- Ebu Hanife En Numan (2)

Adsense kodları


Ebu Hanife En Numan (2)

Smf Seo Versiyon , -- Seo entegre sistem.

Array
ayten
Sun 7 November 2010, 01:38 am GMT +0200
EBU  HANÎFE EN-NUMAN(2)


«Deha ve zekâsından eşsiz parıltılar»

«Ebu Hcmîfe en-Numan ALLAH'ın horam kıldığı şeylerden çok sakınır, çok su­sar ve  devamlı düşünürdü».[1]

Ebu Hanîfe en-Nu'man, arkadaşlarıyla birlikte oturmakta olan imam Malik'in yanına girmişti. Ebu Hanîfe yanından çıkınca Malik arkadaş­larına dönüp:

«Bunun kim olduğunu biliyor musunuz?» dedi. Onlar: «Hayır» diye cevap verdiler. Malik: «Bu, en-Nu'man İbn Sabit'tir.

Bu adam, şu direğin altın olduğunu söyleseydi, bu söylediğine deli! getirir ve direk öyle çıkardı».

İmarrr Malik Ebu Hanîfe'nİn delil getirme gücü, pratik ve keskin zekâsı hakkında söylediği sözlerde mübalağa etmiyordu.

Tarih ve siyer kitapları onun rey (görüş) ve akîde (İnanç) konu­sunda düşmanlarına karşı olan davranışlarıyla ilgili haberlerle doludur.

Bunları'n hepsi, imam Malik'in tarif ettiği şeyin doğruluğuna delâ­let eden şeylerdir. Gerçekten size, önümüzdeki toprağın altın oldu­ğunu iddia etse artık sizin için onun delilini kabul etmek ve iddiasına teslim olmaktan başka çareniz kalmazdı.

Hele o hakkı savunup onun için mücadele ettiğinde nasıl olur­du, düşünebiliyor musunuz?

Bununla ilgili hadiselerden birisi şöyledir: Kûfeli bir adam sapıt-mıştı.

O, bazı insanların gözünde itibarlı, onlar tarafından kabul edilen bir sözün sahibiydi.

Adam şunu ileri sürüyordu: «Osman İbn Affan aslında bir yahu-diydi.                                                                                                          

İslâm'dan sonra da yahudiliğîne devam etmişti...»

Ebu Hanîfe bu sözü duyunca ona gitti ve şöyle dedi:

«Kızını arkadaşlarımdan birine istemek için sana geldim».

O da: «Hoşgeldin, safa geldin...

Senin gibisinin isteği geri çevrilmez, Ebu Hanîfe!

Fakat evlenecek olan kim?» dedi.

Ebu Hanîfe: «Kavmi arasında şerefiyle ve zenginliğiyle tanınmış...

Eli açık ve çok cömert...

Azîz ve Celî! ALLAH'ın Kitabı'nı ezbere bilen...

Bütün geceyi bir rekatta geçiren...

ALLAH Taâiâ'nın korkusundan çok ağlayan bir adam...» dedi.

Adam: «Bravo, bravo... Bu kadar yeter, Ebu Hanîfe!

Evlenmeye talip olan kişinin nitelikleri olarak söylediklerinin bir kısmı onu, müminlerin emîrinin kızına denk hale getiriyor» dedi.

Ebu Hanîfe:

«Ancak onda mutiaka öğrenmen gereken bîr özellik var» dedi.

Adam:  «Nedir o?»  dedi.

Ebu Hanîfe:  «O yahudîdir» dedi.

Adam sarsılıp:  «Yahudi mi?

Sen benim kızımı bir yahudiyle evlendirmemi mi istiyorsun Ebu

Hanîfe!

Vallahi, öncekilerin ve sonrakilerin özellikleri biraraya gelse yi­ne de kızımı onunla evlendirmem...» dedi.

Ebu Hanîfe

«Sen kızını bir yahudiyle evlendirmeyi kabul etmiyorsun ve bu­na şiddetle karşı çıkıyorsun...

Sonra insanlara, ALLAH'ın Resûlü'nün (s.a.v) iki kızını bir yahudiy-ie evlendirdiğini söylüyorsun?!» dedi.

