- Ebu'l Aliye Rufey İbn Mihran r.a.

Adsense kodları


Ebu'l Aliye Rufey İbn Mihran r.a.

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
sidretül münteha
Sat 18 September 2010, 02:43 pm GMT +0200
Ebu´l-Aliye Rufey İbn Mihran (R.A.)


«Orada, sahabeden sonra, Kur´an"ı Ebu´l-Aliys´den daha iyi bilen hiç kim­se yoktu. Sonra snu Said İbn Cübeyr takip eder».[1]

Ebu´I-AÜye diye künyeli Rufey´ İbn Mihran müslümanların büyük isimlerinden biridir.

O, büyük kurra ve muhaddislerdendir.

O, tabiîlerin; Allah´ın kitabını ve Resûlüllah´in [s.a.v.) sünnetini en iyi bilenlerinden, Kur´an´i anlama ve onun derinliklerine nüfuz etmede en güçlü, onun maksat ve sırlarını anlamada en derin kimselerdendi.

Geliniz onun hayatını başından alalım.

Onun hayatı şahane davranış ve tablolarla, değerli öğüt ve ibret­lerle doludur.

Rufey´ İbn Mihran İran´da doğdu ve orada büyüyüp yetişti. Müs­lümanlar İranlıları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için İran´la sa­vaşa başladığında bu Rufey´ müslümanlann merhametli hayırlı ve ya­pıcı ellerine düşen genç kölelerden biriydi.

Çok geçmedi o ve beraberindekiler İslâm´ın yüceliğini öğrenip İslâm´la, kendilerinin putlara tapıcılığını mukayese ettiler.

Grup grup Allah´ın dinine girdiler sonra Allah´ın Kitabi´na sarıldı­lar ve Resûlüllah´ın [s.a.v.) hadislerinden doya doya almaya başla­dılar...

Rufey´ önceki ve sonraki halini şöyle anlatır:

«Ben ve milletimden bazıları mücahidlerin ellerine osir düştük. Kısa süre sonra Basra´dakl müslümanlardan bazılarının köleleri olduk.

Uzun bir zaman geçmeden biz Allah´a iman ettik ve Allah´ın ki­tabını ezberlemeye sarıldık...

Bazılarımız sahiplerimize vergi veriyor, bazılarımız da onların hiz­metinde- bulunuyordu...

Ben sahibine hizmet edenlerden birisiydim.

Biz her gece bir defa Kur´an-ı Kerîm´i hatmediyorduk. Bu bize zor geliyordu...

Kur´an´ı iki günde bir defa hatmetmeye başladık, O da bize zor

geldi.

Üç günde bîr hatmetmeye başladık, ama gündüz çalıştığımız, ge­ce uykusuz kaldığımız için bu da bize zor geldi.

Resûlüilah´m (s.a.v.) sahabîlerinden bazılarıyla görüştük ve.onla­ra Allah´ın Kitabı´nı okumak için uykusuz kaldığımızdan şikâyet ettik.

Onlar: «Kur´an´ı her cuma bir defa hatmedin» dediler. Bizde tav­siye ettiklerini tuttuk ve Kur´an´ı gecenin bir kısmında okumaya ve ge­ri kalan kısmında da uyumaya başladık. Ondan sonra bize Kur´an oku­mak zor gelmemişti.

Rufey´ İbn Mihran Beni Temim´Ii bîr kadına teslim edilmişti. Bu kadın, akıllı, ağırbaşlı ve vakur bir hanımefendiydi, çok müt-takî ve imanlıydı...

Rufey´ günün yansında ona hizmet eder, diğer yarısında da is­tirahat ederdi.

Boş zamanlarında da okuma ve yazmasını ilerletir, bu süre için­de, sahibesine karşı vazifelerini ihmâl etmeksizin bazı din ilimlerini öğrenirdi.

