rray
neslinur
Sun 7 February 2010, 10:57 pm GMT +0200
Reddü´l Muhtar / Emanet( Vedia)
VEDÎA (EMANET) KİTABI
METİN
Emânet ile mudarebe hükümde ortaktır. Yani ikisi de esasta emâ-nettir.
Îdâ, emanet vermek demektir. Bu kelime sözlükte: ved´u kökünden gelir ve terketmek anlamındadır.
Bir terim olarak, bir kimsenin malını, koruması için bir diğerine açıkça veya dolaylı yoldan teslim
etmesidir. Dolaylı emanet verme şöyle olur: Bir kimsenin, bal koyduğu kabı delik olsa, sahibinin
yanında bulunmadığı bir sırada bir diğeri onu alsa, bir süre koruduktan sonra da terketse, zayi
olursa onu tazmin etmesi gere-kir. Çünkü bu kabı almakla dolaylı yoldan onun korunmasını üzerine
al-mış bulunur. Bahır.
Vedîa, emin bir kimsenin yanında bırakılan mala denir. Vedîa, ema-netten daha hususîdir. Musannıf
ve diğerleri de bunu araştırmışlardır.
Emanetin rüknü açıkça, kinayeli sözlerle veya konuşmaksızın alıp vermek suretiyle icab ve
kabulden ibarettir.
Açıkça icab: Birisinin diğerine, «Bunu sana emanet olarak verdim.» demesidir.
Kinayeli icab: Birisinin diğerine, «Bana bin dirhem veya şu kumaşı ver.» demesi üzerine, onun,
«Sana verdim.» demesidir. Bu şekilde veri-len emânet olur. Bahır. Çünkü vermek hibeyi de
kapsamına alır. Fakat emanet daha aşağı derecede olduğu için önce o akla gelir. O halde bu ifade
kinayeli sözlerle emanete icabtır.
Konuşmaksızın alıp vermek suretiyle icab: Bir kimse bir kumaş ge-tirerek diğerinin yanına bıraksa,
o da hiçbir şey söylemese, o şey onun yanında emanet olur. Bu da fiilen icabtır.
Kabul de açıkça veya dolaylı yoldan olur. Açıkça kabul, onun ya-nında konulduğu zaman. «Kabul
ettim.» demesidir.
Dolaylı yoldan kabul ise, yanına konulduğu zaman susmasıdır. Me-selâ, elbiselerin hamamda
çamaşırcının önüne bırakılması veya han sahi-bine, «Atımı nereye bağlayayım?» diye sorulunca
onun, «Şuraya bağla.» demesi, emaneti kabul ettiğini gösterir. Haniye.
İşte bu icab ve kabulün lüzumu, emanetin korunmasının vücubu hakkındadır.
Sırf emanet ise yalnız icabla tamamlanır. Hatta, mal sahibi gasbediciye «Gasbettiğini sana emanet
ettim.» dese, gasbeden kabul etmese bile tazmin yükümlülüğünden kurtulur.
İZAH
«Sahibinin yanında bulunmadığı ilh...» Musannıf bu kaydı şunun için koymuştur: Eğer sahibi hazır
olsa, alan kimse zamin olmazdı. Nitekim Musannıf da bunu böyle tesbit etmiştir. Yakûbiye´ye
bakınız.
Minah kitabında, «Emânet, dimânı gerektirmeyen şeye denir. O za-man emanet kelimesi ariyet,
kiralanan şey gibi, hizmet için ariyet olu-nan şahsın elindeki köle gibi dımân olmayan bütün
durumları kapsamı-na alır. Vedâa ise icab ve kabul ile emanet edilen şeye denir. O halde emanet ile
vedîa ayrı şeylerdir.» denilmiştir. Nihaye sahibi de bunu ter-cih etmiştir.
Bahır´da da şöyle denilir: «Emânet ile vedianın bazı durumlarda hü-kümleri çeşitlidir, muhteliftir.
Çünkü vediada ihtilâftan sonra anlaştıkları takdirde emanetçi tazmin etmekten kurtulur. Emanette
ise ihtilâftan son-ra emanetçi tazmin sorumluluğundan kurtulamaz.
Hâmiş´te zikredilen ince bir nokta:
Rivayet olunur ki, Züleyhâ yoksulluğa düşünce Yusuf aleyhisselama karşı hüzününden ötürü
gözlerine ağ inmişti. Bu halde fakirlerin giydiği elbiselerle yolun kenarında oturuyordu. Yusuf
aleyhisselam yoldan geçer-ken ayağa kalkarak, «Ey melik, beni dinle.» diye seslendi. Yusuf aley-´
hisselam durunca, Züleyhâ, «Emanet, köleleri meliklerin yerine ikâme eder. Hiyanet ise melikleri
kölelerin yerine.» dedi. Yusuf aleyhisselam onun kim olduğunu sordu. Onun Züleyha olduğunu
söylediler. Yusuf aleyhisselam acıyarak onunla evlendi. Zeylâî.
«Üstü kapalı bir şekilde ilh...» Üstü kapalı kinâye´den maksat açığın zıddı olan kinayedir.
Boşanmanın üstü kapalı yapılması gibi. Yoksa be-yan ilmindeki «kinaye» değildir.
«Çünkü ilh...» Bahır´da da yine bunun gibi illetlendirilmiştir.
«Hiçbir şey söylemeden ilh...» Eğer malı koyduğu zaman, «Ben ema-net kabul etmiyorum.» derse,
zamin olmaz. Çünkü açıkça reddedildiğin-den örfen kabul sabit olmaz.
Câmiü´l-Fusûleyn sahibi şöyle der: «Ben derim ki, bu mesele, birisi sığır çobanına bir başkasıyla bir
sığır gönderse, çoban elciye, «Bunu ka-bul etmiyorum, sahibine geri götür.» dese, o da götürse,
çobanın ema-netçi olmadığına delâlet eder. Uygun olan çobanın burada zamin olma-masıdır.»
Halbuki bunun aksi geçti. Fakir der ki, Câmiü´l-Fusûleyn sahibinin, «Uygun olan, çobanın burada
zamin olmamasıdır.» sözü uygun değildir. Çünkü hayvanı getiren elci, hayvanı çobana getirmekle
elcilik hükmün-den çıkarak yabancı olmuştur. Zira onun elçiliği sığırı çobana getirene kadardı.
Çoban ona, «Bunu kabul etmiyorum, sahibine geri götür.» de-diği zaman o sığırı bir yabancıya veya
bir yabancı ile geri vermiş ol-maktadır. Bundan dolayı çoban zamindir. Fakat kumaş meselesi
bunun aksinedir. Nûru´l-Ayn. Bahsin tamamı oradadır.
Nûru´l-Ayn´da Zahîre´den naklen şöyle denilmiştir: «Birisi yanına bı-rakılan kumaşı emanetçi
olmamak için, «Kabul etmiyorum.» dese, kuma-şın sahibi de kumaşı yanına bırakarak gitse, onu
kabul etmeyen adam kaldırarak evine koysa, uygun olan zamin olmasıdır. Zira burada ema-net sabit
olmadığından, yerden kaldırmakla gasbedici olmaktadır.
Fakir diyar ki: Bu meselede kapalılık vardır. Şöyle ki, gasb, mâlikin elini gasbedilenden
kaldırmaktır. Bu da burada mevcut değildir. Adamın, yanma terkedilen kumaşı kaldırması, ona zarar
kasdıyla değil, menfaati içindir. Belki mâlikin kumaşı oraya terketmesi, ikinci defa emanettir. Önce
kabul etmeyen adamın onu yerden kaldırması da kapalı bir şe-kilde kabuldür. O halde zahir olan,
kumaşı kaldıran kimsenin zamin ol-mamasıdır. Allahu Teâlâ en doğrusunu bilir.
«Hiçbir şey ilh...» Bir kimse, «ben kabul etmiyorum.» derse, emanetçi olmaz. Çünkü emanetçi
gösteren birşey mevcut değildir. Bahır.
Bahır´da Hülâsa´dan naklen şöyle denilir: «Bir kimse kitabını bir top-luluğun yanına koysa, onlar da
o kitabı orada bırakarak gitseler, kitap zayi olursa hepsi zamindir. Eğer hepsi birden değil de teker
teker kalk-mış iseler, en son kalkan zamin olur. Çünkü, sona kalan korumaya hıfza tayin edilmiş
sayılır. Tayin de korumayı gerektirir.»
Bu bahiste, yakında gelecek olan hancı meselesi gibi, icab ve ka-bulün her ikisi de açık değildir.
UYGULAMA MESELESİ:
Câmiü´l-Fusûleyn´de şöyle denir: Birisi hayvanını başkasının ahırı-na bağlamış olsa, ahır sahibi
hayvanı oradan çıkarsa, zayolduğu takdir-de zamin olmaz. Çünkü hayvan binaya zarar verir. Bina
sahibi kendisi-nin hayvan bağladığı yerde bağlanmış bir hayvan görse de onu çıkarsa zamin olur.
Sâyıhânî.
«Susması ilh...» Çünkü susması kabul anlamına gelir.
Hâniye´de bu konu zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: «Başkası-nın evine, ev sahibinden
habersiz birşey konulsa, konulan şey zayi ol-sa, ey sahibi zamin olmaz. Çünkü ev sahibi korumayı
üzerine almamış-tır. Bir kimse diğerinin yanına birşey koyarak, «Bunu sakla.» dese, bıra-kılan mal
zayi olsa, yanma bırakılan adam yine zamin değildir. Çünkü korumayı üzerine almamıştır.
Burada bu kimsenin razı olup olmadığının karine yoluyla anlaşılma-sı mümkündür. Sâyıhânî.
«Çamaşırcının ilh...» Çamaşırcı hazır olduğu sürece, hamamcı ema-netçi olmaz. Eğer çamaşırcı
yoksa, hamamcı emanetçidir. Bahır.
Bahır´da da, Hülâsa´nın kiralamalar konusundan naklen şöyle de-nilir: «Hamamda yıkanan kimse
bir elbise giyse, çamaşırcı onun kendi elbisesini giydiğini zannetse, sonra onun başka birisinin
elbisesi oldu-ğu ortaya çıksa, çamaşırcı zamindir. Sağlam olan görüş de budur. Zira çamaşırcı
sormadığı için görevini yapmamış olur.»
Bu konu ileride gelecek olan, «emin kimseye dımânı şart koşmak geçersizdir.» sözüne zıd değildir.
Ebussuud böyle ifade etmiştir.
«İşte bu ilh...» Bu, kabulün şart olduğunu gösterir.
«Kabul etmese bile ilh...» Metinde geçtiği gibi, kabul ya açıkça veya dolaylı yoldan olur. Bu
meselede gasbedicinin kabul etmemesi red anla-mına gelir. Fakat mal sahibinin, «Sana emanet
ettim.» sözüne karşılık susması, dolaylı yoldan kabuldür.
METİN
Vedianın şartlarından birisi, emanet verilecek malın elle tutulması kabil olmasıdır. O halde kaçan
bir köle veya havadaki kuş birisine ema-net verildiği takdirde emanetçi ona zamin değildir.
Vedianın şartlarından birisi de emanetçinin mükellef olmasıdır. Çün-kü vediayı korumak vaciptir. O
halde bir çocuğa mal emanet edilse, çocuk onu helak etse zamin olmaz. Çünkü mükellef değildir.
Hacizli bir köleye mal emanet edilse, köleliğinde değil, ancak azad edildikten son-ra zamin olur.
Vedia da emanettir. Buna göre hükmü de şudur: Vedîada kabul müstebahtır. Vediayı korumak taleb
edildiğinde vermek de vacibtir. Buna gö-re emanet edilen mal, emanetçinin müdahelesi olmaksızın
helak olursa, emanetçi ona zamin olmaz. Ancak vedia eğer ücretle emanet edilmiş-se, o zaman
emanetçi zamin olur. Eşbâh, bunu Zeylâî´ye nisbet etmiştir. Daru Kûtnî´nin rivayet ettiği, «Hain
almayan emanetçiye yelâk olan ema-netten dolayı dımân yoktur.» hadisine dayanılarak mutlaka
zamin ol-maz. İster korunması mümkün olsun, ister onunla birlikte başka birşey de helak olsun,
ister olmasın.
Hamamcı ve hancı gibi emin kimselerin üzerine dımân şartı koymak geçersizdir. Fetva da bu
görüşe göre verilir. Hülâsa ve Sadrı Şeria.
Emanetçinin emaneti kendi malı gibi gerek kendi nefsi ile, gerek aile fertleri ile koruması gerekir.
Onun ailesi de ister hakikaten olsun, ister hükmen olsun onunla beraber aynı evde oturandır.
Yoksa nafakasını verdiği kimse değildir. Binaenaleyh beraber oturmadığı karısına veya mümeyyiz
olan çocuğuna vermiş olsa, onlarla hükmen beraber oturduğu için emanetçi zamin olmaz. Hülâsa.
Emanetçi olan kadın vediayı kocasına vermiş olsa, yine zamin ol-maz. Çünkü itibar edilen beraber
oturmadır, nafaka değildir. Bazı âlim-ler nafaka verme ve birlikte oturmaya beraber itibar
etmişlerdir. Aynî.
İZAH
«Elle tutulması kabil olmasıdır, ilh...» Faziletli âlimlerden bazıları, bu ifadede müsamaha vardır
demişlerdir. Zira elle tutulmaktan maksat, bilfiil elde olmasıdır. O halde elle tutulabilir olması yeterli
değildir. Nitekim Dü-rer´de de: «Elinde olmayan birşeyi korumak muhaldir.» sözüyle buna işaret
edilmiştir. Düşün. Fettâl. Buna Ebussuud cevap vermiştir.
«Çocuğa mal emanet etse ilh...» Remlî, Minâh haşiyesinde şöyle de-miştir: «Şu mesele çocuğa
emanet etmekten istisna edilmiştir: Çocuk kendi gibi bir mahcura, ikisinin de mülkü olmayan bir
malı emanet etse, malın sahibi emanet edene de, alana da malını tazmin ettirir.» Fevâid-i
Zey-niyye´de de böyledir. Medenî. Fettâl´in haşiyesine bakınız.
