armi
Sat 9 January 2010, 01:51 pm GMT +0200
Ehli Sünnet Ve Tarikat´in Faziletleri Ve Selef İmamlarının Yolları İman Ve Şeriat´ın Esasları Müslümanlığın Şartı
´Sünnet´ yol kelimesi için kullanılan isimlerden biridir. Sünnet, doğru yola verilen addır. Kelimenin anlamıyla ilgili olarak ´Tarik/tarikat, senen/sünnet, huccet/mahaccet´ örnekleri verilir. Bunların hepsi de yol anlamındadır.
Sünnetin ve Ehli Sünnet yolunun faziletleri hakkında şunlar söylenebilir. Ehli Sünnet´in faziletlerinden başta geleni; her bakımdan dünyaya fazla meyletmemeleridir. Onlar Allah Teala´dan gelen en küçük şeye dahi kanaat eder ve her şekilde Allah karşısında tevazu gösterirler. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: İbadetin fazileti tevazudur. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Dört şey vardır ki ancak hayranlık uyandıracak şekilde birarada bulunur. İbadetin başı olan tevazu; sükut; Allah´ı zikir ve eşyanın azlığı".
Tevazu, beş şekilde ortaya çıkar: Sözle, fiille, giysiyle, ev eşya-sıyla ve evle. Müminde bunların bir kısmı bulunabilir. Her kim bu beş hususta tevazuya uygun davranırsa, ´mütevazı´ olarak anılmayı haketmiş olur. Tevazünün zıddı kibirdir. Kibir de, yukarıdaki beş konuda tevazuya aykırı davranmakla ortaya çıkar. Mümin, bunlardan bir kısmıyla imtihan edilmiş, bir kısmından da kurtulmuş olabilir. Ama bunların tamamında tevazuya aykırı hareket eden kimse, ´mütekebbir´ olarak anılmayı haketmiş olur. Kibrin aslı kalptedir. Onun görünen kısmı ise, fiiller ve sözlerde ortaya çıkar.
Ehli Sünnet´in temel vasıflarından biri de, ilim ve amellerle ilgili olarak şüpheli ve karışık meselelerde gösterdikleri vera´dır. Onlar, bu tür hüküm ve fiillere tereddütle yaklaşırlar. Bunların, ne doğruluğuna, ne de yanlışlığına inanırlar. Aksi halde batıla inanmış veya hakkı inkar etmiş olabilirler. Onların bu gibi konulardaki yaklaşımları; nihai kararı Allah Teala´ya teslim etmektir. Bu nedenledir ki onlar, bu gibi hususlarla karşılaştıklarında ´Bunların Allah katındaki hakiki hallerine iman ettik´ derler. Bu, Allah Tea-la´nm karışık ve ihtilaflı meselelerde müminleri itaate davet etmesidir. Bu gibi noktalarda, sükut etmek ve işi Allah´a teslim etmek gerekir.
İlimde derinleşenlerin vasıfları sayılırken de buna dikkat çekilmiştir. Allah Teala, Zatı üzerine yemin etmiş ve tam teslimiyet göstermeyenleri iman dairesi dışına çıkarmıştır. O, teslimiyeti imanın ziyade sevabı olarak bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bu, ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı". (Ahzab/22)
Allah Resulü (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "İşler üç kısımdır: Doğruluğu açığa çıkan iş ki onu izleyin. Yanlışlığı ortaya çıkan iş ki ondan uzak durun. Şüpheli olan iş ki onu da bilenine havale edin".
İbni Mesud (ra) da bu çerçevede şöyle demiştir: Yolun işaretleri olduğu gibi bu Kur´an´m da açık işaretleri vardır. Bunlar içinde bildiklerinizle amel edin. Bilmediklerinizi ise bilenlere havale edin. Yine o, şöyle derdi: Bugün öyle bir zamandasınız ki en hayırlınız, acele edenlerdir. Öyle bir zaman gelecek ki en hayırlınız işin hakikatini arayanlar olacaktır. Bu sözün izahını şöyle yapabiliriz: İlk asırda hak apaçık ortada idi. Sonraki zamanlarda ise, şüphelerin artmasıyla birlikte hak muğlak hale gelmiştir. Günümüzde insanların en hayırlısı, vera´ ile titizlik gösterendir. İlk devirde ise faziletlere koşanlar en hayırlılardan sayılırdı.
Bu yaklaşımın sıhhatine delalet eden bir husus da imanın, tasdik olduğu gibi aynı zamanda teslimiyet de olduğudur. Tabiun´dan Cafer b. Muhammed ve Ebu Muhammed Cafer b. Ali şu iki ayeti bu manada okumuşlardır: "Bizi Sana teslim olanlar (müslümanlar) kıl". (Bakara/128); "Ayetlerimize iman ettiler ve onlar teslim olmuş (müslüman)lardı". (Zuhruf/69) Eğer bu ikisi, yani iman ve teslim olma aynı manada olmasalardı, kıraatta manaya muhalefet etmeleri caiz olmazdı.