Cuma günlerinden birinde Rufey´ güzelce abdest aldı. Sonra hanımefendisinden Cuma´ya gitmek içjn izin istedi, Hanımefendi: «Rufey´! Nereye?» dedi.

Rufey´: «Mescide gitmek istiyorum» dedi. Hanımefendi: «Hangi mescide gitmek istiyorsun?» dedi. Rufey´: «Cuma namazı kılınan mescide (yani camiye)» dedi. Hanımefendi: «Haydi birlikte gidelim» dedi. Birlikte yola çıktılar. İçeri girenlerle birlikte camiye girdiler. Ru­fey´ onun maksadının ne olduğunu bilmiyordu.

Cami dolup imam minbere çıkar çıkmaz hanımefendi Rufey´in elinden tuttu ve şöyle dedi:

«Ey müslümanlar! Şahid olun, Allah rızası için bu kölemi azat et­tim...

Hiç kimse için, ona iyilik yapmaktan başka kurtuluş yolu yoktur». Daha sonra ona baktı ve:

«Allah´ım! Ben, mal ve oğulların fayda vermîyeceğî gün için, onu senin yanında saklıyorum...»

Namaz kılınınca Rufey´ kendi yoluna, öbürü de kendi yoluna gitti.

Rufey´ İbn Mihran o günden itibaren Medine-i Münevvere´) dip gelmeye başladı.

Ona, Ebu Bekr´le (R.A.) görüşmek nasip oldu. Bu, onun vefatından az önce olmuştu.

Yine müminlerin emîri Ömer İbnu´l-Hattab´la biraraya gelme saa­detine erdi. Ona Kur´an okudu ve arkasında namaz kıldı.

Ebu´l-Aliye künyeli Rufey1 Allah´ın Kitabi´na sarıldığı gibi, Resû-lüllah´ın (s.a.v.) hadislerine de sarıldı.

Basra´da karşılaştığı tabiîlerden hadisleri dinlemeye başladı. Ancak çok geçmedi, gönlü bundan daha sağlam olanını arzu etti.

Kendisiyle peygamber (s.a.v.) arasında sahabîden başka birisinin olmaması ve bizzat Resûlüilah´m (s.a.v.) sahabîlerinin ağızlarından işitmek için zaman zaman Medine´ye gitmeye başladı.

Abdullah İbn Mesud, Übeyy İbn Ka´b, Ebu Eyyub ei-Ensarî, Ebu Hurayra, Abdullah İbn Abbas ve başka sahabîlerden hadis aldı...

Ebu´I-AIiye sadece Medine-i Münevvere´deki hadis ravileriyle ye­tinmeyip her yerde Resûlüllah´m {s.a.v.) hadislerini arıyordu.

Ona, kendisinde ilim bulunan birisi tarif edildiğinde, ne kadar uzakta olursa olsun o şahsın yanma giderdi.

Oraya ulaşınca hemen onun arkasında namaz kılar, eğer onun namazı mükemmel bir şekilde kılmadığını hakkını tam vermediğini gö­rürse, şöyle diyerek ondan yüz çevirirdi:

«Namazında gevşeklik gösteren başka İşlerinde daha gevşektir...» Daha sonra asasını alır, geldiği yerden geri dönerdi...

Ebu´I-AIiye ilimde akranlarının hepsini geride bırakan yüksek bir dereceye ulaşmıştı.

Arkadaşlarından biri bundan dolayı şöyle demişti:

«Ebu´I-AIiye abdest alıyordu. Yüzünden ve ellerinden sular dam­lıyor, uzuvlarının her birinde temizlik parlıyordu.

Onu selâmlayıp şöyle dedim: «Şüphesiz Allah tövbe edenleri ve temiz olanları sever».

O da şöyle cevap verdi:

«Kardeşim!

Temiz olanlar su üe kirden temizlenenler değildir.

Onlar ancak tökva ile günahlardan temizlenen kimselerdir».

