- Eğitimin kısa tarihi

Adsense kodları


Eğitimin kısa tarihi

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
hafiza aise
Fri 10 August 2012, 12:49 am GMT +0200
Eğitimin kısa tarihi
Naci BOSTANCI • 87. Sayı / TÜRKİYE


Yeni eğitim yasası çerçevesinde yapılan tartışmalarda bol miktarda “bilimsellik ve pedagojik olma” hususlarına vurgu yapan sözler duyduk. Karşı çıkılmaz bir önerme olarak “eğitimin önemi” de bol bol dile getirildi. Mütearife düzeyine yükselmiş her önerme gibi aksini söyleyecek bir meczup bulunmadığı için, eğitimin niçin önemli olduğu konusu, işin arka planı çok fazla tartışılmadı. Ne zaman topluma, siyasete, kültüre ilişkin problemden bahsedilse “eğitim şart kardeşim” şeklinde kolaycı çözümlerin zikredildiği, başların sallandığı, böylelikle hem soruna hem de çözüm yoluna ilişkin üzerinde anlaşmaya varılmış kesin bilgeliğin ortaya sürüldüğü bir iklimde “arka planlar” hakkında konuşmak kolay olmasa gerek.

İnsanoğlunun bu yeryüzündeki macerasında eğitim işinin her vakit kendisine eşlik ettiğini söyleyebiliriz. Hatta bunu doğallaştırmak için hayvanlar âleminden örnek vermek de mümkün. Doğa belgeselleri izleyenlerin pek çok örneğine şahit olduğu gibi, hayvanlar da yavrularına gelecekteki hayatlarını nasıl sürdürecekleri, tehlikelerden kaçınıp avlarına nasıl ulaşacakları konusunda uygulamalı bilgiler aktarırlar. İnsanoğlunun da muhakkak böyle yetenekleri vardır fakat bizler doğadan kopup kültür alanına geçtiğimiz için işlerimizi inşa bir düzen içinde yapıyoruz.

Bilgileri nakşetme
Antropologların bize aktardıkları çeşitli gözlemler üzerinden ilkel kabilelerin bu kültürü aktarma işini, yani eğitimin en önemli ayaklarından birisini sözlü kültürün imkânları ile yaptıklarını söyleyebiliriz. Yazının olmadığı yerde hafızanın ve bilgilerin hafızaya nakşedilmesi için ona uygun bir sistematiğe yerleştirilmesinin gerekli olduğu da açık. Bu yetmiyor. İlkel hayat, dünyevi hayatın kutsalla ve metafizikle iç içe geçmiş bir şekilde yaşantılanmasına yaslandığı için gerek kişisel ilişkiler içine yerleştirilmiş eğitim gerekse kolektif pratikler halindeki uygulamalar kutsalın bir parçası addediliyor. Tıpkı erginleme törenleri, avın ya da toplayıcılığın öğretilmesi gibi…

Eski Yunan sitelerinde dünyayı, insanı, maddeyi ve sanatı, estetiği anlamak, hayatın anlamı üstüne kapsayıcı çözümlemeler yapmak çok önemli bir işti. Her biri kendine has ekoller olan akademiler yaklaşımlarıyla toplum üzerinde etkili olmuşlar, öğrencileri üzerinden öğretilerini topluma aktarmaya çalışmışlardı. Aristo, Eflatun, ya da Sinik, Stoacı, Epiküros okulları birer eğitim kurumları olarak anlaşılabilir. Elbette eğitim zorunlu değildi. Ancak sitede en üst tabakayı oluşturan vatandaşların jüri üyesi, devlet memuru olabilmesi, askerlikte görev alabilmesi için bazı temel yetenekleri kazanması bekleniyordu. Roma İmparatorluğu’nda da yine çeşitli düşünürler, okullar mevcuttu. Ancak orada da eğitim sınırlı bir çevre için belli branşlarda söz konusuydu. Bu çağlarda sanat sahibi olan kişinin altın bileziğini hasisçe koruması, bunları başkalarıyla paylaşmaması, böylelikle uzmanlık alanına ilişkin iktidarını sürdürmesi eğilimi, bilginin paylaşılması önünde kimi zaman engeller oluşturmuştu.

Ortaçağ’da eğitim
Ortaçağ Avrupası’nda eğitim kurumlarını oluşturan merkezî örgüt kiliseydi. Bunu yaparken meşru dinî eğitimin güçlendirilmesi, onun savunucularının yetiştirilmesi, heretik akımlara karşı sistematik düşünce ile karşı konulması amaçlanmaktaydı. Bugün ise Avrupa’da bulunan meşhur birçok üniversitenin o dönemlerde kilise tarafından tam da bu amaçlar için oluşturulmuş kurumlar olduğu hatırlanmalı.

İslam dünyasındaki medreseler ise başlangıçta egemen dinî yorumun sistemli hale getirilmesi, hayatla kutsal arasındaki ilişkinin yorumlanması amacıyla oluşturulmuştu. 13. yüzyılın içinde kurulmuş olan medreselerin müfredatları, bir yanıyla dünyayı anlamaya diğer yanıyla ise dinî bilgilerin aktarımıyla ilişkiliydi.

