hafız_32
Wed 10 November 2010, 11:34 am GMT +0200
B- Ergenlik Ve Gençlikte Din
Ergenlik, ön-ergenlik denilen ve 1-2 yıl kadar süren bir safhayı da içine alan, 7-8 yıllık bir süreye yayılan dönemdir. Kavram olarak ergenlik ve gençlik aynı anlamı ifade eder; yerine göre her ikisi de kullanılabilmektedir. Bu dönemin yaş bakımından kesin sınırları konusunda tam bir görüş birliği yoktur. Genellikle 12, 13-20, 21 yaşları arası bir dönem olduğu kabul edilir [446]. Ergenlik çağının organik belirtisi “buluğ” olayıdır. Bir araştırmada, ülkemizde buluğa eriş yaşının kızlarda en erken 10, en geç 18; erkeklerde ise en erken 9, en geç 19 olduğu tesbit edilmiştir [447]. Buna göre ülkemizde ortalama buluğ yaşının kızlarda 13, erkeklerde ise 15 olduğu söylenebilir.
Buluğa erme, dinde sorumluluğun başlangıç işareti olarak kabul edilmiştir. Bu durum, bu dönemin önemini artırmaktadır. Ergen, din nazarında yetişkin kişi statüsünde yer alır; o artık dinin emir, yasak, görev ve kuralları çerçevesinde davranışlarının sorumluluğunu yüklenmiş birisidir. Bu bakımdan, bu dönemin gelişim özelliklerinin çok iyi bilinmesi, gençlerin din eğitim-öğretiminden sorumlu kişiler açısından büyük önem taşımaktadır.
Ergenlikteki gelişim özellikleri, çocukluğa kıyasla oldukça farklı hem nicelik hem de nitelik bakımından çok yoğundur. Bu bakımdan bu döneme “yeniden doğuş” diyen psikologlar olmuştur. Bağımsız bir kişilik sahibi olma, toplumdaki yerini ve rolünü öğrenme tam olarak bu dönem içerisinde gerçekleşir. Cinsiyet güdüsünün doğurduğu çatışmalar en fazla bu dönemde yaşanır. Bir dünya görüşü geliştirme, kendine yön verecek değerleri araştırma, hayatın anlamı ve kendisinin yeri ve rolü konusunda tatmin edici cevaplar bulma gibi arayış ve yönelişler gençlik döneminin kendine has davranış özelliklerindendir. Bir grup içerisinde yer alma, Önder ve liderlere bağlanma yine bu dönemde önemli bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar. Bu dönemde, dinî ilginin şuurlu uyanışı ve gelişimi açıkça görülebilmektedir. Ergenin gerek kendi iç dinamizmindeki iniş çıkışlar, gerekse toplumdaki sürekli değişen değer yargıları dolayısıyla dinî bakımdan bocalamalar, bunalımlar ve çelişkili durumların yaşanması kaçınılmaz bir hâl alır. Fakat gençlerin çoğu için din, “güvenlik”, “kimlik”, “bağlanma” ve “anlama” gibi psikolojik istek ve ihtiyaçlarına cevap vermesi bakımından, etkisi güçlü yüksek bir değer olarak anlam kazanmaktadır. [448]
1- Dinî Şuurun Uyanışı (12-14 Yaş)
Çocukta dinî hayat, duygusal bir düşünce özelliği içerisinde kendisini gösterir; o, inandığı şeylerin derinine nüfuz etmeden, onları tam anlamıyla kavramadan dinî bir inanç besler. Bu, çocuktaki somut ve gerçek olaylar dünyası dışında kalan gerçeklikleri algılamaya güç yetiremeyen bir zihin yapısının tabiî sonucu olmaktadır. Ergenliğe yakın yıllarda zihin ve düşünce hayatı gerek derinlik gerekse genişlik yönünden büyük bir kapasite kazanır. 12-13 yaşlarında başlayan “soyut düşünme” kabiliyeti, okulun ve toplum kültürü çerçevesindeki tecrübelerin yardımıyla ergeni, problem tahlilleri ve yüksek seviyeli genellemeler yapmaya sevkeder. Düşünce bu dönemde “varsayımlı-tümdengelimli” (hypothetico deductive) bir nitelik kazanır. Ergen, bir faraziyeye dayanarak, onun gerçeklikle olan bağı ile uğraşmadan akıl yürütebilir. Ergenin zihni, duyularüstü bir alanda, gerçeklikten aynlmış işaretler üzerinde işlem yapabilir. Böylece yetişkinler seviyesinde bir düşünce kapasitesine ulaşan ergen, bir taraftan içinde yaşadığı çevrenin ve dünyanın sorunlarını, diğer taraftan çağlar boyu bütün insanlığı uğraştıran tabiatüstü, dinî ve metafizik konuları düşünmeye başlar. Böylece, çocuklukta idrak edilen fakat ifade edilemeyen, âlemin rahatlığı tecrübesi içerisinde yaşanan dinî iman, ergenlikte şuurlu bir gelişime doğru yönelir. Şüphesiz dinî şuurun uyanışı yalnızca zihin gelişimi ile sınırlı bir olgu olmayıp, bütün bir ruhî yapının işleyişine bağlı olmaktadır. Bir yandan da duygu ve heyecan hayatındaki gelişmelerin ayrı bir önemi vardır. Bu dönemde duygu hassasiyeti ve kapasitesi de zirveye ulaşmaktadır. Bu durum, bazı ruhî karışıklık ve düzensizliklerin de sebebi olmaktadır. Ruhî yapının işleyiş düzenini bozan duygusal karışıklıklar, aynı zamanda çocuklukta yaşanan fakat tam olarak dışa vurulamayan dinî duyguları da açık şuur seviyesine çıkartır. Bu durumda ergen kendisini çok farklı ve duygusal olarak yoğun bir dünyanın içinde bulur. Ergen, anlam taşıyan bir bütünlük içine yayıldığının şuuruna varır varmaz, dinî bir arayış ve özlemle dünyaya yönelir. Ruhun duygusal derinliğinden hız alan bu dinî arzu ve arayış, zihin gelişiminin yardımıyla şuurlu bir dini uyanışı hazırlar. Bu bakımdan, asıl anlaşılan ve kavranılan bir dinî hayat 12-13 yaşlarında görülmeye başlar. Bu yaşlardan sonra yetişkinler seviyesinde bir dinî inanç ve anlayış gelişmektedir. Onun için bu yaşlara, “dinî uyanış ve gelişim” yaşları olarak bakılabilir [449].
12 yaşına kadar çocuk, uygulamada geleneğe bağlı olarak geliştirdiği dinî özelliğini korur. Bu, yetişkinlerin otorite ve anlayışını esas alan, onlar tarafından benimsenip uygulanan bir din şeklindedir. Çevrenin aşılamış olduğu dinî anlayış ve uygulamadan, kişisel olarak benimsenmiş din anlayışına geçiş erken bir zamanda olmaz. Başlangıçta dinî gelişme duygusal bir yoğunlukta kendisini gösterir. Ruhî uyanış sebebiyle ergen kendisini yeni bir dünyanın eşiğinde bulur. Kendisini çevreleyen şeyleri o artık basit bir şekilde görmez; kendisinde olup bitenlere karşı şaşkınlık içerisindedir. Ergen, sanki kendisini sıkıştıran deruni bir kararsızlık içerisindedir. Bu kararsızlık ve şaşkınlık ortamında, içgüdüsel olarak Allah'a yönelir. Dinî inanç ve değerler bir anda onun için büyük bir önem kazanırlar. Bunların İfade ettikleri anlamları, ölümü, cennet ve cehennemi, kaderi, insanlararası eşitsizlikleri ilk olarak derinlemesine düşünmeye başlar.
