- Engel

Adsense kodları


Engel

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ayten
Mon 27 September 2010, 12:11 am GMT +0200
Engel

Vaz´î Hükümlerin Üçüncü Nevi: Mâni (Engel)

Vaz´î hükümlerin üçüncü nev´i mâni (ç. mevâni´) olmaktadır. Konu üç mesele içerisinde ele alınacaktır:

Birinci Mesele

Mâniler iki türlüdür:

a) (Aklen) Laleple birlikte bir arada bulunması kabil olmayan mâniler.

b) Taleple birlikte bir arada bulunması kabil olan mâniler.

Bu ikinci türden olan mâniler de iki nev´idir:

ba) Talebin aslını kaldıran mâniler.[1]

bb) Talebin aslını kaldırmamakla birlikte, kesinlik kazan­masını engelleyen mâniler.

Bu da iki kısımdır:

1) Talebi kaldırması, kudreti dâhilinde bulunan mükellef için o şeyi muhayyer hale getirmesi [2]anlamında olur.

2) Talebe muhalefette bulunan kimse üzerine bir günah terettüp etmez anlamında olur.

Böylece mâni için dört kısım ortaya çıkmaktadır:

1. Kısım:


Bunlar uyku, delilik vb. gibi bir sebeble aklın zail olması gibi mânilerdir. Bu kısımdan olan mâniler talebin aslını tümden orta­dan kaldırmaktadır. Zira hitabın taallukunun (mükellefiyetin sabit olmasının) şartlarından birisi de, onun anlaşılması imkanıdır. Çün­kü hitâb, iltizâm (üstlenme) gerektiren bir ilzamdır (bağlayıcılık­tır). Aklı olmayan kimsenin ilzamı (yükümlü kılınması) ise müm­kün değildir. Nitekim hayvan ve diğer cansızların ilzamla yükümlü tutulmaları mümkün olmamaktadır. (Aklı olmayanlarla ilgili gibi gözüken) bir maslahatın celbini ya da bir mefsedetin defini gerekti­ren bir talebin taalluku söz konusu ise, bu bir başkasına râci ol-[286] maktadır.[3]Tıpkı hayvanların eğitilmesi ve öğretilmesi gibi. Bu ko­nuyla ilgili yeterli açıklamalar usûl kitaplarında bulunmaktadır.[4]

2. Kısım:

Hayız ve nifas gibidir. Bu kısımdan olan mâniler, talebin —her ne kadar mâni ile birlikte husulü mümkünse de— aslını kaldır­maktadır. Ancak bu kısımdan olan mâniler talebi, kesinlikle bir da­ha talepte bulunulmayan namaz, mescide girmek, mushafa dokun­mak vb. gibi şeylere nisbetle kaldırır. Mâni´in kalkmasından sonra talebi söz konutu olan şeylere[5] gelince, bu konuda usulcüler art­ımdaki ihtilaf moıjlıûrdur. Hiiim burada onları zikretmemin bir gerek yoktur.

Mâni´in mevcudiyeti durumunda talebin bulunmadığı* nın delilleri: Eğer mani ile birlikte talep de bulunacak olsaydı, o takdirde iki zıddın bir arada bulunması gibi bir "netice gerekecektir. Çünkü hayızlı bir kadının namaz kılması yasaklanmıştır. Nifas hâ­lindeki bir kadının durumu da aynıdır. Eğer bu* haldeyken bunlar namaz ile memur olsalardı, o takdirde aynı şeye nisbetle[6] htm emredilmiş hem de yasaklanmış olacaklardı. Böyle bir netice İM muhaldir.

Keza eğer bunlar yapîrfakla memur olsalardı, öbür taraftan da yapmaktan yasaklanmışlardır; bu durumda şer´an aynı anda bir şeyi hem yapmaları hem de yapmamaları lâzım gelecekti. Bu ise muhaldir.Sonra mâni´in mevcudiyetiyle birlikte ne yapılması, ne de daha sonra kazası sahîh olmayan bir şeyi emretmenin bir mânâsı yoktur; abesle iştigal olur. Çünkü hayız ve nifas halindeki kadınlar ittifak­la namazın kazasıyla memur değillerdir.

