hafizvuslat
Mon 2 November 2009, 12:24 pm GMT +0200
6-EN'ÂM SÛRESİ
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ham d o Allah Teâlâ'ya mahsustur ki, gökleri ve yeri yarat mı; ve karanlıklar ile nuru var etmiştir. Sonra kâfir olanlar, -bunları-Rablarına denk tutuyorlar.
1. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ Hazretlerinin kudret ve yüceliğine birer acık delil olan kâinatın eşsiz güzelliklerini insanlığın dikkat nazarlarına sunuyor, kâinatın bütün hallerini tamamiyle bilen o Yüce Yaratıcının varlığında, birliğinde şüpheye düşenleri ayıplıyor. Şöyle ki: (Hamd) medh ve övgü, güzelce anılma bütün hükümlerine tam anlamıyla uymak (Allah Teâlâ'ya mahsustur) bütün mahlûklarının yüceltmesine, kulluk arzında bulunmasına lâyık olan ancak o Yüce Mabuddur. O, öyle bir Büyük Yaratıcıdır (ki gökleri ve yeri yaratmış) öyle nice âlemleri yoktan meydana getirmiş (ve karanlıklar ile nuru var etmiştir) Nice karanlık ve aydınlık hadiseleri sahiplerinin kabiliyet ve irâdelerinden dolayı küfrü, şirki, isyanları takdir edip yarattığı gibi İman nurunu, hidâyet ışığını da meydana getirmiştir. Onun birliği, kudret ve yüceliği bütün bunlarda görünüp durmaktadır. Buna rağmen (Sonra kâfir olanlar) Allah'ın birliğini inkâra cür'et eden müşrikler (-bunları-) böyle mahlûkat kabilinden olan putları ve diğerlerini (Rablarına denk tutuyorlar) bütün bu yaratılmış şeyleri kâinatın yaratıcısına ibâdet ve itaat hususunda eşit tutuyorlar. Böyle cahilce bir inancın esiri bulunmaktan kurtulamıyorlar. Ne müthiş bir dalâlet...
2. O, o Yüce Yaratıcıdır ki, sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir ecel takdir etti ve onun katında malûm bir ecel de vardır. Sonra da siz şüphe ediyorsunuz.
2. Ey inkarcılar, müşrikler... Bir kere düşününüz, (O) kâinatı, bütün karanlıkları ve aydınlığı meydana getiren, bilen ve kudret sahibi olan Yüce Mâbud (o Yüce Yaratıcıdır ki, sizi) bütün insanları asıl kaynakları İtibariyle (çamurdan yarattı.) bütün insanlığın ilk babası olan Hz. Adem'i sudan, topraktan meydana getirdi, onun bütün evlâd ve torunları olan insanları da birer damla mesabesinde olan ve topraktan kaynaklanan gıdalarla meydana gelen birer nutfeden vücuda getirmektedir. (Sonra) Ey insanlar her biriniz için (bir ecel takdir etti) her birinize mahsus birer muayyen hayat müddeti vardır, bu müddet nihayet bulunca hemen oluverirsiniz, (ve onun) o hikmet sahibi Yaratıcının (katında malûm) ilâhî ilminde belirlenmiş (bir ecel de vardır) ki, o da kıyametin vukuunda bütün ölülerin yeniden hayat bulup kabirlerinden kalkacakları gündür, (sonra da siz) Ey inkarcılar... (şüphe ediyorsunuz.) Öldükten sonra yeniden hayat bulacağınızı tasdik etmiyorsunuz, şüphe içinde yaşıyorsunuz. Halbuki, Kâinatı Yaratan Allah'ın kudret ve yüceliğini gösterip duran bunca eserleri görüyorsunuz, kendinizin hiç yoktan vücuda gelmiş olduğunuzu da biliyorsunuz, artık sizleri yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı, sizi öldürdükten sonra tekrar meydana getirmeğe kadir olamaz mı? Diriltmek, yoktan var etmekten daha kolay değil midir?.
3. Ve o göklerde de, yerde de Al I ah'd ir, sizin gizli ve açık olan herşeyinizi bilir ve ne kazanacağınızı da bilir.
3. (Ve o) Kâinatın Yaratıcısı (göklerde de, yerde de Allandır» yani, o bütün bu Kâinatın Yaratıcısıdır, mabududur, bütün semalarda, yerde Allah ismi azamı (yüce ismi) ile anılan ancak o mekân ve zamandan uzak olan kâinatın yaratıcısıdır, bütün bu âlemlerde ibâdet ve itaata lâyık olan ancak o ezelî olan ve herşeye gücü yeten Allah'tır... O öyle bilen ve hikmet sahibi olan bir Yaratıcıdır ki, ey İnsanlar... (sizin gizli ve açık olan herşeyinizi bilir) sizin aşikâre yaptığınız, söylediğiniz şeyleri bildiği gibi gizlediğiniz, kalben düşünüp durduğunuz şeyleri de tamamen bitir, hiç bir şey onun İlim dairesinin dışında bulunmaz. (Ve) O Yüce Yaratıcı, sizin (ne kazanacağınızı da bilir.) sizin hayatınızı hayra mı sarf edeceğinizi veya şerre mi sarfedip duracağınızı ezelî ilmiyle tamamen bilir, hakkınızda ona göre mükâfat veya ceza verir. Binaenaleyh bu haki kat I arı düşünüp de ona göre hayatınızı tanzime çalışınız.
§ Bu En'âm Sûresi, (165) âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bunun bir ismi de "Suretülhücce"dir. Bu âyetlerin hepsi de Mekkîdir, ancak bir rivayete göre altı âyeti Medenîdir ki, onlar da (91, 92, 93 ve 151, 152, 153) üncü âyetlerden ibarettir. Bütün rivayetlere göre bu sûrei celilenin M ek kî olan âyetleri hep birden geceleyin nazil olmuştur. Bu mübarek sûreyi yetmiş bin meleğin teşbih ve temcid sesleri ile uğurlamış olduklarını bir Hadisi Şerif bildirmektedir. Bunun inişi üzerine Rasûlü Ekrem Hazretleri hemen secdeye kapanarak "Sübhane Rabbiyel'azîm = Yüce Rabbimi her türlü noksanlıklardan tenzih ederim." demiştir.
Bu En'âm Sûresi ile M aide Sûresi arasındaki farka gelince: En'âm Sûresi, İslâm'ın ilk yıllarında nazil olduğu için bu Sûrei Celîle ile en fazla Mekke ve civarında bulunan müşriklere karşı Allah'ın birliği inancı müdafaa edilmektedir. Haramlara dâir hükümler de özet olarak zikrolunmuştur. Maide Sûresi ise Kur'an'ı Kerim'in son nazil olan sûrelerinden olup Islâmiyetin yayıldığı bir zamana rastladığı için bunda da en fazla ehli kitaba karşı dinî hükümler, deliller zikredilmiş, haramlara ilişkin hükümler de detaylı olarak açıklanmıştır. Bu Sûrei Celîleye "Sûretül'en'anı" denilmesine gelince: Bu mübarek sürede Cenab'ı Hak'kın insanlara bir lütuf olmak üzere deve, koyun, sığır gibi birçok hayvanları yaratmış olduğu beyan olunuyor. Bir takım inkarcıların ise, bu ilâhî lütfü takdir edemeyip bu zavallı hayvanlar hakkında türlü, türlü cahilce muamelelerde bulundukları gösterilmiş bulunuyor. Nitekim bu inkarcılardan bir çokları bir kısım hayvanlara tapmak sapıklığına bile düşmüşlerdir. İşte bu mübarek sûrenin böyle isimlendirilmesi, insanların dikkat nazarlarını bu hususa da çekmek hikmetini içermektedir.
4. Ve onlara Rablarının ayetlerinden bir âyet gelmez ki, illa onlar ondan yüz çevirirler.
4. Bu mübarek âyetlerde müşriklerin Allah'ın âyetlerini kabulden kaçındıklarını bildirmektedir. Kendilerinden daha ziyâde kuvvet ve güce sahip iken günahları yüzünden helak olup gitmiş bulunan kavimlerin hayat tarihlerini hatırlatarak çağdaş dinsizlerin, alaycıların o feci' hallerini kınamaktadır. Şöyle ki: (Ve onlara) O müşrik kimselere (Rablarının ayetlerinden) yani Kur'an'ı Kerim'in açık ayetlerinden veya Hz. Peygamber'in parlak mucizelerinden (bir âyet gelmez ki illâ onlar ondan) o âyeti celîleyi yalanlamak, onunla alay etmek suretiyle (yüz çevirirler.) Bir kere düşünmeli değil midirler, Cenâb-ı Hak'kın varlığına, birliğine şehadet eden âyetler ne kadar güzel, hikmet taşırlar. Bunları güzelce düşünerek müslüman olma şerefine ulaşmak, bu sayede selâmet ve saadete aday olmalı değil midirler?. Ne yazık ki, bunlar bir takım eski kavimler gibi kendilerini helake uğratmış oluyorlar da hiç bunun farkında olmıyorlar. Bu ne büyük cehalet...
5. İşte onlar hakkı kendilerine geldiği vakit yalanladılar. Fakat onlara ne ile alay eder olduklarının haberleri yakında gelecektir.