12-13 yaşlarındaki çocuklarda Allah tasavvuru iyice ruhanileşmiştir. Genel olarak ergenlikte Allah şekilsiz, cisimsiz, hiçbirşeye benzemez, soyut ve manevî bir tarzda algılanmaktadır. Fakat bu konudaki güçlükler bütünüyle sona ermiş değildir. Bazı ergenler, Allah'ın varlığı konusunda uzun düşünce denemelerine girişirler; zihnin sebeplilik ilkesinin onların ulaştırdığı sonuç, Allah'ın varlığı ve yaratıcılığına olan inançlarında bir canlanma ve güçlenme olsa bile “Zorunlu Varlık” (Vâcibü'l-Vücud) kavramı henüz onlar için kolay anlaşılır birşey değildir.
Ergenliğin asıl bunalımlı safhasına girmeden önceki bir-iki yıl içerisinde dinî ilginin yüksek bir seviyesi yaşanır. İbadetleri yerine getirme, camiye ve cemaate katılma, helâl-haram, günah-sevap gibi konulara karşı ilgi ve duyarlılıkta belirgin bir artış müşahede edilir. Fakat bu “saadet devri” çok sürmez ve ergenliğin kendine has bunalımlarının başgöstermesiyle, din de bundan nasibini alır. [450]
2- Dinî Şüphe ve Çatışmalar (14-18 Yaş Dönemi)
Ergenlik, her yönden geçici bir “bunalım” dönemidir. İmanla ilgili şüphe, kararsızlık ve çatışmalar insan hayatında en çok bu dönemde kendilerini gösterirler. Geleneksel dinî kalıpları tenkit ve değerlendirmeye tâbi tutarak şahsî bir din anlayışına ulaşma, genel olarak bu bunalımlı safhayı izler.
Ergende dinî bir bunalım doğmasına yol açan faktörlerin, onun bedenî ve ruhî gelişimiyle doğrudan ilgili olduklarını tesbit etmek mümkündür. Ergenliğin başlangıcında benliğin ve şuurun uyanması ve zihin gelişiminin en üst basamağa ulaşması, bunalımı hazırlayan şartların başlangıcını oluşturur. Zihin gelişimi sonucu güç ve kapasite yönünden artan düşünce faaliyeti, ergende bir “bağımsızlık ve güçlülük” duygusunun uyanmasına yol açar. O artık kendisini yetişkinlerin seviyesinde hissetmeye başlar. Daha önceleri sınırlarını keşfetmiş olduğu ana-babasının düşünce ve davranışlarını tenkit etmeye yönelir. Bağımsız bir kişilik olarak “kendini ifade etme” güdüsünün etkisi yoğunluk kazanınca, ana-baba ile ilişkiler çatışmalı bir durum almaya başlar. İşte ergenin dinî bunalımının başlangıcı, ana-baba ile olan bu çatışmadan kaynaklanır. Bir tarafta ana-babaya saygı ve itaatin gerekliliğini vurgulayan dinî inanç ve gelenek, öbür taraftan aile baskısından kurtularak bağımsız olma isteği arasında ergen, çelişkili ve kararsız bir durum yaşar. Bu durum, ana-babanın yanısıra her türlü otoriteye karşı bir isyanı uyandırır. Arkadaşlık ilişkilerinin gelişmesi ve bir “atıf grubu” içerisinde biraraya toplanan ergenlerin kendilerine has bir alt kültür ve değerler sistemi geliştirmeleriyle birlikte, bu otoriteye isyan eğilimleri daha da güç ve destek bulur.
Bağımsızlık ihtiyacıyla birlikte “tenkitçi düşünce” de gelişir. Okulun ve arkadaşların etkisi, ana-baba etkisinden öne geçer. Öğrenim hayatı içerisinde biri diğerinden çok farklı olan inanma, düşünme ve yorumlama biçimleri, ergenin tenkitçi düşüncesinin gelişmesine büyük katkıda bulunur. Farklı inanç ve düşüncelere sahip kişilerin varlığı, ergeni kendi inanç ve değerlerini yakından incelemeye zorlar. Buluğ öncesine kadar hiçbir tenkide tabi tutmaksızm benimsemiş olduğu dinî inanç ve uygulamalar bundan böyle ergen tarafından sıkı bir şekilde gözden geçirilir. Zihnî bakımdan bütünleşmiş benliğinin farkına varan genç adam, hayatın sentezini tenkitçi bir şekilde yapabilecek güçte ve yapmak zorunda olduğunu hissettiği için, artık gerçeği tecrübe etmeksizin kabul etmez; herşeyi tenkit deneyinden geçirmek ister. Bu arada dinî inançlarının anlamını ve dinî gerçeklerin mahiyetini de zihinsel olarak anlamak ve bunları yaşanan hayatla bağdaştırmak ister. Akılla ispatlanabilir olmayan herşeyin karşısında bir tenkit ve güvensizlik tutumu gösterir. Dinî inançlar kendisine ne kadar anlamlı ve değerli görünürse, onlar hakkında soru sormak, başkalarıyla bunları tartışmak ergene o kadar cesaret verir. Bununla birlikte ergenlerin birçoğu toplum hayatının mevcut şartları ve günlük olaylarla, okulda öğrendiği bazı bilimsel teorileri, dinî inanç ve anlayışla bağdaştırmakta büyük güçlük çeker. Bu durum onlarda dinî şüphe ve kararsızlık eğilimlerini ortaya çıkarır.
Ergenlerin dinî gelişimleri içerisinde “dinî şüpheler” belirgin bir özellik olarak kendilerini ortaya koyarlar. Batı ülkelerinde yapılan araştırmalar, erkek ergenlerin %75, kızların ise %50 dolaylarında bir oranda bu iman şüphelerini yaşadıklarını ortaya koymaktadır[451]. Mısır'da' yapılan bir araştırmaya göre ise, müslüman erkek ergenlerin %27'si kızların ise %21'i böyle bir şüphe krizi yaşamışlardır [452]. Tarafımızdan yapılan ya da yönetilen ankete dayalı birçok araştırma sonucunda, ülkemizde dinî şüphe tecrübesi geçirdiğini ifade eden ergenlerin %30 dolaylarında olduğunu tesbit etmiş bulunmaktayız [453].
Ergenlerin yaşadıkları dinî şüphe ve çatışmaların iki temel özelliği olduğu görülmektedir: Birincisi, bunlar son derece “duygusal”dırlar; ikincisi, çoğu zaman başka sahalardaki intibaksızlık ve çatışmalardan kaynaklanmaktadırlar. Bu özellikleri gözönüne alındığı zaman, duygu ve heyecan hayatının olgunlaşmaya başlaması ve ergenlik bunalımının yatışmasına bağlı olarak, 17-18 yaşlarına doğru iman şüphelerinin de yavaş yavaş yatıştığını müşhahede etmek mümkündür. Dinî şüpheler eğer daha ileri yaşlara kadar devam ederlerse, bu ciddi bir duruma işarettir ve genellikle duygusal olmayıp, fikridirler.
Ergenlerde dinî şüphe ve çatışmaların doğmasında etkili olan faktörleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
a- Bağımsızlık duygusunun uyanmasıyla, her türlü otoriteyi reddeden isyankâr eğilimin gelişmesi; yetişkinlere olan güvenin sarsılması.
b- Cinsî güdülerin doğuşu ve suçluluk duygusunun belirmesi; nefsanî arzuların dinî ahlâk kurallarına karşı ayaklanması.
c- Hayatın anlamsızlığı, mantıksızlığı duygusunun güçlü etkisi [454].
d- Din eğitimi yetersizliği sebebiyle, uygunsuz ve başarısız bir dinî sosyalleşme ortaya çıkması [455].
e- Günlük hayat olayları ve bazı bilimsel teorilerle dinî inanç ve öğretiler arasında bir uzlaşmazlık ve çelişki görülmesi [456].
f- Dindarların ve din görevlilerinin bazı tutum ve davranışları.
g- Dinî konularda bilgi eksikliği ve rehbersizlik.