«Azad edildikten sonra zamin olur ilh...» Köle eğer baliğ ise. Eğer baliğ değilse, köleye dımân
yoktur.
UYGULAMA MESELESİ :
Hâmiş´te şöyle denilmiştir: «Emanetçi eğer aile fertlerini nakletmeye muhtaç ise veya ailesi yoksa,
o emanet ile yola çıksa ve yolda emanet mal zayi olsa, zamin değildir. Bu da eğer mal sahibi eğer
yer tayin et-mişse böyledir. Eğer mal sahibi yer tayin etmemişse, meselâ, «Şunu fa-lan yerde koru.»
dememişse, emanetçi onunla sefere gittiği takdirde, eğer yol tehlikeli ise icmâ ile zamin olur. Eğer
yol tehlikeli değilse, bize göre (Hanefîlere) zamin olmaz. Baba ve vasinin çocuğun malı ile yola
çıkmaları gibi, bu mesele de böyledir. Emanette yükleme ve zorluk yoksa Câmiü´l-Fusûleyn.
«Eğer emanette yükleme ve zorluk varsa, emanetçi onun korunma-sı ile mutlaka emrolunmuş ise,
bakılır: Eğer mutlaka yola gitmesi ge-rekiyor ve emaneti verilen şehirde korumaktan acizse, o
zaman bilicma zamin değildir. Eğer sefere çıkması mutlaka gerekli değilse, yol ister uzun, ister kısa
olsun, Ebû Hanîfe´ye göre yine zamin değildir. İmam Ebû Yusuf´tan yapılan rivayete göre ise, eğer
yol uzun ise zamin olur, kısa ise zamin olmaz. İmam Muhammed´e göre ise yol ister uzun, ister kısa
olsun her iki halde de zamin olur. Câmiü´l-Fusûleyn.
«Ücret karşılığında emanet alan kimse ise, bu emanetle yola gitme hakkına sahip değildir.» Çünkü
bu emanetin korunma yeri akitle belirlen-miştir. Câmiü´l-Fusûleyn.
«Taleb edildiğinde ilh...» Ancak aşağıdaki birkaç mesele bunun dışındadır.
«Ücretle ilh...» Aşağıda da geleceği gibi müşterek işçi zamin olmaz. Malı tazmin etmesi şart koşulsa
bile zamin olmaz. Eğer, «zamin olur» dersek bu metindeki, «Emin kimselerin üzerine dımân şartı
koymak ge-çersizdir» ifadesi ile çelişir. Bu duruma göre müşterek işçi için dımân şartı konsa bile
dımân yükümlülüğü bulunmaz. Dımân şart koşulunca bile hüküm böyle olursa, şart koşulmayınca
nasıl zamin olur?
Bezzâziyye´de, «Hamamcıya ücretle birşey teslim edilse, kaybolduğu takdirde zamin olduğu şartı da
koşulsa, zikrettiğimiz gibi müftabih görü-şe göre onun bu sözünün şartının hiçbir etkisi yoktur.»
denilmiştir. Sâyıhânî.
Bu konuda Fettâl´in haşiyesine bakınız. Çünkü o, iki meseleyi birbi-rinden ayırmıştır. Zira buradaki
hamamcı meselesinde hamamcı özellikle emanet bırakılan şeyi korumak için kiralanmıştır. Fakat
müşterek işçi bunun aksinedir. Çünkü o korumak için değil, çalışması için kiralanmış-tır. Düşün.
«Zeylâî´ye ilh...» Zeylâî´nin misli Nihâye. Kifâye ve başka birçok kitapta da vardır. Remli, Minâh
haşiyesi.
«Hamamcı ilh...» Örfen, hamamcı, koruması karşılığında ücret alıyor-sa, zamin olur. Çünkü bu,
ücret karşılığı emanetçiliktir. Fakat fetva taz-min yükümlülüğünün bulunmadığı tarzında verilir.
«Mümeyyiz olan çocuğuna ilh...» Yani çocuğun korumaya gücünün yetmesi şarttır. Hülâsa´dan
naklen Bahır.
METİN
Emanetçinin aile fertlerinin de güvenilir kimseler olması şarttır. O halde eğer aile fertlerinden olan
kişinin hain olduğunu bilerek emaneti teslim ederse, emanetçi zamin olur. Hülâsa.
Emanetçinin aile fertlerinden olan kişinin de kendi aile fertlerine emaneti vermesi caizdir. Eğer mal
sahibi emaneti emanetçinin aile fertlerinden bir kimseye vermesini yasaklasa, emanetçi de
ailesinden baş-ka kimseler olduğu halde, bu yasaklanan kimseye verse -İbn Melek-zamin olur.
Fakat ondan başka kimsesi yoksa, ona vermekle zamin olmaz.
Emanetçi emaneti ailesinden olmayan kimselerle korusa, zamin olur. İmam Muhammed´den yapılan
rivayete göre, eğer o emaneti vekil, ti-caretle izinli köle, mufâvaza veya inan şirketi ortağı gibi kendi
malını koruyan kişi ile korursa bu caiz olur. Fetva da bunun üzerinedir. İbni Melek. İbni Kemal ve
diğer âlimler de buna dayanmışlardır. Musannıf da bunu kabul etmiştir.
Emanetçi emanetin yanmasından veya suya batmasından korkarsa, yangın veya su da çevresini
kuşatmışsa komşusuna veya başka bir ge-miye vermesi halinde zamin olmaz. Eğer yangın veya su
çevresini ku-şatmışsa, zamindir. Ancak kendi ailesinden olan birisine verme imkânı olduğu veya
diğer gemiye teslim imkânı bulunduğu halde başkasına ver-se veya gemiden diğer gemiye atsa,
emanet de işin başında veya parça parça denize düşse zamin olur. Zeylâî.
Emanet zayi olduktan sonra emanetçi emaneti komşusuna veya baş-ka bir gemiye verdiğini iddia
ederse, o zaman, eğer evinde yangın çık-tığı bilinirse, iddiası tasdik olunur. Eğer evinde yangın
çıktığı bilinmiyor-sa, iddiası tasdik edilmez. İddiası ancak delil ile tasdik edilir. O halde böylece
Hidâye´nin ifadesi ile Hülâsa´nın ifadesi arasında uygunluk mey-dana gelir.
İZAH
«Zamin olur ilh...» Yani o hıyanet eden kimseye verdiği için zamin olur. Emaneti halkın
emanetlerinin bulunduğu bir binaya koyarak gitse, helak olduğu takdirde emaneti yine zamin olur.
Bahir. Hülâsa´dan.
«Kendi aile fertlerine vermesi ilh...» İkinci «ailesi» sözündeki zami-rin birinci «aile» sözüne
döndürülmesi de mümkündür. Şurunbulâliye de böyle açıklanmıştır. İkinci «aile» sözündeki zamirin
emanetçiye dön-dürülmesi de mümkündür. Makdisi de böyle açıklamıştır.
Makdisî şöyle der: «Annesi ile babasının emanetçinin ailesinde bu-lunmaları şart değildir. Fetva da
bununla verilir. O halde emanetçi ema-neti ailesinden başkasına verirse, emanetçinin sahibi bunu
kabul ettiği takdirde emanetçi aradan çıkmış olur. Emanetçi emaneti bir başkasının ambarına
kirasız olarak koyarsa, zamin olur. Emanetçi emaneti evinin kiraya verdiği bölümüne koyarsa
bakılır: Eğer her ikisinin ayrı ayrı kili-di varsa zamin olur. Eğer her ikisinin müstakil kilidi yoksa,
ikisi de birbirlerinden çekinmeden eve girebilyorlarsa, zamin olmaz. Fakihlerin emanetçinin
emaneti ailesine vermesi hususunda susmaları, emanetçinin ona mâlik olmadığına işarettir.
Şeyhimiz burada ihtilâfı ve dımânın tercih edildiğini nakletmiştir.» Sâyıhânî. Burada «şeyhimiz»den
maksat Ebussuuddur.
UYGULAMA MESELESİ :
Mal sahibi emanetçiye, «Malı dilediğine ver, o bana getirir.» dese, emanetçi de emin bir kimseye
verse, emanet de zayi olsa bazı âlimler, «zamindir», bazı âlimler de. «Zamin değildir» demişlerdir.
Tatarhâniye. Sâyıhânî.
UYGULAMA MESELESİ :
Emanetçi olan kadın vefat etmeden emaneti komşusu olan bir ka-dına verse, emanet, komşusunda
helak olsa, Belhî, «Ölümü sırasında ya-nında aile fertlerinden hiç kimse yoksa, zamin değildir.
Nitekim emanetçi evinde yangın çıkınca emaneti yabancı bir kimseye verdiği takdirde de zamin
olmaz.» demiştir. Haniye. Fetva da bunun üzerinedir. Bahır´da bu meseleyi Nihâye´den nakletmiş,
bu bahisten önce şöyle denilmiştir: «Me-tinlerin açık anlamına göre emanetçiden başkası olan
kimsenin ailesin-den olması şarttır.» Hülâsa sahibi de bu görüşü tercih etmiştir.
«Çevresini ihata etmişse ilh...» Tatarhâniye´de, Tetimme´den nak-len şöyle denilir: «Hâmid el-Vebrî,
«evine ateş düşen bir emanetçi ema-neti başka bir yere nakletmezse zamin olur mu?» sorusuna,
«Bakılır, eğer nakil imkânı olduğu halde nakletmeyerek yanmaya terketmişse za-min olur.» cevabını
vermiştir.
Emanetçi emaneti bir yere bıraksa, orada böcekler onu yese, eğer kaldırma imkânı olduğu halde
kaldırmamışsa, zamin olur. Eğer kaldırma imkânı yoksa, zamin olmaz. Nazım´da geleceği gibi.
İmam Muhammed şöyle der: «Emanetçinin evinde yangın çıksa, ema-netçi emaneti bir yabancıya
verse, emanet onda helak olsa, emanetçi zamin olmaz. Eğer yangın söndürdükten veya evden
çıktıktan sonra ema-neti geri istemezse, zamin olur.» Bu bahsin tamamı Nûru´l-Ayn´dadır.
Cevâhirü´l-Fetâvâ´da da özetle şöyle denilir: «Emanetçi bir özürden dolayı emaneti bir başkasına
verse, özür ortadan kalktıktan sonra geri almazsa, ikinci kişinin elinde helak olduğu takdirde zamin
olmaz. As-lında emanetçi emaneti bir basısına vermekle zamin olur, fakat burada bir özürden ötürü
verdiği için dımân söz konusu olmaz. Emanetçi emaneti ailesinden birisine verse, onların yanında
bıraksa, ailesine bı-rakmaya izinli olduğundan zamin olmaması da bunu gösterir. Bu me-selede de
özürden dolayı başka birisine vermeye izinli sayılır.»
«Hülâsa´nın ifadesi ilh...» Hülâsa adlı eserdeki ifadeler şöyledir: «Evinde yangın çıktığı biliniyorsa,
emanetçinin sözü kabul edilir. Eğer evinde yangın çıktığı bilinmiyorsa, kabul edilmez.»
Hidâye´nin ifadesi de şöyledir: «Onun sözü ancak delil ile kabul edi-lir.»
Minâh´ta da şöyle denilir: «Hidâye´nin sözlerinin şu şekilde anlaşıl-ması mümkündür: Eğer evinde
yangın çıktığı bilinmiyorsa, o zaman an-cak delil ile kabul edilir. Bu şekilde anlaşıldığında
aralarında uygunluk hâsıl olur. Bundan dolayı biz Muhtasar´da buna dayandık». H.
neslinur
Sun 7 February 2010, 11:05 pm GMT +0200
METİN
Emanetçi mal sahibi emaneti taleb edince teslimine gücü yettiği hal-de zulmen vermezse zamin
olur. Eğer taşımaktan kaçındığı için vermiyor-sa, zamin değildir. İbni Melek.
Vekilin talebi, hükmen mâlikin talebi gibidir. Fakat zahir kavle göre. mal sahibinden bir temsil
belgesi gibi bir şey getirse bile elçi bunun aksinedir.
Emanetçi malı vermeyen muktedir değilse veya kendi nefsinden ya-hut malından korkuyorsa,
-meselâ, kendi malı emanetle birlikte saklı ise- İbni Melek zamin olmaz. Zalim bir kimsenin emaneti
talep etmesi gibi. Meselâ emanet bir kılıç ise, sahibi onunla bir adamı öldürmek için taleb ediyorsa,
o zaman emanetçi kılıcı vermeyebilir. Yalnız kılıcı mubah şekilde kullanmak için taleb ettiğini
biliyorsa o zaman verebilir. Cevahir.
Bir kadın, içinde kocasına borçlu olduğunu bildiren bir yazı bulunan kitabı emanete verse veya
içinde kocasından mehrini aldığını bildiren bir yazı bulunan bir kitabı emanet verse, bu durumda
emanetçi kocanın hak-kının zayi olmaması için o kitabı kadına vermeyebilir. Haniye.
Emanetçi emaneti kimseye bildirmeden ölürse, bu da zulmen teslim etmemek gibidir. Yine zamin
olur. O zaman o emanet terekesinde borç olur. Ancak ölen emanetçi varislerinin emaneti bildiklerini
biliyorsa, o zaman zamin değildir.
Mirasçı, «Ben emaneti biliyordum» dese, emaneti isteyen onu reddetse, varis eğer emanetin
özelliklerini açıklar ve «Ben onu biliyordum. O helak oldu.» derse, o sözünde doğrudur. Bu şekilde
emanetin emanetçi yanında kalması ile varisin yanında kalması birdir.
Ancak şu meselede emanetçi ile varis bir değildir. Vâris emaneti hırsıza gösterirse zamin olmaz.
Fakat emanetçi hırsıza gösterirse za-min olur. Hülâsa. Ancak emanetçi, emaneti alacağı zaman
hırsıza en-gel olmak ister ve hırsız zorla alırsa zamin olmaz.
