saniyenur
Mon 2 January 2012, 06:19 pm GMT +0200
4. Ecel
“Maktul eceliyle ölmüştür”
Yani, maktul ölümü için takdir (tayin ve tesbit) edilen vakitte ölmüştür. Mutezile'den bazılarının, “Allah Taâlâ, onun ecelini kesmiş (ve ömrünü t“Maktul eceliyle ölmüştür”
Yani, maktul ölümü için takdir (tayin amamlamadan öldürmüştür)” şeklindeki iddiaları doğru değildir.
Delillerimiz: Allah Taâlâ, ezelî ilmine göre ve tereddüt etmeden yani bir kayda ve şarta bağlamadan insanların ecelleri konusunda hükmünü vermiş (ve ömürlerini tesbit etmiş) tir. Nakli delilimiz: “Onların eceli geldiği zaman ne bir saat geciktirilir, ne de bir saat ve an) öne alınır” (A'raf, 7/34; Yunus, 10/49; Nahl, 16/64).
Mutezile'nin delilleri: Nakli delil: Bazı ibadet ve taatîarm ömrü arttıracağı ve uzatacağı konusunda hadisler vardır. (“Sadaka ömrü uzatır” gibi) [72]. Aklî delilleri: Maktul eceliyle ölseydi, katil yerilmeyi, ceza görmeyi, diyeti ve kısası hak etmezdi. Zira, maktulün ölümü katilin yaratmasiyle ve kesbiyle olmamıştır.
Cevap; Allah Taâlâ ezelî ilmi ile biliyordu ki, insan, belli bir ibadeti ve taatı yapmasa (meselâ) ömrü kırk sene olacak. Fakat Allah, insanın o taatı işleyeceğini ve bunun sonucu olarak da ömrünün (meselâ) yetmiş sene olacağını bilmiş, (onun ömrünü buna göre takdir ederek kırk senenin) ziyadesini bu taata nisbet etmiştir. Zira Allah Taâlâ biliyordu ki, o taat olmasa, (ömründeki bu) fazlalık olmayacaktır.
İkinci itiraza cevap: Katilin ceza görmesi ve tazminat Ödemesi mecburiyeti, men edilen bir işe teşebbüs etmesinden (haddi tecavüz etmesinden) ve (sünnetullah dediğimiz) tabiat kanunları gereğince, Allah Taâlâ'nın akebinde ölümü yarattığı bir fiili kesbetmiş olmasındandır. Zira kati ve öldürme, halk ve yaratma bakımından olmasa bile, kesb yönünden katilin fiilidir.
“Ölüm, ölü ile kâimdir”
Ölüm Allah Taâlâ tarafından yaratılır. Ne yaratma ne de kesb yönünden insanın bunda tesiri ve rolü yoktur. Bu manâya göre ölüm ('ademi ve bir yok olma hali değil, tersine bir var olma halidir ve onun için de) vucudîdir. “Allah, ölümü ve hayatı yarattı” (Mülk, 67/2) âyeti bunun delilidir. Kelâmcılarm çoğunluğuna göre ölüm 'ademidir, (bir yok oluş ve olma'yış halidir). “Allah, ölümün yaratıcısıdır”, ifadesi “takdir edicisidir” manâsına gelmektedir.
“Ecel bir ve tektir”
“Biri ölüm, diğeri öldürülme (mevt ve kati) olmak üzere maktulun iki eceli vardır. Maktul kati edilmeseydi, ölüm şeklinde vukua gelecek, eceline kadar yaşayacaktı”, diyen Mutezile'den Ka'bî'nin görüşü doğru olmadığı gibi filozofların şu kanâati da yanlıştır: “Bir canlının, biri tabiî diğeri ihtiramı (inkıtaa uğrayan; kesik) olmak üzere iki eceli mevcuttur.
Tabiî ecel: İnsanın yaratılışında mevcut olan hararetin sönmesi ve rutubetin çözülmesi, suretiyle ortaya çıkar. (Yaşlılık sebebiyle fizikî bünyenin fonksiyonunu yitirmesi şeklinde zuhur eder. Tıpkı yağı tükenen bir lambanın sönmesi gibi).