Allah Resulü (sav) de müteşabih hükümlerde benzer şekilde davranmıştır. Müteşabih, bir yönüyle hakka diğer yönüyle batıla benzeyen husustur. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Katab Ehli´ni ne tasdik edin, ne de yalanlayın. Sadece ´Biz Allah´a, O´nun bize indirdiği Kitab´a ve size indirdiğine iman ettik´ deyin".[31]Çünkü´ Tevrat´ın Allah Teala tarafından indirilmiş olduğu bir hakikattir.
Ama O, İsrailoğulları´nm onu tahrif ettiklerini de haber vermiştir. Müminlerin inanma tercihiyle karşılaştıkları kısımları muhtemelen Allah Teala tarafından indirilmiş kısımlardır ve bunların yalanlanması haramdır. Onların inkar etme tercihiyle karşılaştıkları kısımları ise, muhtemelen tahrif edilmiş kısımlardır ki bunların kabulü ve sübutuna iman edilmesi de haram kılınmıştır.
Allah Resulü (sav) müminlere işte bu noktada durmalarını ve Allah Teala´mn indirdiğine bir bütün olarak iman etmelerini emretmiştir. Böylelikle İsrailoğulları´nm Tevrat´a dair haber verdikleri hususlar eğer hak kısmına dahilse ona iman etmiş, eğer batıla dahilse bundan dolayı da zarar görmemiş olurlar.
Müslüman; delili akılda belirginleşmemiş bir şeye kudret-ilahi, sünnet veya nakil sebebiyle teslim olan kimsedir. Mümin ise; gözle görülerek belirginleşmemiş bir şeyi tasdik eden kimsedir. O, gayba inanmaktadır. Akıl, kalbin gözü, göz de bedenin görme aracıdır. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Aklı erinceye kadar mecnundan mesuliyet kaldırılmıştır". [32]Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Görmeyen için bir güçlük yoktur". (Nur/62)
Ehli Sünnet mensuplarının bariz özelliklerinden biri de kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesidir. Müslüman, kendisine yetenle iktifa etmeli, kendisine ilgilendirmeyen söz ve fiillerden uzak durmalıdır. Kendini ilgilendirmeyen hususlara dalmak, tekel-lüf´yani üstüne vazife olmayan şeyle ilgilenmek olarak tarif edilmiş ve Allah Resulü (sav) tarafından nehyedilmiştir. O, ümmetinin bundan beri olduklarını haber vermiştir. Tekellüf yani mâlâyani ile uğraşmak, kişinin kendini bizzat ilgilendiren hususlarla meşgul olmaktan alıkor. Akıl ve zeka sahibi her müslüman, kendisini ilgilendiren şeylerle meşgul olur.
Lokman´m (as) haber verdiği hikmetin özü de budur. Lokman´a (as) hikmetin neyle verildiği sorulduğunda şöyle demiştir: Hikmet bana iki şeyle verilmiştir: Bana gerekmeyeni üstüme almam, mükellefiyetimi de ziyan etmem. Kişiyi ilgilendirmeyen şey; bilinme-mesinin zarar vermediği, yapılmasının da yarar sağlamadığı şeydir. Kişiye vazife kılınmayan bu tür şeylerin söylenmesi veya yapılmasında her hangi bir fazilet mevcut değildir. Bu tür şeyleri dinlemesi ve bunlarla ortaya çıkması halinde de kendisi için bir kazanç, diğerleri için bir fayda sözkonusu olmaz.
Ehli Sünnet´in özelliklerinden biri de eziyeti gidermektir. Bu, vera´dan sayılmıştır. Sehl (ra) şöyle derdi: Eziyeti gidermek aklın kazancı, eziyete tahammül etmek ilmin kazancı, halka karşı dürüst olmak ve onlara merhametle yaklaşmak ise imanın amelden kazancıdır. Bu da şu şekilde olur: Kul, kendisini uhrevi amellerden uzaklaştıran nefsani alışkanlıklarını bir kenara bırakır.
Bu meyanda nefsi terbiyeye ve onu boyun eğdirmeye yönelik ameller yapılır. Bu amellerde, nefse tat verebilecek mahiyette arzular bulunmamalıdır. Alışkanlık (-adet), galip bir ordu gibidir. Alışkanlıklar için tevbede bulunmak zordur. Alışkanlıkların kul üzerindeki hakimiyetinden dolayı kulun onlara tekrar dönmesi muhtemeldir. Alışkanlık, arzu ve nevanın kapılarından bir kapıdır. Kula emredilen veya Özendirilen hususlar dışındaki her türlü alışkanlık buna dahildir.
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: Eğer yemek için belli bir zaman tayin etmemeye gücünüz yeterse, nefsiniz aksini arzu etse de zaman tayin etmeyin. Yine o şöyle demiştir: Akşam yemeğimden bir lokmayı bırakmam, benim için bir geceyi ibadetle geçirmemden daha sevimlidir. Çünkü bunda, nefsi alışkın olduğundan mahrum etme ve azla yetinme sözkonusudur.
