sumeyye
Tue 24 August 2010, 05:52 pm GMT +0200
Elbette sefîl olursa kadın, alçalır beşer
Tolstoy, “Kadın öyle bir konudur ki onu ne zaman incelersen incele, her zaman yepyenidir” derken bir hakikati de beyan etmiştir aslında
Elbette sefîl olursa kadın, alçalır beşer
Kur’an’da çok güzel ifade buyrulduğu gibi “Hunne libâsellekum ve entum libâsellehunne”, yani “Onlar (eşler) sizin elbisenizdir, siz de onların elbiselerisiniz”
Kadının bambaşka bir yapıya sahib olduğunu tecrübelerimiz kanıtlamaktadır Pekiy, kadının kişiliği/evsâfı tam olarak nedir?
Acaba Aristo’nun dediği gibi ‘Yaratılış itibariyle yarı kalmış bir erkek’ midir? Yoksa Marcel Proust’un deyimiyle ‘hiç değişmeyen zevkın değişebilir aracı’ mıdır? Bu soruların kadının değerini beş para etmez bir konuma getirdiği muhakkaktır, amma insanlık tarihinin birçok yerinde kadına bakış –maalesef-
Kadını, tutkularını ve duygularını en yoğun yaşayan canlı olarak tanımlarsak herhâlde hata etmiş olmayız
Tanzimat düşünürü Şemseddin Sami’nin ifadesiyle “Kadın, cemiyet-i beşerin esası, ahlâk-ı umûmiyenin rüknü, aile denilen ve insanı canavarlıktan çıkarıp hâl-ı temeddüne koyan bir rabıtâ-ı mukaddesenin ukdesi, insâniyetin bir bahçesidir”
Kadın, aynı zamanda çok şerefli bir mevki olan ‘analık’ yönüyle cemiyette saygı duyulan bir canlıdır ve fıtrî özellikleriyle çocuk eğitiminde bir mekteb konumundadır
Destouches’in dediği gibi “Kadın, her şeyden evvel aile hayatı için yaratılmıştır Onun en büyük rolü, yuvasında kendine bağlı olanları eğitmektir”
Gerçekten de Muslim bir kadının en önemli vazifesi ‘çocuklarını terbiye etmek ve onları geleceğe hem rûhen, hem de bedenen iyi hazırlamak’tır
Beşerîyetin durumu esasında çok büyük eğitmenler olan kadınların evsâfı ile paralellik arz etmektedir Tevfîk Fikret “Elbette sefîl olursa kadın, alçalır beşer” derken herhâlde bunu kast etmiştir
“Erkek, kadını beslemelidir” diyen AComte, erkekleri iyi eğitmeleri için kadınların çalışmaması gerektiği görüşündedir Onun bu tecrübesi, başarılı bir erkeğin arkasında onu harekete geçiren gücün asil ve mütevazı bir eş bulunduğu mesajını vermesi bakımından önemsenmelidir
Kadın, fıtrî olarak erkekten farklı özelliklere sahibtir ve erkekle kıyaslanma mevzûu bir hatadır Eğer kıyaslanırsa Wittgenstein’in ‘kategori hatası’ dediği şey gerçekleşmiş olur Bu, sarı mı daha sarı, yeşil mi daha yeşil; ya da sarı ve yeşil eşit olabilir mi? demeye benzeyen bir hatadır Zira yeşille sarı birer renktir, amma kategorik mânâda birbirinden ayrılırlar
İşte kadın ve erkek de birer insandır, amma ‘erkek ve kadın eşittir’, ya da ‘erkek mi daha üstündür, yoksa kadın mı?’ gibi çeşitli hipotezler, kategori hatasının kurbanı olarak çürümeye mahkûmdurlar
Evet, kadın ve erkek insan olmak bakımından eşittirler, ancak fıtrî özellikler bakımından birbirlerinden farklıdırlar
Erkeğin sabır, metanet, soğukkanlılık, cesaret, hâkimiyet, aklî meleke, ihtiyat ve fizikî güç gibi özellikleriyle kadından; kadının da şefkat, merhamet, nezâket, incelik, hissî meleke, letâfet ve fizikî zerafet bakımından erkekten üstün olduğunu inkâr edenler, aslında bilerek ya da bilmeyerek ‘realite’yi inkâr etmiş olacaklardır
Bir zamanlar İngiliz Kraliçesi Victoria’nın feministlere hitâben söylediği “Tanrı erkek ve kadını farklı yaratmıştır, farklı kalmalarına müsâade edin” sözü bir kadının ağzından çıkan bir hakikat olması bakımından önemsenmelidir
İşte erkek ve kadın bu gibi farklı fıtrî özelliklere sahibtirler ve ikisi de birbiriyle kıyaslanamayacak büyük bir cevher niteliği taşımaktadır