3. Kısım:

Bunlar cum´a ve bayram namazlarına , cihâda nisbetle kölelik veya kadınlık gibi mânilerdir. Çünkü köle ve kadınların, (kendileri hakkında) dînde tahsînî ve tezyînî unsurlardan sayılan[7] bu tür

m kendileri lıuUkırıda kesinlik kazanması için bir mânileri ı.ıklıulır. Çünkü kadın ve köleler bu tür hitAplıı doğrudan ı.ıl;i|) «lngiIlerdir. Bunlar ancak tâbilik yoluyla hitaba dâhil bu- maktadırlar. Eğer bunlar bu tür hitapların gereğine imkan bu­labilirlerse, o takdirde onlar da hitaba muhatap olan kimseler —ki hür erkekler oluyor— gibi mütâlâa edilebilirler. Kudret bulunması durumunda muhayyer kılınmanın mânâsı işte budur. Kudret bula­mamaları durumunda ise bunlarla ilgili hüküm de bundan önceki kısmın hükmüyle aynı olacaktır.[8]

4. Kısım:

Bunlar da ruhsat sebebleri gibi mânilerdir. Bunlar talebin as­lını kaldırmazlar; ancak ruhsat cihetine meylederek azîmet tarafını terkeden kimse üzerine bir günah terettüp etmez anlamında tale­bin kesinlik kazanmasını engellerler. Yolcunun namazını kısaltma­sı, oruç tutmaması, cuma namazını terketmesi vb. gibi. [9]

İkinci Mesele


Mâniler Şâri´ce maksûd olmayan şeylerdir. Yani Sâri´ Teâlâ´nın onların mükellefler tarafından ortaya konulmala­rı ya da ortadan kaldırılmaları doğrultusunda bir kasdı bu­lunmamaktadır. Şöyle ki: Mâni´ler iki kısımdır:

a) Teklif hitabı kapsamına dâhildirler ve bu itibarla da ya yapılması emredilen ya da yapılması yasaklanılan ya da hakkında yapılıp yapılmayacağına dair muhayyer olunan bir mâhiyet arze-deceklerdir. Bu açıdan mâniler hakkında bir problem bulunma­maktadır. Mesela zekâtın vücûbunu etkileyecek şekilde, zekâtın

vücûb sebebin* mâni uIhchiI borç «Itınn girme gibi. Hor nt\ kadar M* katın sebebi olan ıılsab vurun dn, zekatın verilebilmesi sebob önün* de mâni olmaması şartına bağlı olmaktadır. Keza küfür namaz vt zekâtın edasının sıhhatine ve vücûbuna[10] mâni olmaktadır. Yin* küfür halinde iken boşamasını ve daha başka küfrün mani olduğu benzeri şer´î meseleleri örnek olarak vermemiz mümkündür. Aynı şekilde müslümanlık da, kişinin haksız yere kanının, malının ve ır­zının çiğnenmesine mânidir. Bu v,e benzeri meseleler üzerinde, tek-lîf hitabı açısından durulması, meseleden gözetilen"maksadın hari­cinde kalmaktadır.

b) Bu kısım meseleden maksûd olan kısım olmaktadır. Mâni olması hasebiyle vaz´ hitabı (vaz´î hükümler) altına giren kısım. Bu açıdan ele alındığında bunların, mâni olması sebebiyle Şâri´ce ne ortaya konulmasına, ne de ortadan kaldırılmasına yöne­lik bir kasıd bulunmamaktadır. Mesela borçlu, eğer nisâb mik­tarı kadar malı varsa, üzerine zekâtın vâcib olması için borcunu kaldırmakla memur olmadığı gibi, nisaba sahip olan kimse do zekâtı düşürmek için borç almakla memur değildir. Çünkü borcun zekâta mâni olması teklif hitabından (teklifi hükümlerden) değil vaz´ hitabından (vaz´î hükümlerden) olmaktadır. Şâri´in bundan maksadı, sadece mâni´in (borcun) bulunduğu zaman sebebin (nisâb) gereğinin (zekât) ortadan kalkmasıdır.