O, benzer bir vesilede şunu söylemiştir: Nefsin arzularından birini terketmek, kalp için bir yıl oruç tutmak ve ibadet etmekten daha faydalıdır. Bütün bunlar, nefsin kötü alışkanlıklara ısınması ve sürekli bunları özlemesi endişesiyle söylenmiş sözlerdir. Çünkü nefs bu alışkanlıklara ısınıp onları özler hale geldiği zaman bunları kontrol altına almak imkan dahilinden çıkmaya başlar.
Ehli Sünnet mensubu emrolunduğu hususlarda güzel bir sabır göstermelidir. Nehyedildiği hususlardan kaçınma noktasında da güzel bir sabır göstermelidir. Bu, en faziletli amellerdendir. Böyle davrananlar için ziyade sevap ve kemaliyet sözkonusudur. Ebu Hüreyre (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Haramlardan sakın ki insanların ibadet bakımından en ilerisi olasın". [33]Bu hadisin başka bir lafzında ise İnsanların vera´ bakımından en ilerisi olasın1 ifadesi yeralmıştır.
Haramlara yaklaşmama konusunda gösterilen sabra verilen sevabın büyüklüğü hakkında işittiğim en güzel söz İsrailiyyat kaynaklarında anlatılan şu hadisedir;
Adamın biri, kendi beldesine yayan bir aylık mesafede bulunan bir beldeden bir hanımla evlenmişti. Hanımını getirmesi için orada yaşayan hizmetçisine haber göndermişti. Hizmetçi hanımı alarak yola çıktı. Karanlık çökünce şeytan ona gelerek şöyle.dedi: Şu anda seninle şu kadının kocası arasında bir aylık mesafe var. Kocasının yanına varıncaya kadar bu bir ayın gecelerinde ondan zevk alsan olmaz mı? Kadın da bundan hoşlanacak ve bu iyiliğini kocasının yanında anlatacaktır. Böylece efendinin gözünde iyi bir yerin olacaktır.
Hizmetçi şeytanın bu fısıltılarını dinledikten sonra kalktı ve namaza durdu. Rabbi´ne şöyle nida etti: Ey Rabbim, düşmanın geldi ve beni Sana isyana teşvik etti. Bir ay boyunca ona dayanacak gücüm yok. Ondan Sana sığınıyorum ey Rabbim. Beni ondan koru ve eline düşürme. Gecenin tamamını bu hal üzere nefsiyle mücadele ederek geçirdi.
Seher vakti hanımının bineğini hazırladı ve onu bindirip yola koyuldu. Allah Teala ona merhamet etti ve bir aylık yolu kısaltıverdi. Gün iyice ağardığında efendisinin şehri uzaktan belirmişti. Allah Teala, masiyetten Kendine kaçan kuluna şükrünü böyle göstermiş ve bilahare ona peygamberlik nasip etmiştir. O zat, İsrailoğul ları´na gönderilen peygamberlerden biriydi.Ehli Sünnet mensuplarının diğer bir vasfı da; ahiret için çahşmaya talip olanların istikbal için hazırlık yapmalarıdır. Bu sıfata sahip olanlar, insanları bir kenara bırakıp kendi nefslerini terbiye ile uğraşır ve ahirete yönelirler. Onların böyle yapmaları gereklidir.
Bir özellikleri de, lüzumsuz ihtiyaçlar konusunda zühd sahibiolmak ve şüphelerden sakınmaktır. Bu, Allah Teala tarafından da onlara farz kılınmıştır. Onların bir başka vasfı da, insanlara ve dünyevi konulara ilişkin az konuşmalarıdır. Bu, mendup görülmüştür. Çünkü insanlar ve dünyevi konular hakkında fazla konuşmak ve bunları sıkça anmak, gaflete ve kalbin katılaşmasına yol açar. Buna karşın Allah Teala´yı sıklıkla anmak, O´nu hatırlatmak, O´nun nimetlerini anmak ve O´na hamd ve senada bulunmak tavsiye edilmiştir.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Bizim meclisimizi paylaşacak kimse şu üç şeyden sakınmalıdır: İnsanları anmak, çünkü onlar her zaman derttir. Dünyayı anmaktan kaçınmak, çünkü dünya kalbi katılaştırır. Çok yemekten sakınmak ki en kötüleri de budur. Bir diğer alim de şöyle demiştir: Bizim meclisimize katılacak kimse, Allah Teala´dan başka hiç kimseyi zikretmemelidir. Mutlaka birşey zikretmesi gerekiyorsa ahireti ve salihleri zikretmelidir.
Sehl (ra) şöyle derdi: ´Sünnet´, Allah Resulü´nün (sav) ve O´nun ashabının üzerinde bulundukları şeydir. Sünnetin başı, dünya hakkında zühd sahibi olmaktır. Allah Resulü ve O´nun ashabı gerçekten zahidlerdi.