Erkek ve kadının tamamen iradesi dışında tecelli eden bu farklılık, temelde Allah nezdinde bir üstünlük vesilesi sayılamaz Zira bütün insanlar ‘İnne ekremekum, indallahe etqaakum’ (En hayırlınız, Allah’tan en çok sakınanınızdır) âyetinin birer muhâtabı konumundadır
Bir başka tartışılan mes’ele ise kadının hürriyeti mes’elesidir Esasen kadın hürriyeti, cemiyetin/toplumun kadından neler istediğiyle/beklediğiyle alâkalıdır
Cemiyet, kadından nefse câzib gelen şeyler, haz ve eğlenceler isteyebileceği gibi ondan ahlâkî evsâf, iffet ve fazîletler de isteyebilir
Sosyolojik olayları göz önüne alarak mantıkî olarak düşündüğümüzde kadından haz ve eğlenceler bekleyen bir cemiyetin ihtiyaçlarını tatmin etmek, kadından iffet ve fazîletler isteyen bir cemiyetin ihtiyaçlarını tatmin etmekten daha kolaydır
Bu yüzden haz ve eğlence beklentisi olan bir cemiyetteki kadın hürriyetinin, iffet ve fazîlet beklentisi içinde olan bir cemiyetteki kadın hürriyetinden daha fazla olacağı da aşikârdır
O hâlde bir cemiyette kadının sahib olduğu hürriyetin derecesi, o cemiyetin yüksekliğini, ve kadının o cemiyet içerisindeki konumunu belirleyen bir ölçü olamaz
Pekiy, cemiyetin yüksekliğini ve kadının cemiyet içerisindeki konumunu belirlemek için baz alacağımız esas ne olmalıdır? Bu esas ‘hürriyetin neye karşılık elde edildiği’dir Acaba hürriyet fazîletin mi, yoksa zevk ve eğlence âleti olmanın mı karşılığıdır?
İşte bu soruya verilecek cevab, o cemiyetin yüksekliğini ve kadının o cemiyet içerisindeki konumunu belirleyen esastır
Biz, Müslümanlar olarak Farâbî’nin dillendirdiği ‘Medîne-i Fâzıla’yı (erdemli cemiyet) oluşturmak istiyorsak, herhâlde kadından beklediğimiz de iffet, ahlâk ve fazîlet olmalıdır
İşte İslâm’ın bu kadar önemsediği ve değer biçmek bâbında eğer kıyas yapılırsa çok değerli bir madde olan inci’nin nasıl çok dayanıklı olan midye gibi dış muhâfazaya ihtiyaç duyduğunu; ya da inci’nin varlığı için bu muhâfazanın olması gerektiğini göz önüne alaraktan kadın için de ‘İslâmî örtü’nün mahrûmiyet değil, bir masûniyet (dokunulmazlık) olduğu çok rahat görülebilmelidir Yüce Yaratıcı’nın yüce maksadı da böylece anlaşılmış olacaktır
“Kadın, güle benzer; bir kez açıldı mı, yaprakları dökülür” diyen Shakespeare de bir hakikate işaret etmiştir
Mehmed Âkif’in dediği gibi “Medenîyet açmaksa bedeni, hayvanlar bizden de medenî”
Yakub Kadri ‘Kadınlık ve Kadınlarımız’ kitâbında şöyle diyor: “Dünya yüzünde tek başına kalan ulvî bir dînin ilâhı, sizi bu sıfatla sair mahlûkat arasında mümtaz kılmamış mıydı? Siz onun halk ettiği (yarattığı) cennetâsa âlemin meleklerisiniz O, Kitâb’ında sizin isminizi (nisâ) zikretti O vakitten beri siz mukaddesât meyanına girdiniz; artık ne hâle, ne maziye, ne de atiye mensubsunuz”
Tüm bunların yanında ‘Er ricâlu qavvâmûne ‘alennisâi bimâ feddalallahu ba’dehum ‘alâ ba’din ve bimâ enfeqû min emvâlihim’ (Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucusudur)Gültekin Avcı’nın ‘Kıyamet Kadınları’ adlı kitâbını yazmadaki meramını çok iyi anlatan şu sözlerine katılmamak elde değildir: “Kadınla erkek arasında şu hüküm geçerlidir: Kadın hâkim oldukça alçalan, ram oldukça yükselen bir varlıktır Sahiblenilme ve ram olma duygusu ile yaratılan bir varlığı hâkimiyete sevk etmek anarşiye sebebiyet verir Neticede erkek ve kadının tefessüh etmesini intac eder Toplum yozlaşır Yaşadığımız facia budur”
Evet, biz Müslümanlar ‘Medîne-i Fâzıla’yı oluşturmak ve kadının cemiyetimizdeki yozlaşmasını, kadınlıktan çıkan bir yaratık hâline gelmesini önleyebilmek için neler yapmaktayız/yapacağız?
Âdem İNCE