İhtiramı ecel: Hastalık, felaket ve ölüm kazaları şeklinde ortaya çıkar”,(Tabii ecel bir, ihtiramı ecel birçoktur)[73]
[72] “Müslüman kişinin sadakası ömrü uzatır”. Bk. Camiu's-sağîr, I, 44; “Yakınları ziyaret etmek (sıla-yı rahim) ömrü uzatır” Bk. Aclunî, I. 22.
Zayıf olduğunda şüphe olmayan, uydurma olmaları da kuvvetle muhtemel olan bu tür hadisler, Mutezile görüşünü desteklemek için ortaya konulmuştur.
Yalnız şöyle bir sahih hadis rivayet edilmektedir: “Kim elinin geniş, rızkının bol olmasını ve ecelinin geç gelmesini arzu ederse sıla-yı rahimde bulunsun”. (Buharı, Büyü', 31; Müslim, Birr, 6). Bu hadis tamamiyle ahlâkî bir muhteva taşımaktadır. Metafizikle ilgisi yoktur. Ömrün uzaması, vücudun güçlü, kuvvetli ve sıhhatli olması, Ömrün bereketli olması şeklinde yorumlanmıştır.
[73] Ecel konusunda Sünnî kaynakların Mutezile mezhebinin görüşü hakkında, verdikleri bilgi eksik ve yetersizdir.
Mutezile âlimlerinden Kadı Abdulcebbar (Öl. 415/1025) bu konuda, Şurhu usûu'l-Hamsc isimli eserinde (Kahire, 1956, s. 780) şu bilgiyi verir:
“Ecel vakit ve vade mânasına gelir. Tabiî bir şekilde ve herhangi bir müdahale olmaksızın ölen de, kati suretiyle vefat eden de kendi eceliyle ölmüş olur. Bunda ihtilaf yoktur. Zira bir adamın eceli öldüğü zamandir. Her iki surette de insan öleceği vakitde vefat etmiştir. thtılaf konusu olan husus şudur; Kati ve idam suretiyle öldürülen bir kişi, şayet öldürülmemiş olsaydı acaba ölüm ve yaşama karşısındaki durum nasıl olurdu?
1. Üstadımız Ebu Hüzeyi Allaf'a göre katil öldürmeseydi, yine de maktul kesinlikle ölürdü. Aksi halde katilin eceli kesmemesi ve ömrü kısaltması icab eder. Bu ise imkânsızdır.
2. Bağdadîı Mutezile âlimlerine göre, katil öldürmeseydi, maktul kesinlikle yaşardı.
3. Bize göre katil öldürmeseydi, maktulün yaşaması da kati edildiği anda ölmesi de mümkündür. Bu konuda kesin bir şey söylenemez, iki şıktan birinin doğruluğuna kat'iyetle hükmedilemez.
Ebu Huzeyl'in görüşü doğru değildir. Bu görüş doğru olsaydı, yabancı birinin ağılma girerek davarlarını kesen bir kişinin mal sahibine kötülük değil iyilik yapmış olması lâzım gelirdi. Çünkü bu zat sürü sahibinin hayvanlarım boğazlamamış olsaydı, davarlar murdar olarak ecel anında ölmüş olacaklardı. Halbuki bu durumun yanlış, aksinin doğru olduğu bilinen bir husustur.
Bağdat'daki Mutezile âlimleri şöyle derlerdi: Katil öldürmeseydi, maktul kesinlikle yaşardı. Şayet yaşamamış olsaydı, katil olan kişinin haksız ve zâlim olmaması icabederdi. Halbuki katilin haksız ve zâlim olduğu konusunda bilgi ve delil sahibiyiz. Bir de şu var: Çok sayıdaki insanın bir anda ölmeleri normal olarak düşünülemez ama öldürülmeleri pekâlâ düşünülebilir. Su halde, katil öldürmeseydi, maktul yaşayabilirdi, sözü nasıl doğru olabilir?