5. (İşte onlar) Öyle kudsî âyetleri kabul etmeyip onlardan yüz çeviren beyinsiz kimseler (hakkı) birçok dinî hükümleri taşıyan, halkın dikkatlerini çekebilen nice hakikatleri kapsayan Kur'an'ı Kerim'i, veya nice hakikatlerin tecellî etmesine sebep olan peygamberin mucizelerini (kendilerine geldiği vakit) onlara tebliğ edildiği, gösterildiği zaman onu, (yalanladılar.) inkâr ve alay ederek kabulden kaçındılar. (Fakat onlara ne ile) Kur'an'ı Kerim'in âyetlerini mi, peygamberin mucizelerini mi, öyle birer hakikat ile mi (alay eder olduklarının haberleri) müthiş âkibetleri, öyle alay edenler için Cenab'ı Hak'kın haber vermiş olduğu azâblar, felâketler (yakında) daha dünyadalarken veya âhirete gittikleri zaman başlarına (gelecektir) nitekim bu inkarcıların bir kısmı Bedir gazvesinde ve diğer zamanlarda lâyık oldukları helake, felâkete uğramışlardır, âhirette uğrayacakları azâblar ise hepsinin üstündedir.
6. Görmediler mi onlardan evvel kaç nesil helak ettik, o nesillere yeryüzünde size vermediğimiz imkânları vermiş idik ve onların üzerine göğü bol, bol salıvermiştik ve ırmakları onların altlarından akar bir halde kılmıştık, sonra onları günahları sebebiyle helak ettik ve onlardan sonra birer başka, başka nesil meydana getirdik.
6. Bu inkarcılar, alaycılar, Şam'a ve diğer tarihî beldelere sefer etmiş oldukları zaman (Görmediler mi) bırakmış oldukları eserleri, hayat tarihlerini öğrenmiş olmadılar mı? (onlardan evvel kaç nesil) Ne kadar muhtelif asırlarda yaşamış olan kimseleri (helak ettik) Nuh, Ad, Semüd, Lüt kavimleri bu cümledendir. Nemrud gibi, Fir'avn gibi geçici olarak saltanat sürmüş, sonra da küfürleri yüzünden helak olup gitmiş şahıslar da bu kabildendir. Artık bir kerre bunların hayat tarihlerini düşününüz, ey çağdaş inkarcılar... Ey kendi varlıklarına al d an an gafiller... (O nesillere yeryüzünde size vermediğimiz imkânları vermiş idik) Onlara yeryüzünde geniş ülkeler, büyük servetler, kuvvetler vermiş, onları yurdlarında sabit kılmıştık. (Ve onların üzerine göğü bol, bol salıvermiştik) Yani, onların arazilerini sulamak, ekinlerini fazlaca yetiştirmek için ülkelerine vakit, vakit fâideli yağmurlar yağdırmıştık, (ve ırmakları onların) evlerinin altlarından akar bir halde kılmıştık,) bu sayede birçok bağlara, bahçelere sahip bulunuyorlardı. İşte onlar, böyle pek fazla nimetlere kavuştukları halde dinden mahrum kalmış. Peygamberlerine tâbi olmamış oldukları için (sonra onları) yalnız öyle (günahtan sebebiyle helak ettik) onları o servetleri, nîmetleri o helakten kurtaramadı. Sizler ise neyinize güveniyorsunuz?. Onların tarihî hallerinden bir ibret dersi almalı değil misiniz? (ve onlardan sonra) O eski dinsiz kavimlerin ardından (birer başka nesil meydana getirdik.) binaenaleyh biliniz ki, Allah Teâlâ herşeye kadirdir. Sizin gibi inkarcıları dilediği zaman yok eder azaba kavuşturur. Daha nice kavimleri meydana getirebilir. O meydana getirilecek kavimler arasında nice akıllı, mütefekkir zâtlar bulunarak Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini tasdik etmek ve yüceltmek şerefine nail olabilirler. Dünyevî ve Uhrevî selâmet ve saadete muvaffak bulunabilirler. Artık siz kendinizi düşününüz.
"Kam" yüz sene demektir. Asır gibi. Burada Karn'den maksat, bir asırdaki cemaat veya bir zaman halkı veyahut bir Peygamberin ümmetidir.
7. Eğer sana kâğıtta- yazılı- bir kitab indirmeydik de onu elleriyle yoklıyacak olsalardı elbette o kâfir olanlar, yine diyeceklerdi ki bu bir sihirden başka değildir.
7. Bu mübarek âyetler de inkarcıların küfürlerinde ne kadar ısrarlı olduklarını göstermektedir ve onların şüphelerin!, inkârlarını, akılsızca temennilerini reddeylemektedir. Şöyle ki: Resulüm, ya Muhammedi. Aleyhisselâm: (Eğer sana kâğıtta) Bir sahife halinde yazılı (bir kitap indirseydik de onu) o kitabı veya kâğıdı gözleriyle görüp (elleriyle) de (yoklıyacak olsalardı) böyle indirilenin mahiyeti kendilerince de açık ve belli olsaydı (elbette o kâfir olanlar yine) inanmıyarak (diyeceklerdi ki, bu) kitab ap açık (bir sihirden başka değildir) evet... Onlar bu hakikatleri ortaya çıktıktan sonra da sırf inadları, kibirleri tesiriyle inkâr edip duracaklardı. Nitekim ayın yarılması mucizesi hakkında da böyle demişlerdir.
§ Rivayete göre Nadr ibnil Hars, Abdullah Ibni Ümiyye ve Nevkal Ibni Huveld, Hz. Peygamber'e hitaben: Allah tarafından bize bir Kitab getirinceye ve onunla beraber dört melek de bulunup o Kitabın Allah katından olduğuna şahitlik edinceye kadar biz sana imân etmeyiz" demişler. Bunun üzerine bu âyeti Kerimeye nazil olmuştur.
8. Ve dediler ki; onun üzerine bir Melek indirilmeli değil mi idi?. Ve eğer biz bir melek indirmiş olsaydık elbette iş bitirilmiş olurdu. Sonra onlara göz açtırtmazdı.
8. (Ve) O inkarcılar, Rasûlü Ekrem'in peygamberliğine açıkça itiraz ederek (dediler ki: Onun) yani Hz. Muhammed'in (üzerine bir Melek indirilmeli değil mi idi?.) tâki biz o Meleği görseydik ve o Melek onun bir Peygamber olduğunu bize şöylece idi. Ne cahilce bir istek! (Ve eğer biz bir Melek indirmiş olsaydık) Öyle istedikleri gibi asıl şekliyle bir Melek gönderip te onların görecekleri yerde bulunacak olsaydı (elbette iş bitirilmiş olurdu) onlar o yüce, manevî mahlûku o asıl şekliyle görmeğe tahammül edemez, hepsi de birden helak olur giderlerdi. Çünkü hiçbir insanın gözü, Melekleri görmeye tahammül edemez. Yüce Peygamberler ise, kutsal kuvvetlerle desteklendikleri için onlar bu görmeye tahammül edebilirler. Maamafih onlara da nazil olan Melekler çok kerre insan suretinde görünürlerdi. Hz. İbrahim ve Hz. Lût'a misafir gibi gelen Meleklerin insan suretinde görünmüş oldukları gibi.
9. Ve eğer onu -Peygamberi- bir melek ki I s aydık, elbette onu yine bir erkek -suretinde- kılardık ve onları yine düşmüş oldukları şüpheye düşürürdük.
9. (Ve eğer onu) Peygamberi, kendilerine gönderilen müjdeci ve uyancıyı veyahut istedikleri Meleği (bir Melek kılsaydık) onu tam bir Melek şeklinde, mâhiyetinde, suretinde bulunduracak olsaydık, elbetteki insanlar onu göremez, Onun kelâmını anlıyamaz, onu görmeğe güçleri yetmezdi. Artık onun gönderilmesindeki hikmet ve menfaat tecellî edemezdi. Binaenaleyh (elbette onu) o gönderilecek zâtı (yine bir erkek) insan (-suretinde- kılardık) onu kendilerine gönderilmiş olanların gözlerine yine bir insan suretinde göstermiş olurduk. Tâki gönderilmesindeki gaye tahakkuk etsin, onun açıklamalarını anlamak mümkün olsun, ilâhî deliller tamam olup kimsenin mazeret ileri sürmesine meydan kalmasın, (ve) Bilâkis tam Melek suretinde gönderilecek olsa (onları) o inkarcıları (yine düşmüş oldukları şüpheye düşürürdük.) hakikati gizleyerek onları yine içinde bulundukları müşkil ve karışık bir durumla karşı karşıya bırakmış olurduk, yine bu bir insandan başka değil diyerek onun açıklamalarını kabul etmezlerdi. Bu da o inkarcılar hakkında başka bir ceza gerektirirdi.
10. And olsun ki, senden evvelki Peygamberler ile de elbette alay edilmiştir. Artık o kendisiyle alay ettikleri şey, onlardan alay edenleri her taraftan kuşativerdi.
10. Bu mübarek âyetler de Rasûlü Ekrem'i teselli etmektedir. Onun peygamberliğini tasdik etmiyen şahısların dikkat nazarlarını kendilerinden evvelki bir takım inkarcı, alaycı kavimlerin hayat tarihlerine çekerek o şahısları tehdid ve ikaz etmek istemektedir. Şöyle ki: Habibim Ya Muhammedi. -Aleyhisselâm-: (And olsun ki,) Yüce Zatıma yemin ederim ki, (senden evvelki) birçok muhterem, yüce (Peygamberler ile de) câhil, inatçı kavimleri tarafından (elbette alay edilmiştir.) o mübarek Peygamberler de ne kadar ezâ ve cefâya maruz kalmışlardır. (Artık) Bu alay etmelerinin ardından (o kendisiyle alay ettikleri şey) onlara isnad ettikleri yakışıksız hallerin günahı veyahut kendilerine geleceğini inkâr edip alay etmiş bulundukları azâb (onlardan) o Peygamberlerin inkarcı kavimlerden (alay edenleri her tarafından kuşatıverdi.) bu yüzden hemen büsbütün helak olup gittiler. Dünya tarihinde alınacak ibret ve en kötü bir isim bırakmış oldular, İşte Muhammed'in peygamberliğini inkâr edenlerin, onun dininin hükümleriyle alayda bulunanların âkibetleri de şüphe yok ki, böyle olacaktır.