Söylediklerini düşündüm ve onun doğru söylediğini, benim hata ettiğimi anladım ve şöyle dedim: «Allah seni iyilikte daim kılsın, Al-ah ilmini ve anlayışını artırsın».

Ebu´I-AIiye insanları daima ilim talep etmeye teşvik eder ve on­ara, ilme ulaşmanın yollarını gösterir ve şöyle derdi:

«İlim almak için nefislerinizi alçaltınız, onun hakkında çok sounuz.

Biliniz ki ilim, utanana veya büyüklenene kanatlarını indirmez. Çünkü utangaç hayasından (utanmasından) dolayı sormaz...

Büyüklenen ise büyülendiğinden dolayı sormaz...

O talebelerini Kur´an öğrenmeye, ona dikkat etmeye, içindeki şey­lere sarılmaya ve dedikoducuların uydurduklarından yüz çevirmeye teşvik ederdi...»

O şöyle derdi: «Kur´an´ı öğreniniz...

Onu öğrendiğinizde ondan vazgeçmeyiniz.

Sırat-ı müstakim´e (doğru yola) sarılınız ki o, İslâm´dır.

Boş şeylerden sakınınız, çünkü onlar aranıza düşmanlık ve kini sokar.

Resûiüllah´ın [s.a.v.) ashabının dağılmadan önce üzerinde olduk­ları şeyden ayrılmayınız...»

Bunu el-Hasenu´l-Basri´ye naklettiklerinde o, şöyle demiştir: «Vallahi Ebu´I-AIiye size doğruyu tavsiye etmiştir».

Yine, ilim taliplerine Kur´an´i ezberlemek için en ideal metodu söyle diyerek gösterirdi:

«Kur´an´ı beşer âyet, beşer âyet ezberleyiniz, çünkü böyle yapar­sanız kafanıza daha kolay girer ve daha iyi anlarsınız.

Cebrail (A.S.) onu, Peygamber´e [s.a.v.) beş âyet, beş âyet indi­riyordu».

Ebu´I-AIiye sadece bir öğretici değil, aynı zamanda o bir yön ve­rici idî.

Çünkü o talebelerinin zihinlerini faydalı ilimlerle doldurur, kalp­lerini güzel öğütle beslerdi...

Çoğu zaman iki şeyi biraraya getirirdi.

Onlara söylediği şu sözler bunlardandır: «Şüphesiz Allah şunlara hükmetmiştir».

«O, kendisine iman eden kimseyi doğruya yöneltir».

Bunun delili, Azîz ve Celîl olan Allah´ın şu sözüdür: «Allah´a kim inanırsa onun gönlünü doğruya yöneltir [2]

Kendisine güvenen kimseye o yeter...

Bunun delili Allah Taâlâ´nın şu sözüdür: «Allah´a güvenen kimse­ye o yeter [3]

Onun rızası için borç veren kimseye mükâfat verir...

Bunun delili Allah´ın şu sözüdür: «Allah´a kat kat karşılığını arttı­racağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur?» [4]

Ona dua eden kimseye cevap verir...

Bunun delili de şu âyettir: «Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsin­ler ki ben, şüphesiz onlara yakınım, benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim». [5]

O öğrencilerine şöyle derdi:

«İtaatli olmaya çalışınız, itaatlarından dolayı itaatkârlara koşunuz. Günah işlemekten sakınınız. Günah işlediklerinden dolayı isyankârla­ra düşmanlık ediniz... Sonra isyankârların işini Allah´a havale ediniz. Çünkü o dilerse onlara azab eder. Dilerse onlara mağfiret eder.

Ben Allah için seviyorum ve Allah için sevmiyorum.

Allah rızası için böylesini tercih ediyorum. Allah´tan korktuğum için böylesinden yüz çeviriyorum... diyerek kendi halini arzeden bi­risini duyduğunuz zaman onun bu sözlerine aldırmayınız».