Delili:

Sebebin şartları tamamlanmış olarak konulmuş olması, Vâzı´-ın (Koyucunun, Şâri´in) sebeb üzerine müsebbebin terettübünü kas-detmiş olmasını gerektirir. Yoksa eğer böyle olmazsa, o takdirde, sebeb bir sebeb olarak konulmuş olmaz. Halbuki onun sebeb olarak konulmuş olduğu kabul edilmektedir. Bu bir tutarsızlık olur. Vâzı´ın müsebbebin husulüne yönelik bir kasdının bulunduğu sabit olunca, mâni´in ortaya konulmasının keza O´nun maksûdu olduğu­nun farzedilmesi, müsebbebin sebeb üzerine terettübünün kaldırıl­masına yönelik bir kasıd olacaktır. Bu durumda da O´nun aynı te­rettübe yönelik zıt başka bir kasdının daha bulunduğu sabit olacak­tır. Bu ise tutarsızlıktır. Çünkü her iki kasıd birbirine zıt bulun­maktadır. Vâzı´ (ŞAri´) mâni´in ortadan kaldırılmasını da aynı şekil­de kasdetmiş olamaz. Çünkü eğer böyle bir kasdı bulunacak olsa, o takdirde şeriatta ınAni diye bir şey sabit olmazdı. Şöyle ki: Eğer mâni olması açıtımdan Sari´ onun kaldırılmasını kasdetmiş olsaydı,o takdirde mâni´ln huıûlü şer´an muteber olmazdı, 3«r´«n tnuloher olıntıyıiıca da, ıtbtbin hükmünün cereyanına mâni olamazdı, Hal­buki ınoMtOt* öyle fan v« kabul edilmemiştir. Böyle bir şey tenâku-eun in kendisidir.

Mükollofin kasdımn, mflni´in ortaya konulmasına ya da orta­dan kaldırılmasına yönelmesi durumunda aşağıdaki tafsilât ortaya çıkacaktır: [11]

Üçüncü Mesele


Toklîf hitabına dâhil olması bakımından mükellefin mâni´i, • mrodilmiş olarak veya yasaklanmış olarak ya da muhayyer bıra­kılmış olarak yapması ya da terketmesi kaçınılmaz olacaktır. Eğer birinci şekilde ise durum açıktır. Mesela bir adamın elinde nisâb miktarı malı olur; ancak bir ihtiyaçtan dolayı borçlanır. Böylece hü­kümler mâni´in husulünün gereği doğrultusunda ortaya çıkar. Eğer ikinci ise, ki bu mesela mâni´i mâni olması açısından sebebin hük­münü düşürmek ve böylece gereğinin üzerine terettübüne engel ol­mak kasdıyla ortaya konulması olmaktadır; bu da sahîh olmayan [MS] bir davranış olacaktır.

Böyle bir davranışın sahîh olmadığının delilleri:

Buna delâlette bulunan naklî deliller çoktur. Bunlardan birisi de şu âyet olmaktadır: "Biz bunları, vaktiyle bir bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine —bir istisna payı bırakmaksızın— yemin etmişler­di.[12] Devamıyla birlikte bu âyetler, yoksulların haklarını düşürmek için hileye başvurma kasıdlarının bulunması ve yoksul­ların genelde bahçeye gelemeyecekleri kadar erken bir vakitte mahsûlü devşirmek gibi onların gelmelerini engelleyecek bir çâreye (mâni´)[13] başvurmaları sebebiyle azaba uğratıldıkları haberini içer­mektedir. Azâb ise ancak haram olan bir fiilden dolayı olur.Bir başka dulfl: "Kadınları boşadığınızda, müddetleri sona ererken onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın; böyle ya­pan şüphesiz kendisine yazık etmiş olur. Allah´ın âyetlerini de ala­ya almayın."[14] âyetidir. Bu âyet, kocaların kanlarının kendilerin­den sonra bir başka koca daha görmemeleri kasdıyla sürekli boşa­maları ve arkasından da rücûda* (ric´at) bulunmaları ve böylece id-detlerinin sürüp gitmesi sebebiyle kadınların mutazarrır olmaları yüzünden inmiştir. Bu kasıdla kocaların zevcelerine rücûda bulun­maları, onların başkalarına helâl olmalarına bir mâni olmakta idi.