İZAH
«Vekilin talebi ilh...» Hülâsa´da şöyle denilir: «Mal sahibi emanetini taleb etse, emanetçi, «Şu anda
hazırlama imkânım yok.» dese, bunun özerine mâlik bırakıp gitse, bakılır: Mâlik eğer rızası ile
bırakıp gitmişse, emanetin helaki halinde emanetçi zamin olmaz. Çünkü rızası ile gittiği için mâlik
emaneti yenilemiştir. Fakat rızası olmaksızın terketmişse, he-lak olması halinde emanetçi zamin
olur. Emaneti taleb eden mâlikin veki-li ise, mutlaka zamin olur. Çünkü vekil, mâlik gibi değildir.
Yani vekil emaneti yenileyemez.»
Hülâsa adlı eserdeki bu ifade açıkça gösteriyor ki emanetçi emaneti, teslim etmezse, zamin olur. Bu
mesele açıktır.
Fusûl-i İmâdiye´de Zahîre´ye isnadla şöyle denilmiştir: «Mâlikin el-çisi emaneti taleb ettiğinde
emanetçi, «Emaneti ancak bana verene ve-ririm» diyerek emaneti teslim etmese, helak olduğu
takdirde emanetçi zamin olur.»
Bu mesele, Kadı Zahîrüddln´in Fetâvâ´sında da zikredilmiştir. Necmeddin buna cevap vererek, «O
zamindir.» demiştir. Ama bunda bir gö-rüş vardır. Şöyle ki, mâlik emaneti kabz için vekil olduğunu
iddia eden kişiyi tasdik ederse zamin olur. Çünkü İmâdiye adlı eserin sahibi, Ve-kâlet babında,
«Emanetçiye emanetin vekile verilmesi için emredilmez.» demiştir. Lâkin bir âlim şöyle diyebilir:
Burada elçi ile vekili birbirlerinden ayırırız. Çünkü elçi, onu elçi gönderen kişinin dili ile konuşur.
Vekil ise öyle değildir. Görülmüyor mu ki, vekilin azli bilmezden önce azledilmesi geçerli olmadığı
halde, elçi azli öğrenmezden önce, gönderen kimse rücû ederse bu geçerli olur. Kâdı´nın
Fetâvâsında da böyledir. Minâh.
Minâh adlı eseri haşiye eden Remlî, Bahır´ın haşiyesinde, «Fusûl´da olan, «Vekil meselesinde
emanetçi zamin olmaz.» ifadesinin zahiri, Hülâsa´mn ifadesine aykırı olur. Bana ikisinin arası
bulunabilir gibi geliyor. Şöyle ki, Hülâsa´nın ifadesi eğer vekil emanetçinin yanında emanetçinin
yasaklamasından sonra diğer bir zamanda vermek üzere emaneti inşa etmeye hamledilir. Fusûl ve
Tecnîs´deki ifade de şuna hamledilir: Ema-netçi bizzat mal sahibine vermek üzere vekile vermiyor.
Çünkü, «Ben ancak emaneti bana verene veririm» demektedir. Böyle anlaşılınca iki-sinin arası
bulunmuş olur» denilir. Bu bahsin tamamı Bahir hâşiyesindedir.
«Zalim bir kimsenin talebi gibi ilh...» En açık anlamda buradaki, «zâlim»den maksat, mâliktir. Çünkü
burada söz bizzat onun hakkındadır. Bu ifadeden sonra gelenler de buna dayandırılır. Buradaki
zâlimden maksa-dın bizzat mâlik olduğuna Musannifin Minâh´taki, «Bir zâlim emaneti taleb etse, o
da vermese, zamin olmaz. Zira verdiği takdirde zulme yar-dım etmiş olur.» sözü de buna delâlet
etmektedir.
Hâmiş´te zikredilen bir uygulama meselesi:
Emânet olan hayvan hastalansa, emanetçi birisine onu tedavi etmesini söylese adam tedavi
ederken hayvan ölse, mâlik hayvanını dilerse emanetçiye dilerse tedavi edene tazmin ettirir. Eğer
emanetçi bizzat ken-disi zamin olursa, tedavi edenden bir şey istemez. Eğer tedavi eden za-min
olursa, hayvanı ister emanetçinin, isterse başkasının olarak bilsin, tazmin ettikten sonra döner,
ödediği parayı emanetçiden geri alır. Ama eğer emanetçi tedavi eden kimseye, «Bu benim malım
değildir.» veya «Ben ona tedavi et demedim.» derse, o zaman tedavi eden kişi emanet-çiden bir şey
alamaz. Câmiü´l-Fusûleyn´de de böyledir.
«Bildirmeden ölürse ilh...» Eğer mal sahibine bildirmeden ölürse, dımân yoktur. Ama kabul edilen
söz şüphesiz, yemini ile birlikte mal sa-hibinindir. Hanûtî diyor ki: «Rehinde borçtan fazlası da bu
kısımdan mı-dır? Ben derim ki, o da bundandır. Çünkü fakihler, «İnsan emanette ne ile zamin
olursa, rehinde de onunla zamin olur» demişlerdir. O halde rehin borcun miktarını bildirmeden
ölürse, borçtan fazlasına zamindir. Ben de bununla fetva verdim.» Remlî´den özetle.
«Zamin olur ilh...» Mecmaü´l-Fetâvâ´da şöyle denilir: «Emanetçi, mudarebede işletmeci, emânet
olarak alıp kullanan (ariyet alan), satışı meccânen yapmak için alan, kısaca elinde emanet olarak
mal bulunan her kimse, emanetin neler ve ne miktar olduğunu bildirmeden ölürse, emanet de
aynıyla bilinmezse, o emânet onun terekesinde borç olarak kalır. Çünkü o bildirmemekle emaneti
istihlâk etmiş olur. Bildirmeden öl-menin anlamı, emanetin durumunu açıklamadan ölmesi
demektir.» Eşbâh´ta da böyledir.
Şeyh Ömer bin Nüceym´den, «Hasta bir kimse, «Dükkânımda falan kimsenin parası var fakat ne
kadar olduğunu bilmiyorum.» dese ve ölse, paralar da bulunmasa ne olur? diye sorulunca şöyle
cevap verir: «Bu, miktarı bilinmeyen şey kabilindendir. Bir miktar dirheme zamindir. Çün-kü
Bidâye´de şöyle tarif edilmiştir: «Techîl (durumu ve miktarı meçhul şey), emanet aynıyla bilinmediği
halde açıklamadan ölmektir.»
Bazı faziletli kimseler, «İbni Nüceym´in bu cevabında düşünme var-dır, sen de düşün» demişlerdir.
«Varislerin emaneti bildiklerini biliyorsa ilh...» Varisi, «O hayatta iken geri verdi.» veya «Emanet
hayatında helak oldu.» dese, sözü delil-siz tasdik edilmez. Emanetçinin hayatta iken, «Ben ona geri
verdim» de-diğine dair delil getirirse, delili kabul edilir. Sâyıhânî.
«Emanetçi yanında ilh...» Yani mâlik helakini iddia ederse, Çünkü burada maksat, vârisin de
emanetçi gibi açıklanması halinde, helaki hu-susundaki sözünün kabul edilmesidir. Ancak varis bir
meselede emanet-çiye muhaliftir. Şöyle ki, mâlik «Emanetçi bildirmeden öldü.» dese, varis de buna
karşılık, «Öldüğü gün duruyordu ve biliniyordu, sonra helak ol-du.» dese, burada mal sahibinin
sözü tasdik edilir.(*) Doğru olan da budur. Çünkü dış görünüş bakımından emanet onun
terekesinde deyn olur. Varislerin sözü de tasdik edilmez. Fakat varisler, «O hayatta iken emaneti
geri vermişti.» veya «emanet onun hayatında telef olmuştu.» deseler, bu sözleri delilsiz tasdik
edilmez. Çünkü emanetçi bildirmeden ölmüştür. O halde tazmin yükümlülüğü terekeye ait olur.
Varisler, emanetçinin hayatında, «Ben emaneti geri verdim.» dediği-ne dair delil getirirlerse, delilleri
kabul edilir. Çünkü delil ile sabit olan birşey ayn olarak sabit olan şey gibidir. Zahîre´den,
Câmiü´l-Fusûleyn.
«Ancak emanetçi ilh...» Emanetçi hırsıza yol gösterirse zamin olur. T, Hülâsa´dan naklen şöyle der:
«Emanetçi ancak hırsıza emanetin yeri-ni gösterir, alırken de engel olmazsa zamin olur. Eğer engel
olursa zamin olmaz.»
«Engel olmak ister ilh...» Yani emanetçi hırsıza engel olmak ister ve o da zorla alırsa. Fusûleyn.
METİN
Emanetçi, mutlak ve mufâvaza ortakları gibi emaneti bildirmeden ölürse, diğer emanetlerde olduğu
gibi zamindir. Ancak Eşbâh´ta olan açık-lamaya istinaden on şeyde zamin değildir.
Bunlardan birisi, vakıf nâzın, vakıf arazisinden gelenleri emanet ola-rak verse de açıklamadan ölse,
zamin değildir. Musannıf burada, «vakıf arazisinin geliri» diye kayıtlamıştır. Çünkü vakıf nâzın vakıf
olan arazinin bedelini bildirmeden ölürse, zamin olur.
Ben derim ki: Vakfın kendisine zamin olması daha uygundur. Dirhem-lerin vakfının cevazına hüküm
veren görüşe göre, dirhemleri zamin oldu-ğu gibi. Bunu Musannıf demiştir. Musannifin oğlu da,
-Zevahir adlı eser-de bunu tesbit etmiştir. Musannıfın oğlu, nazırın ölümünü de füc´î (ani-den)
ölümle kayıtlamıştır. Çünkü vakıf nazırı hastalıkla ölürse, açıklama yapma imkânı bulduğundan
zamin olur. İsteyenlere zulmen vermediğin-den de zamin olur. Musannifin oğlu Enfail Vesâil´de
geçen ifadeyi de reddetmiştir. Uyan
Zamin olunmayan şeylerden biri de, kadı (hâkim)in yetimin mallarını bildirmeden ölmesi halidir.
Eşbâh sahibi bu ifadeye, «Yani hâkim yetim-lerin malını kime emanet ettiğini bildirmeden ölürse.»
sözünü ilâve et-miştir. Buna gerek vardır. Zira eğer hâkim yetimlerin malını kendi evi-ne koyar,
bildirmeden de ölürse, zamin olur. Çünkü emanetçidir. Ama başkasına emanet etmesi bunun
aksinedir. Çünkü mutemed görüşe gö-re hâkimin yetimin malını emanet verme velayeti vardır.
Tenvîrü´l-Besâir´de olduğu gibi. Hatırda tutulsun.
Devlet başkanı ganimet malını bir gaziye emanet verse, bildirme-den de ölse, zamin olmaz.
Mufâvaza ortaklarından birisi, mutemed gö-rüşe göre bu meselelerden değildir. Çünkü Musannif
burada ve Şirket bahsinde Hâniye´nin Vakıf faslından naklen, «Doğru olan mufâvaza şir-ketinin
ortaklarından birisi, ortağının hissesini bildirmeden ölürse, za-min olur. Bunun aksi ise yanlıştır.»
demiştir.
Ben derim ki: Bu, «doğru»yu Eşbâh´ı haşiye eden de kabul ve ikrar etmiştir. O zaman istisna edilen
on değil dokuz mesele olur. Hatırda tutulsun.
Şurunbulâlî, Vehbâniye şerhinde Eşbâh´ın istisna ettiği on meseleye dede ve varisi hâkimin vasisi,
altı tane de hacr altında bulunanlardan olmak üzere dokuz mesele daha ilâve etmiştir. Çünkü hacr
yedi sınıfı kapsamına alır. Bunlar: Çocuklar, köleler, gafiller, borçlular, sefihler ve aklı zayıf
olanlardır. Akıl zayıflığı olan da çocuk gibidir. Çocuk baliğ olsa ve sonra ölse, yine de zamin olmaz.
Ancak bulûğdan sonra ema-netin elinde olduğuna şehâdet edilirse, dımana engel olan çocukluk
hali sona erdiği için zamin olur. Eğer çocukla aklı zayıf olan kimse ticarete izinli iseler, çocuk baliğ
olmadan, zayıf akıllı da tam akıllanmadan ölseler, zamin olurlar. Câmiü´l-Veciz´in şerhinde de
böyledir.
Şurunbulâlîye, böylece emâneti zamin olmayanların sayısının doku-za ulaştığını söylemiş ve
Vehbâniye´deki beyitlere atfen iki beyit Saha söylemiştir. Bu iki beyit şunlardır: «Emin bir adam
emanet alır ve öl-düğünde emanetler, terekesi içinde bulunmazsa, zamin olduğundan, ema-net
terekesinde borç olur. Yalnız vakıf mütevellisi, müfavaza ortağı, ga-nimet malını emanet veren,
rüzgârın kapısını açarak habersiz birşey at-tığı kimse, mal sahibi tarafından evine habersiz birşey
atılan kimse, baba, dede, hâkim ve bunların vasileri ve mahcurlar ve varis ellerinde bu-lunan
emanetler zayi olduğu takdirde zamin olmazlar.
İZAH
«Diğer emanetler ilh...» Bu emanetlerden birisi de rehindir. Me-selâ rehni alan öldüğünde rehini
kimseye bildirmezse, o rehinin kıyme-ti terekesinden tazmin edilir. Ankaravî´de olduğu gibi. Yani
rehinin kıy-metinden fazla olan da zamin olur. Bunu Remlî´den de nakletmiştik.
Vekil de vekâleten kabzettiğini bildirmeden ölürse, ona da dıman gerekir. Kabzettiği şey onun
terekesinde borç olur. Hayrî´den sonra Hâmidî de böyle fetva vermiştir.
Bezzâziyye´nin İcâre bahsinde yazıldığına göre kiracı da kiraladığı mülkü bildirmeden ölürse, zamin
olur.
«Ölürse ilh...» O zaman alacaklılara zamin olur. Eşbâh üzerine Birî.
«Müfavaza ilh...» Rehin alan kimse gibi, Ankaravî. Hâmiş´te de böy-ledir.