Ebu´l-Aliye yalnız İlmiyle amel eden bir alim, yol gösterici bir vâ-îz değil, aynı zamanda bir mücahiddî de.

Zamanının bir kısmını mücahitlerle birlikte savaş meydanlarında veya nöbetçilerle birlikte düşman karargâhlarının karşısında bir nö­betçi olarak geçirirdi...

Savaşlarda doğu ve batıya gitmeyi tercih etmiştir. Maveraunne-hir´de İran ordularıyla savaştığı gibi Suriye´de Bizanslılarda da savaş­mıştır...

Bu diyarda ezanı yüksek sesle okuyanların ilki olmuştur.

Hz. Ali´yle Hz. Muaviye arasında savaş başladığında Ebu´l-Aliye´-nin orada bîr davranışı oldu. Bunu bize kendisi anlatmaktadır:

«Ali´yle Muaviye arasında geçenler başladığında ben canlılık ve

gayretle doluydum.

Savaş bana, sıcağı kavurucu gündeki soğuk sudan daha hoş geli­yordu.

Savaş için hazırlanıp onlara geldim.

Bir de ne göreyim, ucu bucağı bulunmaz iki safın karşısındayım...

Onlar tekbir getirince bunlar da tekbir getiriyorlar...

Onlar lâilâhe illallah deyince bunlar da lâilâhe illallah diyorlar...

Kendime gelip şöyle dedim:

«İki taraftan hangisini kâfir sayıp ona saldırayım?

Hangisini mümin sayıp onunla birlikte cihad edeyim?»

Daha sonra onları bırakıp oradan ayrıldım".

Ebu´l-Aliye hayatı boyunca devamlı üzülmüştür. Çünkü ona, sûlüllah´la (s.a.v.) görüşmek nasip olmamıştı...

Allah´ın Resulü Muhammed´le (s.a.v.) sıkı münasebetleri bulunan büyük sahabîlere yakın olmak suretiyle bunu telâfi etmeye çalışırdı. Onları kendine tercih eder ve çok severdi. Onlar da onu severler ve tercih ederlerdi.

Bunlardan birisi şöyledir; «Bir defasında Abdullah İbn Abbas´ın yanına gelmişti. O sırada Abdullah İbn Abbas Ali İbn Ebî Talib tara­fından Basra valiliğine tayin edilmişti,

Abdullah onu çok iyi karşıladı, onu sağ tarafına minderinin üze­rine oturttu.

Orada, Kureyş büyüklerinden bazıları da vardı. Onlar Ebu´l-Aliye´-nin aleyhinde fısıltıyla konuşmaya başladılar.

Birisi şöyle dedi: .

«Gördünüz mü? İbn Abbas şu köleyi nasıl minderinin üzerine oturt­tu?!»

İbn Abbas, onların Ebu´l-AIiye´nİn aleyhinde konuştuklarını anla­dı, onlara dönüp:

«Şüphesin ilim şeref sahibinin şerefini artırır, ona sahip olanla-Yın insanlar arasındaki derecesini yükseltir ve köleleri minderlerin üzerine oturtur» dedi.

Ebu´l-Aliye, Resûlüliah´ın (s.a.v.] hizmetkârı Enes İbn Malik´i çok severdi.

Bununla ilgili hadiselerden birisi şöyledir:

«Enes, elindeki bir elmayı ona vermişti. Ebu´l-Aliye elmayı ondan aldıktan sonra öpmeye başladı. Bir taraftan da şöyle diyordu:

«Allah´ın Resûlü´nün eline dokunan bir elin dokunduğu elma...

Allah´ın Resûlü´nün eline dokunmak nasip olan bir elin dokun­duğu elma,..»

Senelerden birinde Ebu´l-Aliye Allah yolunda cihada karar verdi. Cihad için bütün hazırlığını yapıp mücahitlerle birlikte gitmek için bek­lemeye başladı.