Bir hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Allah Yahudileri kahret­sin! Onlara içyağları haram kılınmıştı. Onlar bunu yordular (tevil ettiler) ve onu sattılar." Bazı rivayetlerde de "Satıp parasını yedi­ler." buyurulmuştur.[15]

Başka bir hadislerinde Hz. Peygamber "Ümmetim­den bazı insanlar şarabı içerler ve onu başka adla isimlendirir- • ler.[16] buyururlar. Başka bir rivayette "Ümmetimden zinayı, ipe­ği, içkiyi ve çalgıları helal kılmak isteyen bazı kavimler çıkacak-tır.[17]buyrulur. Bir hadiste de: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, o zamanda beş şeyle beş şey helâl kılınmak istenir: Verdik­leri çeşitli isimlerle içkiyi; hediye adı altında haramı (rüşvet gibi); korku (meşru müdâfaa) adı altında öldürmeyi; nikâh adı altında zinayı, bey´ adı altında ribâyı helal kılmak isterler.[18] Sanki bura­da zikri geçen şeyleri helal kılmak isteyen kimseler, mâni olan şe­yin isim olduğu zannıyla haram olan şeyi başka isme nakletmişler, böylece söz konusu mâni´in kalkacağını ve o şeyin artık helal olaca­ğını düşünmüşlerdir.

Yüce Allah âyette: "Zarara uğratılmaksızın edilen vasiyyetten veya borçtan sonra [19] buyurmuş ve zarara uğratma hâlini istis-nâ etmiştir. Mesela ölüm halinde olan kimsenin, mâni´i ortaya koymanın kendi hakkından olduğu düşüncesiyle, vârislerin mahrûmi tini ya da haklarının azalmasını kasdederek onlardan biri lehin­de borç ikrarında bulunması veya üçte birden fazla vasiyyette bu­lunması zarar vermek olur. Zarar vermek ise ittifakla menedilmiş-tir.

Yüce Allah bir başka âyette: "Sıkıca bağladıktan sonra yemin­leri bozmayın[20] buyurmaktadır. Ahmed b. Hanbel: "Hiyel (hile­ler, çâreler) ve yeminler konusunda söylenilenlerden taaccüb etmi­şimdir. Yeminleri hilelerle ortadan kaldırıyorlar!"demiştir.

Hadiste de: "Otların menine bir vesile edilmek üzere suyun fazlası men edilmez.[21] buyrulmuştur.

Yine hadiste: "Eğer bir yerde veba (tâûn) olduğunu işitirseniz, oraya girmeyiniz. Eğer sizin de bulunduğunuz bir yerde ortaya çı­karsa, o takdirde ondan kaçarak oradan çıkmayınız.[22] buyrul­muştur.

Bu konuyla ilgili olmak üzere gerek Kitâb´da, gerek sünnette ve gerekse selef-i sâlihînin sözlerinde pek çok delil bulun­maktadır.

Şart bahsinde ileri sürülen itirazlar ve verilen cevaplar sıra­sında câri olan şeyler aynısıyla mâni bahsinde de geçerlidir. Orada­ki verilen bilgilerden hareketle mâni´lerin hükmü de bilinecektir. Acaba mâni´i ortaya koymaya ya da ortadan kaldırmaya yönelik ha­reket bâtıl mıdır Bu aynen orada olduğu gibi iki kısma ayrılacak­tır: Celbedilmek istenilen mâni mesela ya ortaya konulmamış, yok manasınadır veya değildir. Eğer öyle ise yani yok hükmünde ise, hüküm bulunacaktır. Mesela nisaba mâlik olan bir kimse kendisinden zekatı dUfürtııok nnmoyln ve yıl guçince de kullanmadan geri iade etmek kasdıylu Injrç alacak olsa, bu borcu (mâni) yok hükmün­de olur ve hüküm carî olur. Eğer böyle değilse ve mâni şer´an vâki bulunuyorsa bu takdirde mesela yemininde hânis olmaktan korka­rak karısını boşayan kimsenin durumunda olduğu gibi, bu takdirdi) meselenin üzerinde durmak gerekecektir ve konu aynen şart bah­sinde geçtiği gibidir. Dolayısıyla burada bir daha tekrarına lüzum yoktur. [23]


[1] Yani bu nevide mâni, taleple bir arada bulunması aklen mümkün olmak­la birlikte şer´an mümteni bulunur. Diğer iki kısımda ise mâni´in taleple bir arada bulunması hem aklen hem de şer´an mümkündür.

