hafiza aise
Wed 27 April 2011, 10:14 am GMT +0200
Ebu Lübabe
Muhasara daha da şiddetlenince Allah Resülii'ne haber ulaştırarak, istişare edebilmeleri için kendilerine Ebu Lübabe'yi göndermesini talep ettiler. Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), bunu da kabul etti.
Çok geçmeden Ebu Lübabe İbn Abdilmiinzir, Beni Kurayza yurduna gitti; çoluk çocuk yollara dökülmüş, perişan hallerini arz edip ağlaşıyor ve şefaat dileniyorlardı. Yürek yakan bir halleri vardı; bunu gören Ebu Lübabe de çok duygulanmıştı. Reisleri Ka'b İbn Esed öne çıktı ve:
- Ey Eba Liibabe, diye seslendi. Biz seni, özellikle tercih ettik; Muhammed bizim, sadece kendisinin vereceği hükme razı olmamızdan başka bir seçenek kabul etmiyor; ne dersin, O'nun hükmüne rıza gösterelim mi?
- Evet, diye cevapladı Ebu Liibabe, Boş bulunmuş ve bunu yaparken de, eliyle boğazını işaret etmiş, bu hareketiyle de, Allah Resfılii'niin vereceği hiikmiin idam olacağım ilan edivermişti. Bu hareket, onun için büyük bir ihanet anlamına geliyordu; kendisini affedemiyordu. Bin pişman olmuştu; dizlerinin bağı çözülmüş ve gözüne yaşlar yürümüştüt Resülullah'ın çizdiği çizginin dışına çıktığını ve üzerine vazife olmadığı halde boş bir harekette bulunarak affedilmez bir hata işlediğini düşünüyordu!
Herkes Ebu Lübabe'nin getireceği haberi merak ederken o, Beni Kurayza yurdunda yaptığı bu hareketinin hemen sonrasında, kalenin arkasından çıkarak doğruca Mescid-i Nebevi'ye gelecek ve di-
reklerden birisine kendisini bağlayarak, ölüp gideceği veya yaptığı bu hareketten dolayı affa mazhar olacağı ana kadar da buradan kendisini çözmeyeceğine dair ahdedecekti. Aynı zamanda, Allah ve Resülii'ne ihanet ettiğini düşündüğü Beni Kurayza yurduna bir daha hiç ayak basmayacağına, oraları bir daha dünya gözüyle görmeyeceğine dair yeminler ediyordu.
Çok geçmeden Ebu Lübabe'nin haberi mü'minler arasında yayılmış ve Resülullah'a da ulaşmıştı; şöyle buyurdu Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern):
- Allah'ın (celle celaluhü) hakkındaki hükmü vereceği ana kadar onu kendi haline bırakın; şayet Bana gelip de durumunu arz etmiş olsaydı ona istiğfarda bulunurdum; ancak o, Bana gelip de durumunu arz etmediğine göre onu kendi haline bırakın!
İşte tam da bu sırada Cibril-i Emın gelmiş ve semalar ötesinden Yüce Mevla'nın:
- Ey iman edenler! Allah ve Resülü'ne ihanet etmeyin; bile bile aranızdaki emanetlerinize de ihanet etmeyin.s" şeklindeki mesajını getirmişti. Ebu Lübabe, ayetteki ifadenin doğrudan kendisine hitap olduğunu düşünüyor ve bunun ezikliğiyle kimsenin yüzüne bakamıyordu.
Artık Ebu Lübabe yiyip içmiyor ve aff-ı ilahinin geleceği anı iştiyakla bekliyordu. Altı gün sürecek bu dönemde hanımıyla kızı nöbetleşe yanına geliyor ve sadece abdest alıp da namaz kılabilmesi için iplerini çözüyordu. Ebu Lübabe, kulluk vazifesini yerine getirir getirmez de yeniden kendisini bağlatıyordu.v" Dünyaya küsmüştü; işitme kaybı başlamış ve gözleri de görmez olmuştu.
Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmü Selerne Validemizin hücresinde bulunduğu bir seher vakti yine Cibril-i Emin gelmiş ve Ebu Lübabe gibi kadirşinas insanların Allah katındaki konumlarını bildiren ayeti getirmişti. Şefkat ve merhamet insanı tebessüm ediyordu! O'nun bu halini gören Ümmü Selerne Validemiz:
215 Enf'al,8/27
216 EbU Lübabe'rıin bağlı kaldığı süre bazı rivayetlerde on küsur gün, başka bir rivayette yirmi güne yakın, diğer bir rivayette ise yirmi beş gün olarak ifade edilmektedir. Bkz. Salih!, Sübülü'l-Hüda ve'r-Reşad, 5/9
- Ya Resülullah, diyecekti. Allah ömrünü uzun etsin; tebessiimünüzün sebebi nedir, niçin gülüyorsunuz?
- Ebu Lübabe'nin tevbesi kabul edildi, buyurdu Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern). Zira gelen ayette, sürekli iyilik zemininde dolaştıkları halde boş bulunduğu sırada iyi olmayanla da buluşan, ancak hemen akabinde hatasını anlayarak tevbe ve istiğfara yönelen kimseler takdir ediliyor ve bunların, gönülden yaptıkları tevbelere Allah'ın, gufran ve merhametle karşılık vereceği anlatılıyordu. 217
Samimi bir mii'minin, gönülden Rabbine yönelişi neticesinde affına ferman geldiğine şahit olan Ümmü Selerne validemiz de heyecanlanmıştı:
- Ona bunu hemen haber verelim mi ya Resülullah, diye sordu.
- İstiyorsan, evet, diye cevapladı Resülullah, Bunun üzerine Ümmü Selerne Validemiz, hücresinin dışına çıktı ve:
- Ey Eba Liibabe, diye seslenmeye başladı. Müjdeler olsun sana!
Allah (celle celaluhü) senin tevbeni kabul etti.
Bu müjdeli haberi duyan herkes Ebu Lühabe'nin bağlı olduğu direğe doğru koşuyordu; gelecek ve onu direkten çözerek mutluluğunu paylaşacaklardı.
Belli ki o da çok sevinmişti; derin bir murakabe ile Rabbine yönelmiş, samirniyetine lütfedilen bu fermandan dolayı derinden şükran hisleriyle dopdoluydu. Nasılolmasın ki Allah (celle celaluhü), kendisine 'kulum' demiş ve kendisiyle ilgili olarak Resülü'ne Cibril-i Emin'i göndermişti. İplerini çözmek isteyenleri görünce:
- Hayır, hayır, diye mukabelede bulundu. Benim yeminim var; Resülullah (sallallahu a1eyhi ve sellem) gelinceye kadar beni sakın çözmeyin!
Bu sırada, sabah namazını kıldırmak için Allah Resülü de mescide gelmişti; önce Ebu Lübabe'nin bulunduğu yere geldi ve selam verdi ona; şefkat nazarlarıyla süzüyordu ashabını! Sözün sukut ettiği yerde gönülden gönüle bir muhabbet vardı seherin aydınlığında ve bir müddet bu hal devam ettikten sonra Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellern), bizzat kendisi çözdü Ebu Liibabe'nin iplerini.
217 Bkz. Tevbe, 9/102
Gelen fermanla birlikte iplerinden de kurtulan Ebu Lübabe, derin bir iç huzuruyla Nur Cemali süzüyordu; sonra şunları söylemeye başladı:
- Ya Resülullahl Benim bu tevbemin tamam olabilmesi için önce, bu günaha bulaştığım kavmimin bulunduğu yeri terk edeceğim ve ardından da, malımın tamamını Allah ve Resülü'ne sadaka olarak verip dünya adına malik olduğum her şeyden kurtulacağım!
N ebiler Serveri, burada da ölçüyü belirleyen olacaktı ve ona: - Ey EM Lübabe! Üçte biri yeter, diye seslenecekti.