11. De ki: Yeryüzünde dolaşınız, sonra bakınız ki, yalanlayanların âkibeti nasıl olmuştur.
11. Resulüm!. O alaycı topluluğa (De ki,) sizden evvelki kavimlerin küfürleri yüzünden uğramış oldukları felâketleri güzelce anlamak için (yeryüzünde dolaşınız) seyahatte bulununuz, (sonra bakınız ki) tefekkür ediniz ki, Peygamberleri, dinî hükümleri (yalanlayanların akibeti nasıl olmuştur.) onlar nasıl köklerinden sökülüp atılmak suretiyle azaba, felâkete uğramışlardır, İşte sizler de bu inkâr ve alay etmenin yüzünden öyle felâketlere uğrayabileceğinizi biraz düşününüz, tarihten bir ibret alınız, bu kâfirce, cahilce iddialardan artık vazgeçiniz. Ne büyük, ne hayır tavsiye eden bir öğüt!..
12. De ki: Göklerde ve yerde olan şeyler kimindir? De ki: Allah Teâlâ'nındır. O kendi zâtı üzerine rahmeti yazmıştır. Elbette sizleri kıyamet gününde toplanacaktır. Bunda şüphe yoktur. O kimseler ki, kendilerini ziyana sokmuşlardır. İşte onlar imân etmezler.
12. Bu mübarek âyetler de yaratıcılık ve mâbutluğun yalnız Allah Teâlâya mahsus olduğunu, başka bir uslüb ile bildirmektedir. Ve bütün Kâinatın sahibi, yöneticisi olan o Yüce Yaratıcının bu apaçık olan varlığını inkâr edenlerin zarara uğrayanlardan başka olmadığını açıklamaktadır. Şöyle ki: Resulüm!. O inkarcıları susturmak ve cevapsız bırakmak için (De ki: Göklerde ve yerde olan şeyler kimindir?.) bütün bu kâinat, yaratılması, sahipliği ve tasarrufu itibariyle hangi zata aittir?. Bunları böyle sonsuz güzellikleriyle, fâideleleriyle meydana getirmiş olan hangi yüce zattır? Bunu ey gafiller?. Hiç düşünmez misiniz?. Habibim?. Böyle bir sualin belirlenmiş ve takdir edilmiş cevabı olmak üzere o inkarcılara hitaben (de ki:) bütün bunlar (Allah Teâlâ'nındır.) onun birer mahlûkudurlar. Ondan başka Yaratıcı, bütün Kâinata Hâkim bir Zat yoktur, tasavvur edilmiş değildir. (O) Öyle Rahîm, Kerîm Yüce bir Yaratıcıdır ki, (kendi Zâtı üzerine Rahmeti yazmıştır.) Evet... O Yüce Yaratıcı, merhametlidir, çok esirgeyendir, sırf bir lütuf ve ihsan olmak üzere mahlûkatı hakkında merhameti, lütfü takdir etmiş ve onlara yöneltmiştir. Onun pek geniş olan rahmeti, bütün yaratıkları içine almaktadır. O kullarını temiz bir yaratılış üzere yaratmıştır. O kulları hakkında hidâyet yolunu göstermek için Peygamberlerini, kitaplarını göndermiştir. Kendi varlığına birer şahit olan iç ve dış âlemlerdeki delillerini, kullarının dikkat nazarlarına sunmuştur. İlâhî merhametin genişliğine bakmalı ki, bir güzel amelde bulunan kimseye en az on misli sevap vermektedir. Bir kötü amelden dolayı da bir misli cezadan başka vermemektedir, "nitekim" Sebekat rahmeti alâ gazabı "benim rahmetim, gazabımı geçmiştir" Hadîsi Kudsîsi de bu hakikati bildirmektedir. (Ve elbette) Ey insanlar?. Andolsun ki, (sizleri kıyamet gününde toplıyacaktır.) orada imân ve itaat ehline sonsuz lütuf larda bulunacaktır. Küfr ve taşkınlık ile hayatlarını nihayete erdirmiş olanları da o günde lâyık oldukları azaba kavuşturacaktır, (bunda şüphe yoktur.) Elbette o kadar ilâhî rahmet karşısında inkâra, isyana sapanlar, kendi aslî yaratılışlarını zayi' edenler, o ebedî âlemde lâyık bulundukları cezalara çarpılacaklardır. Evet... (O kimseler ki,) Yüce Yaratıcının o kadar nimetlerini takdir edememişler, nimete karşı nankörlük etmişlerdir, onlar kendi felâketlerini kendi elleriyle hazırlamışlar, kendi (nefislerine ziyankâr olmuşlardır.) öyle bir âkibete kendi kötü hareketleriyle sebebiyet vermişlerdir. (İşte onlar imân etmezler.) Yoksa temiz yaratılışlarını muhafaza edenler, iş ve dış âlemlerdeki delilleri güzelce dikkate alanlar. Kâinatı Yaratanın varlığını, birliğini ve üzerlerine düşen dinî vazifelerini asla inkâr ederek imân nimetinden mahrum kalmazlar.
13. Halbuki, gecede ve gündüzde barınan her ne varsa onundur ve hakkı ile işiten, bilen de ancak odur.
13. Artık bu kadar parlak deliller, hakikatler meydanda iken insan kendisini nasıl inkâr felâketine uğratır. (Halbuki,)Bütün mekânlar, bütün kâinat tabakaları, Cenâb-ı Hak'kın olduğu gibi bütün zamanlar ve bütün zamanla ilgili şeyler de o Yüce Yaratıcınındır. Evet... Şüphe yok ki, (gecede ve gündüzde barınan her ne varsa onundur.) böyle zamanlar içinde durup yaşıyan herşey o Yüce Yaratıcınındır. (Ve hakkı ile işiden, bilen de ancak o dur.) Hiçbir kimsenin açık ve gizli söz ve fiilleri, o Yüce Yaratıcıya gizli kalamaz. Artık nasıl olur da bir insan, o muazzam Halikını inkâra cür'et edebilir. Bu ne kadar feci' bir harekettir. Bunun akıbetini düşünmek icabetmez mi?. Cenâb-ı Hak cümlemize uyanmalar nasib buyursun âmin.
14. De ki: Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah Teâlâ'dan başkasını dost edinir miyim? Halbuki, o besliyor ve kendisi beslenmekten uzak bulunuyor. De ki: Ben muhakkak emrolundum ki, müslümanların birincisi olayım ve sakın müşriklerden olma -buyuruldu-.
14. Bu mübarek âyetler de başka bir uslüb ile Cenab'ı Hak'kın bütün kâinatın yaratıcısı ve rızık vericisi olduğunu beyan buyurmaktadır, ve kıyamet gününde onun azabından kurtularak rahmetine ulaşmak için onu tasdik etmekten, onun hükümlerine uymaktan başka çare bulunmadığını şöylece hatırlatmaktadır; Resulüm: Seni kendi dinsiz babalarının, dedelerinin yoluna çevirmek isteyen o müşriklere hitaben (De ki: Göklerin ve yerin yaratıcısı) onları yoktan var etmiş ve yaratmış (olan Allah Teâlâ'dan başkasını veli) Rab, Mâbud, Yardımcı, Destekçi (edinir miyim?.) böyle cahilce bir hareketi, ancak Allah'ın varlığının birer parlak, eşsiz şahidler bulunan bu mükemmel eserlerini görüp düşünmekten mahrum olanlar yaparlar. (Halbuki) Bu Kâinatın Yüce Yaratıcısı, bütün bu mahluklar! yaratmıştır ve (o) Kerem Sahibi Yaratıcı bütün bu mahluklar! (besliyor) büyütüyor, onları rızıklandırıyor, (ve kendisi beslenmekten) Başkaları tarafından rızıklanmaktan, başkalarına muhtaç bulunmaktan beri, (uzak bulunuyor.) işte böyle bir Yüce Yaratıcı var iken herhangi bir âciz, başkasına muhtaç, ve yok olmaya mahkûm olan şeyleri mâbud edinebilir miyim?. Habibim!. Ve (De ki: Ben muhakkak) Allah tarafından (emrolundum ki, ehli İslâm'ın) bu müslümanların, müslüman olma şerefiyle vasıflanmaları itibariyle (birincisi olayım) onların Peygamberi, selâmet rehberi olduğum için bu öncelik şerefine benim sahip olmam lâzımdır (ve) ben böyle müslüman olmakla emrolunduğum gibi bana (sakın müşriklerden olma) diye de (buyuruldu.) yani, ben küfr ve şirkten de yasaklandım. Artık öyle bir Yüce Mabudun emir ve yasağına nasıl muhalefet edilebilir?.
15. De ki: Eğer ben Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.
15. Habibim!. O gafillere (De ki: Eğer ben Rabbime isyan edersem) onun emr ve yasağına faraza muhalefette bulunursam (elbette büyük günün) kıyamet zamanının (azabından korkarım) öyle bir isyan halinde bu azabı hak etmiş olurum. Artık masum, her yönüyle bağışlanmış olan Yüce bir Peygamberin hali böyle olursa başkalarının hali ne olacaktır?. Ey inkarcılar; bunu sizin de düşünmeniz icab etmez mi?. Siz böyle küfr ve isyan yüzünden uğrayacağınız ebedi azâbları hiç düşünmez misiniz?.