Dinî şüpheler, bu tecrübeyi yaşayan ergenlerin hepsinin imanı üzerinde olumsuz bir etki meydana getirmezler. Uygun şartlar altında bu şüphelerin, dini saflaştıncı ve daha şuurlu bir dindarlığı ele geçirmeye yönlendirici etkileri vardır. [457]
3- Suçluluk ve Günahkârlık Duyguları
Ergenlerin büyük çoğunluğu, değişik düzeylerde bir “çatışma” durumu doğuran çok şiddetli bir suçluluk duygusuna sahiptir [458]. Ergendeki bu suçluluk duygusunun en önemli kaynağı, cinsî güdünün uyanışıyla birlikte ortaya çıkarı ahlâkî sorunlardır [459]. Cinsî uyanış ergenlerde birçok duygusal gerginliklere yol açar. Cinsî olgunluğa ulaşılmış olmakla birlikte, hayatın sosyal ve ekonomik zaruretleri bu ihtiyacın meşru tatminini engellemekte ve ertelemektedir. Öte yandan, cinsî eğilimlerin en üst seviyeye eriştiği bu dönemde, bu yöndeki arzuları tahrik eden toplumdaki sosyal ya da ticarî nitelikli uyarıcılar ergenleri kuvvetle etkilemektedirler. Özellikle basın-yayın organlarının çocuklar ve gençler üzerindeki yıkıcı etkileri araştırmalarla ispatlanmış bir konudur. Cinselliği sınırsız bir şekilde göz önüne seren ve bu yolla elde edilen zevk ve tatmini hayatın başlıca amaçlarından birisi olarak takdim eden çağdaş kültüre rağmen, cinsî faaliyet toplumda yasaklarla kuşatılmıştır. Bu yasaklar da çoğu zaman dinî tasviple desteklendiği için, din ile cinselliğin gencin zihninde çatışmaya konu olması kaçınılmaz gözükmektedir [460]. Yönetimimizde yapılan, lise öğrencileri üzerinde ankete dayalı bir araştırmada, [461] gençlerin %36.6'sının, dinî inanç ve değerleriyle cinsî arzuları arasında şiddetli bir çatışmayı yaşadıkları ve bunların %13.6'sının dinî şüphe ve bunalım içine girdiği; %15.3'nün dinden uzaklaştığı, tesbit edildi. Öğrencilerin %22.3'ü de, kendilerini günahkâr hissettiklerini belirtmişlerdir. Böylece, gençlerin önemli bir bölümü, dinî ve cinsî eğilimleri arasındaki çatışmadan doğan suçluluk ve günahkârlık duygusundan rahatsız olmaktadırlar. A.B.D.'de yapılan bazı araştırmalar da, gençlerin büyük çoğunluğunun, “büyük günâh”ı bir çeşit seks suçu olarak gördüklerini ortaya koymuştur [462].
Bir yandan son derece şiddetli cinsî arzular, diğer yandan idealist eğilimler çoğu zaman ergende çatışmalara yol açar. Çatışmanın çok şiddetli bir hâl alması ergeni bazen, bir sataşma tutumuna kadar varan kural, otorite ve dinî değerlere karşı koyma durumuna sevkeder. Kendisini suçlu hisseden ergen, bir yalnızlığın içine sürüklenir. Sıkıntılıdır, gerçekten kaçar ve kendi içine kapanır. Bu suçluluk duygusu dinî plânda kuvvetli duygusal bir renk alır ve Allah'ın çok özel can sıkıntısı hâlini alır.
Suçluluk duygusunun başlaması aynı zamanda ahlâk ölçülerinin bozulması, vicdanın emirlerinin çiğnenmiş olmasının belirtisidir. Ergende ahlâkî kaygılar ön plânda gelir. Aynı zamanda ahlâkî kaygılar çoğunlukla dinî kuralları yerine getirme hususunda bir gelişmeyi kösteklerler. Çünkü, dinî kuralları yerine getirme konusundaki arzu ve niyet ahlâkî problemlerin çözümüne doğru yönlendirildiği için, problemin çözümünden son derece uzaklaşılmış olur. Aynı zamanda dinî pratiğin tamamıyle dinî gayesi oldukça alt seviyeye indirilmiş olur. Bu ahlâkî dönem genellikle “günah” duygusunun uyanmasını kolaylaştırır. Günah duygusu çok kuvvetli bir hâl alırsa, tevbe ve pişmanlığa karşı bir güçsüzlük ve duygusuzluk kendisini gösterebilir. Suçluluk ve günahkârlık duygusu marazı bir hâl alacak kadar yoğunlaşmadığı sürece, ergenlerin dinî gelişiminin dinamik kaynaklarından birisini oluşturur. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz araştırma sonuçlarına baktığımızda: gençlerin “günah” olarak değerlendirdikleri bir cinsel davranışta bulunmaları durumunda (%45) en yüksek oranda başvurdukları çözüm yolunun “pişmanlık ve Allah'tan af dileme” (%26.3) olduğu görülmektedir. Böylece din, suçluluk ve günahkârlık duygusunu kontrol etme ve yatıştırma hususunda ergene büyük destek sağlayabilmektedir. Fakat bu biraz da gencin dinî inanç ve değerleri kendi kişiliğine maletme derecesiyle ilgili olmaktadır. Anılan araştırma, din-cinsiyet çatışması durumunda ergenlerin ancak %18.3’nün, dinî inançlarına dayanarak cinsel sorunlarını çözüme ulaştırdığını ortaya koymaktadır. Buna karşılık, dinî konuları cinsî konulardan ayrı değerlendirerek, bir tür çifte standartla hareket edenlerin oranı %31; bazen dinî inançlarının bazen de cinsel duygularının etkisi altında bir davranışta bulunanların oranı ise %32.3'dür [463].
Gençlerin, gerek kendi içlerindeki hızlı değişimin doğurduğu çalkantılar ve gerekse eğitim-öğretim zaruretleri, okul ve çevrenin kısıtlayıcı etkileri dolayısıyla dinî görevlerini gereği gibi yerine getirememeleri de, onların yaşadığı suçluluk duygularının bir diğer kaynağıdır. Her ne kadar bağımsızlık duygusunun uyanmasıyla birlikte dini görev ve Allah'a karşı borç duygusunda bir azalma, dinî pratikleri yerine getirmeden büyük ölçüde uzaklaşma [464] eğilimleri güçlenmekte ise de, ergenlerin birçoğu yine de dinî hassasiyetlerini korumaktadırlar. Ülkemizde daha önceki yıllarda lise ve dengi okul öğrencilerinin sorunlarını tesbit amacına yönelik bir araştırmada [465], en yüksek oranda gençlerin %81'inin dinî görevlerini yerine getiremedikleri için üzüldükleri tesbit edilmiştir. [466]
4- Tevbe ve Dine Dönüş
Ergenlerin dinî psikolojileriyle ilgilenen ilim adamlarının en fazla dikkatini çeken hususlardan biri, bu dönemdeki “dine dönüş” olaylardır. Bu konuda yapılan ilk araştırmalar benzer sonuçlar vermiştir. A.B.D.'de bu alandaki araştırmaların öncüsü olan Hall'in tesbitlerine göre, dine dönüş olayları daha çok 16-17 yaşlarında olmaktadır. Oniki yaşından önce din saf bir şekilcilik iken, bu yaştan itibaren din duygusu, sevgi duygusuna paralel olarak bir gelişme göstermektedir [467]. Starbuck'un tesbitlerine göre ise, dine dönüş olaylarının doruk noktasına ulaştığı yaşlar 12, 16 ve 19'dur. 12 yaşında buluğun başlamasıyla birlikte çevrenin telkinlerine karşı büyük bir duyarlılık belirir; 16 yaşında fizik ve zihin coşkunluğu son noktasına varır; nihayet 19. yaş aklî bir kararlılık içinde olgunluk çağını getirir [468].