«Eşbâh´ta olan açıklamaya dayanarak ilh...» Eşbâh´ın ifadesi şöy-ledir: Vasi yanındaki yetim malını
bildirmeden ölürse, zamin değildir. Câmiü´l-Fusûleyn´de olduğu gibi. Baba, mal sahibi olan
çocuğunun malının miktar ve aynını bildirmeden ölürse, zamin değildir. Varis, murisinin yanına
emanet bırakılanı bildirmeden ölürse, zamin değildir. Rüzgâr, bir kimsenin evine birisinin malını
atsa veya bir kimse ev sahibinin haberi olmadan evine birşey koysa, ev sahibi bunlardan zamin
değildir. Çocuk, yanına bir mahcurun birşey emanet ettiğini bildirmeden ölürse, Zamin de-ğildir.»
Buna göre zamin olmayanların sınıfı yedidir. Musannifin zik-rettiği üç sınıfla toplamı yedi olmaktadır.
İbn-i Abidin´in sözünde bir sakınma vardır. Çünkü zikredilen yedi, altıdır. Eşbah´a müracaat ederek
araştırılsın.
«Emanet olarak verse ilh...» Dürer´in ifadesi «Emanet etse» değil, «kabzetse» şeklindedir. Dürer´in
ifadesi daha uygundur. Düşün.
«Vakıf arazisinden gelenleri ilh...» Ben derim ki: Velvâliciye ve Bezzâziyye´de böyle mutlak bir
şekilde zikredilmiştir. Kâdıyani de bu bahsi, «mescidin mütevellisi» ifadesi ile sınırlamıştır. Yani
mescidin mütevellisi, mescidin gelirini toplasa, beyan etmeden ölse.
Ben derim ki: Eğer vakfın geliri şartlı olarak bir kavmin hakkı ise, o da beyan etmeden ölürse,
mutlaka zamin olur. Zira fakihlerin sözü bu meselede ittifakidir. Bir ev iki kardeşin üzerine
vakfedilmiş olsa, iki kar-deşten birisi kaybolsa, diğeri dokuz sene evin gelirini alsa, sonra ölse ve
yerine bir vasi bıraksa, ondan sonra kaybolan kardeşi gelse ve vasiden gelirden olan hissesini
istese, Fakih Ebû Cafer der ki, «Daha önce geliri alan adam eğer evin kayyumu ise, ancak her iki
kardeş de o binayı beraber kiralamışlarsa yine öyledir. Yok eğer kaybolan değil de yalnız geliri alan
kiralamışsa, hükmen gelirin hepsi onundur. Ama yemesi mu-bah değildir.»
Bu ifadede bir düşme vardır. Aslı şudur: Geliri alan kimse eğer vakfın kayyumu ise, kaybolan
kardeş ölenin terekesinden hissesini alır. Ama eğer vakfın kayyumu değil ve evli iki kardeş beraber
kiralamışlarsa, yine gaib olan kardeş ölenin terekesinden hakkını alır.
Ben derim ki: Mescidin gelirine şu da katılır. Meselâ, camiin gelirin-den camiin tamiri için nazırın
eline şartlı olarak terkedilen mal da mes-cidin gelirine katılır. Allah daha iyisini bilir. Eşbâh üzerine
Birî.
Hâkîr derim ki: Bu bahis fakihlerin, «Vakıfın geliri, vekilin elinde top-lanan mal vakfın geliri değildir.
Fakat vakıf şartlarına göre hak sahip-lerinin malıdır.» sözünden anlaşılır. Eşbâh adlı eserde de,
«Mülk konusundaki görüşlerden birisi de şudur: Vakfın geliri kabul etmese bile, kime vakfedilmişse
onun mülküdür.» denilir. Molla Ali´nin Mecmuasının Vakıf kitabının sonundan özetle alınmıştır.
Molla Ali´ye «Vakıf mütevellisinin vekili vakfın gelirini bildirmeden ölürse zamin olur mu? diye
sordukların yukarıdaki cevabı vermiştir.
Ben derim ki: Bahır´da iki kişinin davası babında şöyle denilmiştir: «Gelirin davası mülk davası
kabilindendir.» Bahır´a bakınız. Biz ilgili babda da ona işaret ettik. Bundan anlaşılıyor ki, Musannif
ve sarih kayıtlanması gereken yerde mutlak zikretmişlerdir. Enfâil Vesâil´in gelecek olan iadesi de
bunu teyid eder. Uyanık ol.
«Musannıf ilh...» Yani Minâh´ta.
«Oğlu ilh...» Yani Şeyh Salih.
«Füc´î ilh...» Çünkü ansızın ölen kişinin beyanına imkânı olmadığından elindeki malı zulmen
alıkoymuş sayılmaz.
Ben derim ki: Eğer kabızdan hemen sonra ansızın ölürse, bu mesele kabul edilir.
«Enfâil vesail ilh...» Enfâil Vesâil´in ifadesi şöyledir: «Vakfın hak sa-hipleri haklarını taleb ederler, o
da tehir ederek vermez ve bildirmeden ölürse zamin olur. Eğer gelirin hak sahipleri haklarını talep
etmezlerse,o zaman bakılır: Eğer mütevelli eminliği ile maruf zamin olmaz. Eğer mütevelli böyle
tanınmış bir kişi değilse, şer´i bir engel olmadan verme-mişse zamin olur.»
Reddin hülâsası şudur: «Enfâil Vesail´deki bu bahis mezheb ehlinin, «Mutlaka zamiridir, ister maruf
ve mahmud olsun, ister olmasın.» görüsüne aykırıdır. İsmailiye´de de, «Vakıf nâzın hak sahibi olan
kimse hakkını istedikten sonra ölürse zamindir.» diye fetva verilmiştir. Çünkü hak sahiplerinin
hakkına engel olmakla zalim olmaktadır. Bunun şekli de açıktır. Çünkü yasaklama ile emanete
zamin olunur.»
«Hâkim ilh...» Hâkim hayatta iken, «Yetimin malı yanımda zayi oldu.» veya «Ben o malı yetime infak
ettim» demişse, öldükten sonra za-min olmaz. Fakat hiçbir şey söylemeden ölürse zamin olur.
Haniye, Vakıf bahsi. Hâmiş´te de böyledir.
«Zamin olur ilh...» Zamindir çünkü yetimlerin malları varislere geçmez. O zaman hâkimin
terekesinden yetimlere ödenmesi gerekir, işte bundan anlaşılıyor ki, vasi yetimin malını evine koyar
ve bildirmeden ölürse, zamin olur. Çünkü onun mal üzerindeki velayeti ya hâkimden veya
babasından alınmıştır. O halde onun zamin olması öncelikle gerekir. Varisin dıman olmasına dair
Hayriye´de de bir görüş vardır. Sâyıhânî.
«Dokuz olur ilh...» Zira yukarıda açıklandığı gibi mufavaza ortağı bahisten çıkarılmıştır.
«Vasisi ilh... » Vasisi sözü, Eşbâh´ın «vasiû sözüne dahildir. Ancak Musannıf burada açıklamayı
kasdettiğinden dedenin vasisine hamletmiştir. Düşün.
«Altı tane de mahcurlardan ilh...» Bunlar çocuğun dışında olmak üzere altıdır. Çocuk, Eşbâh´ın
saydıkları arasında zikredildiği için Şurunbulâliye burada iskât etmiştir. Çünkü onun maksada
Eşbâh´ta olana ilâ-ve yapmaktır. Anlayın.
«Hacr yedi sınıfı kapsamına alır ilh...» Ama burada yediden hangisi çıkarılarak altıya indirildiğine
bakılsın.
«Çocuklar ilh...» Çocuk meselesi Eşbâh´ta olan on meseledendir. Ancak Musannıf kendi «Çocuk
baliğ olur da sonra ölürse zamin değil-dir.» sözüne itibarla burada tekrar saymıştır. Sonra bana
zahir oldu ki, Musannıfın burada çocukları tekrar sayması, mahcurların yalnıza yedi ol-ması içindir.
Altı demesindeki maksat da, çocuklar dışındakilerdir. Çün-kü çocuklar Eşbâh´ta zikredilmiştir.
Bundan ötürü Musannıf burada, «mahcurlardan altı tanesi» demiştir.
«Akıl zayıflığı olan da çocuk gibidir ilh...» Zannediyorum ki Musannıf bu teşkil ile Veciz´den gelecek
meseleyi kasdetmektedir. Çami´in telhi-sinde, «Mahcur olan on iki yaşında ve akıllı bir çocuğun
yanına birşey konulmuş olsa, o da baliğ olmadan ve emaneti bildirmeden ölse, ona zıman vacib
değildir.» denilmiştir. S.
«Mufavaza şirketi ortağı ilh...» Daha önce açıklandığı gibi bu, güve-nilen sözün aksinedir.
«Habersiz ilh...» Şurunbulâliye burada Eşbâh sahibine uymuştur. Çünkü Eşbâh sahibi, «bilgisi
dışında» demiştir.
Hamevî buna itiraz ederek, «Doğru olan, ev sahibinden izinsiz atılan demesiydi. Nitekim Camii´n
şerhinde de böyledir. Zira insanın bilmediği birşeyi bildirmesi muhaldir.» demiştir. Öyleyse uygun
olan nazımda, «İz-ni olmadan» demesiydi.
«Mahcurlar ilh...» Eğer mahcurlardan kastı geçtiği gibi altı ise, na-zımda mevcut olan onyedi olur.
«Varis ilh...» Varis, murisinin yanındaki emaneti bildirmeden ölürse zamin olmaz.
neslinur
Sun 7 February 2010, 11:08 pm GMT +0200
METİN
Emanetçi, emâneti mâlikin izni olmadan aynı cins olan veya olmayan kendi malıyla veya bir
başkasının malıyla karıştırsa -İbni Kemal- öyle karıştırsa ki birbirinden ayrılmasa, ancak külfetle
ayrılabilse, meselâ buğdayı arpa İle, sağlam parayı kalp para ile karıştırmak gibi -Müctebâ-, emneti
zamin olur. Çünkü karıştırmakla onu helak etmemiştir. Şu kadarı var ki, tazmin etmeden önce onu
yemesi de mubah değildir. Mâlik, ema-netçiyi ibra ederse, ibra sahihtir.
Emanetçi cari kıymetli parayı kıymetsiz para ile karıştırırsa yine zamindir. Çünkü karıştırmakla onu
ayıplı hâle getirmiştir. Eğer emanet olan kıymetsiz parayı kendi kıymetli parası ile karıştırırsa,
emanetçi za-min değil, ortak olur. Çünkü burada malı ayıplı hale getirmek yoktur. Müctebâ.
Emanetçi emaneti mâlikin izni ile kendi malıyla karıştırırsa o zaman mâlik ile emanetçi mülk
ortaklığı ile ortak olurlar. Nitekim emanet ile emanetçinin malı meselâ kesenin arasındaki dikişin
sökülüp iki paranın karışması gibi, emanetçinin müdahalesi olmadan karıştığında emanetçi nasıl
zamin olmazsa, bunda da zamin olmaz. Çünkü emanetçinin tecavüzü yoktur.
Emanet ile emanetçinin malı, emanetçiden başkası karıştırsa, karış-tıran zamin olur. Eğer karıştıran
çocuk ise, çocuğun babası değil, ço-cuğun kendisi zamindir.
Emanetçi, emânet malın bir kısmını infâk etse, sonra onun mislini getirerek emanetin kalan
kısmıyla birbirinden seçilmeyecek şekilde ka-rıştırsa, malın hepsine zamin olur. Çünkü kendi malı
ile emaneti karıştırmıştır.
Fakat karıştırdıktan sonra birbirinden ayırmak mümkün ise veya infak ettiğini getirip
karıştırmamışsa veya ona iki ayrı şey emanet edildiği halde o birisini infak etmişse, o zaman
emanetçi yalnız infak ettiğine zamindir. Müctebâ. Tabiî bu. eğer parçalamak emanete zarar
vermemişse böyledir.
Emanetçi emanet malı kullanmışsa, meselâ, emanet elbise ise giy-miş, hayvan ise binmiş veya bir
kısmını almış ve sonra kullandığı anla-şılmayacak şekilde aynısını mâlikin eline teslim etmişse,
eğer tekrar kullanma niyeti yoksa, zamin olmaya yol açan sebeb de yok olur. Eşbâh´ın, Niyet´in
Şartları bahsinden.
İZAH
«Kendi mcdıyla ilh...» Mütevelli, kendi malıyla vakıf malını karıştırırsa, zamin olmaz. Hülâsa adlı
eserde ise zamin olduğu söylenmiştir. Onun tazmin yükümlülüğünden kurtulmasının yolu ise onu
caminin ihtiyacına sarfetmek veya hâkime vermektir. Mintekâ.
Hâkim çocuğun malı ile kendi malını karıştırsa, zamin olmaz. Yine simsar (komisyoncu) birisinin
malını diğerinin malı ile karıştırsa, zamin olmaz. Fakat kendi malı ile karıştırırsa zamin olur. Uygun
olan mütevel-linin de böyle (zamin) olmasıdır.
Vasi yetimin malını beyan etmeden ölürse, zamin olmaz. Çocuğun malını kendi malı ile karıştırırsa,
zamin olur.
Hâkîr fakih diyor ki: Müntekâ adlı eserde de nakledildiği gibi vasi çocuğun malını kendi malı ile
karıştırırsa zamin olmaz. Vecîz´de, Ebû Yusuf da, «Vasi çocuğun malını kendi malıyla karıştırır ve
mal zayi olur-sa, zamin olmaz.» demiştir. Nûru´l-Ayn yirmi altıncının sonunda Sâyıhânî´ nin yazısı ile
Hayriye´den. Vasinin zamin olduğuna dair bir görüş vardır.
Ben derim ki: İfade olunduğuna göre, tercih edilen vasinin zamin olmamasıdır. Velhâsıl malı kenai
malı ile karıştırdığında zamin olmayan-lar mütevelli, hâkim, komisyoncu ve vasi´dir. Uygun olan
babanın da zamin olmamasıdır. Câmiü´l-Fusûleyn´de olan da bunu desteklemektedir.
Câmiü´l-Fusûleyn´de şöyle denilir: «Baba çocuğunun malı almakla gasbedici olmadığı gibi, muhtaç
olduğu takdirde çocuğunun malından alma hakkına da sahiptir. Muhtaç olduğu için değil, korumak
için almışsa yine zamin olmaz. Ancak ihtiyacı olmaksızın onu telef etmişse, o zaman zamindir.»
Şüphesiz baba vasiden daha önce gelir. Düşün.