16. Kim kendisinden o gün azâb bertaraf edilirse muhakkak ona merhamet buyurmuştur. Ve işte en açık bir kurtuluş odur.
16. (Kim kendisinden) O kıyamet gününde ilâhî bir lütuf olarak (azâb bertaraf edilirse) o pek korkunç günde pek şiddetli olan cezalardan kurtulur da sevaba ulaşırsa (muhakkak ona) o kimseye kerem sahibi Yaratıcısı (merhamet buyurmuştur.) onun hakkında hayrı, kurtuluşu, selâmete ulaşmayı dilemiştir. (Ve işte en açık bir kurtuluş odur.) Evet... Cenâb-ı Hak'kın bu rahmeti, kulunu azabtan koruyarak sevaba kavuşturması, apaçık ve besbelli bir kurtuluştur. Artık öyle bir kurtuluş ve saadete ulaşmayı o kerem sahibi Yüce Yaratıcıdan niyaz etmeli, onun bütün emirlerine, yasaklarına itaat etme ve boyun eğmeyi en mühim bir kulluk vazifesi bilmelidir.
17. Ve eğer Allah Teâlâ sana bir zarar dokundurursa onu ondan başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayr dokundurursa... İşte o herseye hakkıyla kadirdir.
17. Bu mübarek âyetler de bütün hayırların, zararların ortaya çıkmasının devam etmesinin, yok olmasının, ilâhî iradeye tâbi olduğunu ye Hak Teâlâ'nın bütün kulları üzerinde hakim ve galip bulunduğunu beyan etmektedir. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamberin veya kendisine hitabın mümkün olduğu herhangi bir insan!. (Ve) Şu da muhakkaktır ki (eğer Allah Teâlâ sana bir zarar dokundurursa) fakirlik gibi, hastalık gibi elem verici bir şey isabet ettirirse (onu) o zararı (ondan) o Yüce Yaratıcıdan (başka açacak) kaldıracak ve giderecek başka bir zât (yoktur.) bu ancak onun kudret ve iradesine tabidir. (Ve eğer sana bir hayr dokundurursa) Lezzet gibi, ferah ve sevinç gibi, sıhhat ve zenginlik gibi fâideli bir şey ihsan ederse o da onun bir lütfudur. Ona da kimse mâni olamaz. (İşte o) Yüce yaratıcı (her şey'e) hayr ve şer kabilinden her hadiseyi meydana getirmeğe (hakkıyle kadirdir.) onun kudreti herşeye kâfidir, inandık.
18. Ve o kullarının üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. Ve o hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.
18. (Ve o) Yüce Yaratıcı (kullarının üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir.) o öyle galip kahredici, kudretli bir Yaratıcıdır ki onu hiç bir şey âciz bırakamaz. Bütün kulları onun kudreti altında güçsüz ve o kudrete boyun eğmiş bulunmaktadırlar. (Ve o) Yüce Yaratıcı (hikmet sahibidir) her yarattığı şey, her emrettiği ve yasakladığı mesele bir hikmet ve menfaata dayanmaktadır. Ve o (her şeyden haberdardır.) kullarının dışlarını da, içlerini de tamamen bilmektedir. Artık öyle bir kerem sahibi mabudun şanının yüceliğini düşünerek, ona kulluk arzetmekle övünmelidir onun bütün hükümlerine uymakla mükâfatlara ulaşmaya gayret etmelidir. Artık akıllı olan bir kimse, o Yüce Yaratıcıdan başkasını dost edinir mi?. Ondan başkasına yönelmekten uzak bulunmuş olmaz mı?.
19. De ki: Hangi şey, şahadetçe daha büyüktür. De ki: Allah Teâlâ benimle sizin aranızda hakkıyla şahittir ve bana bu Kur'an vahyolundu ki sizleri ve erişeceği kimseleri onunla uyarayım. Ya siz Allah Teâlâ ile beraber başka ilâhlarda olduğuna şahitlik mi edersiniz?. De ki: Ben şahitlik etmem. De ki: O ancak bir tek tanrıdır. Ve muhakkak ben sizin ortak koştuklarınızdan tamamen uzağım.
19. Bu mübarek âyetler, Rasülü Ekrem'in peygamberliğine Cenâb-ı Hak'kın şahitlik ettiğini ve o Yüce Peygamberin Allah'ın birliğini tasdik edip müşriklerin küfr ve şirkinden uzak bulunduğunu ifâde etmektedir. Ve Yüce Peygamberin risâlet sahibi olduğunu ehli kitap pekâlâ bildiği halde yalnız hüsrana uğrayanların bunu tasdik etmediklerini beyan etmekte ve müşrikleri, inkarcıları şöylece kınamaktadır. Resulüm!. O senin peygamberliğini inkâr edenlere hitaben (De ki: Hangi şey) hangi bir zat (şahadetçe daha büyüktür?) benim peygamberliğime hangi zâtın şahitliğini daha doğru bilirsiniz?. Bunun cevabı gayet açıktır. Onlar bunu bilemiyorlar mı? Onlara (De ki:) şahitliği herkesin şahitliğinden daha büyük olan şüphe yok ki (Allah T e âlâ) dır. Onun şahitliğinde asla şüpheye yer yoktur. İşte o Yüce Mâbud (benimle sizin aranızda) benim size tebliğ ettiğim Allah'ın birliğine ve benim peygamberlik ve risâletime (hakkıyla şahittir.) artık onun bu şahitliği nasıl kabul edilmeyebilir?. Evet... O Yüce Yaratıcının Peygamberine indirmiş olduğu Kuranı Kerim, sonsuz bir mucizedir. Cenâb-ı Hak'kın birliğini, yüceliğini ve kudretini bizlere bildiriyor. Aynı şekilde Hz. M ıı ham m e d'in peygamberlik ve risâletini tasdik ederek bunlara şahitlik ediyor. O Yüce Peygamberin elinde ortaya (ikan diğer mucizelerde, onun hakkında Allah tarafından gösterilen birer şahitliktir. Bunlar nasıl inkâr edilebilir?. Bunların üstünde bir şahitlik mi bulunabilir?. (Ve) Resulüm!. Onlara de ki (bana bu Kur'an) O Kerem Sahibi Yaratıcı tarafından benim peygamberliğimin doğruluğuna şahit olan bu ilâhî kitap (vahy olundu ki) ey Mekke ehli!. Ve ey zamanımda bulunan mükellefler!, (sizleri) Ve bu ilâhî kitabın benden sonra kıyamete kadar kendilerine (erişeceği kimseleri) bütün insanlığı, bütün insanları ve cinleri (onunla) o kutsî kitabın ihtiva ettiği tehditler ile (uyarayım) onları korkutarak Allah'ın dininden ayrılmamalarını kendilerine hatırlatmış bulunayım. Binaenaleyh Kur'an'ı Kerim'in bütün hükümleri, gerek inişi zamanındaki ve gerek kıyamete kadar meydana gelecek kimseleri kapsamakta ve hepsi hakkında geçerli olmaktadır, (ya) Ey Allah'ın birliğini inkâr edenler!, (siz Allah Teâlâ ile başka ilâhlar olduğuna şahitlik mi edersiniz?.) Bu ne kadar bâtıl: Hakikate aykırı bir şahitlik!. Resulüm!. O müşriklere (De ki: Ben şahitlik etmem.) belki ben sizin bu şahitliğinizin bâtıl olduğunu söyler, bu inancınızın bozukluğunu size ihtar ederim. Yüce Peygamberim!. O müşriklere (De ki: O) kendisine ortak koştuğumuz mabut, ortaktan uzaktır. O (ancak bir tek ilahtır) ondan başka Tanrı yoktur, İşte ben buna şahitlik ederim, (ve muhakkak ben sizin) Cenâb-ı Hak'ka (ortak koştuklarınızdan tamamen beriyim) ben sizin putlarınızdan, sizin o müşrikçe hareketlerinizden tamamen uzak bulunmaktayım. Artık bütün insanlığa yönelen vazife de böyle Allah'ın birliği inancıyla kalblerini aydınlatmaktan başka bir şey değildir.
§ Rivayete göre Kureyş müşrikleri, Rasülü Ekrem'e hitaben demişler ki: Ya Muhammedi. Aleyhisselâm. Biz senin hakkında Yahudi ve Hıristiyanlardan sorduk, onların iddiasına göre kendi yanlarında sana dâir bilgiler yok imiş. Senin peygamberliğine şahitlik edecek kim vardır?. Bize göster bakalım. Bu sual üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur.
20. Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanır bilirler. O kimseler ki kendilerini zarara uğramışlardır, işte onlar imân etmezler.
20. O ehli kitabın şahitliğine müracaat etmiş olan Kureyş taifesi ve diğerleri bilmelidirler ki, (kendilerine kitab vermiş olduğumuz kimseler) Yahudi Hıristiyan taifesi ve diğerleri (onu) o peygamberlerin sonuncusunu (kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanır, bilirler) vaktiyle gönderilmiş olan kitaplarda o Yüce Peygamberin bütün vasıflarını yazılı bulmuşlardır, bu suretle onun hakkında pekâlâ bilgi sahibi olmuşlardır. Onlar kendi evlâtlarım başkalarına ait evlâtlardan ayırıp seçtikleri gibi Hz. Muhammed'in de zâtını, vasıflarını pekâlâ bilirler, bunda şüphe etmezler. Ancak ehli kitaptan ve müşriklerden bulunan (o kimseler ki,) aslî yaratılışlarını zayi etmiş, imân edilmesi gereken âyetlerden yüz çevirmişlerdir, onlar bu suretle (nefislerini hüsrana uğratmışlardır) zarar ve ziyanda kalmışlardır, (işte onlar imân etmezler.) İşte o gibi beyinsiz şahıslar Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik eylemezler. Bu kötü hareketlerinden dolayı da Allah tarafından sapıklığa mahkûm edilmişler ebedî azabı hak etmişlerdir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
1. Ham d o Allah Teâlâ'ya mahsustur ki, gökleri ve yeri yarat mı; ve karanlıklar ile nuru var etmiştir. Sonra kâfir olanlar, -bunları-Rablarına denk tutuyorlar.
1. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ Hazretlerinin kudret ve yüceliğine birer acık delil olan kâinatın eşsiz güzelliklerini insanlığın dikkat nazarlarına sunuyor, kâinatın bütün hallerini tamamiyle bilen o Yüce Yaratıcının varlığında, birliğinde şüpheye düşenleri ayıplıyor. Şöyle ki: (Hamd) medh ve övgü, güzelce anılma bütün hükümlerine tam anlamıyla uymak (Allah Teâlâ'ya mahsustur) bütün mahlûklarının yüceltmesine, kulluk arzında bulunmasına lâyık olan ancak o Yüce Mabuddur. O, öyle bir Büyük Yaratıcıdır (ki gökleri ve yeri yaratmış) öyle nice âlemleri yoktan meydana getirmiş (ve karanlıklar ile nuru var etmiştir) Nice karanlık ve aydınlık hadiseleri sahiplerinin kabiliyet ve irâdelerinden dolayı küfrü, şirki, isyanları takdir edip yarattığı gibi İman nurunu, hidâyet ışığını da meydana getirmiştir. Onun birliği, kudret ve yüceliği bütün bunlarda görünüp durmaktadır. Buna rağmen (Sonra kâfir olanlar) Allah'ın birliğini inkâra cür'et eden müşrikler (-bunları-) böyle mahlûkat kabilinden olan putları ve diğerlerini (Rablarına denk tutuyorlar) bütün bu yaratılmış şeyleri kâinatın yaratıcısına ibâdet ve itaat hususunda eşit tutuyorlar. Böyle cahilce bir inancın esiri bulunmaktan kurtulamıyorlar. Ne müthiş bir dalâlet...
2. O, o Yüce Yaratıcıdır ki, sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir ecel takdir etti ve onun katında malûm bir ecel de vardır. Sonra da siz şüphe ediyorsunuz.
2. Ey inkarcılar, müşrikler... Bir kere düşününüz, (O) kâinatı, bütün karanlıkları ve aydınlığı meydana getiren, bilen ve kudret sahibi olan Yüce Mâbud (o Yüce Yaratıcıdır ki, sizi) bütün insanları asıl kaynakları İtibariyle (çamurdan yarattı.) bütün insanlığın ilk babası olan Hz. Adem'i sudan, topraktan meydana getirdi, onun bütün evlâd ve torunları olan insanları da birer damla mesabesinde olan ve topraktan kaynaklanan gıdalarla meydana gelen birer nutfeden vücuda getirmektedir. (Sonra) Ey insanlar her biriniz için (bir ecel takdir etti) her birinize mahsus birer muayyen hayat müddeti vardır, bu müddet nihayet bulunca hemen oluverirsiniz, (ve onun) o hikmet sahibi Yaratıcının (katında malûm) ilâhî ilminde belirlenmiş (bir ecel de vardır) ki, o da kıyametin vukuunda bütün ölülerin yeniden hayat bulup kabirlerinden kalkacakları gündür, (sonra da siz) Ey inkarcılar... (şüphe ediyorsunuz.) Öldükten sonra yeniden hayat bulacağınızı tasdik etmiyorsunuz, şüphe içinde yaşıyorsunuz. Halbuki, Kâinatı Yaratan Allah'ın kudret ve yüceliğini gösterip duran bunca eserleri görüyorsunuz, kendinizin hiç yoktan vücuda gelmiş olduğunuzu da biliyorsunuz, artık sizleri yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı, sizi öldürdükten sonra tekrar meydana getirmeğe kadir olamaz mı? Diriltmek, yoktan var etmekten daha kolay değil midir?.
3. Ve o göklerde de, yerde de Al I ah'd ir, sizin gizli ve açık olan herşeyinizi bilir ve ne kazanacağınızı da bilir.
3. (Ve o) Kâinatın Yaratıcısı (göklerde de, yerde de Allandır» yani, o bütün bu Kâinatın Yaratıcısıdır, mabududur, bütün semalarda, yerde Allah ismi azamı (yüce ismi) ile anılan ancak o mekân ve zamandan uzak olan kâinatın yaratıcısıdır, bütün bu âlemlerde ibâdet ve itaata lâyık olan ancak o ezelî olan ve herşeye gücü yeten Allah'tır... O öyle bilen ve hikmet sahibi olan bir Yaratıcıdır ki, ey İnsanlar... (sizin gizli ve açık olan herşeyinizi bilir) sizin aşikâre yaptığınız, söylediğiniz şeyleri bildiği gibi gizlediğiniz, kalben düşünüp durduğunuz şeyleri de tamamen bitir, hiç bir şey onun İlim dairesinin dışında bulunmaz. (Ve) O Yüce Yaratıcı, sizin (ne kazanacağınızı da bilir.) sizin hayatınızı hayra mı sarf edeceğinizi veya şerre mi sarfedip duracağınızı ezelî ilmiyle tamamen bilir, hakkınızda ona göre mükâfat veya ceza verir. Binaenaleyh bu haki kat I arı düşünüp de ona göre hayatınızı tanzime çalışınız.
§ Bu En'âm Sûresi, (165) âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bunun bir ismi de "Suretülhücce"dir. Bu âyetlerin hepsi de Mekkîdir, ancak bir rivayete göre altı âyeti Medenîdir ki, onlar da (91, 92, 93 ve 151, 152, 153) üncü âyetlerden ibarettir. Bütün rivayetlere göre bu sûrei celilenin M ek kî olan âyetleri hep birden geceleyin nazil olmuştur. Bu mübarek sûreyi yetmiş bin meleğin teşbih ve temcid sesleri ile uğurlamış olduklarını bir Hadisi Şerif bildirmektedir. Bunun inişi üzerine Rasûlü Ekrem Hazretleri hemen secdeye kapanarak "Sübhane Rabbiyel'azîm = Yüce Rabbimi her türlü noksanlıklardan tenzih ederim." demiştir.
Bu En'âm Sûresi ile M aide Sûresi arasındaki farka gelince: En'âm Sûresi, İslâm'ın ilk yıllarında nazil olduğu için bu Sûrei Celîle ile en fazla Mekke ve civarında bulunan müşriklere karşı Allah'ın birliği inancı müdafaa edilmektedir. Haramlara dâir hükümler de özet olarak zikrolunmuştur. Maide Sûresi ise Kur'an'ı Kerim'in son nazil olan sûrelerinden olup Islâmiyetin yayıldığı bir zamana rastladığı için bunda da en fazla ehli kitaba karşı dinî hükümler, deliller zikredilmiş, haramlara ilişkin hükümler de detaylı olarak açıklanmıştır. Bu Sûrei Celîleye "Sûretül'en'anı" denilmesine gelince: Bu mübarek sürede Cenab'ı Hak'kın insanlara bir lütuf olmak üzere deve, koyun, sığır gibi birçok hayvanları yaratmış olduğu beyan olunuyor. Bir takım inkarcıların ise, bu ilâhî lütfü takdir edemeyip bu zavallı hayvanlar hakkında türlü, türlü cahilce muamelelerde bulundukları gösterilmiş bulunuyor. Nitekim bu inkarcılardan bir çokları bir kısım hayvanlara tapmak sapıklığına bile düşmüşlerdir. İşte bu mübarek sûrenin böyle isimlendirilmesi, insanların dikkat nazarlarını bu hususa da çekmek hikmetini içermektedir.
4. Ve onlara Rablarının ayetlerinden bir âyet gelmez ki, illa onlar ondan yüz çevirirler.
4. Bu mübarek âyetlerde müşriklerin Allah'ın âyetlerini kabulden kaçındıklarını bildirmektedir. Kendilerinden daha ziyâde kuvvet ve güce sahip iken günahları yüzünden helak olup gitmiş bulunan kavimlerin hayat tarihlerini hatırlatarak çağdaş dinsizlerin, alaycıların o feci' hallerini kınamaktadır. Şöyle ki: (Ve onlara) O müşrik kimselere (Rablarının ayetlerinden) yani Kur'an'ı Kerim'in açık ayetlerinden veya Hz. Peygamber'in parlak mucizelerinden (bir âyet gelmez ki illâ onlar ondan) o âyeti celîleyi yalanlamak, onunla alay etmek suretiyle (yüz çevirirler.) Bir kere düşünmeli değil midirler, Cenâb-ı Hak'kın varlığına, birliğine şehadet eden âyetler ne kadar güzel, hikmet taşırlar. Bunları güzelce düşünerek müslüman olma şerefine ulaşmak, bu sayede selâmet ve saadete aday olmalı değil midirler?. Ne yazık ki, bunlar bir takım eski kavimler gibi kendilerini helake uğratmış oluyorlar da hiç bunun farkında olmıyorlar. Bu ne büyük cehalet...
5. İşte onlar hakkı kendilerine geldiği vakit yalanladılar. Fakat onlara ne ile alay eder olduklarının haberleri yakında gelecektir.