Allah Resulü (sav) Tırka-i Naciye´ yani kurtulan zümrenin sıfatlarını anlatırken de şöyle buyurmuştur: Onlar, benim ve ashabımın üzerinde bulundukları şey üzerinde olanlardır". Ehli Sünnet, yukarıda sıraladığımız vasıflara sahip bir topluluktu. Bu özelliklere sahip olanlar da bu topluluktandır. Bunlar Ehli Sünnet´in faziletleri, imanın ziyadesi ve yakinin güzelliğidir. [34]
İman Ve Şeriat´ın Esasları:
Sözlerin en doğrusunu indiren Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Biz seni, din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Ona uy". (Casi-ye/18) Şeriat, *yol´ mefhumu için kullanılan isimlerden biridir. Şeriat; geniş, doğru ve açık bir yol için kullanılmış bir isimdir. Şeriat, yolların tamamını ihtiva eden ve kapsayan bir yol olarak tarif edilmiştir. O, bir anlamda bütün yolları içine alan bir yoldur. Yol´ mefhumu için birçok isim konulmuştur. Bunlara misal olarak, ´Tarik, sebil, minhac, mehacce, mensik´ kelimeleri verilebilir. Şere´a kelimesinin iştikakından dört isim çıkartılmıştır ki bunlar Sâri (=Şeri-at koyucu), Meşre´a (=Konulan şeriat), Şir´at (=Doğru ve açık yol), Şerî´at (-Din, yol). Şeriat, bunlar içinde en kapsamlı olan ve bütün yolları ihtiva edenidir.
Şeriat, on iki temele dayanır. Bu temeller de, imanın genel vasıflarını ihtiva eden hususlardır:
1. Kelime-i Şehadet´te bulunan iki şehadettir ki bunlar fıtratı ifade eder.
2. İkincisi namazdır ki dini ifade eder.
3. Üçüncüsü zekattır ki temizliği ifade eder.
4. Dördüncüsü oruçtur ki müminin cennetini ifade eder.
5. Beşincisi hacdır ki kemaliyeti ifade eder.
6. Altıncısı cihaddır ki zaferi ve Allah´ın yardımını ifade eder.
7. Yedincisi iyiliği emretmektir ki hücceti ifade eder.
8. Sekizincisi kötülükten sakındırın aktır ki korunmayı ifade eder.
9. Dokuzuncusu cemaata katılmaktır ki kaynaşmayı ifade eder.
10. Onuncusu istikamettir ki masumiyeti ifade eder.
11. Onbirincisi helal yemektir ki vera ve titizliği ifade eder.
12. Onikincisi Allah için sevmek ve onun için buğzetmektir ki vesika ve dayanak ifade eder.
Sıraladığımız temellerden bir kısmı Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilmiştir. İbni Abbas (ra) ve İbni Mesud (ra) da bu yönde beyanlarda bulunmuşlardır. [35]
Müslümanlığın Şartı:
Bir kişinin, müslüman olabilmesi için birtakım şartlar konulmuştur. Bir kişi müslüman olabilmek için bidatlere inanmam alıdır. Büyük günahlar işlememelidir. Haram yememelidir. Selef büyüklerine dil uzatmamalıdır. Müslümanların malları ve namusları konusunda eline ve diline sahip çıkmalıdır. Diğer bütün müslümanlara karşı dürüst ve şefkatli olmalıdır. Onları sevindiren şeye sevinmeli, onları özellikle de büyük imamları üzecek şeyler onu da üzmeli-dir. Onların cümlesi için duacı olmalıdır. Bütün amellerinde ihlas-lı olmalıdır.
Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah´a yemin olsun ki kul, kalbi ve dili selamette olmadıkça müslüman, komşusu şerrinden emin olmadıkça da mümin olamaz". [36] Yine O´nun şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç şey vardır ki onlara dayandıkça müslümanın kalbi sahtekar olamaz: Amelleri Allah Teala´ya halis kılmak. İdarecilere karşı nasihatçı olmak ve cemaate devam etmek". [37]
Sayılan şart ve hasletleri taşıyan kişiler, yaşadığımız zamanda (Hicri dördüncü asır) Allah Teala´mn velileri sayılabilirler. Bu, Allah Teala´nm velayetinin ilk adımı ve Allah Teala´mn kula ilk ilgisidir. Bu ilgi, koruyucu, günahtan uzaklaştırıcı ve merhamet edicidir.
Ömer b. Abdülaziz (ra) Salim b. Abdullah´a mektup yazarak şöyle bir ricada bulunmuştu: Bana Ömer b. Hattab´m (ra) halk içinde izlediği yolu anlat. Ben, onun yolunda yürümek istiyorum. Salim (ra) şöyle karşılık verdi: Selamdan sonra, sen Ömer´in zamanında yaşamıyorsun. Senin adamların asla Ömer´in adamları gibi olamazlar. Eğer sahip olduğun adamlarla şu devirde Ömer´in (ra) izlediği yolda yürüyebilirsen senin Ömer´den (ra) daha üstün olabileceğini söyleyebilirim. [38]
´Sünnet´ yol kelimesi için kullanılan isimlerden biridir. Sünnet, doğru yola verilen addır. Kelimenin anlamıyla ilgili olarak ´Tarik/tarikat, senen/sünnet, huccet/mahaccet´ örnekleri verilir. Bunların hepsi de yol anlamındadır.