[2] Yani şer´an matlûp da olsa vâcib değil muhayyer kılması anlamında... Nitekim ileride açıklayacaktır.

[3] Aklı olmayan küçük bir çocuğun bir başkasını öldürmesi ya da bir hayvanın başkasına ait bir şeyi telef etmesi gibi durumlarda, ziyan olan malın tazmîni ya da diyetin ödenmesi gibi talepler çocuk ya da hayvana taalluk etmemektedir. Bu tür talepler sadece çocuğun velîsi ya da hayvanın sahibine yöneliktir.

[4] "Teklîf için anlaşılması şarttır." meselesi.

[5] Hayızlı kadının hayız kalktıktan sonra orucunu kaza etmesi gibi. Aciıbn bu yeni bir emirle mi olmaktadır ve kadın hayız olduğu sırada boylu bir emirle memur değil miydi itimada şayan olan görüş de budur. Yoksu fiy­le değil midir Bu konuda usûl kitaplarının "Edâ ve Kaza" bahislerine ba­kılabilir.

[6] Buradaki aynı şeye nisbet, aynı zamanda da aynı açıdan olmaktadır. Ga8-bedilmiş bir arazide kılman namaz örneğindeki gibi değildir. Orada da namaza yönelik hem yasak hem de emir vardır; ancak yönleri farklıdır. O yüzden gasbedilen arazide namaz örneğinde böyle bir zıdlarm birleşmesi durumu söz konusu değildir.

[7] Müellif burada cihâdı tahsînî kısımdan sayıp, zarurî hatta hâcî olan mak-sadlardan saymamıştır. Bizzat müellifin kendisi Tahrirul-usûl´de cihâ­dı zarûriyyâttan saymış ve şöyle demiştir: "Cihâdın zarûriyyâttan olması küfürleri sebebiyle değil, bize karşı harp halinde olmaları sebebiyledir. Küfür için olmadığından dolayıdır ki, kadınlar, çocuklar ve râhibler öldü­rülmezler ve cizye kabul edilir. Onların bizimle harp halinde olmaları du­rumunda dînin muhafazası cihadsız mümkün olmaz. Çünkü cihad olma­dığı zaman müslümanları öldürürler ve onları dinleri hakkında fitneye düşürürler."

Geriye harp halinde olmayan, bize uzak bulunan, bize karşı bir taar­ruzları bulunmayacak olan ve aramızda herhangi bir sulh andlaşması da bulunmayan kâfirlere karşı cihâd hakkında söz etmek kalıyor. Acaba bu durumda onlarla savaşa girişmek dînin muhafazası için zarurî mi­dir Yoksa tahsînî midir Öyle gözüküyor ki, bu durumda cihâd tahsînî olmalıdır. Bu durumda cihadın iki ayrı hükmü ortaya çıkıyor: a) Dinin muhafazası için zarurî olan cihad. b) Dinin muhafazası için zarurî olma­yıp ihtiyat kabilinden yapılacak olan ve tahsînî bir mâhiyet arzeden cihâd. Bu durumda müellifin gerek buradaki ve gerekse oradaki sözlerini bu iki duruma göre farklı şekilde hamletmek gerekecektir

[8] Yani talebin aslım kaldırır. Bu durumda acaba o kısım altına da girer mi Şöyle ki, talebe yönelmeye şer´î bir mâni vardır. Çünkü bu ibâdetler sıra­sında kölenin efendinin işlerini îfâda bulunması ve onun emirlerine imti sali, şer´an bir mâni sayılır. Bu durumda da bu mesele bu kısımdan ayrı­larak ikinci kısım altına girer

[9] Şatibi, El-Muvafakat İslami İlimler Metodolojisi, İz Yayıncılık. 1/283-286

[10] Sıhhat yi» d» vüpûbliu´i şeklindeki ayırım kâfirlerin furû ile de mükellef olup olmamaları m»»eltmindoki Hanefilerle çoğunluk âlimler arasındaki ihtilaflarımı göredir.

[11] Şatibi, El-Muvafakat İslami İlimler Metodolojisi, İz Yayıncılık. 1/286-288

[12] Kalem, 68/17-18.