Adamı bir titreme tuttu ve şöyle dedi:

«Söylediğim kötü sözden dolayı ALLAH'tan af diliyorum...

Yaptığım iftiradan dolayı ALLAH'a tövbe ediyorum».

Bunlardan  birisi   de şöyledir:

Haricîlerden [2] irisi olan ez-Zahhak eş-Şarî bir gün Ebu Hanîfe'ye gelip şöyle dedi:

«Ebu Hanîfe! Tövbe et».

Ebu Hanîfe: «Neden tövbe edeyim?!» dedi.

Haricî: «Ali'yle Muaviye arasında meydana gelen tahkimin (ha­kem tayin etmenin) caiz olduğuna dair sözünden dolayı» dedi.

Ebu Hanıfe ona:

«Bu meselede benimle münazara yapmayı (tartışmayı) kabul et­mez misin?» dedi.

Haricî: «Kabul ederim» dedi.

Ebu Hanîfe: «Tartıştıklarımız hakkında anlaşmazlığa düşersek, ara­mızda kim hakem olacak.?» dedi.

Haricî:  «İstediğin kimseyi hakem yap» dedi.

Ebu Hanîfe, haricînin yanındaki arkadaşlarından birine dönüp şöyle derdi: «Anlaşamadığımız konularda aramızda hakem ol» dedi.

Daha sonra hariciye de şöyle dedi: «Ben arkadaşını kabul ettim, sen de kabul ediyor musun?»

Haricî sevinip: «Evet» dedi.

Ebu Hanîfe: «Yazıklar olsun sana! Aramızda meydana gelen mese­lede tahkîmi caiz görüyorsun da Resûlüllah'ın (s.a.v.) ashabından olan iki kişiye onu caiz görmüyor musun?!»

Haricî şaşırıp kaldı ve verecek cevap bulamadı...

Bunlardan birisi de şöyledir: Müslüman topraklarında şer tohum­ları eken, sapık ve bidatçı cehmiyye fırkasının başı Cehm İbn-Safvan bir defasında Ebu Hanîfe'nin yanına geldi ve şöyle dedi:

«Sana sormayı düşündüğüm bazı konularda, seninle konuşmak için geldim».

Ebu Hanîfe: «Seninle konuşmak utançtır... Senin görüşlerine dal­mak alev alev yanan bir ateştir» dedi.

Cehm: «Daha önce benimle görüşmediğin ve benim sözlerimi din­lemediğin halde nasıl benim aleyhimde hükmettin?!» dedi.

Ebu Hanîfe: «Bana hakkında, Kıble ehlinden [3]an birisinden çıkmayan bazı sözler geldi».

Cehm: «Benim aleyhimde gıyaben mi hüküm veriyorsun?» dedi.

Ebu Hanîfe: «Bu, senin hakkında meşhur olmuş ve halk arasında

yayılmıştır.

Avam ve havas herkes onu öğrenmiştir. Bu bakımdan, senin hak­kında rivayet edilenlerle, onu senin aleyhinde isbat etmem caiz ol­muştur».

Cehm: «Sana sadece îman hakkında sormak istiyorum» dedi.

Ebu Hanîfe: «Şu ana kadar imanı öğrenemedin mi de onu bana soracaksın?!» dedi.

Cehm: «Tamam, fakat ben onun bir çeşidinde şüphe ettim». Ebu Hanîfe: «İmanda şüphe küfürdür».

Cehm; «Benden kâfir olduğuna hükmettirecek birşey duymadıkça, beni  kafirlikle suçlaman sana helâl olmaz».

Ebu Hanîfe: «Aklına gelen şeyi sor».

Cehm: «ALLAH'ı kalbiyle tanıyıp onun tek, ortaksız ve benzersiz olduğunu bilen, onu sıfatlarıyla tanıyan hiç birşeyin onun gibi olma­dığını söyleyen, sonra diliyle iman ettiğini açıklamadan Ölen kimse­nin durumunu bana söyler misin?

O mümîn olarak mı, yoksa kâfir olarak mı ölür?»

Ebu Hanîfe: «O kâfir olarak ölür, diliyle açıklamasını engelleyen bir durum olmadığı sürece, kalbiyle tanıdığını, diliyle açıklamadığı za­man cehennem  ehlinden olur».