Yukarıda çizilen şemanın evrensel bir değeri olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Ancak şurası bir gerçektir ki, gençler büyük bir dinî potansiyele sahiptirler; onlardaki dinî canlılık ve arayışı besleyen duygusal olduğu kadar zihinsel güdüler vardır. Bununla birlikte yine bu dönemde, dinî arzu ve arayışları çatışmaya dönüştüren bazı eğilimler de aynı zamanda gelişmektedir. Bu dönemde kendisini gösteren, cinsellik, bağımsızlık gibi güdülerin yanısıra, “katı akılcılık” ve “iradecilik”, kendi benliğini en üstün tutma eğilimleri, tam bir dinî bağlanmaya engel olabilmekte, böylece ergen dinî bakış açısına kapalı kalabilmektedir. Herşeye rağmen, bu zıt eğilimlerin, şüphe, kararsızlık hatta geçici inkâr durumlarının yaşandığı olumsuz bir devreden sonra, gencin yeniden dine dönüş yapmasını hazırlamaları bakımından, olumlu sonuçlara yol açmaları da mümkün olabilmektedir. Özellikle çocukluk döneminde sağlıklı bir dinî gelişim gösteren gençlerin, geçici bir kararsızlık ve bunalım devresinden sonra, dinî inanç ve değerlerini şuurlu olarak yeniden keşfetmeleri ve onlara kuvvetle bağlanmaları, çoğu zaman karşılaşılan olaylardandır.
Ergenlik çağında yaşanan tipik bir dine dönüş olayı şu şekilde tasvir edilebilir: Başlangıç safhası aynı zamanda ergenliğin başlangıcıdır. Ergenlik süresince genç adamda yeni güçler ve enerjiler uyanmaya başlar. Şuurdışının derinliklerinden çıkmakta gibi gözüken bu güçler, bir sel gibi hayatın içine yayılırlar. Bu fırtınalı istila ruhî bir karmaşaya yol açar ve o da beraberinde acı ve üzüntü getirir. Ergende büyük bir “gerginlik” baş gösterir. Bu gerginlik ortamı içerisinde yeni ve ideal bir hayat özlemi uyanır. Ergeni bir can sıkıntısı yakalar ve kendi yetersizliğini şiddetli bir şekilde hisseder. Bu arada “görev duygusu” uyanır. Ergen, dinî ve ahlâkî planda görevi olduğunu hissettiği şeyi yapmak ister fakat buna güç yetiremez. Yine de o, kendisi dini ve ahlâkî görevlerini tam olarak yerine getirememekle birlikte, dindar, adaletli ve iyi olmaya çalışır. Kısacası, gerçek dindarlığın tam zevkine ve tatminine sahip olmadığı için acı çeker ve henüz yeterince kavrayamadığı fakat ulaşmak istediği, düşlediği ideal hayata ulaşmak için tutulan yolda “kararsız” kalır. Esasen o kendini bu konuda güçsüz ve yetersiz görmektedir. Bu “yetersizlik” duygusu gerçek anlamıyla bir “günahkârlık” duygusu haline dönüşünceye kadar artar. Ergen kendini iğrenç bir vaziyette hisseder; iyi olmadığına, olamadığına üzülür, vicdan azabı çeker ve bazen karamsarlık içine düşer. Tasarladığı ideal ile, şimdiki halde sahip olduğu manevî hayat arasında bir uçurum olduğunu düşünür. Bu tecrübe belki onu ebedî cezaların korkusuna da sürükler.
Bu “iç fırtınası ve gerginlik” safhasının bir diğer tecrübesi, “bunalım”ve kendini anormal bir şekilde tahlile tabi tutmadır. Genç adam geçmişte yapıp ettiği şeylerin muhasebesini yapar ve genellikle kendisini haklı bulmaz. Manevî yönden kendisini derin derin inceler; kendini mutsuz hisseder ve kendi haline ağlar. Pasif mizaçlılar, sonu bazen bir günah telafi etme arzusu ve zahidâne hayat yaşamaya varan bu bunalım durumlarından çok fazla acı çekerler. Aynı safhanın bir üçüncü tecrübesi, “Şüphelerin yol açtığı sıkıntıdır. Genel olarak bu sıkıntı, öncekilerden biraz daha geç olarak, daha geniş bir sosyal çevre ile ya da geleneksel inançları tehdit eden yeni entellektüel kavram ve anlayışlarla ilişki kurulduğu zamana rastlar. Bu safhada ergen, yetişkinlerle çatışma ve sürtüşme içerisindedir. Aynı zamanda cinsî eğilimlerin kuvvetli etkisini yaşayan ergen, hayatı yüce bir ideal çevresinde bir merkeze yerleştirmek veya nefsanî arzuların, zevk ve tatminin peşinden koşmak tarzındaki iki zıt eğilimin meydana getirdiği bir başka çatışmayı da yaşar.
Ergenliğin sonlarına doğru çatışmaların şiddeti azalır ve yavaş yavaş bir kişilik değişimi başlar. Ergen, çocukluktan beri kendisi için huzur kaynağı olmuş olan dinî inançlarına yeniden sarılır. Dine dönüş, farklı eğilimler arasında kararsız kalmış olan ergene kendi birliğini ve Allah'da varolmanın delilini verirken, aynı zamanda şiddetli sevgi, mükemmellik ve yorum ihtiyacını tatmin etmeye imkân verir. Böylece, derin bir sezişle varlığını hissettiği Allah, ergenin iç fırtınasını dindirir. Dinî değerler çerçevesinde hayatını yönlendirmeye çalışan ergende bir rahatlama, yatışma, sevinç ve güven duygusu gelişir. Ruhî güç ve fonksiyonlar uyumlu bir şekilde ergende bütünleşme imkânı bulurlar. [469]
5- Dinî İnanç ve Tutumların Netleşmesi (18-21 Yaş)
Ergenliğin son döneminde genel olarak dinî arayışlar, bocalamalar, şüphe ve kararsızlıklar yatışır ve bir sonuca ulaşır. Çünkü genç artık din konusunda kendi tutumunu tam olarak belirleyebilecek zihnî ve duygusal olgunluğa ulaşmış olur. Bu devrede, din ile ilgili kesin tercihler ve kararlar kendilerini açıkça gösterirler. Gençlerin bir bölümü, dinî bunalıma yol açan çatışma süreci içerisinde, çocukluk inançlarından çok farklı olarak, dinî değerler dünyasını yeni baştan kurarlar. Bu noktada, gençlerin birçoğu toplumdaki dinî cemaat ya da grupların destek ve tasvibine ihtiyaç duymaları sebebiyle, bağlandıkları ve katıldıkları gruba olan üyeliklerini de iyice pekiştirirler. Bir bölümü, aileden aldıkları dinî inanç ve değerleri geleneksel kalıpları içerisinde olduğu gibi ya da çok az değişiklikle sürdürürler. Bunlar için de aile bağları büyük önem taşır; dinî ilgi ve bağlılık böylece aile modelini esas alan bir çizgi üzerinde varlığını sürdürmeye devam eder. Gençlerin bir bölümü de bu dönemde dinî bütünüyle reddederek ilgisiz, dinsiz veya bilinemezci (agnostik) olurlar. Fakat gençler arasında din karşıtı ya da büsbütün dine ilgisiz olanların oranı diğerlerine göre çok alt seviyelerdedir. Ülkemizde üniversite öğrencileri üzerinde yapılan araştırmaları esas aldığımız zaman, inançsız, din karşıtı ve dine ilgisiz olanların toplam oranının ortalama %4-20 arasında değiştiği görülmektedir [470]. Buna karşılık gençlerin büyük çoğunluğu dine olumlu bir ilgi duymakta, az ya da çok dinin etkisini kendi yaşayışlarında hissetmektedirler. [471]
Ergenlik, ön-ergenlik denilen ve 1-2 yıl kadar süren bir safhayı da içine alan, 7-8 yıllık bir süreye yayılan dönemdir. Kavram olarak ergenlik ve gençlik aynı anlamı ifade eder; yerine göre her ikisi de kullanılabilmektedir. Bu dönemin yaş bakımından kesin sınırları konusunda tam bir görüş birliği yoktur. Genellikle 12, 13-20, 21 yaşları arası bir dönem olduğu kabul edilir [446]. Ergenlik çağının organik belirtisi “buluğ” olayıdır. Bir araştırmada, ülkemizde buluğa eriş yaşının kızlarda en erken 10, en geç 18; erkeklerde ise en erken 9, en geç 19 olduğu tesbit edilmiştir [447]. Buna göre ülkemizde ortalama buluğ yaşının kızlarda 13, erkeklerde ise 15 olduğu söylenebilir.