Babanın çocuğundan maksat, küçük çocuktur. Nitekim Fusûl-i İmâdiye.de de böyle kayıtlanmıştır.
«Ayrılmasa ilh...» Eğer birbirinden seçilmesi kolay ve mümkün ise, cevizin bademle, beyaz
dirhemin siyah dirhemle karışması gibi, o zaman o maldan mâlikin hakkı icmâ ile kesilmez. Bundan
anlaşılıyor ki, ayrılmamasından murad, kolayca seçilememesidir. Ayrılma imkânı hiç yok-tur demek
değildir. Bahır.
«Onu helak etmiştir ilh...» Helak ederek o emânete zamin olunca, ona mâlik olmuş olmaktadır.
Yalnız tazmin etmezden önce o malı yeme-si mubah değildir. Ebû Henîfe´ye göre mâlikin emanet
üzerinde artık hiçbir hakkı yoktur.
Eğer mâlik emanetçiyi ibra ederse, mâlikin hem ayndaki, hem de deyndeki hakkı düşer.
«Ortak olur ilh...» Musannıf bunun benzerini Müctebâîdan da nakletmiştir. Bunun emânetten
başkasına ait olması umulur. Veya bu gö-rüş yukarıda geçen, «Emânette (vediada) karıştırmak
mutlaka tazmini gerektirir.» görüşüne karşı bir kavildir. T.
Şeyhimiz, «Bu görüş İmam Muhammed ile Ebu Yusuf´un emanet meselesindeki görüşleri olabilir.
Çünkü onlar, «Karştırmak, emanette bir ayıp meydana getirmezse, şirkete mucib olur.» demiştir.
«Emanetçinin müdahalesi olmadan ilh...» Emanetçinin müdahalesi olmadan karışsalar, karıştıktan
sonra da helak olsalar, helak olan hem mâlikin hem emanetçinin malından olur. Geri kalan kısım da
emanetçi ile mâlik arasında ortaklı bir mal gibi hisselerine göre taksim olunur. Bahır.
«Bir diğeri ilh...» Emanetçiden başkası ister yabancı, ister aile fert-lerinden olsun, eşittir. Bahır,
Hülâsa adlı eserden.
«Mislini getirerek ilh...» İbni Sem´a İmam Muhammed´den şöyle nak-leder: «Birisi diğerine emanet
olarak bin dirhem verse emanetçi bu bin dirhemle birşey satın alsa, sonra o bin dirhemi hibe veya
satın almakla temin ederek yerine koysa, yerine koyduktan sonra zayi olsa, zamin ol-maz.»
Yine İmam Muhammed´den şöyle rivayet edilmiştir: «Emanetçi, ema-net olan bin dirhemi mâlikin
izni ile borçlu olduğu kimseye verse, alan adam paraların züyuf olduğunu görerek iade etse, iade
edilen dirhemler helak olsa, zamin olur. Tatarhâniye.
Şeyhimiz şöyle demiştir: «Bu tazminin şekli, malikin izni ile onu borçlusuna ödediğinde o parayı
karz olarak almış olur. Karz olan para ise sahibinin mülkiyetinden çıkmaktadır. Buna göre hak onun
zimmetine intikal etmektedir. O paranın iade edilişi ile ondaki emanetlik hakkı dönmektedir.»
«Hepsine zamin olur ilh...» Bir kısmına infak ile, bin kısmına da karıştırmakla zamin olur. S. Bahır.
«Ayırmak mümkün ise ilh...» Meselâ beyaz dirhemle siyah dirhemi, dirhemle dinarı karıştırmak gibi.
Zira bu karıştırmada icma ile mâlikin hakkı kaybolmaz. Miskin. S.
«Tabii bu eğer onu parçalamak emanete zarar vermiyorsa böyledir ilh...» Bu görüş, «infak etse de
sonra iade etmese.» sözü ile bağlantılı-dır.
T. diyor ki: «Ben emanetçinin yalnız infak ettiğine mi, yoksa tama-mına mı zamin olduğu
hususunda birşey görmediğim için yazamıyorum.»
«Parçalamak ilh...» Dirhem dinar, ölçülecek ve tartılacak meta gibi.
«Eşbâh ilh...» Eşbâh´m ifadesi şöyledir: «Emanetçi emanete karşı aşırı hareket etse sonra bundan
vazgeçse, fakat tekrar tecavüz etmek niyetinde ise, aşırı gitme hali ortadan kalkmış sayılmaz.»
Hâmiş´te de böy-ledir.
«Eşbâh´m Niyetin şartları bahsinden ilh:..» Bu bahsi Bahir Zahiri-ye´den naklen, Niyetin şartları
bahsinde değil, Vedîa bahsinde zikretmiş-tir. Şöyle: «Bir kimse emanet elbiseyi gündüz giyse
akşam sabahleyin yine gitmek niyetiyle çıkartsa, aynı geçe elbise çalınsa, tazmin
yüküm-lülüğünden kurtulmuş olmaz.»
METİN
Ariyet alan ile bir şeyi kiralayan emanetçinin aksinedir. Ariyet alan ile kiracı tecavüzü ortadan
kaldırsalar bile dımândan kurtulamazlar. Çün-kü onların amelleri kendileri içindir. Fakat emanetçi,
satışa, korumaya, kiraya vermeye, kiralamaya vekil olan, mudarebede işletmeci meccânen işletmeci
inan veya mufavaza şirketi ortağı ve rehin için ariyet alan ile kiracının hilâfınadırlar. Eşbâh.
Velhâsıl, emin kimse yanına emanet bırakılan şeye tecavüz etse, son-ra da saldırıyı izale etse,
zamin olma devam eder. Ancak yukarıdaki on akit bundan müstesnadır. Çünkü eminin eli mâlikin
eli gibidir.
Mâlik emin kimsenin, muvafakata döndüğünü yalanlasa, söz mâlikin-dir. Bazı âlimler de, «Söz
işletmecinindir» demişlerdir. İmâdiye.
Mâlik´in, emaneti talebinden sonra emanetçi, emâneti inkâr ede-rek, «Sen bana bir şey emanet
bırakmadın» dedikten sonra ikrar etmesi tecavüzden sonraki reddin aksinedir. Bununla dımân
ortadan kalkmaz. Emanetçi emaneti inkâr ile mâlikin hibe ettiğini veya sattığını iddia et-se, zamin
olmaz. Hülâsa.
Mâlik emânetin durumunu sorsa, emanetçi onu inkâr etse emanetçi helak olsa, zamin olmaz. Bahir.
Musannıf bu meseleyi, «İnkâr halinde iken onu yerinden naklederse.» sözüyle sınırlamıştır. Zira
eğer inkâr sı-rasında onu nakletmezse, helak olduğunda zamin değildir. Hülâsa.
İZAH
«Kiracı ilh...» Bineği kiralayan veya ariyet olarak alan kimse hayvanı geri vermemeye niyet etse,
sonra buna pişman olsa, eğer niyeti sıra-sında yolda gidiyorsa, niyetinden sonra hayvan helak
olursa zamin olur. Fakat eğer niyetinden pişman olduğunda duruyorsa, niyetini terkettiği vakit
eminliği avdet eder. Câmiü´l-Fusûleyn.
«Hilâfınadırlar ilh...» Eğer emanetçi emaneti bir ay korumaya memur edilmişse, bir ay geçtikten
sonra o emaneti kullanırsa, sonra kullanmayı terkederek korumaya dönerse, zamin olur. Çünkü
koruma müsadesi bir aydır ve o da geçmiştir.
«Vekil ilh...» Vekil, satışı ile vekil olduğu emaneti kullansa, sonra kullanmayı terketse, zayi olduğu
takdirde zamin olmaz.
«Kiraya vermek için vekil ilh...» Yani birisi müvekkiline bir binek kiralamaya veya bineğini kiraya
vermeye vekil olsa, ona binse, sonra terketse, zamin olmaz.
«Mufavaza ilh...» Fakat mülk ortağı tecavüz etse, sonra tecavüzü izale etse dımânı devam eder.
Nitekim bu açıktır. Zira sabit oldu ki mülk şirketinde ortak, diğer ortağın hissesinde ecnebidir.
Ortaklardan birisi şir-ketin bineğini başkasına ariyet olarak verse ve tecavüz etse, sonra te-cavüzü
kaldırsa, dımân devam eder. Fakat binek korumak şekliyle onun nöbetinde olsa, aşırı gitse ve
tecavüzü kaldırsa, dıman ortadan kalkar. Bu bir fetva vakıasıdır ki, bana soruldu. Ben de zikrettiğim
gibi cevap verdim. Halbuki ben bu vakıayı fakihlerin sözlerinde görmemiştim. Bunu zikredilen
meseleden çıkardım. Zira o ortak bu halde emanetçidir. Fakat şirketin hayvanını ortağın izni
olmadan kullanması fakihlere göre dımânla meşhur ve sabit bir meseledir. Minâh üzerine Remli.
«Rehin için ariyet alan ilh...» Yani rehin vermek için bir köle veya bir hayvanı ariyet verse, rehin
vermezden önce köleyi çalıştırsa veya hay-vana binse, sonra onu kıymetinin misli bir mal ile rehin
verse, sonra o malı ödese, fakat rehin verdiği köle veya hayvanı almasa, o da rehincinin yanında
helak olsa, rehin veren zamin olmaz. Çünkü o, rehin ver-diği andan itibaren dımândan kurtulmuştur.
Bu mesele Bahır´da olduğu gibi Musannıfın, «ariyet alanın aksine» sözünden istisna edilmiştir.
«Muvafakata döndüğünü ilh...» Nûru´l-Ayn Mecmaü´l-Fetâvâ´dan şöyle nakleder: «Herhangi emin bir
kimse mâlike veya akte muhalefet ettikten sonra muvafakata dönerse, eskiden olduğu gibi yine
eminliğe avdet eder. Ancak ariyet alan ile kiracı tecavüzlerinden dönseler bile zamin olarak
kalırlar.» Bunların zamin kalmaları daha uygundur. Düşün.
Nuru´l-Ayn´ın ifadesi şöyledir: «Muvafakata döndüğü ifadesinin yeri şarihin «velhasıl emin
kimsenin» kavlinin yanında olması lazımdı. Zira şarihin, «Sonra taaddiyi izale etmiş olsa» kavlinde
bir şüphe vardır. Çünkü taadinin tahakkuk ettiği bir zamandan sonra onun izalesi muhaldir. Ama
Mecmaü´l-Fetava´nın, «Sonra muvafakata dönse» kavlinde hiçbir şüphe yoktur. Evla olan da böyle
denilmesiydi.»
«Söz emanetçinindir ilh...» Çünkü o dımânı kaldırır.
«Hibe ilh...» Yani mâlikin kendisine hibe ettiğini veya sattığını iddia ederse.
«Mâlikin ilh...» Hâniye´de şöyle denilmiştir: «Gâib olan kimsenin ka-rısı ile yetim çocuğun komşuları
infak için yetimin veya gâib kimsenin malından taleb etseler vasi de reddetse, zamin olur.»
Sâyıhânî. Benzeri Tatarhâniye´de de vardır.
«İnkâr halinde ilh...» Bunun açık anlamı emaneti nakille ilgilidir. Bu-nun meydana gelmesi uzak bir
ihtimaldir. Hülâsa´da şöyle denilir: «Ecnâs´ın Gasb bahsinde, «Emanetçi, emaneti inkâr halindeki
yerden nakl-ederse zamin olur. Eğer orada nakletmezse, helak olduğunda zamin ol-maz.»
denilmiştir.» Bu açıktır. Bunun üzerine Musannıfın, «inkâr halin-de» sözü «yerinden» sözüyle
ilgilidir.
Müntekâ´da da şöyle denilmiştir: «Ariyet tahvil edilebilecek bir nes-ne ise. tahvil etmeden de inkâr
ile zamin olur. Şeyhimiz Şurunbulâliye´ den naklen, «Emanet tahvil edilebilen cinsten olsa, onu
tahvil etse de inkâr ettiğinden zamin olur.» demiştir. Bu sözü Bedâî´nin, «Zira emanet akti mâlikin
talebi ile fesholur. Mâlikin talebi ile emanetçi kendisini ko-rumaktan azletmiş olur. O halde
başkasının malı izinsiz olarak kendi elin-de kaldığından o mal zamin olmuş bulunur. Helak
olduğunda emanetçi-nin dımânı sabit olur.» sözü de teyid eder. Sâyıhânî.
Tatarhâniye´de, Hâniye´den naklen şöyle denilir: «Natifî şöyle zikret-miştir: «Emanetçi emaneti
sahibinin huzurunda inkâr etmiş olsa, o in-kâr emanet akdini fesheder. Hatta emanetçi emaneti
inkâr ettiği zamanki yerden naklederse zamin olur. Eğer inkârdan sonra o yerden nakletmez-se,
helak olduğunda zamin olmaz.» Düşün.
«Hülâsa ilh...» Hülâsa adlı eserde yalnız bu mesele üzerinde durulmamıştır. Bunu Ecnâs´ın Gasb
bahsinden nakletmiştir. Naklinden son-ra da Müntekâ´dan «Emanet ve ariyet olan birşey eğer
nakledilebilecek cinsten ise, nakletmese bile inkârla zamin olur.» sözünü nakletmiştir.
Remli de, «Açık olan şudur ki, Ecnâs´ta olan metin sahiplerine göre sıhhati açık olmayan bir görüş
olduğu için hiç bakmamışlardır. Ayrıntı-ları fıkıh kitaplarına bakılırsa mesele anlaşılır.» demiştir.
METİN
Musannıf bu bahsi, «Emanet menkûl de olsa» sözüyle sınırlamıştır. Çünkü gayrı menkûle İmam Ebû
Hanîfe ve Ebû Yusuf´a göre inkâr da edilse zamin olunmaz. İmam Muhammed ise sağlam görüşe
göre on-ların aksine zamin olacağını söylemiştir. Zeylâî. Gasb bahsi.
Musannıf bahsi, «Orada emanete zarar verecek bir kimsenin olmaması» sözüyle de sınırlamıştır.
Eğer emaneti naklettiği yerde emanete zarar gelmesinden korkulmazsa. o zaman zamin olmaz.