Krallıklar, imparatorluklar, beylikler gibi siyasi rejimlerde siyasi irade ile halk arasındaki ilişki zengin, çok yönlü, ayrıntılı, iktidarın sürekli olarak halk katında meşru bir şekilde üretilmesine ihtiyaç duyulacak şekilde değildi. İktidar sahibi çevre ile halk arasındaki ilişkinin askere gitme, vergi verme ile sınırlı olduğunu, bunun dışında siyasi meselelere ilişkin halkın görüş ve kanaatlerine başvurulmadığını, bu işlerin “yüksek sanat” olarak ancak belli kesimlerce yapılacağının benimsendiğini söylemeliyiz. Bizdeki siyaset kelimesinin ceza anlamında kullanıldığını, kendi hakkı olmadığı halde tahtın işlerine ilişkin tavır almaların siyaset meydanında, suçun derecesine göre idamla cezalandırıldığını hatırlamak gerekir. Böyle bir ortamda iktidarı temsil eden hanedanın ihtiyaç duyduğu ölçüde bir ulema sınıfını yetiştirmeye yönelik eğitim örgütlenmesi de mevcuttu. Halkı eğitmek, onu cahillikten kurtarmak, iktidarı eğitim kurumları üzerinden yeniden üretmek şeklinde fikirler ve uygulamalar söz konusu değildi.

Herkesin eğitilmesi fikri
Herkesin eğitim kurumları marifetiyle eğitilmesi fikri modern bir düşünce. Halkın tebaa statüsünden vatandaşlığa geçişiyle yakından alakalı. Siyasi yapının değişmesi, halkın rızasının bir meşruiyet kriteri olarak öne çıkması, devlet-vatandaş ilişkilerinin çok yönlü ve iç içe bir nitelik kazanması herkesin eğitilmesi gerektiği yaklaşımını güçlendiriyor. Özellikle 19. yüzyılda öne çıkan milliyetçi fikirler ve millî devletler, yatay yoldaşlıkta toparlanmış homojen millet algısı sebebiyle herkesi kuşatan eğitim fikrinin hararetli destekleyicileri ve uygulayıcıları olmuşlardı. Millî devletlerin amacı, eğitim üzerinden devletle milleti örtüştürmek, yerel farklılıkları aşkın ortak bir kültür ve normlar dizgesi oluşturmaktı. Millî devletlerin yükselmesine paralel, onların önceledikleri kavramları esas alan, ülke sınırları içindeki halkı tek bir halk haline getirmeyi hedefleyen programların uygulandıklarını görüyoruz. Ancak burada eğitimin tek yönlü ve sadece endoktrine edici yönde geliştiği söylenemez. Eğitim ile okuryazar haline gelen, farklı fikirlerle karşılaşan, kendisine öğretilenlerin ötesindeki fikirlere de ulaşma imkânını bulan insanlar, endoktrinasyonun ötesindeki alanlara; hayatın, gerçeğin ne olduğu, nasıl bir dünyada yaşadığımız, üniversal kültür, sanat, estetik konularıyla da bağlar kurmuşlardı. Özellikle ulaşım ve iletişim imkânlarının arttığı, büyük nüfus kütlelerin geçmişle karşılaştırılamayacak şekilde mobilize olduğu modern zamanlar, eğitimin hem “benzeştirme” hem de “farklılaştırma”, başka bir ifadeyle, mevcut kültürün aktarımı ile evrenselliğe açılma eğilimlerini yan yana getirmişlerdi.

Eğitimde hangi model?
Bugün eğitim denildiğinde, Mevlana’nın söylediği pergel metaforuna benzer bir durum akla geliyor. Eğitimle bir yandan ilgili ülkenin kültürel değerleri aktarılırken, toplumsallaşmanın bir aracı olarak eğitime müracaat edilirken diğer yandan da bütün dünyaya yönelik bir ilgi ve öğrenme çabası öne çıkıyor. Eğitimi toplumlar için çok önemli kılan; yaygınlığı, her ferdi kucaklaması, onlara belli bir dünya görüşünü doğrudan ya da dolaylı şekilde aktarması gibi özellikler. “Kim, neyi, ne kadar zamanda, nasıl, niçin öğrenecek?” gibi soruların cevabı eğitimle veriliyor.

Eğitim modelleri bakımından en temel belirleyici; ilgili ülkenin diktatörlük ya da demokratik, “hangi” idareye sahip olduğu. Diktatörlüklerde çok kaba bir manipülasyon egemen. Bugün hâlâ böyle ülkeler var. Demokratik rejimlerde ise siyasi irade halkın beklenti ve taleplerini dikkate alan bir eğitim örgütlenmesi yapmak zorunda. Demokratik teori, yönetici irade ile halkın talepleri ve rızası arasında bir paralellik öngörüyor.

Bugünün dünyasında eğitim konusunun daha fazla yaygınlaştığı, süre olarak uzadığı görülüyor. Hayat boyu eğitim gibi kavramlar yükseliyor. Keza eğitim modellerinde küresel ve yerel dinamikler öne çıkıyor. Yeni teknolojiler eğitimi hem şekil hem de içerik olarak değiştiriyor. Dünyanın yakın geleceğinde eğitimin öneminin daha da artacağını söyleyebiliriz. Eğitim üzerine yürütülecek tartışmalar da çoğalacak. Bunlar önemli. Bir ülkede tartışmaların varlığı oradaki demokratik yapıyı gösteriyor. Asıl tehlike hiç tartışılmaksızın belli eğitim modellerin uygulanması. Türkiye’deki sistem değişikliği tartışmalarını, en az sistemin kendisi kadar önemli ve değerli görmek gerekiyor. Çünkü böylelikle eğitim konusu mahiyeti bakımından daha geniş kitlelerin ilgisine açılmakta, demokratik süreçler ortak değerlerin üretilmesi kadar evrensel bilgiye açılma konusunda da etkin bir rolü yerine getiriyor.