Ebu Hanîfe. «Eğer sen Kur'an'a inanıyorsan ve onu delil yapıyor­san sana onunla konuşayım.

Eğer Kur'an'a inanmıyor ve onu delîl olarak görmüyorsan, sana İslâm'a karşı çıkan kimselerle konuştuğumuz şeylerle konuşayım».

Cehm: «Ben Kur'an'a inanıyor ve onu delîl yapıyorum».

Ebu Hanîfe:  «ALLAH Taâlâ  imanın iki uzuvla meydana geldiğini,

buyurdu. Kalp ve dille, ikisinden birisiyle değil.

ALLAH'ın Kitabı ve ResûiüMah'ın (s.a.v.) hadîsi bunun açıklamala­rıyla doludur:

ALLAH Taâlâ şöyle buyurmuştur: «Peygambere indirilen Kur'anY işittiklerinde, gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolarak, Rab-bimiz! İnandık, bizi de şahitlerden yaz. Rabbimizin bizi iyi milletle bir­likte bulundurmasını umarken niçin ALLAH'a ve bize gelen gerçeğe inan­mayalım? dediklerini görürsün. ALLAH onlara, dediklerine karşılık, te­melli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler verdi. Bu, iyi dav­rananların mükâfatıdır». [4]

İşte onlar hakkı kalpleriyle tanıyıp dilleriyle söylemişlerdir de Al­lah söylediklerinin karşılığı olarak onları, altından ırmaklar akan cen­netlere koymuştur.

Yine ALLAH Taâlâ şöyle buyurmuştur:

«ALLAH'a bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene inandık, deyin [5]

ALLAH Taâlâ onlara «söz»ü (yani dili) emretmiştir. Onların tanıma ve bilmelerini yeterli görmemiştir.

Resûlüllah fs.a.v.) da şöyle buyurmuştur:

«Lâ ilahe illa'llah (ALLAH'tan başka ilâh yoktur) deyiniz felâh [6]bu­lursunuz.

Felahı sadece tanımakla ilgili kılmamış ona sözü (dili) de ilâve et­miştir.

Yine Resûiüllah (s.a.v.): «Lâ ilahe illa'Ilah diyen kimse cehennem­den çıkar» buyurmuştur,

«ALLAH'ı tanıyan kimse cehennemden çıkar» dememiştir.

Söze ihtiyaç duyulmayıp o olmaksızın «tanımakla» yetinilseydi, İblîs mümin olurdu.

Çünkü o Rabbini tanımaktadır. Kendisini onun yarattığını, onun öl­düreceğini, sonra yine onun dirilteceğini ve kendisini saptıranın o (ALLAH) oiduğunu bilmektedir.

ALLAH Taâlâ onun dilinden şöyle buyurmaktadır: «Beni ateşten, onu çamurdan yaratiın [7]

Yine şöyle buyurmuştur: «Rabbim! Beni hiç olmazsa, tekrar diri­lecekleri güne kadar ertele». [8]

«Beni azdırdığın için, and olsun ki, senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım». [9]

Eğer ileri sürdüğün şey doğru olsaydı, dilleriyle inkâr etmeleri­ne rağmen rablerinî tanımaları sebebiyle birçok kâfir mümin olurdu.

ALLAH Taâlâ şöyle buyurmuştur: «Gönülleri kesin olarak inandığı halde onları bile bile inkâr ettiler». [10]

ALLAH onları, inanıp kabul etmeleri sebebiyle mümin yapmamıştır. Dillerinin inkâr etmesi sebebiyle onları kâfir saymıştır».

Ebu Hanîfe bu sırayla yani bazan Kur'an, bazan hadisle konuşma­ya devam etti. Nihayet Cehm'in yüzünde bozulma ve yenilgi belirtileri görüldü.

Cehm:

«Bana   unuttuğum birşeyi hatırlattın,  senin yanına yi ğim» diyerek Ebu Hanîfe'nin  karşısından çekip gitti.

eceTabiî,  bir daha  dönmemek  üzere  çekip  gitmişti.