Cevap: Kâtil dam öldürmekle haksızlık zulm yapmış olur. Zira öldürdüğü kişiye fayda değil, zarar vermiştir. Bu hareketiyle maktulden bir zararı defetmiş değildir. Ayrıca maktul öldürülmeyi hak etmiş de sayılmaz. Ayrıca katil, Allah Taâlâ tarafından öldürülmenin karşılığı olan ecirden maktulü mahrum etmiş olduğu için de zâlim durumuna düşmüştür. Kaldı ki, biz katil tarafından öldürülmüş olan kişinin yaşama şansına da sahip olduğunu, bu hayattan faydalanmasının imkân dahilinde bulunduğunu muhtemel görmekteyiz.
İnsan topluluğunun bir anda öldürülmeleri' mümkün olduğu gibi bit anda ölmeleri de mümkün ve vakidir. Salgın hastalıklar zamanında bu durum görülür. Şu var ki, âdet çok sayıdaki insanın öldürülmeleri, ölüm vakalarının ise daha ziyade tek tek meydana gelmesi şeklinde cereyan etmektedir.
Biri çıkarda, 'Ecel Allah'ın kazası ve kaderiyle midir?' derse, meseleyi izah ederek şu cevabı vermen icab eder: Eğer kaza ile halk ve yaratma fiilini kasdediyorsan, evet, öyledir. Zira ecel felekin hareketlerinden ibarettir ve bu hareketler Allah Taâlâ'nm bir lutfudur. Eğer bu sözle “icabı”, yani Allah'ın vacib kılması mânasını kasdediyorsan, cevabımız hayırdır. Eğer bu sözle “i'lâmı”, yani ölüm anını bildirme işini kasdediyorsan, o takdirde şu cevabı veririz: Mümkündür ki Allah Taâlâ yaşama ve Ölümle ilgili halimizi bazı meleklere bildirmede yarar görmüş, belli bir müddete kadar yaşayacağımız ve ondan sonra öleceğimizi onlara haber vermiştir”.
Görülüyor ki, Mutezile mezhebinin ecel konusunda bir tek değil, birden çok görüşü vardır ve bunlardan biri Eş'arî ve Maturidî akaidine de uygundur. Mutezile tek bir alternatif üzerinde durmamış, meseleyi, çok yönlü olarak ele almıştır. Halbuki bütün Sünnî kelâm ve akâid âlimleri Mutezilenin sadece Bağdad koluna mensub olanların benimsedikleri ecelle ilgili görüşü naklederek reddettiler. Bu ise Mutezile mezhebinin yanlış ve eksik bilinmesine ve anlaşılmasına sebep olmuştur. Burada bizim maksadımız Mutezileyi savunmak ya da red etmek değildir. Sadece, kendi kaynak eserlerine dayanarak- benimsedikleri görüşleri olduğu gibi, fazlasız ve noksansız nakletmek ve tanıtmaktır, îlmî ve dinî mânadaki dürüstlüğün gereği budur. Bir görüşü, aslına uygun biçimde tanıtmak bir şey, o görüşün tenkidini ve münakaşasını yapmak başka" bir şeydir. Mutezileye ait görüşler tam ve eksiksiz nakledilip tanıtılmayınca, onlarla ilgili tenkitlerin ve reddiyelerin de tam. ve eksiksiz olmayacağı aşikârdır. Sünnilerin diğer kelâm ve akâid kitaplarında olduğu gibi, Şerhu'l-Akâid'de de Mutezileye ait görüşler ve bunların dayandığı aklî ve naklî deliller sürekli olarak eksik bir şekilde nakledilmiştir. Bu ise îslâm mezheplerinin, yekdiğerini ya yanlış veya eksik tanımalarına yol açmıştır. Doğru ve tam tanıma yaklaşma ve anlaşma; hatalı ve eksik tanıma uzaklaşma ve yabancılaşma sebebidir.
Ecel konusunda Mutezilenin bir görüşte İsrar etmeyerek farklı görüşler üzerinde durması, onların akılcı ve hürriyetçi düşünce biçimlerinin bir sonucudur. Abdulcebbar gayet rahat bir şekilde eski Mutezile âlimlerine muhalefet edebilmektedir. Sadreddin Taftazani, Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi (Şerhu’l-Akaid, Hazırlayan Süleyman Uludağ), Dergâh Yayınları: 222-225.