Buluğa erme, dinde sorumluluğun başlangıç işareti olarak kabul edilmiştir. Bu durum, bu dönemin önemini artırmaktadır. Ergen, din nazarında yetişkin kişi statüsünde yer alır; o artık dinin emir, yasak, görev ve kuralları çerçevesinde davranışlarının sorumluluğunu yüklenmiş birisidir. Bu bakımdan, bu dönemin gelişim özelliklerinin çok iyi bilinmesi, gençlerin din eğitim-öğretiminden sorumlu kişiler açısından büyük önem taşımaktadır.
Ergenlikteki gelişim özellikleri, çocukluğa kıyasla oldukça farklı hem nicelik hem de nitelik bakımından çok yoğundur. Bu bakımdan bu döneme “yeniden doğuş” diyen psikologlar olmuştur. Bağımsız bir kişilik sahibi olma, toplumdaki yerini ve rolünü öğrenme tam olarak bu dönem içerisinde gerçekleşir. Cinsiyet güdüsünün doğurduğu çatışmalar en fazla bu dönemde yaşanır. Bir dünya görüşü geliştirme, kendine yön verecek değerleri araştırma, hayatın anlamı ve kendisinin yeri ve rolü konusunda tatmin edici cevaplar bulma gibi arayış ve yönelişler gençlik döneminin kendine has davranış özelliklerindendir. Bir grup içerisinde yer alma, Önder ve liderlere bağlanma yine bu dönemde önemli bir ihtiyaç olarak ortaya çıkar. Bu dönemde, dinî ilginin şuurlu uyanışı ve gelişimi açıkça görülebilmektedir. Ergenin gerek kendi iç dinamizmindeki iniş çıkışlar, gerekse toplumdaki sürekli değişen değer yargıları dolayısıyla dinî bakımdan bocalamalar, bunalımlar ve çelişkili durumların yaşanması kaçınılmaz bir hâl alır. Fakat gençlerin çoğu için din, “güvenlik”, “kimlik”, “bağlanma” ve “anlama” gibi psikolojik istek ve ihtiyaçlarına cevap vermesi bakımından, etkisi güçlü yüksek bir değer olarak anlam kazanmaktadır. [448]
1- Dinî Şuurun Uyanışı (12-14 Yaş)
Çocukta dinî hayat, duygusal bir düşünce özelliği içerisinde kendisini gösterir; o, inandığı şeylerin derinine nüfuz etmeden, onları tam anlamıyla kavramadan dinî bir inanç besler. Bu, çocuktaki somut ve gerçek olaylar dünyası dışında kalan gerçeklikleri algılamaya güç yetiremeyen bir zihin yapısının tabiî sonucu olmaktadır. Ergenliğe yakın yıllarda zihin ve düşünce hayatı gerek derinlik gerekse genişlik yönünden büyük bir kapasite kazanır. 12-13 yaşlarında başlayan “soyut düşünme” kabiliyeti, okulun ve toplum kültürü çerçevesindeki tecrübelerin yardımıyla ergeni, problem tahlilleri ve yüksek seviyeli genellemeler yapmaya sevkeder. Düşünce bu dönemde “varsayımlı-tümdengelimli” (hypothetico deductive) bir nitelik kazanır. Ergen, bir faraziyeye dayanarak, onun gerçeklikle olan bağı ile uğraşmadan akıl yürütebilir. Ergenin zihni, duyularüstü bir alanda, gerçeklikten aynlmış işaretler üzerinde işlem yapabilir. Böylece yetişkinler seviyesinde bir düşünce kapasitesine ulaşan ergen, bir taraftan içinde yaşadığı çevrenin ve dünyanın sorunlarını, diğer taraftan çağlar boyu bütün insanlığı uğraştıran tabiatüstü, dinî ve metafizik konuları düşünmeye başlar. Böylece, çocuklukta idrak edilen fakat ifade edilemeyen, âlemin rahatlığı tecrübesi içerisinde yaşanan dinî iman, ergenlikte şuurlu bir gelişime doğru yönelir. Şüphesiz dinî şuurun uyanışı yalnızca zihin gelişimi ile sınırlı bir olgu olmayıp, bütün bir ruhî yapının işleyişine bağlı olmaktadır. Bir yandan da duygu ve heyecan hayatındaki gelişmelerin ayrı bir önemi vardır. Bu dönemde duygu hassasiyeti ve kapasitesi de zirveye ulaşmaktadır. Bu durum, bazı ruhî karışıklık ve düzensizliklerin de sebebi olmaktadır. Ruhî yapının işleyiş düzenini bozan duygusal karışıklıklar, aynı zamanda çocuklukta yaşanan fakat tam olarak dışa vurulamayan dinî duyguları da açık şuur seviyesine çıkartır. Bu durumda ergen kendisini çok farklı ve duygusal olarak yoğun bir dünyanın içinde bulur. Ergen, anlam taşıyan bir bütünlük içine yayıldığının şuuruna varır varmaz, dinî bir arayış ve özlemle dünyaya yönelir. Ruhun duygusal derinliğinden hız alan bu dinî arzu ve arayış, zihin gelişiminin yardımıyla şuurlu bir dini uyanışı hazırlar. Bu bakımdan, asıl anlaşılan ve kavranılan bir dinî hayat 12-13 yaşlarında görülmeye başlar. Bu yaşlardan sonra yetişkinler seviyesinde bir dinî inanç ve anlayış gelişmektedir. Onun için bu yaşlara, “dinî uyanış ve gelişim” yaşları olarak bakılabilir [449].
12 yaşına kadar çocuk, uygulamada geleneğe bağlı olarak geliştirdiği dinî özelliğini korur. Bu, yetişkinlerin otorite ve anlayışını esas alan, onlar tarafından benimsenip uygulanan bir din şeklindedir. Çevrenin aşılamış olduğu dinî anlayış ve uygulamadan, kişisel olarak benimsenmiş din anlayışına geçiş erken bir zamanda olmaz. Başlangıçta dinî gelişme duygusal bir yoğunlukta kendisini gösterir. Ruhî uyanış sebebiyle ergen kendisini yeni bir dünyanın eşiğinde bulur. Kendisini çevreleyen şeyleri o artık basit bir şekilde görmez; kendisinde olup bitenlere karşı şaşkınlık içerisindedir. Ergen, sanki kendisini sıkıştıran deruni bir kararsızlık içerisindedir. Bu kararsızlık ve şaşkınlık ortamında, içgüdüsel olarak Allah'a yönelir. Dinî inanç ve değerler bir anda onun için büyük bir önem kazanırlar. Bunların İfade ettikleri anlamları, ölümü, cennet ve cehennemi, kaderi, insanlararası eşitsizlikleri ilk olarak derinlemesine düşünmeye başlar.