Başka bir olay da şöyledir:

Ebu Hanîfe, Azîz ve Celîl olan Halik'in (yaratıcının) varlığını in­kâr eden bazı inkarcılarla (mülhidlerle) karşılaştı. Onlara şöyle dedi:

«Çeşitli eşya ve mallarla yüklü bir geminin açık denizde şiddetli bir fırtınaya tutulduğunu ve azgın dalgalarla boğuştuğunu düşünün. Buna rağmen o çizilen rotasında, bilinen gaye ve maksadına hiç sal­lanmadan bir aksaklığa uğramadan ve yolunu şaşırmadan sakin ve emin bir şekilde gitmeye devam etmektedir. Yainız bu gemide hareke­ti sağlayan ne bir gemici, ne de onun gidişini düzenliyen bir yöneti­ci vardır.

Düşünce olarak bu doğru mudur?»

Onlar: «Hayır, bu aklın kabul edemiyeceği ve mümkün görme­diği bir şeydir, ey şeyh!» dediler.

Ebu Hanîfe:  «Ya Subhanellah!

Bir geminin kaptansız olarak denizde mükemmel bir şekilde git­mesini kabul etmiyorsunuz da, coşkun denizleriyle, dönen gezegenle-riyle, uçan kuşlarıyla bu kainatın, yaptığını sağlam yapan idaresini iyi düşünen birisi olmadan kaim olmasını mı kabul ediyorsunuz?!

Sizler ve söylediğiniz yalanlar kahrolsun...»

Böylece, Ebu Hanîfe hayat yolculuğunun tümünü yaratıcının ken­disine verdiği mükemmel delille ve eşi bulunmaz mantıkla, ALLAH'ın dinini savunarak geçirdi. Öldüğünde, ailesine; kendisini temiz bir top­rağa defnetmelerini ve gabedilmiş olma şüphesi bulunan her yer­den uzak tutmalarını vasiyet ettiğini gördüler.

Vasiyeti el-Mansur'a ulaşınca:

«Sağken ve öldükten sonra Ebu Hanîfe'yi bize kim mazur göste rebilir?» dedi.

Ebu Hanîfe, kendisini el-Hasen İbn Ammare'nin yıkamasını vasi­yet etmişti. El-Hasen İbn Ammare onu yıkadıktan sonra şöyle dedi:

Ey Ebu  Hanîfe! ALLAH sana rahmet etsin. Yaptıklarının  karşılığı olarak seni affetsin.

Çünkü sen otuz yıldan beri gündüz yemek yemedin [oruç tuttun)... Kırk yıldan beri geceleri başını yastığa koymadın... Ve senden sonraki fakîhleri yordun... [11]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İmam   Ebu   Yusuf  

[2] Haricîler: Hz. Ali'yle Muaviye'ye karşı çıkan kimseler.

[3] Kıble ehli   müslümanlardır.   Namazlarında kıbleye  yöneldikleri için böyle  İsim­lendirilmişlerdir. (1)  Kıble ehli:  Müslümanlardır. Namazlarında kıbleye yöneldikleri" için  böyle  isim- ehm: «ALLAH'ı hakkıyla tanıdığı halde nasıl mümin olmaz».

[4] Maide,   83-85.

[5] Bakara,  136

[6] Felah  bulmak: Cenneti ve  ALLAH'ın   rızasını  kazanmak.

[7] Araf, 12.

[8] Hicr, 36

[9] Araf,  16!

[10] Nemi, 14

[11] Ebu  Hanîfe en-Nu'man  hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız-

1. El-Bidaye ve'n-nihaye X/107.

2. Vefeyatu'l-a'yan, V/415-423.

3. En-Nücıımu'z-zahire,   11/12.

4. Şezeratu'z-zeheb,  I/227-229.

5. Mirötu'l-cinan.   I/309.

6. El-İber, 1/314                    '   .

7. Tarihu  Bağdad,  Xlil/323-324.

8. Tarîhu'l-Buharî,   VIII/81.

9. El-Cerhu ve't-tadîi, VIM/449-450.

10. Mîzanü'M'tidal, İV/265.

Dr. Abdurrahman Re’fet el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/469-476.