5. (İşte onlar) Öyle kudsî âyetleri kabul etmeyip onlardan yüz çeviren beyinsiz kimseler (hakkı) birçok dinî hükümleri taşıyan, halkın dikkatlerini çekebilen nice hakikatleri kapsayan Kur'an'ı Kerim'i, veya nice hakikatlerin tecellî etmesine sebep olan peygamberin mucizelerini (kendilerine geldiği vakit) onlara tebliğ edildiği, gösterildiği zaman onu, (yalanladılar.) inkâr ve alay ederek kabulden kaçındılar. (Fakat onlara ne ile) Kur'an'ı Kerim'in âyetlerini mi, peygamberin mucizelerini mi, öyle birer hakikat ile mi (alay eder olduklarının haberleri) müthiş âkibetleri, öyle alay edenler için Cenab'ı Hak'kın haber vermiş olduğu azâblar, felâketler (yakında) daha dünyadalarken veya âhirete gittikleri zaman başlarına (gelecektir) nitekim bu inkarcıların bir kısmı Bedir gazvesinde ve diğer zamanlarda lâyık oldukları helake, felâkete uğramışlardır, âhirette uğrayacakları azâblar ise hepsinin üstündedir.
6. Görmediler mi onlardan evvel kaç nesil helak ettik, o nesillere yeryüzünde size vermediğimiz imkânları vermiş idik ve onların üzerine göğü bol, bol salıvermiştik ve ırmakları onların altlarından akar bir halde kılmıştık, sonra onları günahları sebebiyle helak ettik ve onlardan sonra birer başka, başka nesil meydana getirdik.
6. Bu inkarcılar, alaycılar, Şam'a ve diğer tarihî beldelere sefer etmiş oldukları zaman (Görmediler mi) bırakmış oldukları eserleri, hayat tarihlerini öğrenmiş olmadılar mı? (onlardan evvel kaç nesil) Ne kadar muhtelif asırlarda yaşamış olan kimseleri (helak ettik) Nuh, Ad, Semüd, Lüt kavimleri bu cümledendir. Nemrud gibi, Fir'avn gibi geçici olarak saltanat sürmüş, sonra da küfürleri yüzünden helak olup gitmiş şahıslar da bu kabildendir. Artık bir kerre bunların hayat tarihlerini düşününüz, ey çağdaş inkarcılar... Ey kendi varlıklarına al d an an gafiller... (O nesillere yeryüzünde size vermediğimiz imkânları vermiş idik) Onlara yeryüzünde geniş ülkeler, büyük servetler, kuvvetler vermiş, onları yurdlarında sabit kılmıştık. (Ve onların üzerine göğü bol, bol salıvermiştik) Yani, onların arazilerini sulamak, ekinlerini fazlaca yetiştirmek için ülkelerine vakit, vakit fâideli yağmurlar yağdırmıştık, (ve ırmakları onların) evlerinin altlarından akar bir halde kılmıştık,) bu sayede birçok bağlara, bahçelere sahip bulunuyorlardı. İşte onlar, böyle pek fazla nimetlere kavuştukları halde dinden mahrum kalmış. Peygamberlerine tâbi olmamış oldukları için (sonra onları) yalnız öyle (günahtan sebebiyle helak ettik) onları o servetleri, nîmetleri o helakten kurtaramadı. Sizler ise neyinize güveniyorsunuz?. Onların tarihî hallerinden bir ibret dersi almalı değil misiniz? (ve onlardan sonra) O eski dinsiz kavimlerin ardından (birer başka nesil meydana getirdik.) binaenaleyh biliniz ki, Allah Teâlâ herşeye kadirdir. Sizin gibi inkarcıları dilediği zaman yok eder azaba kavuşturur. Daha nice kavimleri meydana getirebilir. O meydana getirilecek kavimler arasında nice akıllı, mütefekkir zâtlar bulunarak Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini tasdik etmek ve yüceltmek şerefine nail olabilirler. Dünyevî ve Uhrevî selâmet ve saadete muvaffak bulunabilirler. Artık siz kendinizi düşününüz.
"Kam" yüz sene demektir. Asır gibi. Burada Karn'den maksat, bir asırdaki cemaat veya bir zaman halkı veyahut bir Peygamberin ümmetidir.
7. Eğer sana kâğıtta- yazılı- bir kitab indirmeydik de onu elleriyle yoklıyacak olsalardı elbette o kâfir olanlar, yine diyeceklerdi ki bu bir sihirden başka değildir.
7. Bu mübarek âyetler de inkarcıların küfürlerinde ne kadar ısrarlı olduklarını göstermektedir ve onların şüphelerin!, inkârlarını, akılsızca temennilerini reddeylemektedir. Şöyle ki: Resulüm, ya Muhammedi. Aleyhisselâm: (Eğer sana kâğıtta) Bir sahife halinde yazılı (bir kitap indirseydik de onu) o kitabı veya kâğıdı gözleriyle görüp (elleriyle) de (yoklıyacak olsalardı) böyle indirilenin mahiyeti kendilerince de açık ve belli olsaydı (elbette o kâfir olanlar yine) inanmıyarak (diyeceklerdi ki, bu) kitab ap açık (bir sihirden başka değildir) evet... Onlar bu hakikatleri ortaya çıktıktan sonra da sırf inadları, kibirleri tesiriyle inkâr edip duracaklardı. Nitekim ayın yarılması mucizesi hakkında da böyle demişlerdir.
§ Rivayete göre Nadr ibnil Hars, Abdullah Ibni Ümiyye ve Nevkal Ibni Huveld, Hz. Peygamber'e hitaben: Allah tarafından bize bir Kitab getirinceye ve onunla beraber dört melek de bulunup o Kitabın Allah katından olduğuna şahitlik edinceye kadar biz sana imân etmeyiz" demişler. Bunun üzerine bu âyeti Kerimeye nazil olmuştur.
8. Ve dediler ki; onun üzerine bir Melek indirilmeli değil mi idi?. Ve eğer biz bir melek indirmiş olsaydık elbette iş bitirilmiş olurdu. Sonra onlara göz açtırtmazdı.
8. (Ve) O inkarcılar, Rasûlü Ekrem'in peygamberliğine açıkça itiraz ederek (dediler ki: Onun) yani Hz. Muhammed'in (üzerine bir Melek indirilmeli değil mi idi?.) tâki biz o Meleği görseydik ve o Melek onun bir Peygamber olduğunu bize şöylece idi. Ne cahilce bir istek! (Ve eğer biz bir Melek indirmiş olsaydık) Öyle istedikleri gibi asıl şekliyle bir Melek gönderip te onların görecekleri yerde bulunacak olsaydı (elbette iş bitirilmiş olurdu) onlar o yüce, manevî mahlûku o asıl şekliyle görmeğe tahammül edemez, hepsi de birden helak olur giderlerdi. Çünkü hiçbir insanın gözü, Melekleri görmeye tahammül edemez. Yüce Peygamberler ise, kutsal kuvvetlerle desteklendikleri için onlar bu görmeye tahammül edebilirler. Maamafih onlara da nazil olan Melekler çok kerre insan suretinde görünürlerdi. Hz. İbrahim ve Hz. Lût'a misafir gibi gelen Meleklerin insan suretinde görünmüş oldukları gibi.
9. Ve eğer onu -Peygamberi- bir melek ki I s aydık, elbette onu yine bir erkek -suretinde- kılardık ve onları yine düşmüş oldukları şüpheye düşürürdük.
9. (Ve eğer onu) Peygamberi, kendilerine gönderilen müjdeci ve uyancıyı veyahut istedikleri Meleği (bir Melek kılsaydık) onu tam bir Melek şeklinde, mâhiyetinde, suretinde bulunduracak olsaydık, elbetteki insanlar onu göremez, Onun kelâmını anlıyamaz, onu görmeğe güçleri yetmezdi. Artık onun gönderilmesindeki hikmet ve menfaat tecellî edemezdi. Binaenaleyh (elbette onu) o gönderilecek zâtı (yine bir erkek) insan (-suretinde- kılardık) onu kendilerine gönderilmiş olanların gözlerine yine bir insan suretinde göstermiş olurduk. Tâki gönderilmesindeki gaye tahakkuk etsin, onun açıklamalarını anlamak mümkün olsun, ilâhî deliller tamam olup kimsenin mazeret ileri sürmesine meydan kalmasın, (ve) Bilâkis tam Melek suretinde gönderilecek olsa (onları) o inkarcıları (yine düşmüş oldukları şüpheye düşürürdük.) hakikati gizleyerek onları yine içinde bulundukları müşkil ve karışık bir durumla karşı karşıya bırakmış olurduk, yine bu bir insandan başka değil diyerek onun açıklamalarını kabul etmezlerdi. Bu da o inkarcılar hakkında başka bir ceza gerektirirdi.
10. And olsun ki, senden evvelki Peygamberler ile de elbette alay edilmiştir. Artık o kendisiyle alay ettikleri şey, onlardan alay edenleri her taraftan kuşativerdi.
10. Bu mübarek âyetler de Rasûlü Ekrem'i teselli etmektedir. Onun peygamberliğini tasdik etmiyen şahısların dikkat nazarlarını kendilerinden evvelki bir takım inkarcı, alaycı kavimlerin hayat tarihlerine çekerek o şahısları tehdid ve ikaz etmek istemektedir. Şöyle ki: Habibim Ya Muhammedi. -Aleyhisselâm-: (And olsun ki,) Yüce Zatıma yemin ederim ki, (senden evvelki) birçok muhterem, yüce (Peygamberler ile de) câhil, inatçı kavimleri tarafından (elbette alay edilmiştir.) o mübarek Peygamberler de ne kadar ezâ ve cefâya maruz kalmışlardır. (Artık) Bu alay etmelerinin ardından (o kendisiyle alay ettikleri şey) onlara isnad ettikleri yakışıksız hallerin günahı veyahut kendilerine geleceğini inkâr edip alay etmiş bulundukları azâb (onlardan) o Peygamberlerin inkarcı kavimlerden (alay edenleri her tarafından kuşatıverdi.) bu yüzden hemen büsbütün helak olup gittiler. Dünya tarihinde alınacak ibret ve en kötü bir isim bırakmış oldular, İşte Muhammed'in peygamberliğini inkâr edenlerin, onun dininin hükümleriyle alayda bulunanların âkibetleri de şüphe yok ki, böyle olacaktır.