Çünkü bu nakil, hıfzetme babındandır.
Musannıf bu bahsi yine, «İnkârdan sonra emanetçinin emaneti hazırlamaması,» sözüyle de
sınırlamıştır. Zira emanetçi, emaneti inkâr et-tikten sonra hatırlasa, mâlik de ona, «Emanet olarak
kalsın.» dese, eğer emanetçinin onu alıp koruma imkânı varsa, zayi olduğunda zamin olmaz. Çünkü
bu, yeni bir emanet vermedir. Eğer alıp saklama imkânı olmadığı halde alırsa, zayi olduğunda zamin
olur. Zira red tamamlanmamıştır. Mu-sannıf bu bahsi yine, «İnkârı mâlike yaparsa» sözüyle de
sınırlamıştır. Zira mâlikten başkasına, yanında emanet olduğunu inkâr ederse zamin olmaz. Çünkü
mâlikten başkasına inkâr etmek, korumaktır.
Yukarıdan aşağıya sayılan bütün şartlar tamamlansa dahi emanetçi ikrardan sonra dımândan
kurtulmaz. Ancak yeni bir kitle beri olabilir ki, bu da mevcut değildir.
Emanetçi, emaneti inkâr ettikten sonra emanetin geri verildiğini id-dia eder ve buna delil ikâme
ederse, iddiası makbul dımândan da kurtul-muş olur. Nitekim inkârdan önce geri verildiğine dair
ikâme etse, in-kârdan sonra da, «unutmuşum» veya «yanılmışım» veya «verdiğimi zan-netmiştim»
veya «Bende senin emanetin mevcut değildir.» diyerek delil ikâme etse, delili makbuldür.
Emanetçi ikrardan önce emanetin helakini iddia etse, o zaman he-laki bilmediğine dair yemin
etmesi gerekir. Eğer yemin ederse emanet-çiye tazmin ettirir. Eğer yeminden kaçınırsa emanetçi
beridir. Ariyet de bunun gibidir. Minhac.
Emanetçi, emanetin kıymeti biliyorsa, inkâr ettiği gündeki kıyme-tine zamindir. Kıymeti bilmiyorsa,
o zaman, emanet bırakıldığı günün kıymeti ile zamindir. İmâdiye.
İşletmeci sermayeyi inkâr ettikten sonra, o sermaye ile mal alırsa, emanetçinin aksine zamin olmaz.
Haniye.
Mâlik yasaklamadığı ve yolda da emanetten korkulmadığı takdirde emanetçi emanete taşıyıcı da
gerekse, onunla yola gidebilir. Eğer mâlik yasaklamışsa, emanetçide emaneti taşımaktan
korkuyorsa, sefere gitme-si de zaruri değilse, emaneti ile sefere gitmesi halinde zamin olur. Eğer
emanetçinin seferi zaruri ise, yalnız başına gittiği takdirde helak olan emanete zamindir. Ehli ile
birlikte gitmişse zamin olmaz. İhtiyar.
İZAH
«Mâlike ilh...» Veya Tatarhâniye´de olduğu gibi vekiline.
«Mâlikten başkasına inkâr ederse ilh...» Emanetçi inkârında, «Onun yanında birşeyi yoktur.»
dedikten sonra geri verdiğini veya helak oldu-ğunu iddia ederse, iddiası tasdik olunur. Fakat
inkârında, «O bana ema-net olarak birşey vermedi.» dedikten sonra geri verdiğini veya helak
ol-duğunu iddia ederse iddiası tasdik olunmaz. Bahır.
Birinci şekilde emanetçinin iddiası, sözü, «Onun yanımda olan malı borçtur.» şeklinde kabul
edildiği için tasdik olunur. Çünkü o anda ema-neti inkâr etmiş olmaktadır. Düşün.
Çâmiü´l-Fusûleyn´de şöyle denilir: «Mâlik´in emaneti talep etmesi üzerine emanetçi ona, «yarın
taleb et.» dese, taleb et dediği günde mâ-likin talebi üzerine de, «Emanet, yarın taleb et sözümden
önce helak ol-du.» dese çelişkiye düştüğünden zamin olur. Fakat eğer taleb et dediği günden sonra
helak olduğunu söylerse zamin olmaz. Mâlik emaneti ta-leb etse emanetçi, «Sana geri verdim»
dedikten sonra, «Sana geri vermedim ama helak oldu.» dese, yine çelişkiye düştüğü için sözü
tasdik edilmez ve zamindir.»
Çâmiü´l-Fusûleyn´de daha sonra da, «Emanetçiyi zamin eden her fiille rehinci de zamin olur.»
demiştir.
«Delil ikâme etse ilh...» Haniye ve Hülâsa´da böylece nakledilmiştir. Bahır´ın Hülâsa adlı eserden
naklinde de, «Emanetçi tasdik olunmaz.» ifadesi vardır. Lâkin onun ifadesinde düşme vardır.
Düşmeye de sözün delilde olması delâlet eder. Zira söz mücerret dava hakkında değil ki, «tasdik
olunmaz» denilsin. Ben Hülâsa´ya başvurarak düşen ifadeyi Ba-hır´ın hamişine yazdım.
«Biliniyorsa ilh...» Minâh´ta bu ifadeden önce, Hülâsa adlı eserden naklen açıklama yapmadan
emanet bıraktığı günün kıymetine zamin ol-duğu yazılıdır. Lâkin Minâh sahibi Hülâsa´dan naklinde.
Bahir sahibine uymuştur. Halbuki Bahr´ın ifadesinde düşme vardır. Çünkü benim Hülâsa´dan
gördüğüm İmâdiye´dekine uygundur. Uyanık ol.
«İşletmeci inkâr ettikten sonra ilh...» Yani işletmeci mâlike, «Sen bana hiçbirşey vermedin»
dedikten sonra.
«Mal alırsa ilh...» Yani inkârdan dönerek malın verildiğini, «Sen bana sermaye verdin.» şeklinde
ikrar ederek onunla mal alsa, zamin olmaz. Bunun aksine sermayenin varolduğunu inkârdan sonra
ikrar etse, fakat bununla mal aldığını inkâr etse, zamin olur. Aldığı da kendisine aittir. Hâniye´den
minâh.
«Ehli ile birlikte gitmişse im...» Fakihler icmâ ile şöyle demişlerdir: «Eğer emanet ile denizde
yolculuk yapmışsa zamin olur.» Bunu İsbicabi söylemiştir. Aynî´de de böyledir. Medenî.
METİN
İki kişi birisine misli veya kıymeti takdir edilebilecek birşeyi emânet bıraksalar, emanetçi bunların
birisine hissesini arkadaşının gıyabında ve-remez, (vermesi caiz değildir) Eğer verirse zamin olur
mu? Dürer´de, «Evet. zamin olur.» denilmiştir. Bahır´da ise, «İstihsânen zamin olmaz.» denilmiştir.
Tercih edilen görüş de budur.
Birisi taksim olunabilecek cinsten birşeyi iki kişiye emanet bıraksa, onlar da malı taksim ederek
herbirisi malın bir kısmını muhafaza etse-ler, meselâ iki rehinci, iki meccânen işletmeci iki vasi ve
bir adamın alışla iki vekili gibi, bunlardan biri kendi elindekini diğer arkadaşına verse, veren kimse
zamin olur. Bunun aksine iki kişiye emanet edilen şey tak-sim edilemeyen bir cinsten ise, birisi
arkadaşına verdiği takdirde za-min olmaz. Çünkü malı birisinin izni ile koruması caizdir.
Emanet bıraktığında mâlik emanetçiye, «Aileme verme» dese, veya «Bu emaneti şu odada koru.»
dese, emanetçi de emaneti ancak onun koruyabileceği birisine verse veya emaneti mâlikin dediği
odada değil de başka bir odada korusa bakılır: Eğer o binanın bütün odaları koruma bakımından
eşit iseler, zamin olmaz. Eğer eşit değil iseler zamin olur. Çünkü takyide uymakta fayda vardır.
Emanetçinin emanetçisi zamin olmaz. Emanetçi birbirlerinden ayrıl-dıktan sonra helak olursa yalnız
birinci emanetçi zamindir. Eğer ayrıl-madan önce helak olursa dımân yoktur. Mâlik, «Mal ikinci
emanetçinin yanında helak oldu» dese, birinci emanetçi de, «O bana verdi, benim yanımda helak
oldu.» dese, iddiası tasdik edilmez. Fakat kendisinden gasbedildiğini iddia ederse, sözü tasdik
edilir. Çünkü emindir. Sirâciye.
Müctebâ´da şöyle denilir: «Temizlikçi yanılarak bitişinin kumaşını diğerine verse ve o da kesse, ikisi
de zamindirler. İmam Muhammed´den şöyle rivayet edilir: «Emanetçi, kendisine emanet edilen
hayvan ise, hay-vana bir hastalık isabet etse, emanetçi bir diğerine, «Bunu tedavi et.» dese hayvan
o tedaviden ölse, mâlik, emanetçi ve tedavi edenden dile-diğine tazmin ettirir. Mâlik hayvanı eğer
tedavi edene tazmin ettirirse, tedavi eden de eğer hayvanın bir başkasına ait olduğunu bilmiyorsa
bi-rinciye (yani emanetçiye) dönerek ödediğini ondan geri alır. Eğer başka-sının malı olduğunu
biliyorsa, emanetçiye rüçû edemez.»
Gâsıbın emanetçisi bunun aksinedir. Mâlik dilerse gâsıba, dilerse emanetçisine tazmin ettirir. Mâlik
eğer emanetçiye tazmin ettirirse ema-netçi malın gasbedilmiş olduğunu bilse bile zahir kavle göre
gâsıbtan alır. Dürer. Bu görüş Kûhistânî, Bakânî, Bercendî ve bunlardan başka âlimlerin hilâfınadır.
İZAH
«Misli ve kıymeti ilh...» İmameyn, bu ifadedeki «misli» hakkında, deyn-i müştereke kıyas ederek
İmama muhalefet etmişlerdir. Bahir.
«Caiz değildir, ilh...» Musannifin bu adem-i cevazı gelecekteki, «Eğer vermiş olsa zamin olmaz.»
sözüne binaen takdir etmiştir. O zaman «ve-remez» sözünden maksat, «vermesi caiz değildir.»
demektir. Bu hususta olan itiraz gelecektir. Musannif «veremez» sözü ile vermenin caiz ol-madığına
işaret etmiştir. İmam-ı Azam´ın görüşlere göre hâkim dahi emanetçiye onun hissesini ver diye
emredemez. Fakat verse, onun ver-mesi ittifaken taksim sayılmaz. Yanında kalan helak olmuş olsa
his-sesini almaya, hissesini alana rücû eder ve hakkını ondan alır. Musan-nif yine, «veremez»
sözüyle emanetçi veremediği gibi emanet bırakan-lardan herhangi birisi hissesini alma fırsatı
bulduğunda alabileceğini ifa de etmekredir.
Fakat eğer alan kimsenin elindeki helâk olursa, aldığında orada bulunmayan kimsenin kalan
hissesine ortak olmaz
«Arkadaşının yokluğunda ilh... Bu İmam-ı Azam´a göredir. Hz. Ali´den de böyle rivayet edilmiştir.
İmam Muhammed ile Ebû Yusuf ise, «Ema-netçi iki emanet verenden birisine hissesini arkadaşının
gıyabında verebilir.» demişlerdir. Çünkü bu kimse kendi payını taleb etmiştir. İkisi de hazır
olduklarında birisinin hissesini istemesi halinde verebileceği gibi bunda da verebilir. İmameyn´in
görüşü ile diğer üç mezhebin imam-ları da kail olmuşlardır.
Emanetçi misliyattan olan birşeyse zaten icmâ ile emanetçi bir diğe-rinin gıyabında taleb eden
emanet verene hissesini veremez. Aynî böyle demiştir. Dürer´de de şöyle denilir: «İhtilâf misli
olanla kıymeti olandadır. Sahih olan ise ihtilâf yalnız misliyattadır.»
Bu açıklamadan anlaşılıyor ki, metin ve şerhte olan Icmâ edilmiş sa-hih bir mesele değildir.
Şeyhimiz Kadı Abdulmun´im Medenî.
Fakir Muhammedü´l-Beytâr demiştir ki: «Zannediyorum ki, Musan-nıf bu sözünden dönmüştür. Zira
o öyle bir söz söylemiştir ki, cidden açık değildir. Ben onu yazmayacaktım, ancak kalbime birşey
geldi, yazarak yanlışlığına işaret ettim. Araştırdığın takdirde anlarsın.»
Hamiş ve Dürr-i Müntekâ´da da, «Eğer emanetçi isteyene yarısını verse, sonra elinde kalan helak
olsa, gâib olan gelse, Ebû Yusuf, «Eğer verdiğini hâkimin hükmü ile vermişse, hiç kimse zamin
değildir. Eğer hâ-kimin hükmü olmadan vermişse, sonra gelen kimse emanetçiden önce-kine
verdiğinin yarısını alır. Emanetçi de dilerse öncekinden yarısını alır. demiştir.» denilmiştir.
Zahire´de de böyledir. Fetâvâ-yı Hindiye´nin Vedîa kitabının ikinci babındadır.
Naklettiğimiz metinler ifade ediyor ki, eğer emanetçi emanetin tü-münü hâkimin hükmü olmadan
emanet verilenlerin birisine verirse, hak-kını almayan emanet bırakan hissesine düşeni emanetçiye
tazmin etti-rir. Emanetçi de döner, tazmin ettiği miktarı verdiğinden geri alır.
«Tercih edilen görüş budur ilh...» Makdisî, «Bu görüş büyük imam-ların üzerinde durdukları
meseleye aykırıdır. Çünkü metinlerin ekserisi büyük imamların görüşü üzerinde müttefiktirler.»
demiştir.
Şeyh Kasım da şöyle der: «Nesefî, Ebû Hanîfe sözünü tercih etmiş-tir.» Mahbûbî, Sadrı Şerîa ve
Ebussuud Hâmevî´den nakletmişlerdir.
«Veren adam zamin olur ilh.» Islâh´ta olduğu gibi, yalnız yarısına za-min olur. Burada alan değil,
veren zamindir. Çünkü o, emanetçinin emanetçisidir. Bahır.
