- El Fıkhul Ekber Ve Şerhleri

Adsense kodları


El Fıkhul Ekber Ve Şerhleri

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

rray
saniyenur
Thu 5 January 2012, 05:49 pm GMT +0200
El-Fıkhu'l-Ekber Ve Şerhleri


el-Fıkhu'I-ekber, Ebu Hanife'nin akâid konusundaki fikir ve kanâatlarını kısa ve özlü cümleler halinde ifade eden sözlerden mey­dana gelen küçük bir risaledir. Ne aklî ne de naklî hiç bir delile yer verilmediği için de, hiç bir zaman bir kelâm kitabı değildir. Bu eser, Selef yolunun icmal mesleğine çok güzel bir örnek teşkil eder. Bu itibarla Ebu Hanife bu hususta tafsili benimsemiş olan İbn Teymiye kadar bile kelâma yakın değildir. Bu husus dikkate alınırsa, sonraki Hanefîler imamlarım, kelâm konusunda yanlış anlamış sayılmazlar.

Eş'arî kelâm sistemi ve tasavvuf cereyanı sürekli olarak Ebu Ha­nife ve Fikhu'l-ekber üzerindeki tazyikim ve tesirini hissettirmiştir. Bu tesir altında kalan çok sayıda Hanefî uleması, imamlarını ve Onun eserlerini kelâm veya tasavvuf istikametinde şerh, tefsir ve hat­ta te'vil etmişlerdir. İmam-ı Azam, bazı Hanefîler tarafından Selefi, bazıları tarafından mütekellim, diğer bazıları tarafından da mutasavvıf olarak görülmüş ve gösterilmiştir. Ebu Hanife'nin, onlar ta­rafından görüldüğü ve gösterildiği gibi olmadığı aşikardır, ama asır­lar boyunca Hanefîler, imamlarını bu şekilde anlamışlardır. Onun ger­çek şahsiyetini anlayan Hanefîlerin sayıları fazla değildir. Burada, teferruata girmeden, Ebu Hanife ve eserlerinin farklı üç şekilde na­sıl anlaşıldığını ve anlatıldığını örnekleriyle gösterelim.

1. Kelâm: Başta Maturidî olmak üzere Ebu Muin, Sâbuni ve Beyazı Ebu Hanife'nin fikirlerini kelâmcı bir anlayışla şerh ve tef­sir etmişlerdir. Bu âlimler, prensip itibariyle ve umumiyetle kelâma karşı müsbet bir tavır takınmışlar, İmam-ı Azam ve onun düşünce­lerini akli, nazarî ve kelâmı bir istikamette geliştirmişlerdir. Fakat, bahis konusu isimler, katiyen Bakillanî, Cüveynî, Gazali, Râzî, Amidi vs. ölçüsünde büyük kelâm âlimleri değillerdir. Onun için, çok güçlü olan Eş'arî kelâmı karşısında Maturidîliğe kelâm denilir mi, denilmez mi, konusu sürekli olarak tartışılmıştır. Eş'arî kelâm siste­minin, fasılasız olarak Hanefi muhitini baskı ve tesir altında bulun­durmasının bir sebebi de Maturidîliğin nazari yönden gelişmemiş ve zayıf kalmış olmasıdır. Bu konuya tekrar dönülecektir.

2. Tasavvuf: Mutasavvıflar ve tarikatçılar, Ebu Hanife'yi ve eserlerini kendi meşreb ve mesleklerinde gösteren beyan ve izahlar­da bulunmuşlar, Ebu Hanife'nin eserlerini bu vadide şerh ve tefsir etmişlerdir. Muhiddin b. Muhammed b. Bahaeddin Bayramı el-Kavlu'1-fasl, adiyle Fıkhu'l-ekber'i şerh etmiş, bu eserde kelâmla tasav­vufu cem' ve te'lif etmiştir. [21]

Hanefi fukahasnıda Kelâbâzî'nin tasavvufa dair yazdığı et'Ta'arruf [22] isimli eserinin 5-25. bölümleri arasındaki kısım, Fıkhu'I-ekber'in bir tekrarı ve şerhi sayılır. Bu eseriyle Kelâbâzî, Fıkhu'1-ekber'deki selef akaidini sûfîlere telkin etmek istemiş veya sûfüleri bu­na inanır gibi göstermiştir.

Ebu Muîn Nesefî, Kelâbâzî ve Ta'arruf hakkında der ki: “Deniz gibi coşkun ilimlere sahip bulunan ve kerametleri halk arasında yay­gın olan sûfîlerin çoğu Maturidî mezhebi üzerinde idi. Kelâbâzî, et-Ta'arraf isimli eserinde sûfîlerin mezheplerini ve akidelerini an­latırken, onların bu mezhepte bulunduklarını (sarahaten değil, zım­nen) ifade eder.