Sabah olunca ayaklarından birine şiddetli bir ağrı girdi.

Ağrı gittikçe artıyordu.

Doktor onu muayene ettikten sonra, ayağın "kangren olmuş» dedi.

«Kangren ne demek?» diye doktora sordu.

Doktor; «Yerleştiği uzvu yeyip bitiren sonra bütün vücuda yayı-lıncaya kadar üstündeki uzvs geçen bir hastalıktır» dedi.

Doktor hemen bacağını kesmek için ondan izin istedi. O da istemiye istemiye ona izin verdi.

Doktor eti yarmak için neşteri, kemiği kesmek için testereyi ge­tirdi.

Sonra ona: «Etin yarılırken ve kemiğin kesilirken acı duymaman için bîr yudum uyuşturucu, içilmemizi ister misin?» dedi.

O: «Hayır bundan daha iyisi var» diye cevap verdi. Doktor: «Peki nedir o?» dedi.

Ebu´l-Aliye: «Allah´ın Kîtabı´nı iyi okuyan birini benim için getirin ve ona, benim için Kur´an ayetlerinden biraz okutun.

Eğer beni, yüzüm kızarmış, gözbebeklerim büyümüş ve gözüm se­maya dikilmiş bir halde görürseniz... bana dilediğinizi yapınız.,.»

Onun söylediğini yapıp kemiğini kestiler...

Ayılmca doktor ona şöyle dedi: «Sanki sen etinin yarılmasından ve kemiğinin kesilmesinden dolayı hiç acı duymamış gibiydin...»

O da şu cevabı verdi: «Allah sevgisinin hoş olması, Allah´ın Ki-

tab´ından duyduklarının tatlılığı testerenin sıcaklığını bana duyurma-di».

Daha sonra ayağını eline aldı ve ona bakıp şöyle dedi:

«Kıyamet gününde Rabbimle karşılaştığımda ve o bana: «Kırk yıl­dan beri seni bir harama yürüttüm mü veya seni mubah olmayana dokundurdum mu diye sorduğunda; ben hayır diyeceğim ve inşallah söylediklerimde doğru olacağım».

Ebu´l-Aliye´nin takvası öbür günü beklemesi ve Rabbİne kavuş­maya hazırlanması, onu; kendisi için bir kefen hazırlayacak, her ay bir defa kefenini giyecek sonra tekrar yerine koyacak dereceye ge­tirmişti.

Sağlam ve aklı başında olduğu halde onyedi defa vasiyette bu-

Her vasiyeti için bir süre veriyor, süresi dolunca onu inceliyor;

Onu ya düzeltiyor...

Ya değiştiriyor...

Ya da aynen kabul ediyordu...

Hicretin 93. yılının şevval ayında Ebu´l-Aliye günahsız ve gönlü temiz olarak Rab´binîn rahmetine güvenerek ve peygamberiyle görüş­mek için özlem duyarak Rab´bine kavuştu [6]


[1] Bu Bekr İbn Davud

[2] Teğabun, 11.

[3] Talak, 3

[4] Bakara, 245.

[5] Bakara, 186

[6] Ebu´i-Aliye künyeli Rufey İbn Mihran hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eser­lere bakınız :

1. Ez-Zehebî, Siyeru a´lâmi´n-nubela, İV/207 ve devamı,

2. İbn Sa´d, et-Tabakatu´i-Kubra, VII/112.

3. Ebu Nuaym el-isbehani, Hılyetu´i-evliya, 11/217-224.

4. İbn Hacer, Tehzîbu´t-tehzîb, IH/284.

5. İbn Kuteybe, el-Maarif, 454.

6. El-İsabe fî îemyizi´s-sahabe, 1/27:40..

7. Tehzîbu İbn Asakir.

8. Ez-Zehebî, Tezkiratu´i-huffaz, I/58.

Dr. Abdurrahman Re?fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/433-442.