Sünnetin ve Ehli Sünnet yolunun faziletleri hakkında şunlar söylenebilir. Ehli Sünnet´in faziletlerinden başta geleni; her bakımdan dünyaya fazla meyletmemeleridir. Onlar Allah Teala´dan gelen en küçük şeye dahi kanaat eder ve her şekilde Allah karşısında tevazu gösterirler. Konuyla ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir: İbadetin fazileti tevazudur. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Dört şey vardır ki ancak hayranlık uyandıracak şekilde birarada bulunur. İbadetin başı olan tevazu; sükut; Allah´ı zikir ve eşyanın azlığı".
Tevazu, beş şekilde ortaya çıkar: Sözle, fiille, giysiyle, ev eşya-sıyla ve evle. Müminde bunların bir kısmı bulunabilir. Her kim bu beş hususta tevazuya uygun davranırsa, ´mütevazı´ olarak anılmayı haketmiş olur. Tevazünün zıddı kibirdir. Kibir de, yukarıdaki beş konuda tevazuya aykırı davranmakla ortaya çıkar. Mümin, bunlardan bir kısmıyla imtihan edilmiş, bir kısmından da kurtulmuş olabilir. Ama bunların tamamında tevazuya aykırı hareket eden kimse, ´mütekebbir´ olarak anılmayı haketmiş olur. Kibrin aslı kalptedir. Onun görünen kısmı ise, fiiller ve sözlerde ortaya çıkar.
Ehli Sünnet´in temel vasıflarından biri de, ilim ve amellerle ilgili olarak şüpheli ve karışık meselelerde gösterdikleri vera´dır. Onlar, bu tür hüküm ve fiillere tereddütle yaklaşırlar. Bunların, ne doğruluğuna, ne de yanlışlığına inanırlar. Aksi halde batıla inanmış veya hakkı inkar etmiş olabilirler. Onların bu gibi konulardaki yaklaşımları; nihai kararı Allah Teala´ya teslim etmektir. Bu nedenledir ki onlar, bu gibi hususlarla karşılaştıklarında ´Bunların Allah katındaki hakiki hallerine iman ettik´ derler. Bu, Allah Tea-la´nm karışık ve ihtilaflı meselelerde müminleri itaate davet etmesidir. Bu gibi noktalarda, sükut etmek ve işi Allah´a teslim etmek gerekir.
İlimde derinleşenlerin vasıfları sayılırken de buna dikkat çekilmiştir. Allah Teala, Zatı üzerine yemin etmiş ve tam teslimiyet göstermeyenleri iman dairesi dışına çıkarmıştır. O, teslimiyeti imanın ziyade sevabı olarak bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bu, ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı". (Ahzab/22)
Allah Resulü (sav) de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "İşler üç kısımdır: Doğruluğu açığa çıkan iş ki onu izleyin. Yanlışlığı ortaya çıkan iş ki ondan uzak durun. Şüpheli olan iş ki onu da bilenine havale edin".
İbni Mesud (ra) da bu çerçevede şöyle demiştir: Yolun işaretleri olduğu gibi bu Kur´an´m da açık işaretleri vardır. Bunlar içinde bildiklerinizle amel edin. Bilmediklerinizi ise bilenlere havale edin. Yine o, şöyle derdi: Bugün öyle bir zamandasınız ki en hayırlınız, acele edenlerdir. Öyle bir zaman gelecek ki en hayırlınız işin hakikatini arayanlar olacaktır. Bu sözün izahını şöyle yapabiliriz: İlk asırda hak apaçık ortada idi. Sonraki zamanlarda ise, şüphelerin artmasıyla birlikte hak muğlak hale gelmiştir. Günümüzde insanların en hayırlısı, vera´ ile titizlik gösterendir. İlk devirde ise faziletlere koşanlar en hayırlılardan sayılırdı.
Bu yaklaşımın sıhhatine delalet eden bir husus da imanın, tasdik olduğu gibi aynı zamanda teslimiyet de olduğudur. Tabiun´dan Cafer b. Muhammed ve Ebu Muhammed Cafer b. Ali şu iki ayeti bu manada okumuşlardır: "Bizi Sana teslim olanlar (müslümanlar) kıl". (Bakara/128); "Ayetlerimize iman ettiler ve onlar teslim olmuş (müslüman)lardı". (Zuhruf/69) Eğer bu ikisi, yani iman ve teslim olma aynı manada olmasalardı, kıraatta manaya muhalefet etmeleri caiz olmazdı.
Allah Resulü (sav) de müteşabih hükümlerde benzer şekilde davranmıştır. Müteşabih, bir yönüyle hakka diğer yönüyle batıla benzeyen husustur. O bu meyanda şöyle buyurmuştur: "Katab Ehli´ni ne tasdik edin, ne de yalanlayın. Sadece ´Biz Allah´a, O´nun bize indirdiği Kitab´a ve size indirdiğine iman ettik´ deyin".[31]Çünkü´ Tevrat´ın Allah Teala tarafından indirilmiş olduğu bir hakikattir.