12-13 yaşlarındaki çocuklarda Allah tasavvuru iyice ruhanileşmiştir. Genel olarak ergenlikte Allah şekilsiz, cisimsiz, hiçbirşeye benzemez, soyut ve manevî bir tarzda algılanmaktadır. Fakat bu konudaki güçlükler bütünüyle sona ermiş değildir. Bazı ergenler, Allah'ın varlığı konusunda uzun düşünce denemelerine girişirler; zihnin sebeplilik ilkesinin onların ulaştırdığı sonuç, Allah'ın varlığı ve yaratıcılığına olan inançlarında bir canlanma ve güçlenme olsa bile “Zorunlu Varlık” (Vâcibü'l-Vücud) kavramı henüz onlar için kolay anlaşılır birşey değildir.
Ergenliğin asıl bunalımlı safhasına girmeden önceki bir-iki yıl içerisinde dinî ilginin yüksek bir seviyesi yaşanır. İbadetleri yerine getirme, camiye ve cemaate katılma, helâl-haram, günah-sevap gibi konulara karşı ilgi ve duyarlılıkta belirgin bir artış müşahede edilir. Fakat bu “saadet devri” çok sürmez ve ergenliğin kendine has bunalımlarının başgöstermesiyle, din de bundan nasibini alır. [450]
2- Dinî Şüphe ve Çatışmalar (14-18 Yaş Dönemi)
Ergenlik, her yönden geçici bir “bunalım” dönemidir. İmanla ilgili şüphe, kararsızlık ve çatışmalar insan hayatında en çok bu dönemde kendilerini gösterirler. Geleneksel dinî kalıpları tenkit ve değerlendirmeye tâbi tutarak şahsî bir din anlayışına ulaşma, genel olarak bu bunalımlı safhayı izler.
Ergende dinî bir bunalım doğmasına yol açan faktörlerin, onun bedenî ve ruhî gelişimiyle doğrudan ilgili olduklarını tesbit etmek mümkündür. Ergenliğin başlangıcında benliğin ve şuurun uyanması ve zihin gelişiminin en üst basamağa ulaşması, bunalımı hazırlayan şartların başlangıcını oluşturur. Zihin gelişimi sonucu güç ve kapasite yönünden artan düşünce faaliyeti, ergende bir “bağımsızlık ve güçlülük” duygusunun uyanmasına yol açar. O artık kendisini yetişkinlerin seviyesinde hissetmeye başlar. Daha önceleri sınırlarını keşfetmiş olduğu ana-babasının düşünce ve davranışlarını tenkit etmeye yönelir. Bağımsız bir kişilik olarak “kendini ifade etme” güdüsünün etkisi yoğunluk kazanınca, ana-baba ile ilişkiler çatışmalı bir durum almaya başlar. İşte ergenin dinî bunalımının başlangıcı, ana-baba ile olan bu çatışmadan kaynaklanır. Bir tarafta ana-babaya saygı ve itaatin gerekliliğini vurgulayan dinî inanç ve gelenek, öbür taraftan aile baskısından kurtularak bağımsız olma isteği arasında ergen, çelişkili ve kararsız bir durum yaşar. Bu durum, ana-babanın yanısıra her türlü otoriteye karşı bir isyanı uyandırır. Arkadaşlık ilişkilerinin gelişmesi ve bir “atıf grubu” içerisinde biraraya toplanan ergenlerin kendilerine has bir alt kültür ve değerler sistemi geliştirmeleriyle birlikte, bu otoriteye isyan eğilimleri daha da güç ve destek bulur.
Bağımsızlık ihtiyacıyla birlikte “tenkitçi düşünce” de gelişir. Okulun ve arkadaşların etkisi, ana-baba etkisinden öne geçer. Öğrenim hayatı içerisinde biri diğerinden çok farklı olan inanma, düşünme ve yorumlama biçimleri, ergenin tenkitçi düşüncesinin gelişmesine büyük katkıda bulunur. Farklı inanç ve düşüncelere sahip kişilerin varlığı, ergeni kendi inanç ve değerlerini yakından incelemeye zorlar. Buluğ öncesine kadar hiçbir tenkide tabi tutmaksızm benimsemiş olduğu dinî inanç ve uygulamalar bundan böyle ergen tarafından sıkı bir şekilde gözden geçirilir. Zihnî bakımdan bütünleşmiş benliğinin farkına varan genç adam, hayatın sentezini tenkitçi bir şekilde yapabilecek güçte ve yapmak zorunda olduğunu hissettiği için, artık gerçeği tecrübe etmeksizin kabul etmez; herşeyi tenkit deneyinden geçirmek ister. Bu arada dinî inançlarının anlamını ve dinî gerçeklerin mahiyetini de zihinsel olarak anlamak ve bunları yaşanan hayatla bağdaştırmak ister. Akılla ispatlanabilir olmayan herşeyin karşısında bir tenkit ve güvensizlik tutumu gösterir. Dinî inançlar kendisine ne kadar anlamlı ve değerli görünürse, onlar hakkında soru sormak, başkalarıyla bunları tartışmak ergene o kadar cesaret verir. Bununla birlikte ergenlerin birçoğu toplum hayatının mevcut şartları ve günlük olaylarla, okulda öğrendiği bazı bilimsel teorileri, dinî inanç ve anlayışla bağdaştırmakta büyük güçlük çeker. Bu durum onlarda dinî şüphe ve kararsızlık eğilimlerini ortaya çıkarır.
Ergenlerin dinî gelişimleri içerisinde “dinî şüpheler” belirgin bir özellik olarak kendilerini ortaya koyarlar. Batı ülkelerinde yapılan araştırmalar, erkek ergenlerin %75, kızların ise %50 dolaylarında bir oranda bu iman şüphelerini yaşadıklarını ortaya koymaktadır[451]. Mısır'da' yapılan bir araştırmaya göre ise, müslüman erkek ergenlerin %27'si kızların ise %21'i böyle bir şüphe krizi yaşamışlardır [452]. Tarafımızdan yapılan ya da yönetilen ankete dayalı birçok araştırma sonucunda, ülkemizde dinî şüphe tecrübesi geçirdiğini ifade eden ergenlerin %30 dolaylarında olduğunu tesbit etmiş bulunmaktayız [453].
Ergenlerin yaşadıkları dinî şüphe ve çatışmaların iki temel özelliği olduğu görülmektedir: Birincisi, bunlar son derece “duygusal”dırlar; ikincisi, çoğu zaman başka sahalardaki intibaksızlık ve çatışmalardan kaynaklanmaktadırlar. Bu özellikleri gözönüne alındığı zaman, duygu ve heyecan hayatının olgunlaşmaya başlaması ve ergenlik bunalımının yatışmasına bağlı olarak, 17-18 yaşlarına doğru iman şüphelerinin de yavaş yavaş yatıştığını müşhahede etmek mümkündür. Dinî şüpheler eğer daha ileri yaşlara kadar devam ederlerse, bu ciddi bir duruma işarettir ve genellikle duygusal olmayıp, fikridirler.
Ergenlerde dinî şüphe ve çatışmaların doğmasında etkili olan faktörleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
a- Bağımsızlık duygusunun uyanmasıyla, her türlü otoriteyi reddeden isyankâr eğilimin gelişmesi; yetişkinlere olan güvenin sarsılması.
b- Cinsî güdülerin doğuşu ve suçluluk duygusunun belirmesi; nefsanî arzuların dinî ahlâk kurallarına karşı ayaklanması.
c- Hayatın anlamsızlığı, mantıksızlığı duygusunun güçlü etkisi [454].
d- Din eğitimi yetersizliği sebebiyle, uygunsuz ve başarısız bir dinî sosyalleşme ortaya çıkması [455].
e- Günlük hayat olayları ve bazı bilimsel teorilerle dinî inanç ve öğretiler arasında bir uzlaşmazlık ve çelişki görülmesi [456].
f- Dindarların ve din görevlilerinin bazı tutum ve davranışları.
g- Dinî konularda bilgi eksikliği ve rehbersizlik.