«Ancak onun koruyabileceği birisine ilh...» Musannif bu sözüyle emanetin ancak mâlikin menettiği
adamın yanında korunabileceği hâle işaret eder. Hatta mâlik, emanet olan bir at ise, emanetçinin
onu karısına vermesine engel olabilir. Emanetçi eğer verirse, zamin olur. Bahir.
«Eşit değillerse zamin olur ilh...» Meselâ, mâlikin, emanetçinin ema-neti koymasını yasakladığı
yerin arkasının sokak olması gibi. Bahir.
«Yalnız birinci emanetçi ilh."..» Yani emanetçi kasden ikinci bir kim-seye emanet verse.
Câmiü´l-Fusûleyn´de, «Emanetçi hamama gitse, emaneti alan dirhemleri de elbisesi ile birlikte
çamaşırcının yanına koysa. H. demiştir ki, «Emanetçi, emanet verdiğine zamin olur. S. ve T. de
şöyle demiş-tir: Burada emanetçi zamin olmaz. Çünkü burada emanet verme kasvermede söz
konusu olur.
Emanetçi mâlikin izni olmadan emaneti bir diğerine emanet verse sonra mâlik buna icazet verse,
birinci emanetçi oradan çıkar. Bahir. Hülâsa´dan.
«Tasdik edilmez, ilh...» Çünkü zamin olmak üzere ikrar etmiş, sonra da berî olduğunu iddia etmiştir.
İddiası ancak delil ile tasdik edilir. Câ-mlü´l-Fusûleyn.
«Gasbediltfiğini iddia ederse ilh...» Yani emanet emanetçiden gasbedildikten sonra onu geri
verdiğini iddia, ederse, dımânı gerektiren bir fiil işlememişse sözü tasdik edilir. O zaman emanetçi
emaneti geri ver-meden önce de geri verdikten sonra da emindir. Fakat emaneti bir ya-bancıya
vermesi bunun aksinedir. Çünkü bir yabancıya vermesi onun zamin olmasını gerektirir. Sâyıhânî.
Fer´î bir mesele: Birisi diğerine bin dirhem vererek ona, «Bunu Rey şehrine götür, falan kimseye
ver» dedikten sonra ölse, emanetçi o pa-rayı Rey´deki kişiye götürmesi için bir başkasına verse, o
kimse yolda giderken para çalınsa, emanetçi zamin olmaz. Çünkü ölenin varisidir. Eğer emaneti
bırakan hayatta ise emanetçi zamin olur. Çünkü vekildir. Ancak emanetçinin verdiği kimse yabancı
değil, aile fertlerinden birisi ise o zaman zamin olmaz. Haniye.
Bu hususta şeyhimiz şöyle demiştir: «Bu ifadenin doğrusu şudur: Müvekkilin ölümü ile vekil onun
vasisi olur. Müvekkil ona, «Sen ölümümden sonra da benim vekilimsin» demese de. Bu ise Vekâlet
bahsinde geçen «Müvekkil, «Sen benim hayatımda ve ölümünden sonra vekilimsin» demedikçe
vekil, vasi olmaz» sözüne muhaliftir. Bu mesele araştırılsın»
Birisi delil ile bir diğerine on dirhem verdiğini iddia etse, o da, «Sen bana bu parayı falan kimseye
vermem için verdin. Ben de ona verdim» dese, bu defi sahihtir. Bezzâziyye, Dava´dan.
«Birinciye dönerek ilh...» Câmiü´l-Fusûleyn´de, «Eğer mâlik hayvanı tedavi edene tazmin ettirirse,
tedavi eden hayvanın bir başkasının ol-duğunu ister bilsin, ister bilmesin, emanetçiye dönerek
tazmin ettiğini ondan alır. Fakat emanetçi, «Bu hayvan benim değildir.» veya «Bana tedavi ettirmem
emredilmedi.» dese, o zaman tedavi eden hayvanın kıy-metini ödedikten sonra emanetçiye dönüp
birşey alamaz.» denilmiştir. Düşün.
Fer´î bir mesele: Emanetçi mâlike, «Benim önüme koydun, kalkarken unuttum» dese o da,zayi olsa
zamin olur. «Sen evimde önüme koydun, ben de kalktım ve onu unuttum.» dese bakılır: Eğer para
çantası gibi evin avlusunda korunacak birşey değilse, zayi olduğunda zamin olur. Fakat evin
avlusunda korunabilecek birşey ise zamin olmaz. Bezzâziyye, Hülâsa, Fusûleyn, Zahire, Haniye.
Bu ifadenin zahiri, herşeyi kendine mahsus yerde korumanın gerekli olduğunu bildiriyor. Düşün.
Şu kadarı var ki, Hırsızlık bahsinde geçtiği gibi Hanefî mezhebinin zahirine göre eşyadan bir çeşit
için muhafaza yeri olan eşyanın bütün çeşitlerine muhafaza yeri olabilir. O halde tavladan çalının
bir inci için hırsızın eli kesilir. Düşün.
Ancak hırsızlıktaki koruma yeri ile emanetin koruma yeri arasında bir fark olması gerekir. Şöyle ki,
hırsızın elinin kesilmesi için çaldığı ma-lın korunduğu yere itibar edilir. Şu halde koruma yerleri
bakımından ara-larında bir farklılık yoktur. Emanetçinin zamin olmasında muteber olan ise onun
korumadaki kusurudur. Görülmüyor mu ki, eğer emaneti çevresi duvarlarla çevrili evine koysa,
zevcesi emin olmadığı halde evden çık-sa, emanet de zayi olsa, zamin olur. Çalınırsa yine zamin
olur. Halbu-ki ev emanetlerin korunacağı yerdir. Emanetçinin zamin olması, koru-madaki küsüşür
yüzündendir.
Emanetçi emaneti evine koysa, evde kimse olmadığı halde kapıyı açık bırakarak evden çıksa veya
hamama, mescide, yola ve bunlara benzer bir yere koyarak gitse zamin olur. Bununla birlikte böyle
bir yer-den mal çalan hırsızın eli kesilmez. Bunun benzerleri çoktur.
Biz hırsızlıkta itibar edilen koruma yerine burada da itibar edersek, o zaman bu ve benzeri
meselelerde emanetçinin zamin olmaması gere-kir. Bununla birlikte bu konuda âlimlerin ittifak
ettikleri illete aykırı hareket edilmiş olur. Burada kesin olarak, emanetteki koruma yeri ile
hırsızlıktaki koruma yeri arasında fark bulunduğu ortaya çıkar.
Bu açıklamalarla şu hadisenin cevabı da ortaya çıkmaktadır: Emanetçi yüksek değerli bir ,bohça
kumaşı at ahırına koysa, bohça oradan çalınsa, onu çalan hırsızın eli kesilse bile emanetçi zamin
olur. Allah daha iyisini bilendir.
«Gasbedenin emanetçisi bunun hilaf madır ilh...» Gasbedenin emanetçisi ile diğer emanetçi
arasındaki fark şudur: Ebû Hanife´nin görüşü-ne göre, gasbedenin emanetçisi de gasbedcidir.
Çünkü mâlikin ne baş-langıçta, ne de devamında izni yoktur.
«Dürer ilh...» Bahır´da da bununla kesin hüküm verilmiştir.
neslinur
Sun 7 February 2010, 11:12 pm GMT +0200
METİN
İki kişi ayrı ayrı bir kimsenin yanında bulunan bin lirayı kendilerinin emanet bıraktıklarını iddia
etseler fakat delil getirmeseler, o da inkâr etse, ondan yemin taleb etseler ve her ikisi için de
yeminden kaçınmış olsa, o bin lira ikisinin olur ve ikisine bin lira borçlu kalır.
Bir kimse davacıların birine üzerinde parası olmadığına dair yemin etse, diğeri için yeminden
kaçınsa, mevcut olan bin lira yeminden ka-çındığı kişinin olur.
Birisi diğerine bin lira vererek, «bunu bugün falan kimseye ver.» de-se, o da onu o gün vermese ve
para zayi olsa, zamin değildir. Çünkü önün bu parayı vermesi gerekli değildir. Nitekim mâlik,
«Emânetimi bugün ge-tir.» dese, emanetçi de, «getiririm» dediği halde götürmese, o mal da helak
olsa emanetçi zamin olmaz. Çünkü emanetçinin üzerine gerekli olan kendisi ile emanetin arasını
boşaltmaktır. Yoksa teslim değildir İmâdiye.
Mâlik emanetçiye, «Emaneti falan kimseye ver.» dese o da, «ver-dim.» dese, vereceği adam,
«vermedi» diyerek yalanlasa, manet de zayi olsa, emanetçi emîn olduğu için yemin ederse sözü
tasdik edilir. Sirâciye.
Emanetçi başlangıçta, «gitti ama nasıl gittiğini bilmiyorum.» dese sağ-lam görüşe göre zamin
olmaz. «gitti ama niçin gittiğini bilmiyorum» de-mesi gibi. Çünkü söz onun sözüdür.
Fakat, «Zayi mi oldu, yoksa sen mi yanıma koymadın, bilmiyorum.» dese veya «Ben onu evime
köydüm mu, yoksa evimde veya başka bir yerde gömdüm mü bilmiyorum.» dese, öncekinin aksine
zamin olur. Fakat defnettiği yeri açıklamasa, ancak gömüldüğü yerden çalındı.» dese. zamin olmaz.
Bu konunun tamamı İmâdiye adlı eserdedir.
İZAH
«Yeminden kaçınsa ilh...» Bu meselenin şekli altıdır. Şöyle ki: Bir kimsenin yanında bulunan
emanete ayrı ayrı iki kişi sahip çıksalar, fakat delil getirmeseler, o da inkâr etse, ondan yemin talep
etseler, emanetçi altı durumdan birisini yapabilir.
1 - İkisine de ikrar etmesi,
2 - İkisine de yeminden kaçınması,
3 - İkisine de yemin etmesi,
4 - Birisine ikrar etmesi, diğerinden yeminden kaçınması,
5 - Birisine yemin etmesi, diğerinden kaçınması,
6 - Birisine ikrar etmesi, diğerine yemin etmesi. Sâyıhâni.
«Yemin etse ilh...» Bu görüş emanetçinin emanetin geri verilmesin-de veya helakinde yemin ettiği
gibi emaneti inkâr ettiğinde de yemin et-mesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu yemin ya töhmeti
kaldırmak ve-ya dımanı inkâr etmek içindir. Bu gör,üş yine şunlara da işaret etmekte-dir: Yemin
ettiği takdirde her ikisine de hiçbir şey ödemez. Hâkim ema-netçiye yemin ettirme hususunda
muhayyerdir. Dilediği kimse için ema-netçiye önce yemin ettirir. Uygun olan kur´a ile yemin
ettirmesidir. Ema-netçi birinci davacı için yeminden kaçınırsa ikinci davacı için yemin et-mesi
gerekir. Yeminden kaçınmasıyla hüküm verilemez. Yalnız birisine ikrar etmesi bunun aksinedir.
Çünkü ikrar, kendi başına bir delildir. Bu konunun tamamı Bahır adlı eserdedir.
«Diğeri için yeminden kaçınsa ilh...» Yani ikincisine yemin etmek-ten kaçınsa, emanetçinin yemin
şekli şöyle olmalıdır: «Allah´ın adıy-la yemin ederim ki ne bu eşya ne de onun kıymeti onun
değildir.» Birinci davacıya ikrar ettiği için o emanette hak sahibi olduğu sabit olmuştur. Birinciye
ikrar etmesi, ikinciye bir fayda temin etmez. Eğer yalnız bi-rincisine hasr ederse, sözünde doğrucu
olur. Bahır.
Birisinin diğerinde bin lira alacağı olsa, parasını alması için bir adam gönderse, borçlu, «Ben parayı
elçisine verdim.» dese elçi de, «Sen onu alacaklıya verdin» dese alacaklı inkâr etse, makbul olan
söz, yemini ile birlikte elçinin sözüdür. Nûru´l-Ayn´da da, «Söz yemini ile birlikte elçinindir.»
denilmiştir.
Yani borçlunun zimmetinden berat için değil, kendi nefsinin beraeti için söz onundur. Zira eğer
elçinin sözünün borçlunun zimmetinin beraeti için olduğunu kabul edersek, fakihlerin, «Borçlar
misilleri ile ödenir.» sözüne binaen yalnız elçinin sözü ile borcun alacaklı üzerine gerekmesi lazım
gelir. Burada, şarihin Nurul-Ayn´dan naklen, «Söz elçinin» demesi, deynin alacaklı üzerinde
olduğunu gösterir. (Çev: M. T.)
Alacaklı, «Falan kimse ile alacağımı gönder.» dese, o para elçinin elinde zayi olsa, borçludan gider.
Çünkü zamanında vermemiştir. Bezzâziyye.
«Emanet zayi olsa ilh...» Yani gâib olsa, açıkta bulunmasa, aslında bu görüşe ihtiyaç yoktur.
Şeyhimiz.
«Esah kavle göre ilh...» Bu görüşün gereği müşterek işçinin zamin olmamasıdır. Şu kadarı var ki,
Hayrü´r-Remlî müşterek işçinin de zamin olacağına dair fetva vermiştir. Bu fetvayı da
Câmiü´l-Fusûleyn haşiyesin-de Bezzâziyye´ye nisbet etmiştir. Bunu, «Zamanımızda müşterek işçi
za-min değildir dersek, birçok mallarımız onların elinde zayi olur» şeklinde gerekçelendirmiştir.
«Öncekinin aksine burada zamin olur ilh...» Bu görüş Câmiü´l-Fusû-leyn, Nûru´l-Ayn ve bunlardan
başka kitaplarda bulunan «Zamin olmaz.» görüşüne muhaliftir. Ben Minah nüshasında böyle
gördüm. Şu kadarı var ki, «yezmunu» (zamin olur) kelimesinin üzerinde «la» satırlar arasına ilhak
edildiğinden sanki o «la» kelimesi nüshadan düşmüş zannedilmiş-tir. Sarih de onu aynen düşmüş
şekliyle naklettiğinden «zamin olur» de-miştir.