Ama O, İsrailoğulları´nm onu tahrif ettiklerini de haber vermiştir. Müminlerin inanma tercihiyle karşılaştıkları kısımları muhtemelen Allah Teala tarafından indirilmiş kısımlardır ve bunların yalanlanması haramdır. Onların inkar etme tercihiyle karşılaştıkları kısımları ise, muhtemelen tahrif edilmiş kısımlardır ki bunların kabulü ve sübutuna iman edilmesi de haram kılınmıştır.
Allah Resulü (sav) müminlere işte bu noktada durmalarını ve Allah Teala´mn indirdiğine bir bütün olarak iman etmelerini emretmiştir. Böylelikle İsrailoğulları´nm Tevrat´a dair haber verdikleri hususlar eğer hak kısmına dahilse ona iman etmiş, eğer batıla dahilse bundan dolayı da zarar görmemiş olurlar.
Müslüman; delili akılda belirginleşmemiş bir şeye kudret-ilahi, sünnet veya nakil sebebiyle teslim olan kimsedir. Mümin ise; gözle görülerek belirginleşmemiş bir şeyi tasdik eden kimsedir. O, gayba inanmaktadır. Akıl, kalbin gözü, göz de bedenin görme aracıdır. Allah Resulü (sav) buyurdu ki: "Aklı erinceye kadar mecnundan mesuliyet kaldırılmıştır". [32]Allah Teala da şöyle buyurmuştur: "Görmeyen için bir güçlük yoktur". (Nur/62)
Ehli Sünnet mensuplarının bariz özelliklerinden biri de kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terketmesidir. Müslüman, kendisine yetenle iktifa etmeli, kendisine ilgilendirmeyen söz ve fiillerden uzak durmalıdır. Kendini ilgilendirmeyen hususlara dalmak, tekel-lüf´yani üstüne vazife olmayan şeyle ilgilenmek olarak tarif edilmiş ve Allah Resulü (sav) tarafından nehyedilmiştir. O, ümmetinin bundan beri olduklarını haber vermiştir. Tekellüf yani mâlâyani ile uğraşmak, kişinin kendini bizzat ilgilendiren hususlarla meşgul olmaktan alıkor. Akıl ve zeka sahibi her müslüman, kendisini ilgilendiren şeylerle meşgul olur.
Lokman´m (as) haber verdiği hikmetin özü de budur. Lokman´a (as) hikmetin neyle verildiği sorulduğunda şöyle demiştir: Hikmet bana iki şeyle verilmiştir: Bana gerekmeyeni üstüme almam, mükellefiyetimi de ziyan etmem. Kişiyi ilgilendirmeyen şey; bilinme-mesinin zarar vermediği, yapılmasının da yarar sağlamadığı şeydir. Kişiye vazife kılınmayan bu tür şeylerin söylenmesi veya yapılmasında her hangi bir fazilet mevcut değildir. Bu tür şeyleri dinlemesi ve bunlarla ortaya çıkması halinde de kendisi için bir kazanç, diğerleri için bir fayda sözkonusu olmaz.
Ehli Sünnet´in özelliklerinden biri de eziyeti gidermektir. Bu, vera´dan sayılmıştır. Sehl (ra) şöyle derdi: Eziyeti gidermek aklın kazancı, eziyete tahammül etmek ilmin kazancı, halka karşı dürüst olmak ve onlara merhametle yaklaşmak ise imanın amelden kazancıdır. Bu da şu şekilde olur: Kul, kendisini uhrevi amellerden uzaklaştıran nefsani alışkanlıklarını bir kenara bırakır.
Bu meyanda nefsi terbiyeye ve onu boyun eğdirmeye yönelik ameller yapılır. Bu amellerde, nefse tat verebilecek mahiyette arzular bulunmamalıdır. Alışkanlık (-adet), galip bir ordu gibidir. Alışkanlıklar için tevbede bulunmak zordur. Alışkanlıkların kul üzerindeki hakimiyetinden dolayı kulun onlara tekrar dönmesi muhtemeldir. Alışkanlık, arzu ve nevanın kapılarından bir kapıdır. Kula emredilen veya Özendirilen hususlar dışındaki her türlü alışkanlık buna dahildir.
Ebu Süleyman ed-Darani (ra) şöyle demiştir: Eğer yemek için belli bir zaman tayin etmemeye gücünüz yeterse, nefsiniz aksini arzu etse de zaman tayin etmeyin. Yine o şöyle demiştir: Akşam yemeğimden bir lokmayı bırakmam, benim için bir geceyi ibadetle geçirmemden daha sevimlidir. Çünkü bunda, nefsi alışkın olduğundan mahrum etme ve azla yetinme sözkonusudur.
