkezimsin” diyen bir eş olursa ilişkiler kopma noktasına dahi gelebilir. Düşünelim bir kere, bazı şeyleri yalnız yapmak isterken eşimizden sürekli “Ben her şeyimi seninle yapıyorum, sen neden beni dışlıyorsun? Artık beni sevmiyor musun, benden sıkıldın mı?” tarzı cümleler duyuyoruz. Yapmaya çalıştığımız tek şey biraz kendimize zaman ayırmak halbuki. Birlikte geçirilen zamanların kıymetini daha iyi bilmek için ara sıra ayrı işlerle meşgul olmak… Fakat karşı taraf bu tavrımızı vurdumduymazlık, sorumsuzluk, sevgisizlik olarak algılıyor. Çünkü onun “merkez üssü” tam olarak biziz; biz onun için “her şeyiz.” Biz olmadan nefes aldığını dahi düşünemiyor. Her işi bizimle yapmak istiyor. Ve bu tavrının doğruluğundan öyle emin ki aynını bizden de bekliyor. Hatta öyle abartıyor ki bu durumu, o çok sevdiği, onsuz yapamayacağını iddia ettiği eşini, benliğinin içinde boğuveriyor. Böyle bir durumda kalan eşin kaçmaya çalışması da çok normal oluyor. Tek kaygısı birazcık “nefes almak” olan eşe verilen tepkiler ise ne yazık ki kırgınlıkları beraberinde getiriyor.

FEDAKARLIKLARI KİM İÇİN YAPIYORUZ?

Durumu iyice abartarak eşine olan ilgi ve sevgisinden anne babasını, akrabalarını, sosyal çevresini tamamen dışlayan hanımlar ya da beyler ise eşlerinin gölgesi olma adına kendilerinden ödün verebiliyor. Üstelik de asla böyle bir beklentisi olmadığı halde yaptığımız bu tarz fedakarlıklar(!), bir süre sonra eşimiz için rutin bir hareket olarak algılanmaktan öteye geçmiyor. Normal zamanda eşimizi şımartabilecek yahut mutlu olmasına vesile olacak davranışlarımız aşırı ilgi ve alakamız sebebi ile değerini yitiriyor. Mesela tüm hayatını sadece ve sadece eşine adamış bir kadın, aynı davranışı eşinden göremeyince “Ben senin için saçımı süpürge ettim. Bugün arkadaşlar gezmeye gittiler ama ben senin iç çamaşırlarını bile ütülediğim için gitmedim” diye sitem ederken eşinden “Yapacaksın tabi, bu senin görevin” yanıtını duyabiliyor. Yahut bir erkek “Yine mutsuz görünüyorsun, halbuki ben maç bile izlemedim birlikte sohbet edelim” deyince hanımından “İzleseydin” diye bir cevap alabiliyor.

Yani eşler kimi zaman bazı hareketlerinden ödün verirken ve bunu karşı taraf için yaparken eşlerinin bunu talep etmediğini unutuyor. Ardından da davranışları karşısında benzeri bir tutum göremeyince fedakarlılarını dile getiriyor. Halbuki  eşini hayatının tam ortasına koyup aşırı ilgi bekleyen ve bunun için de aşırı ilgi gösteren hanım ya da bey bunun eşinin isteği olmadığını, kendi öyle uygun gördüğünden, bağ(ım)lılığından ötürü bunları yaptığını idrak etse,  yaptıklarına karşılık beklentide de olmayacaktır. Çünkü fedakarlık karşılık beklemeden yapılandır. Yapılan iyiliğin karşılığında beklentiye girmek ise o işi esasında kendimizi mutlu etmek, onore etmek ve en önemlisi eşimizin takdirini kazanarak hayatımızın merkezine doğru insanı aldığımızı kendimize ispat etmeye çalışmak demektir.

EŞLER “AYRI BENLER” OLDUKLARINI UNUTMAMALI

İtidalli bir ilişki ve sorunsuz bir beraberlik için eşlerin birbirlerine karşı tutumlarının çok önemli olduğunu söyleyen psikolojik danışman Fatma Ülger güzel bir birliktelik için eşlere ipuçları veriyor: “Evlilikte kadın ve erkek birbirini tamamlayan unsurlardır. Motivasyon tekniklerinde ‘İnsan yelkenli gibi mi olmalı, yoksa vapur gibi mi?’ diye sorulur. Yelkenli dış etkilerle ilerlerken, vapur enerjisini kendi içinden alır. Kişi yelkenli gibi olursa rüzgar olmadığı zaman ortada kalır. Vapur gibi iç enerjisi ile yoluna devam ediyorsa dış etkilerin olumsuzluklarına direnir. Eşler işte bu yüzden biz demeli, ancak ‘ayrı benler’ olduğunu da bilmeli. Birbirlerini tanımalı ve değiştirmeye çalışmamalı. Ailelerdeki farklı kültür yapılarını eksiklik değil zenginlik olarak görmeli. Ailelerinden, sosyal çevrelerinden, uzaklaşmamalı. Sağlıklı bir evlilik; tüm beklentilerini ve mutluluğunu eşine bağlamak yerine, kendisine ait bir yaşam alanı oluşturmaktan geçer. Bu nedenle birlikte durun ama birbirinize yapışmayın, bağlanın ama bağımlı olmayın. Unutmayın, aranızda öyle boşluklar bırakın ki cennet rüzgarları aranızdaki boşluklardan geçebilsin.”