Kelâbâzî'nin naklettiği sözlere güvenilir, zira rivayet ettiği söz­ler konusunda'âdil kabul edilir. Kelâbâzî'nin tuttuğu yolun doğrulu­ğunu, akidesinin temizliğini, iffetini, nezahetini, dinî hususlardaki salabetini ve emanete riayetkar oluşunu bilenler onun bir meseleyi iyice araştırmadan, kesin neticelere ulaşmadan, şek ve şüpheyi ortadan kaldırmadan bir şey nakletmediğini bilirle”[23]

“Levlâ senetân le-heleke'n-Nu'mân”,(Son iki sene olmasaydı Ebu Hanife mahvolurdu), sözü tasavvufî çevrelerde çok yaygındır. Riva­yete göre İmam-ı Azam, ömrünün sonunda kurtuluş yolu olarak ta­savvufu görmüş, gitmiş Ca'fer-i Sâdık'a intisab etmiş, ondan tasavvufî terbiye görmüş, feyz almış ve vefat ederken de, yukardaki meş­hur cümleyi söylemiştir. Gerçi bu ve benzeri rivayet ve izah şekille­rinin aslı yoktur ama, tarikata bağlı ve tasavvufa merbut olan bazı Hanefi âlimlerinin, mezhep imamlarının kendileriyle aynı kanâatta göstermek için neler yaptıklarını, hatta bu yolda uydurulan rivayet­lere dahi, hiç araştırmadan nasıl inandıklarını göstermesi bakımından önemlidir. Aslında İmam-ı Azam zamanında tasavvuf henüz doğ­mamış ve tedvin edilmemişti. Tarikat anlayışına dayanan tasavvuftan ise eser ve nişan bile yoktu.

3. Selef: İmam-ı Azamı ve eserleriyle ilgili çalışmaların bir kıs­mı da onu selef akaidi istikametinde yorumlamak, açıklamak ve de­ğerlendirmek şeklinde ortaya çıkmıştır. Ali Kâri'nin Şerhu'l-Fıkhu'l-ekber (Mısır, 1323) eseri bunun en güzel örneğidir. Beyazı, eserinde kelâm aleyhindeki selef sözlerini, kelâmın ve kelânıcıların lehinde te'vil ettiği halde, Ali Kâri eserinin baş tarafında tam bunun tersini yapmış, kelâma ve kelâmcılara, İbn Teymiye ve îbn Kayyim edasiyla çatmış, kelâm aleyhindeki selefin sözlerini sonraki kelâm ve kelâmcılar için de geçerli saymıştır. Ali Kâri şerhinin, Maturidi, Ebu Muîn, Sâbunî ve Beyazi’ye ait eserlerden daha çok okunması dikka­te değer bir hadisedir. Bunlara ait eserlerden hiç biri basılmadan evvel Ali Kâri şerhi defalarca basılmış ve okunmuştur.

Katip Çelebi, Fıkhu'l-ekber'in “el-Hikmetu'n-Nebeviyye” isimli ve onun muhtasarı hakkında bilgi verirken, müellifinin, “Düşünceye ve görüşe göre değil, şeriate göre meseleleri izah ettim” dediğini nak­lettiğine göre, bu eserin müellifi olan Hakim İshak'ın[24] şerhini yazarken akıl ve reyden kaçınmış olması, bu yüzden de şerhin selefi bir nitelikte olması gerekmektedir.

Bunlardan daha önemlisi, Ebu Ca'fer Tahavî'nin (öl. 321/933) Beyanu's-sünne ve'1-cemaa (Haleb, 1344/1925) ve bunun, Ali b. Muhammed Hanefî tarafından yapılan Şerhu't-Tahaviyye (Mısır, 1373/ 1953) isimli eserde Ebu Hanife'nin fikir ve akidelerinin selef akaidi istikametinde açıklanmış ve yorumlanmış olmasıdır.

İlerde de vereceğimiz bilgiler de dikkate alınmak kaydıyle, bü­tün bunlar, Ebu Hanife'nin selef akidesi üzerinde bulunduğu konu­sunda şüpheye mahal bırakmamaktadır.

Diğer bir konuya geçmeden evvel Ebu Beka Ahmedî (öl. 918/1512) ve Şerifi, diye tanınan İbrahim b. Hüsam Kirmanî (öl. 1016/1607) ta­rafından Fıkhu'l-ekber'in  nazım haline  getirildiğini de söylemeliyiz. [25]


[21] Kâtip Çelebi, Keşfu'z-zünûn, 11, 1287.

[22] Ta'arruf, Fıkhu'l-ekber'le birlikte  tarafımızdan  tercüme  edilerek  neş­redilmiştir. Dergâh yayınları, İst. 1979.

[23] Ebu Muîn, Tabsiretu'l-edüle, Tancî, a.g. makale, 11, 12.  Kelâbâzî'nin Ta'arruf isimli mühim eserin tercümesinin önsözünde, Maturidî akaidi İle, daha doğrusu Fikhu'l-ekber ile ilk   sûfîlerin akideleri  arasındaki benzerliğe temas etmiştik, bk. Doğuş devrinde tasavvuf, (Ta'arruf ter­cümesi, İst. 1979. s. 34). Aslında ilk sûfîlerle Maturidîler arasında var olan akîde yakınlığı ve benzerliği, ilk sûfîlerin Hanefî veya Maturidî olduklarından değil, ilk sûfîlerin de, Hanefî ve Maturidîlerin de Selef mezhebine  yakın  oluşlarından  ileri  gelmektedir.  Meseleye  bu  açıdan bakıldığı zaman ilk sûfîlerle ilk Eş'arîler arasında da akâid konuların­da önemli sayılabilecek bir fark göze çarpmamaktadır.

[24] Kâtip Çelebi, II, 1287. Ebu'l-Müntehâ'nm Fıkhu'l-ekber şerhi de basıl­mıştır  (İst. 1309/1891).

[25] Kâtip Celebi, aynı yer. Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 26-29.


ceren
Fri 1 June 2018, 03:29 am GMT +0200
Esselamu aleykum. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. .