O, benzer bir vesilede şunu söylemiştir: Nefsin arzularından birini terketmek, kalp için bir yıl oruç tutmak ve ibadet etmekten daha faydalıdır. Bütün bunlar, nefsin kötü alışkanlıklara ısınması ve sürekli bunları özlemesi endişesiyle söylenmiş sözlerdir. Çünkü nefs bu alışkanlıklara ısınıp onları özler hale geldiği zaman bunları kontrol altına almak imkan dahilinden çıkmaya başlar.
Ehli Sünnet mensubu emrolunduğu hususlarda güzel bir sabır göstermelidir. Nehyedildiği hususlardan kaçınma noktasında da güzel bir sabır göstermelidir. Bu, en faziletli amellerdendir. Böyle davrananlar için ziyade sevap ve kemaliyet sözkonusudur. Ebu Hüreyre (ra) Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Haramlardan sakın ki insanların ibadet bakımından en ilerisi olasın". [33]Bu hadisin başka bir lafzında ise İnsanların vera´ bakımından en ilerisi olasın1 ifadesi yeralmıştır.
Haramlara yaklaşmama konusunda gösterilen sabra verilen sevabın büyüklüğü hakkında işittiğim en güzel söz İsrailiyyat kaynaklarında anlatılan şu hadisedir;
Adamın biri, kendi beldesine yayan bir aylık mesafede bulunan bir beldeden bir hanımla evlenmişti. Hanımını getirmesi için orada yaşayan hizmetçisine haber göndermişti. Hizmetçi hanımı alarak yola çıktı. Karanlık çökünce şeytan ona gelerek şöyle.dedi: Şu anda seninle şu kadının kocası arasında bir aylık mesafe var. Kocasının yanına varıncaya kadar bu bir ayın gecelerinde ondan zevk alsan olmaz mı? Kadın da bundan hoşlanacak ve bu iyiliğini kocasının yanında anlatacaktır. Böylece efendinin gözünde iyi bir yerin olacaktır.
Hizmetçi şeytanın bu fısıltılarını dinledikten sonra kalktı ve namaza durdu. Rabbi´ne şöyle nida etti: Ey Rabbim, düşmanın geldi ve beni Sana isyana teşvik etti. Bir ay boyunca ona dayanacak gücüm yok. Ondan Sana sığınıyorum ey Rabbim. Beni ondan koru ve eline düşürme. Gecenin tamamını bu hal üzere nefsiyle mücadele ederek geçirdi.
Seher vakti hanımının bineğini hazırladı ve onu bindirip yola koyuldu. Allah Teala ona merhamet etti ve bir aylık yolu kısaltıverdi. Gün iyice ağardığında efendisinin şehri uzaktan belirmişti. Allah Teala, masiyetten Kendine kaçan kuluna şükrünü böyle göstermiş ve bilahare ona peygamberlik nasip etmiştir. O zat, İsrailoğul ları´na gönderilen peygamberlerden biriydi.Ehli Sünnet mensuplarının diğer bir vasfı da; ahiret için çahşmaya talip olanların istikbal için hazırlık yapmalarıdır. Bu sıfata sahip olanlar, insanları bir kenara bırakıp kendi nefslerini terbiye ile uğraşır ve ahirete yönelirler. Onların böyle yapmaları gereklidir.
Bir özellikleri de, lüzumsuz ihtiyaçlar konusunda zühd sahibiolmak ve şüphelerden sakınmaktır. Bu, Allah Teala tarafından da onlara farz kılınmıştır. Onların bir başka vasfı da, insanlara ve dünyevi konulara ilişkin az konuşmalarıdır. Bu, mendup görülmüştür. Çünkü insanlar ve dünyevi konular hakkında fazla konuşmak ve bunları sıkça anmak, gaflete ve kalbin katılaşmasına yol açar. Buna karşın Allah Teala´yı sıklıkla anmak, O´nu hatırlatmak, O´nun nimetlerini anmak ve O´na hamd ve senada bulunmak tavsiye edilmiştir.
Ulemadan bir zat şöyle demiştir: Bizim meclisimizi paylaşacak kimse şu üç şeyden sakınmalıdır: İnsanları anmak, çünkü onlar her zaman derttir. Dünyayı anmaktan kaçınmak, çünkü dünya kalbi katılaştırır. Çok yemekten sakınmak ki en kötüleri de budur. Bir diğer alim de şöyle demiştir: Bizim meclisimize katılacak kimse, Allah Teala´dan başka hiç kimseyi zikretmemelidir. Mutlaka birşey zikretmesi gerekiyorsa ahireti ve salihleri zikretmelidir.
Sehl (ra) şöyle derdi: ´Sünnet´, Allah Resulü´nün (sav) ve O´nun ashabının üzerinde bulundukları şeydir. Sünnetin başı, dünya hakkında zühd sahibi olmaktır. Allah Resulü ve O´nun ashabı gerçekten zahidlerdi.