Dinî şüpheler, bu tecrübeyi yaşayan ergenlerin hepsinin imanı üzerinde olumsuz bir etki meydana getirmezler. Uygun şartlar altında bu şüphelerin, dini saflaştıncı ve daha şuurlu bir dindarlığı ele geçirmeye yönlendirici etkileri vardır. [457]
3- Suçluluk ve Günahkârlık Duyguları
Ergenlerin büyük çoğunluğu, değişik düzeylerde bir “çatışma” durumu doğuran çok şiddetli bir suçluluk duygusuna sahiptir [458]. Ergendeki bu suçluluk duygusunun en önemli kaynağı, cinsî güdünün uyanışıyla birlikte ortaya çıkarı ahlâkî sorunlardır [459]. Cinsî uyanış ergenlerde birçok duygusal gerginliklere yol açar. Cinsî olgunluğa ulaşılmış olmakla birlikte, hayatın sosyal ve ekonomik zaruretleri bu ihtiyacın meşru tatminini engellemekte ve ertelemektedir. Öte yandan, cinsî eğilimlerin en üst seviyeye eriştiği bu dönemde, bu yöndeki arzuları tahrik eden toplumdaki sosyal ya da ticarî nitelikli uyarıcılar ergenleri kuvvetle etkilemektedirler. Özellikle basın-yayın organlarının çocuklar ve gençler üzerindeki yıkıcı etkileri araştırmalarla ispatlanmış bir konudur. Cinselliği sınırsız bir şekilde göz önüne seren ve bu yolla elde edilen zevk ve tatmini hayatın başlıca amaçlarından birisi olarak takdim eden çağdaş kültüre rağmen, cinsî faaliyet toplumda yasaklarla kuşatılmıştır. Bu yasaklar da çoğu zaman dinî tasviple desteklendiği için, din ile cinselliğin gencin zihninde çatışmaya konu olması kaçınılmaz gözükmektedir [460]. Yönetimimizde yapılan, lise öğrencileri üzerinde ankete dayalı bir araştırmada, [461] gençlerin %36.6'sının, dinî inanç ve değerleriyle cinsî arzuları arasında şiddetli bir çatışmayı yaşadıkları ve bunların %13.6'sının dinî şüphe ve bunalım içine girdiği; %15.3'nün dinden uzaklaştığı, tesbit edildi. Öğrencilerin %22.3'ü de, kendilerini günahkâr hissettiklerini belirtmişlerdir. Böylece, gençlerin önemli bir bölümü, dinî ve cinsî eğilimleri arasındaki çatışmadan doğan suçluluk ve günahkârlık duygusundan rahatsız olmaktadırlar. A.B.D.'de yapılan bazı araştırmalar da, gençlerin büyük çoğunluğunun, “büyük günâh”ı bir çeşit seks suçu olarak gördüklerini ortaya koymuştur [462].
Bir yandan son derece şiddetli cinsî arzular, diğer yandan idealist eğilimler çoğu zaman ergende çatışmalara yol açar. Çatışmanın çok şiddetli bir hâl alması ergeni bazen, bir sataşma tutumuna kadar varan kural, otorite ve dinî değerlere karşı koyma durumuna sevkeder. Kendisini suçlu hisseden ergen, bir yalnızlığın içine sürüklenir. Sıkıntılıdır, gerçekten kaçar ve kendi içine kapanır. Bu suçluluk duygusu dinî plânda kuvvetli duygusal bir renk alır ve Allah'ın çok özel can sıkıntısı hâlini alır.
Suçluluk duygusunun başlaması aynı zamanda ahlâk ölçülerinin bozulması, vicdanın emirlerinin çiğnenmiş olmasının belirtisidir. Ergende ahlâkî kaygılar ön plânda gelir. Aynı zamanda ahlâkî kaygılar çoğunlukla dinî kuralları yerine getirme hususunda bir gelişmeyi kösteklerler. Çünkü, dinî kuralları yerine getirme konusundaki arzu ve niyet ahlâkî problemlerin çözümüne doğru yönlendirildiği için, problemin çözümünden son derece uzaklaşılmış olur. Aynı zamanda dinî pratiğin tamamıyle dinî gayesi oldukça alt seviyeye indirilmiş olur. Bu ahlâkî dönem genellikle “günah” duygusunun uyanmasını kolaylaştırır. Günah duygusu çok kuvvetli bir hâl alırsa, tevbe ve pişmanlığa karşı bir güçsüzlük ve duygusuzluk kendisini gösterebilir. Suçluluk ve günahkârlık duygusu marazı bir hâl alacak kadar yoğunlaşmadığı sürece, ergenlerin dinî gelişiminin dinamik kaynaklarından birisini oluşturur. Nitekim yukarıda zikrettiğimiz araştırma sonuçlarına baktığımızda: gençlerin “günah” olarak değerlendirdikleri bir cinsel davranışta bulunmaları durumunda (%45) en yüksek oranda başvurdukları çözüm yolunun “pişmanlık ve Allah'tan af dileme” (%26.3) olduğu görülmektedir. Böylece din, suçluluk ve günahkârlık duygusunu kontrol etme ve yatıştırma hususunda ergene büyük destek sağlayabilmektedir. Fakat bu biraz da gencin dinî inanç ve değerleri kendi kişiliğine maletme derecesiyle ilgili olmaktadır. Anılan araştırma, din-cinsiyet çatışması durumunda ergenlerin ancak %18.3’nün, dinî inançlarına dayanarak cinsel sorunlarını çözüme ulaştırdığını ortaya koymaktadır. Buna karşılık, dinî konuları cinsî konulardan ayrı değerlendirerek, bir tür çifte standartla hareket edenlerin oranı %31; bazen dinî inançlarının bazen de cinsel duygularının etkisi altında bir davranışta bulunanların oranı ise %32.3'dür [463].
Gençlerin, gerek kendi içlerindeki hızlı değişimin doğurduğu çalkantılar ve gerekse eğitim-öğretim zaruretleri, okul ve çevrenin kısıtlayıcı etkileri dolayısıyla dinî görevlerini gereği gibi yerine getirememeleri de, onların yaşadığı suçluluk duygularının bir diğer kaynağıdır. Her ne kadar bağımsızlık duygusunun uyanmasıyla birlikte dini görev ve Allah'a karşı borç duygusunda bir azalma, dinî pratikleri yerine getirmeden büyük ölçüde uzaklaşma [464] eğilimleri güçlenmekte ise de, ergenlerin birçoğu yine de dinî hassasiyetlerini korumaktadırlar. Ülkemizde daha önceki yıllarda lise ve dengi okul öğrencilerinin sorunlarını tesbit amacına yönelik bir araştırmada [465], en yüksek oranda gençlerin %81'inin dinî görevlerini yerine getiremedikleri için üzüldükleri tesbit edilmiştir. [466]
4- Tevbe ve Dine Dönüş
Ergenlerin dinî psikolojileriyle ilgilenen ilim adamlarının en fazla dikkatini çeken hususlardan biri, bu dönemdeki “dine dönüş” olaylardır. Bu konuda yapılan ilk araştırmalar benzer sonuçlar vermiştir. A.B.D.'de bu alandaki araştırmaların öncüsü olan Hall'in tesbitlerine göre, dine dönüş olayları daha çok 16-17 yaşlarında olmaktadır. Oniki yaşından önce din saf bir şekilcilik iken, bu yaştan itibaren din duygusu, sevgi duygusuna paralel olarak bir gelişme göstermektedir [467]. Starbuck'un tesbitlerine göre ise, dine dönüş olaylarının doruk noktasına ulaştığı yaşlar 12, 16 ve 19'dur. 12 yaşında buluğun başlamasıyla birlikte çevrenin telkinlerine karşı büyük bir duyarlılık belirir; 16 yaşında fizik ve zihin coşkunluğu son noktasına varır; nihayet 19. yaş aklî bir kararlılık içinde olgunluk çağını getirir [468].