11. De ki: Yeryüzünde dolaşınız, sonra bakınız ki, yalanlayanların âkibeti nasıl olmuştur.
11. Resulüm!. O alaycı topluluğa (De ki,) sizden evvelki kavimlerin küfürleri yüzünden uğramış oldukları felâketleri güzelce anlamak için (yeryüzünde dolaşınız) seyahatte bulununuz, (sonra bakınız ki) tefekkür ediniz ki, Peygamberleri, dinî hükümleri (yalanlayanların akibeti nasıl olmuştur.) onlar nasıl köklerinden sökülüp atılmak suretiyle azaba, felâkete uğramışlardır, İşte sizler de bu inkâr ve alay etmenin yüzünden öyle felâketlere uğrayabileceğinizi biraz düşününüz, tarihten bir ibret alınız, bu kâfirce, cahilce iddialardan artık vazgeçiniz. Ne büyük, ne hayır tavsiye eden bir öğüt!..
12. De ki: Göklerde ve yerde olan şeyler kimindir? De ki: Allah Teâlâ'nındır. O kendi zâtı üzerine rahmeti yazmıştır. Elbette sizleri kıyamet gününde toplanacaktır. Bunda şüphe yoktur. O kimseler ki, kendilerini ziyana sokmuşlardır. İşte onlar imân etmezler.
12. Bu mübarek âyetler de yaratıcılık ve mâbutluğun yalnız Allah Teâlâya mahsus olduğunu, başka bir uslüb ile bildirmektedir. Ve bütün Kâinatın sahibi, yöneticisi olan o Yüce Yaratıcının bu apaçık olan varlığını inkâr edenlerin zarara uğrayanlardan başka olmadığını açıklamaktadır. Şöyle ki: Resulüm!. O inkarcıları susturmak ve cevapsız bırakmak için (De ki: Göklerde ve yerde olan şeyler kimindir?.) bütün bu kâinat, yaratılması, sahipliği ve tasarrufu itibariyle hangi zata aittir?. Bunları böyle sonsuz güzellikleriyle, fâideleleriyle meydana getirmiş olan hangi yüce zattır? Bunu ey gafiller?. Hiç düşünmez misiniz?. Habibim?. Böyle bir sualin belirlenmiş ve takdir edilmiş cevabı olmak üzere o inkarcılara hitaben (de ki:) bütün bunlar (Allah Teâlâ'nındır.) onun birer mahlûkudurlar. Ondan başka Yaratıcı, bütün Kâinata Hâkim bir Zat yoktur, tasavvur edilmiş değildir. (O) Öyle Rahîm, Kerîm Yüce bir Yaratıcıdır ki, (kendi Zâtı üzerine Rahmeti yazmıştır.) Evet... O Yüce Yaratıcı, merhametlidir, çok esirgeyendir, sırf bir lütuf ve ihsan olmak üzere mahlûkatı hakkında merhameti, lütfü takdir etmiş ve onlara yöneltmiştir. Onun pek geniş olan rahmeti, bütün yaratıkları içine almaktadır. O kullarını temiz bir yaratılış üzere yaratmıştır. O kulları hakkında hidâyet yolunu göstermek için Peygamberlerini, kitaplarını göndermiştir. Kendi varlığına birer şahit olan iç ve dış âlemlerdeki delillerini, kullarının dikkat nazarlarına sunmuştur. İlâhî merhametin genişliğine bakmalı ki, bir güzel amelde bulunan kimseye en az on misli sevap vermektedir. Bir kötü amelden dolayı da bir misli cezadan başka vermemektedir, "nitekim" Sebekat rahmeti alâ gazabı "benim rahmetim, gazabımı geçmiştir" Hadîsi Kudsîsi de bu hakikati bildirmektedir. (Ve elbette) Ey insanlar?. Andolsun ki, (sizleri kıyamet gününde toplıyacaktır.) orada imân ve itaat ehline sonsuz lütuf larda bulunacaktır. Küfr ve taşkınlık ile hayatlarını nihayete erdirmiş olanları da o günde lâyık oldukları azaba kavuşturacaktır, (bunda şüphe yoktur.) Elbette o kadar ilâhî rahmet karşısında inkâra, isyana sapanlar, kendi aslî yaratılışlarını zayi' edenler, o ebedî âlemde lâyık bulundukları cezalara çarpılacaklardır. Evet... (O kimseler ki,) Yüce Yaratıcının o kadar nimetlerini takdir edememişler, nimete karşı nankörlük etmişlerdir, onlar kendi felâketlerini kendi elleriyle hazırlamışlar, kendi (nefislerine ziyankâr olmuşlardır.) öyle bir âkibete kendi kötü hareketleriyle sebebiyet vermişlerdir. (İşte onlar imân etmezler.) Yoksa temiz yaratılışlarını muhafaza edenler, iş ve dış âlemlerdeki delilleri güzelce dikkate alanlar. Kâinatı Yaratanın varlığını, birliğini ve üzerlerine düşen dinî vazifelerini asla inkâr ederek imân nimetinden mahrum kalmazlar.
13. Halbuki, gecede ve gündüzde barınan her ne varsa onundur ve hakkı ile işiten, bilen de ancak odur.
13. Artık bu kadar parlak deliller, hakikatler meydanda iken insan kendisini nasıl inkâr felâketine uğratır. (Halbuki,)Bütün mekânlar, bütün kâinat tabakaları, Cenâb-ı Hak'kın olduğu gibi bütün zamanlar ve bütün zamanla ilgili şeyler de o Yüce Yaratıcınındır. Evet... Şüphe yok ki, (gecede ve gündüzde barınan her ne varsa onundur.) böyle zamanlar içinde durup yaşıyan herşey o Yüce Yaratıcınındır. (Ve hakkı ile işiden, bilen de ancak o dur.) Hiçbir kimsenin açık ve gizli söz ve fiilleri, o Yüce Yaratıcıya gizli kalamaz. Artık nasıl olur da bir insan, o muazzam Halikını inkâra cür'et edebilir. Bu ne kadar feci' bir harekettir. Bunun akıbetini düşünmek icabetmez mi?. Cenâb-ı Hak cümlemize uyanmalar nasib buyursun âmin.
14. De ki: Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah Teâlâ'dan başkasını dost edinir miyim? Halbuki, o besliyor ve kendisi beslenmekten uzak bulunuyor. De ki: Ben muhakkak emrolundum ki, müslümanların birincisi olayım ve sakın müşriklerden olma -buyuruldu-.
14. Bu mübarek âyetler de başka bir uslüb ile Cenab'ı Hak'kın bütün kâinatın yaratıcısı ve rızık vericisi olduğunu beyan buyurmaktadır, ve kıyamet gününde onun azabından kurtularak rahmetine ulaşmak için onu tasdik etmekten, onun hükümlerine uymaktan başka çare bulunmadığını şöylece hatırlatmaktadır; Resulüm: Seni kendi dinsiz babalarının, dedelerinin yoluna çevirmek isteyen o müşriklere hitaben (De ki: Göklerin ve yerin yaratıcısı) onları yoktan var etmiş ve yaratmış (olan Allah Teâlâ'dan başkasını veli) Rab, Mâbud, Yardımcı, Destekçi (edinir miyim?.) böyle cahilce bir hareketi, ancak Allah'ın varlığının birer parlak, eşsiz şahidler bulunan bu mükemmel eserlerini görüp düşünmekten mahrum olanlar yaparlar. (Halbuki) Bu Kâinatın Yüce Yaratıcısı, bütün bu mahluklar! yaratmıştır ve (o) Kerem Sahibi Yaratıcı bütün bu mahluklar! (besliyor) büyütüyor, onları rızıklandırıyor, (ve kendisi beslenmekten) Başkaları tarafından rızıklanmaktan, başkalarına muhtaç bulunmaktan beri, (uzak bulunuyor.) işte böyle bir Yüce Yaratıcı var iken herhangi bir âciz, başkasına muhtaç, ve yok olmaya mahkûm olan şeyleri mâbud edinebilir miyim?. Habibim!. Ve (De ki: Ben muhakkak) Allah tarafından (emrolundum ki, ehli İslâm'ın) bu müslümanların, müslüman olma şerefiyle vasıflanmaları itibariyle (birincisi olayım) onların Peygamberi, selâmet rehberi olduğum için bu öncelik şerefine benim sahip olmam lâzımdır (ve) ben böyle müslüman olmakla emrolunduğum gibi bana (sakın müşriklerden olma) diye de (buyuruldu.) yani, ben küfr ve şirkten de yasaklandım. Artık öyle bir Yüce Mabudun emir ve yasağına nasıl muhalefet edilebilir?.
15. De ki: Eğer ben Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.
15. Habibim!. O gafillere (De ki: Eğer ben Rabbime isyan edersem) onun emr ve yasağına faraza muhalefette bulunursam (elbette büyük günün) kıyamet zamanının (azabından korkarım) öyle bir isyan halinde bu azabı hak etmiş olurum. Artık masum, her yönüyle bağışlanmış olan Yüce bir Peygamberin hali böyle olursa başkalarının hali ne olacaktır?. Ey inkarcılar; bunu sizin de düşünmeniz icab etmez mi?. Siz böyle küfr ve isyan yüzünden uğrayacağınız ebedi azâbları hiç düşünmez misiniz?.