Allah Resulü (sav) Tırka-i Naciye´ yani kurtulan zümrenin sıfatlarını anlatırken de şöyle buyurmuştur: Onlar, benim ve ashabımın üzerinde bulundukları şey üzerinde olanlardır". Ehli Sünnet, yukarıda sıraladığımız vasıflara sahip bir topluluktu. Bu özelliklere sahip olanlar da bu topluluktandır. Bunlar Ehli Sünnet´in faziletleri, imanın ziyadesi ve yakinin güzelliğidir. [34]
İman Ve Şeriat´ın Esasları:
Sözlerin en doğrusunu indiren Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Biz seni, din hususunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Ona uy". (Casi-ye/18) Şeriat, *yol´ mefhumu için kullanılan isimlerden biridir. Şeriat; geniş, doğru ve açık bir yol için kullanılmış bir isimdir. Şeriat, yolların tamamını ihtiva eden ve kapsayan bir yol olarak tarif edilmiştir. O, bir anlamda bütün yolları içine alan bir yoldur. Yol´ mefhumu için birçok isim konulmuştur. Bunlara misal olarak, ´Tarik, sebil, minhac, mehacce, mensik´ kelimeleri verilebilir. Şere´a kelimesinin iştikakından dört isim çıkartılmıştır ki bunlar Sâri (=Şeri-at koyucu), Meşre´a (=Konulan şeriat), Şir´at (=Doğru ve açık yol), Şerî´at (-Din, yol). Şeriat, bunlar içinde en kapsamlı olan ve bütün yolları ihtiva edenidir.
Şeriat, on iki temele dayanır. Bu temeller de, imanın genel vasıflarını ihtiva eden hususlardır:
1. Kelime-i Şehadet´te bulunan iki şehadettir ki bunlar fıtratı ifade eder.
2. İkincisi namazdır ki dini ifade eder.
3. Üçüncüsü zekattır ki temizliği ifade eder.
4. Dördüncüsü oruçtur ki müminin cennetini ifade eder.
5. Beşincisi hacdır ki kemaliyeti ifade eder.
6. Altıncısı cihaddır ki zaferi ve Allah´ın yardımını ifade eder.
7. Yedincisi iyiliği emretmektir ki hücceti ifade eder.
8. Sekizincisi kötülükten sakındırın aktır ki korunmayı ifade eder.
9. Dokuzuncusu cemaata katılmaktır ki kaynaşmayı ifade eder.
10. Onuncusu istikamettir ki masumiyeti ifade eder.
11. Onbirincisi helal yemektir ki vera ve titizliği ifade eder.
12. Onikincisi Allah için sevmek ve onun için buğzetmektir ki vesika ve dayanak ifade eder.
Sıraladığımız temellerden bir kısmı Allah Resulü´nden (sav) rivayet edilmiştir. İbni Abbas (ra) ve İbni Mesud (ra) da bu yönde beyanlarda bulunmuşlardır. [35]
Müslümanlığın Şartı:
Bir kişinin, müslüman olabilmesi için birtakım şartlar konulmuştur. Bir kişi müslüman olabilmek için bidatlere inanmam alıdır. Büyük günahlar işlememelidir. Haram yememelidir. Selef büyüklerine dil uzatmamalıdır. Müslümanların malları ve namusları konusunda eline ve diline sahip çıkmalıdır. Diğer bütün müslümanlara karşı dürüst ve şefkatli olmalıdır. Onları sevindiren şeye sevinmeli, onları özellikle de büyük imamları üzecek şeyler onu da üzmeli-dir. Onların cümlesi için duacı olmalıdır. Bütün amellerinde ihlas-lı olmalıdır.
Allah Resulü´nün (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allah´a yemin olsun ki kul, kalbi ve dili selamette olmadıkça müslüman, komşusu şerrinden emin olmadıkça da mümin olamaz". [36] Yine O´nun şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Üç şey vardır ki onlara dayandıkça müslümanın kalbi sahtekar olamaz: Amelleri Allah Teala´ya halis kılmak. İdarecilere karşı nasihatçı olmak ve cemaate devam etmek". [37]
Sayılan şart ve hasletleri taşıyan kişiler, yaşadığımız zamanda (Hicri dördüncü asır) Allah Teala´mn velileri sayılabilirler. Bu, Allah Teala´nm velayetinin ilk adımı ve Allah Teala´mn kula ilk ilgisidir. Bu ilgi, koruyucu, günahtan uzaklaştırıcı ve merhamet edicidir.
Ömer b. Abdülaziz (ra) Salim b. Abdullah´a mektup yazarak şöyle bir ricada bulunmuştu: Bana Ömer b. Hattab´m (ra) halk içinde izlediği yolu anlat. Ben, onun yolunda yürümek istiyorum. Salim (ra) şöyle karşılık verdi: Selamdan sonra, sen Ömer´in zamanında yaşamıyorsun. Senin adamların asla Ömer´in adamları gibi olamazlar. Eğer sahip olduğun adamlarla şu devirde Ömer´in (ra) izlediği yolda yürüyebilirsen senin Ömer´den (ra) daha üstün olabileceğini söyleyebilirim. [38]