Fer´î bir mesele: Hâmiş´te ve Nevâzil´de şöyle denilir: «Üzerinde ye-tim malı olan bir kimse, birşey
hediye etmediği takdirde malın zayi ola-cağı korkusuyla, yol güzergâhı üzerinde olan bir zâlime bir
miktar mal verse, verdiğine zamin olmaz. Mudarıb da bunun gibidir. Meşâyih de bu görüşü delil
almıştır.» Ankaravî.
Fetâvâ-i Nesefî´de de şöyle denilir: Vasi, hâkimin kapısında ücret alarak değil, rüşvet olarak verdiği
herhangi birşeye zamindir. Ücret olarak verirse, verdiğinin ücretli bir işçiye verdiğinden fazla
olmaması ge-rekir.» Ankaravî.
«Zamin olur ilh...» Kâdıhan da şöyle demiştir. «Emanetçi, emaneti evime koydum ama yerini
unuttum» dese zamin olmaz. Eğer, «Onu sağlam bir yere koydum fakat yerini unuttum» dese zamin
olur. Emaneti bil-dirmeden ölen kişinin zamin olması gibi. S. ve A.
Bazı âlimler de zamin olmaz demişlerdir. «Emanet gitti. Fakat na-sıl gittiğini bilmiyorum» dediğinde
zamin olmadığı gibi.
Emanetçi, «Emaneti evime veya başka bir yere gömdüm» dese, göm-düğü yeri beyan etmese bile
zamin olur. Şu kadarı var ki, «Gömdüğüm yerden çalındı» dese, zamin olmaz.
Emanetçi emaneti bir yere gömse, eğer gömdüğü yere bir işaret koymuşsa zamin olmaktan
kurtulur. Yok eğer işaret koymamışsa za-min olmaktan kurtulamaz.
Emanetçi emaneti çölde gömmüş olsa, mutlaka zamin olur. Bağa gömmüş olsa bağ eğer etrafı
çevrili ve kilitli bir kapısı varsa zamin ol-maktan kurtulur.
Emanetçi çölde giderken hırsızlar ona doğru yönelseler, o da onlar-dan korumak için emaneti
gömse, döndüğünde gömdüğü yeri bula-masa, bakılır: Eğer gömdüğü zaman bir işaret koyma
imkânı olduğu hal-de koymamışsa zamin olur. Korku gittikten sonra yakından dönme im-kânı
varken dönmemişse, sonra gelmiş bulamamışsa, yine zamin olur.
Emanetçi, hâkimin emri olmadan emanete birsey infak etse, infak
Emanetçi emaneti kınye zamanı harap bir binaya koysa, eğer topra-ğın üzerine koymuşsa zamin
olur. Eğer gömmüşse zamin olmaz. Nûru´l-Ayn.
METİN
Emanetçi veya vasi, yanındaki malın bir kısmını vermesi için tehdit edilse, eğer kendisinin veya bir
uzvunun helakinden korktuğu için verirse zamin olmaz. Eğer vermediği takdirde hapsedileceğinden
veya bağlanacağından korkarak vermişse, zamin olur. Malın hepsinin gitmesin-den korkuyorsa, bir
miktar vermesi halinde mazurdur. Nitekim zulmeden kimse alanın bizzat kendisi ise, dımân yoktur.
İmâdiye.
Emanetin bozulmasından korkulursa, emanetin satılması için hâ-kime başvurulur. Bozulana kadar
başvurulmadığı takdirde dımân yoktur.
Emanetçi, hâkimin emri olmadan emanete birşey infak etse infak ettiği teberrudur.
Emanetçi emaneti veya rehin olan mushafı okusa, Mushaf, okuma-sı sırasında helak olsa, zamin
olmaz. Zira emanetçinin böyle bir ta-sarrufa velayeti vardır. Sayrafiyye.
Sayrafiyye´de şöyle denilmiştir: «Eğer lâmba şamdan veya çıranın üzerine konulursa, zayi olması
halinde emanetçi zamin olmaz.
Yine Sayrafiyye´de şöyle denilir: «Adam bir sikke emanet olarak ver-se o sikkede bazı kimselerin
haklarını eda ettikleri yazılı olsa, hak sa-hibi ölse, varis o kimselerin haklarını eda ettiklerini inkâr
etse, o sikke-nin emanetçisi sikkeyi vermekten kaçınırsa ebediyyen hapsedilir.
Eşbâh´ta şöyle denilmiştir: «Ölünün borçluları, ölünün üzerinde baş-kalarının alacağı olduğu
sürece borcu varise ödemekle borçtan kurtul-muş olmazlar.
Efendisi, kölenin emanet bıraktığı şeyi alamaz.
Bir diğerine emanet olarak çalışan kimse ücret alamaz. Ancak vasi ile nazır çalışırlarsa ücretlerini
alırlar.
Burada vasiden maksat, hakimin ücretle nasbettiği vasidir.Ölen adamın vasisi ise, Eşbah´da olduğu
gibi ücret alma hakkına sahip değildir.
Ben derim ki: Bu ifadeden anlaşılıyor ki, musakâfattan olan vakıfta, nazıra hak sahiplerinin gelirleri
havale edilirse nazır ameli olmadığından ücret alamaz.
Vehbâniye´de şöyle denilmiştir: Birisi diğerine beşyüzü karz beşyüzü mudarebe olmak üzere bin
lira verse mudarebenin kârının tamamı mâlike şart kılınsa, caizdir. Fakat kaçınılması gerekir. Mâlik
verdiği para-nın karz olduğunu iddia etse, hasmı da karz değil, mudarebe olduğunu söylese,
mâlikin sözünün makbul olacağı söylenmiştir. Bunun aksine para mal kazandıktan sonra işletmeci
karzı, mâlik ise üçte birle mudarebeyi iddia etseler, hüküm yine böyledir. Mâlik, «Sana meccânen
tica-ret yapman için (bidaeten) verdim» dese, işletmeci de «karzdır.» dese söz yine mâlikindir.
Emanetçi evimde yalnız senin emanetin zayi oldu. dese bir hırsızın onu acil olarak kaldırdığı
tasavvur edileceğinden sözü tasdik edilir. Yalnız kendisine yemin teklif edilir. Birisi bir topluluğun
yanına taksimi kabil olmayan bir mal ile üzeri yazılı bir kâğıt bıraksa, onlar da bırakıp gitseler, en
son kalkan zamin olur. Yaz mevsiminde yanına yün emanet bırakılan adam, kuruması için yünü
güneşe bırakmasa, yün güvelenerek zayi olsa, emanetçi zamin olmaz. Emanet mal» fareler yese
veya telef etmiş olsa, eğer koyduğu yerde fare deliği yok-sa, yine dımân gerekmez.
Emaneti koyduğu yerde bir fare deliği varsa ve bildiği halde deliği kapatmaz, mal sahibine de
bildirmezse, önceki meselenin aksine fare onu yediği takdirde zamin olur.
Ben derim ki: Fare deliğini kapatmış olsa, fare yine açsa ve vediayı ifsat etse, bu zikredilmemiştir.
Bunu açıklamak uygundur.
İZAH
«Malın hepsinin gitmesinden korkuyorsa ilh...» Malın alınmasından korkarsa, kifayet derecesinde
kalmış olsa zamin olur. Fusûleyn.
«İnfak etse ilh...» Emanetçi emaneti birşey helak etmese o da helak olsa, zamin olur. Şu kadarı var
ki, emaneti nafakası mâlikine aittir. Molla Ali Haviyyü´z-Zahidi.
«Şamdan veya çıranın üzerine konulursa ilh...» Şamdan veya çıra da emanet olursa.
«Ebediyyen ilh...» Yani alacaklının varisi alman kısmı ikrar edinceye kadar.
«Vârise ilh...» Bunun zahirine göre borç ister onun verdiğini içine al-sın, ister almasın, Zahir olan
Musannıfın adem-i beraeti borcun, borç-lunun verdiği meblâğın hepsini içine almasıyla ve varisin
de emin olmamasıyla kayıtlamasıydı. Nitekim emanetçinin emaneti varise vermesini bu iki şeyle
kayıtlamıştı. Hâmevî.
«Kölenin emânet bıraktığı ilh...» Köle ister ticaretle izinli olsun, is-ter borçtan ötürü hacr altında
olsun, ister olmasın efendi, emanetçinin kazancı olduğunu bilmediği sürece alamaz. Fakat kölenin
kazancı ol-duğunu veya kendine ait birşey olduğunu bilirse alır. Tatarhâniye.
«Ben derim ki ilh...» Hâmiş´te, «Bu görüş Eşbâh sahibinindir» denil-miştir.
«Mâlikin sözünün makbul olacağı ilh...» Yani söz mâlikindir. Hamiş´ te boy denilmiştir: «Mal sahibi
ile emanetçi ikisi de delil ikâme etseler, delil işletmecinindir İhtilâftan sonra mal işletmecinin elinde
helak olur-sa, o malı ister çalıştırsın, ister çalıştırmasın, elinde olanın hepsine zamindir.» Şerh-i
Vehbâniye, İbni Şıhne.
«En son kalkan zamin olur ilh...» Bundan anlaşıldığına göre, eğer hepsi beraber kalkarlarsa, hepsi
zamin olurlar. Kâdıhan da bunu açıkça söylemiştir. Benim anladığıma göre, taksim olunamayan her
şey bunun gibidir. Sâyıhânî.
Hâmiş´te şöyle denilir: «Birisi bir topluluğun yanına bir emanet bıraksa, onlar da onu terkederek
hep birden kalkıp gitseler, hepsi zamin olur.» İbni Şıhne.
«Uygundur, ilh...» Bu bahis Tarsusî´nindir. Zira o, «Bunda uygun olan açıklamadır» demiştir. Zira
emanetin korunduğu yerde farenin ema-nete dokunması meselesi mal sahibine bildirmekle ona
haber vermeden fare deliğini kapatmak arasında deveran eder. Bu ise mevcuttur. İbni Şıhne de bu
görüşe razı olmuştur. Şurunbulâliye´de buna karar vermiş-tir.
FER´Î MESELELER:
Emaneti bileğine sardığı kolçağın veya sarığının veya bir mendile sararak mendili kolçağın içine
koysa ve mendile sararak cebine atsa, cebine attığını sandığı halde cebine koyamamış olsa, zayi
olduğu tak-dirde zamin olmaz.
Emanetçi emaneti bir odaya koysa, çıkarken kapıyı açık bıraksa eğer binada başka kimse yoksa
veya o mekânda içeri girecek birisinin gir-diğini duymayacağı bir yerde ise; emanet zayi olsa zamin
olur.
Emaneti bir bağa koysa, ağın etrafı dışarıdan geçen adamın içeride olanı göremeyeceği şekilde
duvarlı ise, çıkarken kapısını da kilitlemiş ise zayi olduğunda zamin olmaz. Fakat kapıyı
kilitlemeden çıkarsa za-min olur.
Dışarıda çalışan bir adam yanında emanet olduğu halde namaza dursa, komşuları onu muhafaza
edeceğinden helak olduğu takdirde za-min değildir. Bu durum hiçbir zaman emanetçinin emanet
vermesi de de-ğildir. Şu kadarı var ki, o emanetçidir ve onu da bile bile zayi etmemiştir.
Şârih zamin olmaya delâlet edecek bir ifade zikretmiştir. Fetva verilirken düşünülsün.
Câmiü´l-Fusûleyn.
Doğrusu şarih değil Saru´ş-Şeria olmasaydı. Çünkü Ş. D. şarihin değil Saru´ş- Şeria´nın rumuzudur.
Bezzâziyye´de şöyle denilir: «Sonuç olarak bu konuda örfe itibar edi-lir.»
Emanetin sahibi kaybolsa emanetçi onun hayatta olduğunu veya öl-düğünü bilmese, ölümünden
haberdar olana kadar emaneti yanında tut-malıdır. Ondan tasadduk da etmemelidir. Fakat lükâta
(buluntu) bunun aksinedir.
Emanet bir hayvan ise hâkimden izin almaksızın ona yedirse, teber-ru eden durumunda olur. Hâkim
ondan o malın yanında emanet olduğuna ve mâlikin kayıp olduğuna dair delil ister. Delil getirirse,
eğer emanet kiraya verilip çalıştırılabilir cinsten ise hâkim onun çalıştırılmasını em-reder ve onun
kazancından ona yedirir.
Emanet kiraya verilip çalıştırılabilecek cinsten değilse, sahibi ge-lir ümidiyle en fazla bir iki veya üç
gün yedirmekle veya onu satıp pa-rasını saklamakla emreder. Hâkim eğer başlangıçta satışını
emrederse, sahibi geldiğinde malını emanetçiden ister. Şu kadarı var ki, hayvanda kıymetinden
fazlasını değil, yalnız kıymetini alır. Eğer emanet köle ise, kıymeti artmışsa, arttığı miktar üzerinden
kıymetini alır.
Emanet bir hayvan ise ve sütü birikmişse veya bir bahçe ise meyve vermişse, onun bozulmasından
korktuğu takdirde hâkimin emri ile satar. Eğer şehirde veya haberi hâkime kolayca ulaştırabileceği
yakınlıkta bir yerde ise, bozulmadan önce hâkime haber vermezse zamin olur. Tatarhâniye´nin
Müteferrikât bahsinin onuncu bölümünden.
TETİMME :
Kâdıhân, emanet bırakanın zamin olması bahsinde şöyle der: «Ema-netçi emanet edilen kumaşlar
arasında kendisine ait bir kumaş koysa, kendi kumaşının onların arasında olduğunu unutarak
kumaşları ile bir-likte mâlike verse, zayi olduğunda emanetçi zamindir. Çünkü başkasının kumaşını
izinsiz olarak almıştır ve bunda bilmemek özür sayılmaz.»
Nûru´l-Ayn´da da özetle şöyle denilir: «Bu meselede uygun olan, mâlikin kumaşlarını alırken
emanetçinin kumaşı olduğunu bilmemesidir. Sonra kendi kumaşı olmadığını anlarsa zayi
olduğunda zamindir. Fakat kendi kumaşı olmadığını anlamazsa dımâna kesinlikle bir sebeb yoktur.
O halde Kâdıhân´m burada, «bilmemek özür değildir» sözünün mutlak olmaması gerekir.»