[13] Burada mâni sert değil adîdir (âdet-i İlâhî ile ilgilidir). Dolayısıyla bu ba­histe konu edinilen mâni ile ilgisi yoktur. Bizim burada konu ettiğimiz mâni, sebebin hikmetine münâfî bir hikmet içeren şeydi. Bu durumda bu misâlin burada zikredilmesi nasıl izah edilecektir Ancak belki şöyle de­mek mümkün olacaktır: Âdet-i İlâhî ile ilgili bir mâni´in ortaya konulma­sı azaba müstahak kıldığına göre, aynı kasıdla şer´î bir mâni´in ortaya ko­nulması da onun gibi azabı gerektirecektir. Çünkü her ikisinde de kasıd mahrumiyeti gerektiriri şeye ulaşmaktır.

[14] Bakara, 2/231.

[15] bkz. Müslim, Müsâkât 74, 12-14; Buhârî, Büyü 103; Muvatta, Sıfatu´n-Nebiyyi 26; Ahmed, 1/25.

[16] Ahmed, S/318, 342; Buhârî, Eşribe 6; Ebû Dâvûd, Libâs 6; İbn Mâce, Esri-be 8, Kilon 22.

[17] Buhflrî, Kiril») 6; Kbû Dâvûd, Libâs 6.

[18] MükulUtfin imik mitlim bölümünde on birinci meselede de geleceği üzere, müellif bu hndl»i Ilın Abbas üzerine mevkuf olarak rivayet ettiği gibi merfû olıınık (İh rivflyot etmiştir. Hadisin aslı olmadığı da söylenmiştir. İbnu´l-Kayyım, IIAmtı´l-muvakkıîn´de şöyle der: Ibn Batta Evzâi´ye is-nâd udıırok Mı Peynaml>er´in (as) "Bir zaman gelir ki, insanlar ribâyıbey adı altımla (yani İne »atışlarıyla) helal kılarlar." buyurduğunu naklet-miştir. Hu nıltflttl İmdin, yukarıda rivayet edilen hadisi destekler ve ona bir şâhid olur,

[19] Nisa, 4/12,

[20] Nahl, 16/9.

[21] bkz. Buhârî, Şirb 2, Hiyel 5; Müslim, Müsâkât 37, 38; Ebû Dâvûd, Büyü 60; Ahmed, 2/244... Mubah bir arazîde bir şahsın bir kuyusu olur. Arazîde de yine mübâh olan otlar bulunur. Bir mâni îcâd etmek suretiyle insanların hayvanlarını oraya getirip de, o otları otlatmalarını engelle­mek ister. Bu mâni de, kuyudaki fazla sudan hayvanları sulamalarına müsâade etmemektir. Hz. Peygamber (as) işte böyle bir durumu yasakla­mıştır

[22] Buhârî, Tıb 30; Müslim, Selâm 92-94; Ahmed, 1/178. Bu hadis, yirminci asır insanlarının biz bulduk diye öğündükleri karantinanın aslını teşkil eder. Her iki cihette de, mâniye doğru mâni olması açısından bir kasıd bulunmaktadır. Şöyle ki: Veba bulunan bir yere gelmeleri, âdeten kendi­lerine de isabetini engelleyecek mâni´in ortadan kaldırılması demektir. Dolayısıyla böyle bir şeyden yasaklanmışlardır. Veba bulunan yerden çık­maları ise, kendilerine vebanın isabetine mâni olacak şeyi —ki oradan uzaklaşmak oluyor— tahsîl demektir. Birincinin hikmeti açıktır, ikinci­nin hikmetine gelince, sırf dînî açıdan ele alındığında bu yasak Allah´ın kaderinden kaçmak ve sadece sebeblere bel bağlamak mânâsına gelece­ğinden olmalıdır. Sıhhî açıdan ele alındığında ise, bu kaçış sırasında kişi ve eşyalarına mikrop bulaşabileceği için gittiği yere de hastalığı taşıyabi­lecektir, işte bu sebeblerden dolayı çıkış da yasaklanmıştır.

[23] Şatibi, El-Muvafakat İslami İlimler Metodolojisi, İz Yayıncılık. 1/288-291