Yukarıda çizilen şemanın evrensel bir değeri olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Ancak şurası bir gerçektir ki, gençler büyük bir dinî potansiyele sahiptirler; onlardaki dinî canlılık ve arayışı besleyen duygusal olduğu kadar zihinsel güdüler vardır. Bununla birlikte yine bu dönemde, dinî arzu ve arayışları çatışmaya dönüştüren bazı eğilimler de aynı zamanda gelişmektedir. Bu dönemde kendisini gösteren, cinsellik, bağımsızlık gibi güdülerin yanısıra, “katı akılcılık” ve “iradecilik”, kendi benliğini en üstün tutma eğilimleri, tam bir dinî bağlanmaya engel olabilmekte, böylece ergen dinî bakış açısına kapalı kalabilmektedir. Herşeye rağmen, bu zıt eğilimlerin, şüphe, kararsızlık hatta geçici inkâr durumlarının yaşandığı olumsuz bir devreden sonra, gencin yeniden dine dönüş yapmasını hazırlamaları bakımından, olumlu sonuçlara yol açmaları da mümkün olabilmektedir. Özellikle çocukluk döneminde sağlıklı bir dinî gelişim gösteren gençlerin, geçici bir kararsızlık ve bunalım devresinden sonra, dinî inanç ve değerlerini şuurlu olarak yeniden keşfetmeleri ve onlara kuvvetle bağlanmaları, çoğu zaman karşılaşılan olaylardandır.
Ergenlik çağında yaşanan tipik bir dine dönüş olayı şu şekilde tasvir edilebilir: Başlangıç safhası aynı zamanda ergenliğin başlangıcıdır. Ergenlik süresince genç adamda yeni güçler ve enerjiler uyanmaya başlar. Şuurdışının derinliklerinden çıkmakta gibi gözüken bu güçler, bir sel gibi hayatın içine yayılırlar. Bu fırtınalı istila ruhî bir karmaşaya yol açar ve o da beraberinde acı ve üzüntü getirir. Ergende büyük bir “gerginlik” baş gösterir. Bu gerginlik ortamı içerisinde yeni ve ideal bir hayat özlemi uyanır. Ergeni bir can sıkıntısı yakalar ve kendi yetersizliğini şiddetli bir şekilde hisseder. Bu arada “görev duygusu” uyanır. Ergen, dinî ve ahlâkî planda görevi olduğunu hissettiği şeyi yapmak ister fakat buna güç yetiremez. Yine de o, kendisi dini ve ahlâkî görevlerini tam olarak yerine getirememekle birlikte, dindar, adaletli ve iyi olmaya çalışır. Kısacası, gerçek dindarlığın tam zevkine ve tatminine sahip olmadığı için acı çeker ve henüz yeterince kavrayamadığı fakat ulaşmak istediği, düşlediği ideal hayata ulaşmak için tutulan yolda “kararsız” kalır. Esasen o kendini bu konuda güçsüz ve yetersiz görmektedir. Bu “yetersizlik” duygusu gerçek anlamıyla bir “günahkârlık” duygusu haline dönüşünceye kadar artar. Ergen kendini iğrenç bir vaziyette hisseder; iyi olmadığına, olamadığına üzülür, vicdan azabı çeker ve bazen karamsarlık içine düşer. Tasarladığı ideal ile, şimdiki halde sahip olduğu manevî hayat arasında bir uçurum olduğunu düşünür. Bu tecrübe belki onu ebedî cezaların korkusuna da sürükler.
Bu “iç fırtınası ve gerginlik” safhasının bir diğer tecrübesi, “bunalım”ve kendini anormal bir şekilde tahlile tabi tutmadır. Genç adam geçmişte yapıp ettiği şeylerin muhasebesini yapar ve genellikle kendisini haklı bulmaz. Manevî yönden kendisini derin derin inceler; kendini mutsuz hisseder ve kendi haline ağlar. Pasif mizaçlılar, sonu bazen bir günah telafi etme arzusu ve zahidâne hayat yaşamaya varan bu bunalım durumlarından çok fazla acı çekerler. Aynı safhanın bir üçüncü tecrübesi, “Şüphelerin yol açtığı sıkıntıdır. Genel olarak bu sıkıntı, öncekilerden biraz daha geç olarak, daha geniş bir sosyal çevre ile ya da geleneksel inançları tehdit eden yeni entellektüel kavram ve anlayışlarla ilişki kurulduğu zamana rastlar. Bu safhada ergen, yetişkinlerle çatışma ve sürtüşme içerisindedir. Aynı zamanda cinsî eğilimlerin kuvvetli etkisini yaşayan ergen, hayatı yüce bir ideal çevresinde bir merkeze yerleştirmek veya nefsanî arzuların, zevk ve tatminin peşinden koşmak tarzındaki iki zıt eğilimin meydana getirdiği bir başka çatışmayı da yaşar.
Ergenliğin sonlarına doğru çatışmaların şiddeti azalır ve yavaş yavaş bir kişilik değişimi başlar. Ergen, çocukluktan beri kendisi için huzur kaynağı olmuş olan dinî inançlarına yeniden sarılır. Dine dönüş, farklı eğilimler arasında kararsız kalmış olan ergene kendi birliğini ve Allah'da varolmanın delilini verirken, aynı zamanda şiddetli sevgi, mükemmellik ve yorum ihtiyacını tatmin etmeye imkân verir. Böylece, derin bir sezişle varlığını hissettiği Allah, ergenin iç fırtınasını dindirir. Dinî değerler çerçevesinde hayatını yönlendirmeye çalışan ergende bir rahatlama, yatışma, sevinç ve güven duygusu gelişir. Ruhî güç ve fonksiyonlar uyumlu bir şekilde ergende bütünleşme imkânı bulurlar. [469]
5- Dinî İnanç ve Tutumların Netleşmesi (18-21 Yaş)
Ergenliğin son döneminde genel olarak dinî arayışlar, bocalamalar, şüphe ve kararsızlıklar yatışır ve bir sonuca ulaşır. Çünkü genç artık din konusunda kendi tutumunu tam olarak belirleyebilecek zihnî ve duygusal olgunluğa ulaşmış olur. Bu devrede, din ile ilgili kesin tercihler ve kararlar kendilerini açıkça gösterirler. Gençlerin bir bölümü, dinî bunalıma yol açan çatışma süreci içerisinde, çocukluk inançlarından çok farklı olarak, dinî değerler dünyasını yeni baştan kurarlar. Bu noktada, gençlerin birçoğu toplumdaki dinî cemaat ya da grupların destek ve tasvibine ihtiyaç duymaları sebebiyle, bağlandıkları ve katıldıkları gruba olan üyeliklerini de iyice pekiştirirler. Bir bölümü, aileden aldıkları dinî inanç ve değerleri geleneksel kalıpları içerisinde olduğu gibi ya da çok az değişiklikle sürdürürler. Bunlar için de aile bağları büyük önem taşır; dinî ilgi ve bağlılık böylece aile modelini esas alan bir çizgi üzerinde varlığını sürdürmeye devam eder. Gençlerin bir bölümü de bu dönemde dinî bütünüyle reddederek ilgisiz, dinsiz veya bilinemezci (agnostik) olurlar. Fakat gençler arasında din karşıtı ya da büsbütün dine ilgisiz olanların oranı diğerlerine göre çok alt seviyelerdedir. Ülkemizde üniversite öğrencileri üzerinde yapılan araştırmaları esas aldığımız zaman, inançsız, din karşıtı ve dine ilgisiz olanların toplam oranının ortalama %4-20 arasında değiştiği görülmektedir [470]. Buna karşılık gençlerin büyük çoğunluğu dine olumlu bir ilgi duymakta, az ya da çok dinin etkisini kendi yaşayışlarında hissetmektedirler. [471]