16. Kim kendisinden o gün azâb bertaraf edilirse muhakkak ona merhamet buyurmuştur. Ve işte en açık bir kurtuluş odur.
16. (Kim kendisinden) O kıyamet gününde ilâhî bir lütuf olarak (azâb bertaraf edilirse) o pek korkunç günde pek şiddetli olan cezalardan kurtulur da sevaba ulaşırsa (muhakkak ona) o kimseye kerem sahibi Yaratıcısı (merhamet buyurmuştur.) onun hakkında hayrı, kurtuluşu, selâmete ulaşmayı dilemiştir. (Ve işte en açık bir kurtuluş odur.) Evet... Cenâb-ı Hak'kın bu rahmeti, kulunu azabtan koruyarak sevaba kavuşturması, apaçık ve besbelli bir kurtuluştur. Artık öyle bir kurtuluş ve saadete ulaşmayı o kerem sahibi Yüce Yaratıcıdan niyaz etmeli, onun bütün emirlerine, yasaklarına itaat etme ve boyun eğmeyi en mühim bir kulluk vazifesi bilmelidir.
17. Ve eğer Allah Teâlâ sana bir zarar dokundurursa onu ondan başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayr dokundurursa... İşte o herseye hakkıyla kadirdir.
17. Bu mübarek âyetler de bütün hayırların, zararların ortaya çıkmasının devam etmesinin, yok olmasının, ilâhî iradeye tâbi olduğunu ye Hak Teâlâ'nın bütün kulları üzerinde hakim ve galip bulunduğunu beyan etmektedir. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamberin veya kendisine hitabın mümkün olduğu herhangi bir insan!. (Ve) Şu da muhakkaktır ki (eğer Allah Teâlâ sana bir zarar dokundurursa) fakirlik gibi, hastalık gibi elem verici bir şey isabet ettirirse (onu) o zararı (ondan) o Yüce Yaratıcıdan (başka açacak) kaldıracak ve giderecek başka bir zât (yoktur.) bu ancak onun kudret ve iradesine tabidir. (Ve eğer sana bir hayr dokundurursa) Lezzet gibi, ferah ve sevinç gibi, sıhhat ve zenginlik gibi fâideli bir şey ihsan ederse o da onun bir lütfudur. Ona da kimse mâni olamaz. (İşte o) Yüce yaratıcı (her şey'e) hayr ve şer kabilinden her hadiseyi meydana getirmeğe (hakkıyle kadirdir.) onun kudreti herşeye kâfidir, inandık.
18. Ve o kullarının üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. Ve o hikmet sahibidir, herşeyden haberdardır.
18. (Ve o) Yüce Yaratıcı (kullarının üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir.) o öyle galip kahredici, kudretli bir Yaratıcıdır ki onu hiç bir şey âciz bırakamaz. Bütün kulları onun kudreti altında güçsüz ve o kudrete boyun eğmiş bulunmaktadırlar. (Ve o) Yüce Yaratıcı (hikmet sahibidir) her yarattığı şey, her emrettiği ve yasakladığı mesele bir hikmet ve menfaata dayanmaktadır. Ve o (her şeyden haberdardır.) kullarının dışlarını da, içlerini de tamamen bilmektedir. Artık öyle bir kerem sahibi mabudun şanının yüceliğini düşünerek, ona kulluk arzetmekle övünmelidir onun bütün hükümlerine uymakla mükâfatlara ulaşmaya gayret etmelidir. Artık akıllı olan bir kimse, o Yüce Yaratıcıdan başkasını dost edinir mi?. Ondan başkasına yönelmekten uzak bulunmuş olmaz mı?.
19. De ki: Hangi şey, şahadetçe daha büyüktür. De ki: Allah Teâlâ benimle sizin aranızda hakkıyla şahittir ve bana bu Kur'an vahyolundu ki sizleri ve erişeceği kimseleri onunla uyarayım. Ya siz Allah Teâlâ ile beraber başka ilâhlarda olduğuna şahitlik mi edersiniz?. De ki: Ben şahitlik etmem. De ki: O ancak bir tek tanrıdır. Ve muhakkak ben sizin ortak koştuklarınızdan tamamen uzağım.
19. Bu mübarek âyetler, Rasülü Ekrem'in peygamberliğine Cenâb-ı Hak'kın şahitlik ettiğini ve o Yüce Peygamberin Allah'ın birliğini tasdik edip müşriklerin küfr ve şirkinden uzak bulunduğunu ifâde etmektedir. Ve Yüce Peygamberin risâlet sahibi olduğunu ehli kitap pekâlâ bildiği halde yalnız hüsrana uğrayanların bunu tasdik etmediklerini beyan etmekte ve müşrikleri, inkarcıları şöylece kınamaktadır. Resulüm!. O senin peygamberliğini inkâr edenlere hitaben (De ki: Hangi şey) hangi bir zat (şahadetçe daha büyüktür?) benim peygamberliğime hangi zâtın şahitliğini daha doğru bilirsiniz?. Bunun cevabı gayet açıktır. Onlar bunu bilemiyorlar mı? Onlara (De ki:) şahitliği herkesin şahitliğinden daha büyük olan şüphe yok ki (Allah T e âlâ) dır. Onun şahitliğinde asla şüpheye yer yoktur. İşte o Yüce Mâbud (benimle sizin aranızda) benim size tebliğ ettiğim Allah'ın birliğine ve benim peygamberlik ve risâletime (hakkıyla şahittir.) artık onun bu şahitliği nasıl kabul edilmeyebilir?. Evet... O Yüce Yaratıcının Peygamberine indirmiş olduğu Kuranı Kerim, sonsuz bir mucizedir. Cenâb-ı Hak'kın birliğini, yüceliğini ve kudretini bizlere bildiriyor. Aynı şekilde Hz. M ıı ham m e d'in peygamberlik ve risâletini tasdik ederek bunlara şahitlik ediyor. O Yüce Peygamberin elinde ortaya (ikan diğer mucizelerde, onun hakkında Allah tarafından gösterilen birer şahitliktir. Bunlar nasıl inkâr edilebilir?. Bunların üstünde bir şahitlik mi bulunabilir?. (Ve) Resulüm!. Onlara de ki (bana bu Kur'an) O Kerem Sahibi Yaratıcı tarafından benim peygamberliğimin doğruluğuna şahit olan bu ilâhî kitap (vahy olundu ki) ey Mekke ehli!. Ve ey zamanımda bulunan mükellefler!, (sizleri) Ve bu ilâhî kitabın benden sonra kıyamete kadar kendilerine (erişeceği kimseleri) bütün insanlığı, bütün insanları ve cinleri (onunla) o kutsî kitabın ihtiva ettiği tehditler ile (uyarayım) onları korkutarak Allah'ın dininden ayrılmamalarını kendilerine hatırlatmış bulunayım. Binaenaleyh Kur'an'ı Kerim'in bütün hükümleri, gerek inişi zamanındaki ve gerek kıyamete kadar meydana gelecek kimseleri kapsamakta ve hepsi hakkında geçerli olmaktadır, (ya) Ey Allah'ın birliğini inkâr edenler!, (siz Allah Teâlâ ile başka ilâhlar olduğuna şahitlik mi edersiniz?.) Bu ne kadar bâtıl: Hakikate aykırı bir şahitlik!. Resulüm!. O müşriklere (De ki: Ben şahitlik etmem.) belki ben sizin bu şahitliğinizin bâtıl olduğunu söyler, bu inancınızın bozukluğunu size ihtar ederim. Yüce Peygamberim!. O müşriklere (De ki: O) kendisine ortak koştuğumuz mabut, ortaktan uzaktır. O (ancak bir tek ilahtır) ondan başka Tanrı yoktur, İşte ben buna şahitlik ederim, (ve muhakkak ben sizin) Cenâb-ı Hak'ka (ortak koştuklarınızdan tamamen beriyim) ben sizin putlarınızdan, sizin o müşrikçe hareketlerinizden tamamen uzak bulunmaktayım. Artık bütün insanlığa yönelen vazife de böyle Allah'ın birliği inancıyla kalblerini aydınlatmaktan başka bir şey değildir.
§ Rivayete göre Kureyş müşrikleri, Rasülü Ekrem'e hitaben demişler ki: Ya Muhammedi. Aleyhisselâm. Biz senin hakkında Yahudi ve Hıristiyanlardan sorduk, onların iddiasına göre kendi yanlarında sana dâir bilgiler yok imiş. Senin peygamberliğine şahitlik edecek kim vardır?. Bize göster bakalım. Bu sual üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur.
20. Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanır bilirler. O kimseler ki kendilerini zarara uğramışlardır, işte onlar imân etmezler.
20. O ehli kitabın şahitliğine müracaat etmiş olan Kureyş taifesi ve diğerleri bilmelidirler ki, (kendilerine kitab vermiş olduğumuz kimseler) Yahudi Hıristiyan taifesi ve diğerleri (onu) o peygamberlerin sonuncusunu (kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanır, bilirler) vaktiyle gönderilmiş olan kitaplarda o Yüce Peygamberin bütün vasıflarını yazılı bulmuşlardır, bu suretle onun hakkında pekâlâ bilgi sahibi olmuşlardır. Onlar kendi evlâtlarım başkalarına ait evlâtlardan ayırıp seçtikleri gibi Hz. Muhammed'in de zâtını, vasıflarını pekâlâ bilirler, bunda şüphe etmezler. Ancak ehli kitaptan ve müşriklerden bulunan (o kimseler ki,) aslî yaratılışlarını zayi etmiş, imân edilmesi gereken âyetlerden yüz çevirmişlerdir, onlar bu suretle (nefislerini hüsrana uğratmışlardır) zarar ve ziyanda kalmışlardır, (işte onlar imân etmezler.) İşte o gibi beyinsiz şahıslar Hz. Muhammed'in peygamberliğini tasdik eylemezler. Bu kötü hareketlerinden dolayı da Allah tarafından sapıklığa mahkûm edilmişler ebedî azabı hak etmişlerdir.