KOCAMA SINIRSIZ FEDAKARLIK YAPIYORDUM


İnsanın kendine ait sınırları belirlemediği bir ilişkide esen her rüzgarın kişiliğimizi sarsacağına vurgu yapan Süreyya Hanım 45 yıllık evliliğindeki tecrübelerini şu sözlerle anlatıyor:

“Evlilik koskoca bir umman gibidir. Sınırlarını belirler de set çekerseniz ne ala. Yoksa bir de bakarsınız ki sizin sınırlarınızda bir başkası dolaşmaya başlamış. Biz ilk evlendiğimizde ben sınırsız fedakarlık(!) yapıyordum kocama. Yok yemek üç çeşit olsun, yok her işim dört dörtlük olsun, ütüsüz kıyafet kalmasın, etrafta toz dolaşmasın derken iki yıl geçti. Üstüne bir de oğlumuz doğdu. Benim koşuşturmam daha da arttı haliyle. Eşim de asker adam. Bazı geceler nöbette oluyor, disiplini ve yoğunluğu bol bir ortam. Akşam eve gelince bitap düşüyor koltuğun üstünde. Bu durumu da kabullendim bir süre, fakat sonrasında canım sıkıldı ve eşime sürekli baskı yapmaya başladım. ‘Senin hiçbir şeyini eksik etmiyorum, kimselerin yapmadığını yapıyorum da sen neden aynını bana yapmıyorsun? Madem ben tüm gün senin için didiniyorum, öyle ise sen de akşamlarını bana ayıracaksın’ diye söylendim durdum.

Bir dedim, iki dedim, en sonunda patladı kocam. ‘Ben mi diyorum sana tüm bunları yap diye, istemiyorsan yapma hiçbirini. Yok, eğer gerçekten benim için yapıyorsan yaptığın her işi dile getirip de ne diye kıymetsiz ediyorsun kendini. Senin gibi düşünecek olursak ben de tüm gün senin için çalışıyor, yoruluyorum; sürekli bunu başına kakıyor muyum?’ dedi. O an dondum kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Sonra kendi kendime düşününce fark ettim ki kendime ait hiçbir şey bırakmamışım hayatımızda. Tamamen eşime adamışım kendimi. Üstelik de benden böyle bir talebi olmadığı halde. Sonra da yaptığımı fedakarlık addedip aynısını bana yapmıyor diye gönül koymuşum ona. Oysa iki önemli noktayı göz ardı ediyormuşum. İlki; fedakarlık yapıyorsan gerçekten, bunu dile getirmeyecek, yaptığın işin takdirini Rabbi’nden bekleyeceksin. İkicisi de bazı şeyleri bir anda tüketmemek gerekiyor. Şayet insan itidalli olan ölçüde davranır, ara sıra farklılıklar yaparsa bu karşı tarafın takdirini topluyor. Ama dünyevi ve uhrevi her alanda ödün vererek, kendini yıpratmak pahasına, gerekmediği halde her işe koşturursan karşı taraf normal olanın bu olduğunu düşünüyor. İşin kötüsü de normal şartlarda mükemmellik sayılacak bu davranışlarınız rutin hale geldiği için, eşiniz bunlarda bir aksama görünce hemen söylenmeye başlıyor.

Her neyse, sonuç olarak eşimin o uyarısı ders oldu bana. Ne kendimi bu denli yormaya ne de eşimi aynını yapmıyor diye suçlamaya hakkım olmadığını anladım. Boşluktan işe güce dadandığımı fark edip hemen bir sohbete gitmeye başladım. Çoluk çocuk, arkadaşlar, sohbet derken benim de bir hayatım oldu. O gün bu gündür gücümüzün yetmediği işe uzanıp da kendimizi yormuyoruz. Gerçekten birbirimiz için iyi bir şeyler yaptıysak da bunu ‘teşekkür’ duymak için değil muhabbetten yapıyoruz. Böyle olunca takdirler de teşekkürler de kendiliğinden geliyor zaten…”

Rümeysa DURAK